HABER MERKEZİ – Kürdistan denilince zihinde ilk canlanan heybetiyle kıskandıran dağları, eşsiz güzellikteki cenneti andıran ormanları, birer yaşam pınarı olan dereleri, nehirleri olmaktadır. Kürdistan coğrafyası yaşamın anlam patlaması yaşadığı toprakların adıdır. Dağlarından vadilerine, ovalarından ormanlarına, bitkilerinden hayvanlarına ve insanlarına kadar bu güzellik harikası, eşsiz bir uyumla yek vücut olmuştur. Coğrafya Kürdistan’a kimlik olmuş, Kürdistan’da yaşayan tüm canlılar bu kimlikle onurlu ve başı dik yaşamışlardır. ‘’Tarih boyunca yaşam hiçbir yerde Kürdistan’da olduğu kadar anlamlı yaşanmamıştır’’. Özü bu hakikati gören gözlerin dile gelmesidir.,
Her insan yaşadığı coğrafyaya benzer. Her coğrafya da kendisinden bir parçayı bağrında yaşadığı insanların ruhuna nakış etmiştir. İnsanı şekillendiren, ruh ve kişilik kazandıran yaşadığı doğadır bir taraftan. Doğa ile insan arasında sanılanın da ötesinde derin bir anlam ilişkisi vardır. Kürdistan insanı da bunun bileşkesidir. Dağları gibi başı dik. Gururlu; nehirleri gibi hırçın, engel tanımaz; doğası gibi canlı, dinamik; coğrafyasındaki anlamlı yaşam gibi özgür ruhludur. Kürdistan’daki doğa-insan uyumu harikadır. Bu birliktelikten Kürdistan gibi tüm doğası ve canlılarıyla özgürlüğe aşık bir tarih ve toplum ortaya çıkmıştır. Kürdistan’ın cennet parçası doğasının tarih boyunca özgürlük düşmanlarının saldırısına uğramasının başlıca sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Kürdün doğa ile özel bağı tespit edilmiştir. Bu yönüyle doğası zapturapt altına alındığında insanını ele geçirmek zor olmayacaktır diye düşünülmüştür. Tüm işgaller, istilalar, talanlar ve barbarlıklar en fazla da doğa anaya karşı geliştirilmiştir. Nasıl ki tarihte insanın doğadan koparılmasıyla tüm kötülükler bir sağanak gibi her yere yayılmışsa, Kürdün Stargeh’i olan dağlarından, ormanlarından, doğal yaşamından kopartılmasıyla da her türlü felaketin işaret fişeği çakılmış olmaktadır.
Bugünde aynı zulüm geleneği özgürlük düşmanı, katıksız faşist TC barbarları tarafından devrededir. Kürdistan’ın özgürlük ruhunun sembolü olan Botan’ın doğası kırımdan geçirilmektedir. Cudiyê Mirada, Kato, Gabar, Besta Beleka zebaniler eliyle yer yüzünden silinmeye çalışılmaktadır. Balta girmemiş cennet bahçesi ormanlar iblis ruhlu işbirlikçi hainler eliyle kesilmekte, tırlara yüklenerek bir alım-satım malzemesi gibi satışa çıkarılmaktadır. Şimdi sormanın tam zamanıdır: ‘’Ormanları odun haline getirerek kırıma uğratmak dünyanın en büyük alçaklığı değilse nedir? Doğası yok edilen bir insandan geriye kalan nedir? Bu vahşeti yapmakla sessiz kalarak izlemek arasında bir fark var mıdır?’’
Kürdistan’ın doğasına ve insanına karşı uygulanan politikalar farksızdır. Kürdistan tarihi bunun acı örnekleriyle doludur. Kürde yaklaşımdaki hastalıklı ruh; ağacına, kuşuna, suyuna, ormanına, dağına ve taşına karşı da geliştirilmektedir. Bir ağacın varlığını sürdürebilmesi kökünü toprakla buluşturmasından geçer. Köküyle bağı kesilen bir ağaç kuruyarak son bulacaktır. Şimdi Botan’da, Dersim’de, Kürdistan’ın dört bir yanında Kürdün korunağı olan ormanlara dönük kökünü kurutma stratejisi aynı biçimde Kürde karşı da uygulanmaktadır. TC faşizmi ardıllarına rahmet okutmaktadır. TC deme bir meşe ağacının dalına, yaprağına, üzerine konan kuşa, etrafında dolanan kelebeğe, böceğe düşmanlık demektir. TC demek yaşamı hissetmenin en güzel yaratımı olan ormanları oduna dönüştürme demektir. TC demek insanlığın başına gelmiş en karanlık lanet, en büyük kötülük demektir.
