HABER MERKEZİ –
Bizim zafer kazanmış tarzımız var, onda ısrar edeceğiz
PKK içinde bu tehlike kesin vardır. Emeğinin çok üstünde yetkiye konmak veya bunun tersi emeğinin savunusunu bile yapamamak. Bu çok yaygın, şu anda egemen olan da budur. Bunu aşmak için ne gerekir? Yönetim olayını çok adaletli yürütmek lazım. O da nedir? Parti tarihine, parti tanımına göre yürütmek. Bütün birikim değerlerini savunmak, korumak ve eğer bu değerleri paylaşacaksak yeteneğine göre değer teslim etmek. Yönetim, haksız olarak elinde birikeni elinden alır. Hakkını, yetkisini doğru kullanmayana, “Hakkın şudur, yetkin şudur, sahip çık” der ve sonuçta örgütsel işleri düzeltir, yönetir, götürür. Dikkat ederseniz, sizin çalışma tarzınızda bunlara yer yoktur.
Tanıma göre parti içinde değerler nasıl paylaşılır? Nasıl adaletli korunmalı ve geliştirilmeli? Bu sizin umurunuzda değil. En değme olanınız da, basit bir hamal gibidir. “Çalışıyorum işte” diyor. Sonuçta kurt mu kapıyor, karga mı kapıyor, farkında değil. “Bunun karşılığında parti bana bir şey vermeli” diyor. Ne vermeli? Köylü veya küçük-burjuva yaşam tarzı var, onu istiyor, “Bu kadar çalıştım daha yetmiyor mu?” diyor. Heval, sen köylü olmak, küçük-burjuva kalmak için partiye girmedin ki! Sen değişip dönüşmek için, kolektif bir savaşçı olmak için partiye girdin. Bir halkın kurtuluşçusu olmak için girdin. Ama bakın, hepinizin en değmesi bile, bir köylü veya kentli küçük-burjuva olmaktan öteye gidememiştir. Hak taleplerinize bakın, hak arayıcılığınıza bakın, tamı tamamına böyle değil mi?
“Ben partiye verdim, parti neden bana hâlâ dilediğimi vermiyor” diyorsunuz. Bu tanımın dışında tek biriniz var mı? Yok! “Ben çalışıyorum, parti ne zaman karşılığını verecek” demek yanlış! Daha ilk girdiğinde bile karşılık istemeyeceksin. Karşılık zaten elde ettiğin o andır. Nedir? Manevi gururdur, yediğin ekmektir, yoldaşlık sevgilerindir, yoldaşlık tutkularındır, heyecanındır. Bu mükafat sana yetmiyor mu? Ama dikkat edin, içinizde böyle tatmin olan yok. Ya nasıl? Bir gün fırsat bulursa, yetkileri ele geçirirse, kendine dayalı bir şato kurar ki, kimseyi yanına yaklaştırmaz. O eski despotlardan daha fazla feodal olur. Veya bir köledir, yetkilerini ele ver, cömerttir, hepsini bir çırpıda sağa-sola dağıtır. Eskinin bir ekmek kırıntısı için yalvaran kölesi, bütün değerleri elden çıkartır. Bu da çok tehlikeli! Önemli bir bölümünüz böyle bir kölenin değer harcaması konumunu yaşıyor. Önemli bölümünüz de despottur, feodaldir. Kişiliğin gasp eden tarzını yaşıyor. Diğer önemli bir kısım da orta yolcu, ne olup bittiği konusunda kafası karışık, çaresiz zavallıyı oynuyor. Önemli oranda sizin tanımınız böyledir.
Kendinize uygularsanız, hangi yolun yolcusu, hangi tarzın sahibi olduğunuzu kesinlikle göreceksiniz. Doğru mudur bunlar? Hayır! Bu üç yöntem de, yaklaşım tarzı da partililiği ifade ediyor mu? Hayır! Partinin Önderlik gerçeğine göre midir? Hayır! Sınıfsal nedenleri bellidir, sonuçları bellidir. Ben de iddia ediyorum ki, bu benim tarzım değil. Bu, PKK tanımına göre de değil, kendinize göredir. Bu bir çelişkidir ve çözümlenmelidir. Çözümlenmeyi hangi temelde yapacağız? Sizlerle uzlaşarak mı, sizlerle kanlı dövüşe geçerek mi yapacağız? İkisini de esas almamalıyız. Ne sizinle uzlaşabiliriz, ne kanlı-bıçaklı olabilirsiniz. Bunlar eski toplumun yöntemleridir.
