Kürdistan’ın en küçük parçası/bedeni olan Rojava, 19 Temmuz 2012’de Kobanê’den tüm dünyaya Rojava Devrimi’ni armağan etti…
HABER MERKEZİ – ANF’den NUJÎYAN RIZGAR 19 Temmuz Rojava Devrimi’ni yazdı.
Amerikalı gazeteci ve sosyalist John Reed 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’ne bizzat tanıklık etti. Ve daha sonra bu tanıklığını başkaldırının açığa çıkardığı yaratıcı enerjiyle ölümsüz bir esere çevirdi.
Eserin adı: “Dünyayı Sarsan On Gün” idi.
Bu on günde işçi sınıfı tarih sahnesine zaferle çıkıyor ve binlerce yıllık bir hesaplaşmayı yapıyordu. Bu anlamda her dakikası sarsıcı geçen bir süreçte, on gün; dünyayı şok etmeye yetiyordu.
19 Temmuz 2012 tarihi de çoğu kişi için sıradan bir tarih kabul edilebilir; ama değil!
Tek kelime ile tanımlamak lazım ise bu tarihi: “Ortadoğu’yu sarsan gün” denilebilir.
19 Temmuz da her yönü ile umutlu bir tarihtir. ‘Delik ayakkabılar içinde üşüyen ayakların umudu, isten kararmış izbelerin kararlılığı ve sürekli ötekileştirilmişlerin cesareti üzerinedir.’
Kürdistan’ın en küçük parçası/bedeni olan Rojava, 19 Temmuz 2012’de Kobanê’den tüm dünyaya Rojava Devrimi’ni armağan etti. Uzun yıllardır Suriye rejiminin işgali altında bulunan yaklaşık 3 milyon Kürdün kaderi, çok önemli gelişmelerin, alt üst oluşların yaşandığı ulus-devlet ve onun her tarafa sinmiş statükosuna karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkıp devrime dönüştü.
Baas hareketi Arap milliyetçiliğinin temsilciliğini yapıyordu ve 1950’li yılların sonuna doğru gücünü artırmaya başlayıp, 1963 yılında gerçekleştirdikleri darbe ile iktidara geldi. Arap milliyetçiliğinin ve Baas iktidarına damga vuracak Hafız Esad’ın 1971 yılında halkoylamasıyla devlet başkanı olmasından sonra kendi politikalarını hayata geçirmek için kolları sıvadı. Kendi politikalarına ve rejimine karşı çıkmaya çalışan toplumsal dinamikleri ve grupları kanlı bir şekilde bastırdı. Ülke sınırları içinde herkese bir Suriyeli Arap kimliği kazandırmaya çalışan Esad, buna dayalı olarak tüm toplumsal kesimlerin kimlik arayışını zor kullanarak engellemeye çalıştı. 49 yıl iktidar olan Baas, Kürt halkını her süreçte rejim açısından “potansiyel tehlike” ve “en tehlikeli unsur” olarak gördü ve politikalarını da buna göre dizayn etti.
Cizîrê bölgesinin 1950’li yılların sonuna doğru yoğun bir Kürt göçü almasıyla birlikte 300 bini aşan Kürt nüfusuna karşılık rejim, Cizîrê’de bir nüfus sayımı yapılmasını kararlaştırarak, bunun sonucunda yaklaşık 200 bin Kürt kısa süre içinde yabancı statüsüne getirildi ve vatandaşlık hakları ellerinden alındı.
“Bölgede yaşayan Kürtlerin Suriye içinde dağıtılması, buna karşılık bölgeye Arapların yerleştirilmesi yönünde bir politika belirledi. Böylece Kürtlerin yaşadığı bölgede “Arap Kemeri” oluşturması amaçlandı. Ancak Kürtler direnişle plana karşı çıkınca Baas rejimi, bu konuda az da olsa geri adım attı. Arap Kemeri’ni tam olarak oluşturamayan rejim, buna karşı Kürtlerin yaşam şartlarını her geçen gün daha da dayanılmaz hale getirdi. Kürtçe yayınlar ve Kürtçenin konuşulması yasaklandı, bölgedeki yer isimleri Arapçayla değiştirdi. Yine rejim tarafından 1963 yılında Türkiye’deki Şark Islahat Planı gibi uygulamaların benzeri hayata geçirilerek, 12 maddeden oluşan bir soykırım uygulaması hayata geçirildi. Bunlardan biri insansızlaştırma ve Arapları bölgeye yerleştirme, biri de kimliksizleştirme ve yurttaş olarak kabul etmemeydi. İktidarını en mikro düzeyde yerleştirmek isten Baas, her iki Kürt köyünün arasına iki Arap köyü yerleştirilerek Kürtlerin topraklarını ellerinden aldı. Ancak bu plan tam olarak işletilemedi. Plana yönelik bölgede yaşanan direniş üzerine hükümet bu konuda geri adım attı. Buna karşın Kürtlerin yaşam şartları her geçen gün ağırlaştı, hakları geriye gitti.”
