HABER MERKEZİ
Türkiye’de artık neyin özel savaş kapsamında olduğunu neyinse olmadığını tartışmak ve ayırmak mümkün değildir. Çünkü AKP-MHP faşist yönetimi altında artık her şey özel savaşa göre şekillendirilmiştir. Erdoğan-Bahçeli’nin kurduğu faşist diktatörlük, esasta bir özel savaş rejimidir. Özel savaş sistemi tüm boyutlarıyla en ileri düzeyde geliştirilmiştir ve de uygulanmaktadır. Kuşkusuz bunun birinci boyutu da özel psikolojik savaş olmaktadır.
AKP-MHP özel savaş diktatörlüğünün dayandığı iki temel unsur korku ve yalandır. Türkiye’de tam bir yalan ve korku diktatörlüğü kurulmuştur demek kesinlikle hatalı değildir. Dönüp bir tarihe bakalım, AKP’nin başlangıç dönemindeki söylemlerinden ortada ne kaldı? Hiçbir şeyin kalmamış olduğu açıktır. Öyle ki, eski kurucuları bile kurdukları partiyi tanımaz hale gelmişlerdir. Derler ya, dilin kemiği yoktur diye. Bu durum tamamen AKP için geçerlidir. Kemiksiz dili istediği gibi çevirmekte ve istediği türden yalanı hiç de yüzü kızarmadan rahatlıkla söyleyebilmektedir. Korku ise AKP-MHP’nin genlerine işlemiş gibidir. Aslında her şeyin başında iktidardan düşme ve sonradan görme tarzında çalıp çırparak edindiği sermayeyi kaybetme korkusu vardır. Kendi korkusunu yenebilmek için de her şeyi baskı ve dehşete dayalı olarak yapmaktadır.
AKP-MHP özel savaş rejimi bir de ahlaksızlığa ve onursuzluğa dayanmaktadır. Her şeyi hırsızlıkla elde etmiş olduğu için, onurdan ve ahlaktan korkmaktadır. Kendisi kelimenin tam anlamıyla bir düşkünlük ve tenezzül tutumu içinde olduğundan, herkesi kendi durumuna getirmek istemektedir ki kendi düşkünlüğü görünmesin ve fazla belli olmasın. Çünkü herkes kendisi gibi olsa, o zaman rejimin yaşadığı düşkünlüğü ve onursuzluğu kimse görmez ve ayırt edemez. Bunun için de bir yandan yalan ve korkuyla egemenliğini garantiye almak isterken, bir yandan da onuru kırıp ahlakı yok ederek kendi egemenliğine itirazın gelişmeyeceği bir zemin yaratmak istemektedir.
Kuşkusuz ahlaksızlığın ve onursuzluğun temel yöntemi de taciz ve tecavüz olmaktadır. Dolayısıyla AKP-MHP rejimini tam bir tecavüz rejimi olarak tanımlamak hatalı değildir. İnsanları aç, susuz ve nefessiz bırakarak her türlü tecavüze açık hale getirmektedir. AKP-MHP yönetimi altında toplumun ne kadar ahlak düşkünü hale getirildiği aslında tam bilinmemektedir. Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin üst perdeden ahkâm kesmesine ve Müslüman geçinmesine bakmamak gerekir. O görüntü altında tabanda nelerin yapıldığı ortadadır. Bu durum kendini en açık bir biçimde Kürdistan’da göstermektedir.
Tarihin en kadim halklarından biri olan Kürt halkı, tarih boyunca hiçbir dönemde ve yönetim altında yaşamadığı hakareti AKP-MHP yönetimi altında yaşamıştır. Özellikle de 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısının kararlaştırdığı ‘Çöktürme eylem planı’ ardından gelen uygulamalar böyle olmuştur. 24 Temmuz 2015 saldırısından bu yana geçen beş yıl içerisinde Kürt toplumuna yapılmayan hiçbir hakaret bırakılmamıştır. Bu noktada kaba baskı ve şiddet, yani fiziki baskı ve işkence aslında en hafif olanıdır. Söz konusu baskı, işkence ve katliam uygulamalarının da geçen dönemleri fersah fersah geride bırakmış olduğu ortadadır. Fakat daha kötü ve tüketici olan onur kırıcı hakaret uygulamalarıdır.
Dikkat edelim, AKP-MHP faşist saldırısı altında hakarete uğramayan hiçbir toplumsal değer kalmamıştır. Kürt diline, tarihine, kültürüne, yaşamına, giyim kuşamına, her şeyine saldırı olmuştur. Kürtçeye hakaret edilmiş, Kürtçe müzik dinleyen gençlere yönelik linç girişiminde bulunulmuş, tıpkı 12 Eylül faşist-askeri darbe döneminde olduğu gibi Kürtlere ait her şey yasaklanmıştır. Yasaklama ve hakaret AKP-MHP yönetiminin Kürt soykırımını uygulama yöntemi olmuştur.