Çoğunuz buna hazırsınız, adeta “gel beni döv” diyorsunuz. Hayır, ben bu kavga biçimine girmem veya seninle anlaşalım demem. Hayır, anlaşmayacağım, uzlaşmayacağım. Canın da çıksa senin anladığın tarzda kavga da etmeyeceğim. Ne yapacağız? Bizim zafer kazanmış tarzımız var, onda ısrar edeceğiz. Nedir bu ısrar? Parti tanımına göre yürümek! Büyük bir yürüyüş! PKK’yi PKK yapan, bu halkı dirilten, bugün de uluslararası hak sahibi durumuna getiren tarzdır.
Önderlik tavizsiz bir anlama ve uygulama gücüdür
Bu dava sıradan bir dava değil. Son yüzyılın son çeyreğinde yakaladığımız en önemli fırsat, yürüyüştür. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle bu son fırsatı, şans yürüyüşünü hiçbir gerekçeyle elimizden alamaz. Ne buna gerek var, ne buna gücü vardır. Cüret etmek bile kimsenin haddine olamaz. Şimdi yapılması gereken, gençsiniz, tecrübelisiniz, mütevazı olacaksınız. Onun anlayışına, onun vicdanına, onun gelişimine değer biçeceksiniz. Buna nasıl ulaşmalıyız, nasıl yaklaşmalıyız? Bunun için inceleme yapacaksınız, tartışacaksınız ve “Parti denilen olayı yakaladım” diyeceksiniz. En temel görev bu oluyor; öncelikle partilileşme! Bu konuda belirttiğim sakat yaklaşımlarla, üç sahte yolla kendinizi kandırmayacaksınız ve partide bunun uygulamasını dolaylı ve direkt içerikte veya biçimde yapmayacaksınız. Bunu yaptınız mı Önderlikle çelişirsiniz, çeliştikçe de Önderlik çok örgütlü olduğu için ya da esas belirleyici olduğu için, sizi daraltır, en son ya bir provokatör olarak içinden kopartır atar veya bir hamal olarak maskenizi indirir, size gerekli olan yeri gösterir. Ya da despotsanız, onun da ne olduğunu gösterir ve yere oturtur.
Önderlik bu konuda tavizsiz bir anlama ve hem de bir uygulama gücüdür. Bağlılık ancak bu güce bağlı kalınarak, onu yürütmekle mümkündür. Bir provokatör, bir ara “Hiç de böyle düşünmüyorduk” diyordu. “Her yiğidin, her PKK’linin kendine göre bir tarzı olmalı, bir yoğurt yiyişi olmalı” diyordu. Zaten bu daha sonra belli oldu. Daha ilk başlarda nereye götürmek istedikleri belli oldu. Bunu diyen, bir dönem sonra da aynı zamanda şunu da ekliyordu: “PKK 1973’te nasıl toprağı yararak çıktıysa aynen öyle gömmek gerekiyor” diyordu.
Daha sonra bu TC’nin taktiği oldu: PKK tarzını PKK’ye uygulamak, yani nasıl doğmuşsa öyle yerin dibine batırmak! Ben ne yaptıysam, tam benim karşıtımda, kimliğimde, tarzımda kişilik ortaya çıkarmak istedi. Ben nasıl hareket ettiysem, ben kime nasıl yaklaştıysam, hatta cumhuriyete, TC’ye nasıl yaklaştıysam, onlar da aynen onu bana uyguladılar. Hem de inanılmaz bir ustalıkla! Tabii taklitçiler esası belirleyemez. Asıl biz olduğumuz için, bunları açığa çıkarmakta da zorlanmadık. Onlar yerine gömülmesi gerektiği için, kendileri gömüldüler. En sonunda TC’nin kendisi gömülmeye doğru gidiyor. Kemalizm’in en nefret ettiği Erbakan’ın kollarına kendi kendini vermesi budur. Kim yaptı bunu? Biz yaptık. Önderlik bu kadar hakimdir.
Sizin politikada, güç meselesinde bunları anlamanız gerekir. Herkese öneriyorum, dosta-düşmana da söylüyorum; olup bitenin hikayesini anlayın. Eğer yeni bir nizama kavuşmak istiyorsanız, hele ordu olmak istiyorsanız, bunu adınız gibi belleyeceksiniz.