Sonraki süreçlerde Kürtleri yine çok zorlu süreçler bekledi.
Amûdê sinema katliamı yaşandı. 300’e yakın kişi katledildi.
Hesekê Cezaevi vahşeti hala akıllardadır. Mart 1993’te çoğunluğu siyasetçi olan 65 Kürt bir odaya alınarak, cezaevi ateşe verildi. Çıkarılan yangında 65 Kürt tutsak, yakılarak katledildi.
11 Mart 2004’ü gösterdiğinde ise Qamişlo’da Kürt halkına karşı yeni bir katliam hayata geçirildi. Stadyumdaki katliam ile başlayan süreç büyüdü ve günlerce süren saldırılarda 36 kişi yaşamını yitirdi, 100’den fazla kişi yaralandı ve bine yakın kişi işkenceden geçirildi. Baas rejiminin gerçekleştirdiği bu katliama Kürtler PYD’yi kurarak cevap verdi denilebilir.
Qamişlo katliamı bir dönüm noktasıdır. 19 Temmuz’un dinamikleri bu tarih içinde saklıdır.
Kürdistan’ın en küçük parçası/bedeni olan Rojava, 19 Temmuz 2012’de Kobanê’den tüm dünyaya Rojava Devrimi’ni armağan etti. Uzun yıllardır Suriye rejiminin işgali altında bulunan yaklaşık 3 milyon Kürdün kaderi, çok önemli gelişmelerin, alt üst oluşların yaşandığı ulus-devlet ve onun her tarafa sinmiş statükosuna karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkıp devrime dönüştü.
PEKİ NASIL GELİNDİ O GÜNE?
Şüphesiz en başta da belirtmek gerek. Rojava Devrimi’nin esas başlangıç tarihi 1979’dır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sınırdan geçerek Kobanê’ye varması, esas başlangıçtır. Yaklaşık 20 yıl boyunca Rojava ve Suriye’de kendi deyimi ile “iğne ucuyla kuyu kazarcasına” emek veren Öcalan’ın burada yarattığı sinerji, hareketlilik ve kazanımlar; 2012’de ete kemiğe büründü.
BİZ YİNE DE BİRAZ GERİYE GİDELİM…
1920 yılında Fransa ile girdiği savaşı kaybeden ve 26 yıl kadar Fransa’nın sömürgesi altında kalan Suriye, 1946 yılında bağımsızlığını geri kazandı. Bu tarihten özellikle 70’lere kadar darbe ve karşı darbeler ile kaostan kurtulamayan ülke, ilan edilen Birleşik Arap Cumhuriyeti (1958-61) ile de tutunamadı ve Baas darbesi ile yeni bir rejim başladı.
Bu rejimin ilk işlerinden biri yüz binlerce Kürdü vatandaşlıktan çıkarmak oldu. Bu vatandaşlıktan çıkarılan Kürtlerin doğan çocukları da hiçbir haktan yararlanmamak üzere izole edildi. 1971’de iktidarı ele geçiren Esad ailesi döneminden bugüne kadar gelinen süreçte Kürt kimliği kültürel ve siyasal soykırım tehdidi altından kurtulamadı. Ortadoğu’da tarihin akışını hızlandıran ve büyük alt üst oluşlara neden olan “Arap Baharı” ile birlikte yıkılmaz addedilen diktatoryal yönetimler tasfiye edildi. Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerinde otoriter ve otokratik yönetimlere karşı alanlara çıkan halkların politik talepleri ve haklı toplumsal öfkelerini devrime dönüştürebilecek demokratik öncü yapının olmaması büyük bir kaosun yaşanmasına neden oldu. Özgürlük ve demokrasi için alanlara çıkan hakların birikmiş tarihsel öfkelerini kendi küresel menfaatleri için dizayn etmeye çalışan uluslararası ve bölgesel güçler “devrimi çalarak” Arap Baharına müdahil oldu. Özellikle Suriye iç savaşında halkların özgürlük ve demokrasi umutları gerici güçler tarafından heba edildi. Ancak, Suriye’de dipsiz bir kuyuya atılan, yıllarca inkar ve asimilasyonun en ağırını yaşayan Rojava halkı, onlarca yıllık mücadele birikimi ve demokratik öncü gücü sayesinde “Arap Baharı”nı, Demokratik Ulus devrimine dönüştürdü.