Önder Apo ise bu gidişatı tersine çevirmenin tarihsel hamlesini geliştirdi. Ormanları oduna çeviren zihniyetin insanları da birer kütük haline getirmeye çalıştığının derin bilincindeydi. İlk savaşını bu ruh haline karşı geliştirerek doğa ananın en hayırlı evladı olduğunu ispat etti. Özgürlük düşmanı TC’ye bu biçimde en ölümcül darbeyi indirdi. 50 yıllık direnişin özeti nedir diye sorulacak olursa düşmanın insanları kütükleştirme vahşetine karşı doğanın özgürlük ruhunu Kürdistan’da yeşertmektir denilebilir. Devrim, kök kurutma çabalarına karşı tüm damarlarını bir sarmaşık gibi tüm Kürtlerin yüreğine ve beynine taşırmış ve özgürlük ruhuyla sarmalamıştır. Şimdi soykırımcı düşman sürüleri bu dallanıp budaklanan kökü tekrardan budamaya çalışmakta, yapabilirse tarihin karanlık sayfalarına gömmeye çalışmaktadır. Buna karşı her şeyden önce her birimizin insan olarak baştan aşağı kendimizi sorgulamamız gerekir. Bu hayati ve kaçınılmaz bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Nasıl yapılması gerektiği de özgürlük pusulamız olan Önder Apo’nun yolunda aydınlatılmıştır.
Önder Apo bir duygu dehasıdır. Dehalık esas olarak düşünce gücüyle ifade edilir. Fakat Önder Apo’da belirleyici olan duygulardır. Düşman tüm saldırılarıyla duyguları enkaza çevirerek duyguları öldürmeyi hedeflemiştir. Vicdanını kaybeden bir insan her şeyini kaybeder anlayışıyla buraya odaklanmıştır. Hisler insanın özgürlük kıvılcımlarıdır. Ancak hislerin yarattığı anlam gücüyle yaşam doğru ve güzel yaşanır. Bunun için Önder Apo ‘’Hislerin ve anlamın yaşattığı insan en güçlü insandır’’ demiş ve bu insanı yaratarak TC soykırım dehşetini durdurarak devrimci ruhu şaha kaldırmıştır. Bugün Kürdistan’da yaşananlara karşı öfke duymamak, yüreği sıkışmamak, düşmana karşı bir barut fıçısı haline gelmemek ve bir utanç kaynağı olarak görüp kıyamet koparmamak mümkün müdür? Eğer böyleyse insanlığımızı bir yana bıraktığımız acı gerçekliğiyle yüzleşmek gerekir.
Önder Apo Kürdün içine sokulduğu lanetli yaşamdan duyduğu utançla devrime ve direnişe atıldığını belirtir. Şimdi yapılması gerekende duygularımızın sesine kulak vermek olmalıdır. Kürdistan’ın Egid’leşen gençlik nesli acaba Besta’da kökünden kopartılan meşe ağacının acısıyla inleyen çığlıklarını duymuyor musunuz?
Acaba Nuh’un tufandan kaçarken sığındığı yaşam Stargehi olan Cudiyê Mırada’nın safinesinde göğe yükselen haykırışları işitmiyor musunuz?
Acaba Kato’nun heybet abidesi zirvelerinde büyük bir telaşla havar eden Pazkovi’lerin ağıtlarına kulak kabartmıyor musunuz?
Dersim’in cennet bir parça olan muhteşem topraklarını yaşam suyu olan Munzur suyunun dehşetli çağıldayışından bihaber misiniz?
Eğer orada olmadan da bunları duyuyor, işitiyor, hissediyor ve gece rüyalarınızdan bir kâbus görmüşçesine dehşet içinde uyanıyorsanız o zaman doğa ananın hayırlı kızları ve oğulları olmaktan vazgeçmemişsiniz demektir.
O zaman düşmanın vahşetine karşı en ufak bir tereddüt yaşamadan, bir an bile duraksamadan direnişe geçmeliyiz. Duyguların evrensel manasında kendimizi eritip bir olarak Kürdistan gençliğinin özgürlük sevdalısı ruhunu düşmana göstermenin zamanıdır. Düşmanın iğrenç bedeni artık daha fazla Besta’yı, Cudi’yi, Dersim’i tekmil Kürdistan tabiatını yani Egid’lerin diyarını kirletememelidir. Ormanlarımızı katleden soykırımcılara ve ihanetçi uşaklarına karşı sel olup Botan’a gitmeli, soluk borumuz olan, özümüz olan, kökümüz ve özgürlük ruhumuz olan Kürdistan doğası savunulmalıdır. Faşist soykırımcılar ve ihanetçi uşakları kamyon ve tırlarına yükledikleri odunlarının ateşinde yanmayı hak etmektedirler.
O zaman Kürdistan gençliğinin meşhur sloganıyla direnişe geçerek onurumuzu koruma zamanıdır. ‘’GENÇLİK BOTANA ÖZGÜR VATANA’’