Ben bireysel anarşist savaşları ne yapacağım? Bunlar Kürdistan’da dolu ve her gün düşmanı güçlendirmekten başka sonuca yol açmıyorlar. Bu bireysel savaşçılar, bu bireysel kendine sevdalanmış kişilikler zarar üstüne zarar veriyor. Bana, örgütün ölçülerine uyum gösterenlere, yani nizamı, işleyiş esaslarını temel alanlara ihtiyaç vardır. Bunlar yürüyüşü sağlam götürecekler.
Kürt tarihinde bireysel başıboşluk hat safhadadır ve birbirine ihanet etmeyen önder yoktur. Siz bunu benim de başıma getirmek istiyorsunuz. “Biz de bunları uygulayalım” diyorsunuz. Hayır! Benim en büyük eylemim tarihe bu noktada “dur” deme eylemidir. Sen bu ihaneti, bu anarşizmi, bu bireyciliği dayatamazsın. Biliyorsunuz, ben iyi bir savaşçıyım. Örgütsel yönetim işlerinde akla karayı seçerim. Bir maceracı gibi kendi dengelerimi bozmam. Hiçbir zaman, hiçbir cephede, hiçbir yerde haddimi aşacak veya beni tehlikeye yuvarlayacak adımları atmam. Neden? Çünkü örgütsel bir yöneticiyim.
Önce örgüt nizamına göre kimin amacı neye yöneliktir, her gün onunla uğraşırım. Ölçerim, terazinin bir şu kefesine, bir bu kefesine koyarım. Bu ne kadar ölçüye geliyor, bu ne kadar gelmiyor? Bunu yapan adam neyi ortaya çıkartır? Senin kaç gram değerinde olduğunu ortaya çıkartır. Ve ona göre yer verir, ona göre yetki tanır, ona göre seninle savaşır. Çünkü ölçü dışısındır. Dengeyi boşuna zorluyorsan, şu noktada şu kadar fazlalığın var, şu noktada hafifliğin var demektir. Bütün bunları ölçüye uydurur ve tam dengeye ulaştırır. Bu örgütsel yönetimdir. Bu ölçüleri kendinize uygulayın. Akıl nerede, vicdan nerede, siz nerede?
Üslup, tarz, tempodan hiç bahsetmiyorum. Peki nasıl başaracaksınız? Nasıl bu verdiğiniz sözlerin, aldığınız kararların uygulayıcı gücü olacaksınız? Ağlayan kişiliğinizle bir canınız var, onu ateşe atacaksınız. Bu aşamada halk savaşı hiç böyle kazanılır mı? Hele özel savaşa karşı bu savaşçılıkla bir şey elde edebilir misiniz? Aklınız bunu alıyor mu? Bunun için çoğunuza sarhoş gerilla diyorum ve durumunuza üzülüyorum. Büyük kısmınız da ölçülerden kaçıyor. Kaçışlarınızı durdurmak için düşmana harcadığımız çabanın on katını harcıyoruz. Ölçüleri bozan, dengeleri dağıtan olumsuzluklarınızı önlemek için akla hayale gelmez sabır, tahammül gücü gösteriyoruz, farkında değilsiniz tabii.
Açık söyleyeyim; aile ocağındaki yetişme tarzınız tam düşmanca, TC okullarındaki yetişme tarzından daha tehlikeli. Öyle bir büyütülüş şekliniz var ki, her birisi korkunç bir bela. Aman Allah’ım! Nasıl bir halktır, bu böyle üremiş. Hepsi kanserli! Tabii siz farkında değilsiniz ama çürüme halindesiniz.
Bana dayanarak ulusal kurtuluşçuluk yapmak moda şimdi. Hatta beni bile beğenmemek moda şimdi. Ama ben, beylere, bayanlara söylüyorum; gel bu düşmanın karşısında bir gün bile onurlu diren, başarılı bir tane iş yap, Apo senin kölen olsun, sana her gün hizmet etsin. Ben buna varım, sen de namusluca ayakta durmaya var mısın? Yok! Niye gevezelik ediyorsun? Niye konuşuyorsun? Yapamıyorsan, dayanamıyorsan, niye gevezelik ediyorsun? “Yapamıyorum, edemiyorum, bu kadar laubali alıştırılmışım, hep bu türlü işler için ayartılmışım” diyor. O halde otur oturduğun yerde!
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 29 Haziran 1996 tarihli çözümlemesi