Devrim ilanından kısa süre önce de elbette önemli gelişmeler oldu!
Hatırlanacağı üzere Dera kentinde, 2011 Mart ayı ile birlikte Suriye’de başlayan protestolar çok geçmeden büyüdü. Suriye’de var olan iç savaşta taraf olmayan ve bunun yerine “üçüncü çizgi” olarak kendini tarihsel bir özgürlük çıkışı ile dayatan Rojava’da halk özgür yaşamın inşasına başlayarak ilk etapta Rojava Anayasası olarak kabul edilen Toplumsal Sözleşme’yi oluşturdu, akabinde Kobanê, Cizîr ve Efrîn kantonlarını ilan ettiğini duyurdu.
Kantonlar anayasanın kabulünden kısa süre sonra oluşturuldu. 21 Ocak’ta Cizîr, 27’de Kobanê ve 29’un da ise Efrîn kantonları ilan edildi. Demokratik Özerk Kanton Yönetimleri (Cizîr, Kobanê ve Efrîn) Suriye topraklarının bir parçasıdır. Her kantonda Yasama Meclisi, Yürütme Meclisi, Yüksek Seçim Komiserliği, Yüksek Anayasa Meclisi ve Bölge Meclisleri bulunur. Bu birimlerden oluşur. Bu kantonlar hiçbir devletin içişlerine karışmaz, komşuluk haklarını savunur ve sorunları da barış yoluyla çözmeyi esas alır. Ayrıca bu 3 kanton bayrak, amblem ve marşlarını belirleme hakkına sahiptir.
Rojava’da ortaya çıkan model “Demokratik Özerklik” sistemi idi. Demokratik ulus bir ruh ise, demokratik özerklik de bedendir. Demokratik özerklik demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir.
Bu devrim başlangıcı ile açıkça dendi: İktidarların kaynağı halktır, halk iktidarın sahibidir, seçimle belirlediği kurumları ve meclisleri aracılığıyla yönetimini sağlar. Demokratik Özerk Yönetimler’in Toplumsal Sözleşmesi’nin dışında kalan yönetimlerin hiçbiri meşru değildir burada. Demokrasi temeli üzerinde kurulmuş olan meclis ve yürütme kurullarının kaynağı halktır. Bunların tek elde veya zümrede toplanması kabul edilemez.
Rojava devrimi radikal demokrasi devrimidir. Çünkü, Rojava’da toplumun kendi öz örgütlenmelerini gönüllülük ve dayanışma esasıyla yerelden ilmek ilmek ördüğü bir doğrudan demokrasi deneyimi hayata geçti. Toplumsal hayatın her alanı, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla komünal espri temelinde örgütlendi. Halkın kurduğu gönüllü ihtisas komisyonları hayatın her alanını radikal demokratik bir biçimde dönüştürdü ve böylece 21’inci yüzyılın demokratik alternatifi Rojava’da ete kemiğe büründü.
Rojava Devrimi şüphesiz en anlamlı Kadın devrimlerinden biridir. Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadınlar yer aldı. İtiraz, yıkım ve inşa süreçlerinin hepsinde kadınlar var oldu. Hem BAAS rejiminin tasfiyesinde hem de komünal demokrasinin inşasının her düzeyinde kadınlar sürecin asli unsuru oldular.
Dicle ve Fırat nehirlerinin geçişine ev sahipliği yapan Rojava’da Kürtler, Asurîler, Süryanîler, Araplar ve Ermenilerle Çeçenler kantonları halkların bahçesine ve yaşam alanlarına çevirdi. Ne var ki; kurdukları sistem deklare edildiği günden bu yana saldırılara maruz kaldı, kalmaya devam ediyor.
Rojava Devrimi, ilanından 6 ayılı geride bırakırken bugün dünyanın dört bir yanını oraya çeken ve demokrasiye, başka bir yaşam mücadelesine ve alternatif direnişlere inanan herkesi hala heyecanlandıran büyük bir insanlık mirasına dönüştü.