Kürt insanına dönük organize güçler tarafından sokakta söylenmeyen ve yapılmayan kalmamaktadır. En ağır ve aşağılayıcı söz ve küfürden fiziki linçe kadar her türlü saldırı yapılmaktadır. Kürdün dirisine olduğu kadar, ölüsüne de saldırılmaktadır. Cenazeleri tahrip etmekten sahiplerine vermemeye kadar, yine şehitlikleri tahrip edip insan kemiklerini kaçırmaya ve kaybetmeye kadar her türlü kötülüğe başvurulmaktadır. Kürde ait hiçbir değer bırakmamak istenmektedir. Bu durum ‘Kök kazıma’ biçimindeki bir soykırım halini almıştır.
Kuşkusuz tüm bu baskı ve hakaret en çok kadın ve çocukları hedeflemektedir. Faşizm erkek egemen zihniyet ve siyasetin doruk yapması ve tam bir insan ve toplum düşmanlığı haline gelmesi demektir. Erkek egemen devletçi zihniyete sahip olan bir kültür üzerinde yapılanan AKP-MHP faşizmi ise bu noktada doruk yapmayı ifade etmektedir. Çünkü kadın ve çocuklar yanında bir de üzerinde her türlü hakareti yapabileceği Kürtler vardır. Dolayısıyla Kürt kadın ve çocukları bu tecavüz rejiminin baskısına en çok uğrayan kesimler olmaktadır. Kız çocukları en çok hedef yapılmaktadır.
Geçen dönemde zaman zaman okulların ve yurtların fuhuş yerine çevrildiği yönünde bilgiler basına yansımıştır. Biraz duyarlı olan kesimler bundan dolayı AKP Hükümetini eleştirince, AKP’nin sözde kadından sorumlu bakanı “Bir seferle bir şey olmaz” diyerek kendilerini savunmuştur. Bir başka sözde bakan ise, “Terörist olacaklarına fahişe olsalar daha iyidir” diyerek savunma yapmıştır. Sözde Müslüman AKP’nin değer yargıları işte böyledir. Belli ki söz konusu bakanlar kendilerinin sürekli yaşamakta oldukları olağan durumu ifade etmektedirler.
Şimdi Şırnak’ta bir uzman çavuşun 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tacizde bulunduğu ve tecavüz etmek istediği basına yansımış ve önemli bir mesele haline gelmiştir. Benzer bir uygulamanın Batman’da da yaşanmış olduğu ifade edilmektedir. Hatta bu tür uygulamaların çok yaygın olduğu belirtilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken hususlar vardır. Dikkat edelim, saldırıya uğrayanlar Kürt kız çocuklarıdır. Kaldı ki kız-oğlan fazla fark da etmemektedir. Çünkü geçen yıl da benzer saldırılar Dersim’de erkek çocuklara yönelik yapılmıştır. Yapanlar çoğunlukla uzman çavuşlardır. Dikkat edelim askerdirler, ama rütbeleri düşüktür. Belli ki asker olunca hakaret etkisinin daha fazla olduğu hesap edilmektedir. Yoksa sivillere yaptırıp olayı toplum içiymiş gibi gösterebilirlerdi. Öyle yapmayıp bizzat askere yaptırıyorlar, ama rütbesi düşük olanlara. Neden? Hakaret etkisi toplum üzerinde fazla olsun, ama orduyu da fazla zorlamasın diye!
Belli ki yaşanan olayları bireysel bir tutum ve bir düşkünlük olayı olarak göremeyiz. Kaldı ki böyle olması da AKP-MHP iktidarının kendini nereye getirdiğini açıkça gösterir. Fakat bunlar kesinlikle bireysel olaylar değildir, örgütlü saldırılardır. Ve tamamen özel psikolojik savaş kapsamında yapılan planlı saldırılardır. Yapanlar sıradan uzman çavuş değil, kesinlikle hepsi Türk özel kuvvetlerinin örgütlü birer elemanıdır. Yani 1982 Diyarbakır zindanında özel savaş uygulayan Esat Oktay Yıldıran’ın dışardaki benzerleridirler. Zaten bugünkü AKP-MHP faşizmi, 12 Eylül 1980 askeri-faşist rejiminin bir devamıdır. 12 Eylül cuntasının Diyarbakır zindanındaki uygulamaları ise AKP-MHP faşizmi tarafından dışarda uygulanır hale getirilmiştir.
Çok açık ki, taciz olayı duyulur duyulmaz Şırnak halkı sokaklara dökülmüş ve saldırıya karşı çıkarak onurunu korumaya çalışmıştır. Kuşkusuz halkın bu tutumu çok önemlidir. Bu tutum, tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişinin Şırnak sokaklarında devam ettirilmesi demektir. Dolayısıyla bir özgürlük mücadelesi olduğu kadar aynı zamanda bir onur direnişidir de. Kürt ulusal onuruna sahip çıkma ve koruma mücadelesidir. Elbette söz konusu direnişin çok daha güçlü, kitlesel ve keskin olması gerekir. Böyle bir olay karşısında sadece olayın yaşandığı alanda değil, tüm Kürdistan’da halk sokaklara inerek deyim yerindeyse kıyamet koparmalıdır. Özgürlük ve onur ancak böyle bir tutum ve mücadele ile kazanılır.
Atakan ÇETİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi