HABER MERKEZİ
Varlık ve bilinç felsefenin en temel sorunudur. Varlık kavramının kendisi halen en çok merak konusu olan felsefi kavramların başında gelmektedir. Bunun yanı başındaki ikiz kavram ise zamandır. İkisi birbirinden ayrılamaz. Varlık nasıl zamansız olarak düşünülemezse, zaman da varlık olmadan olmayandır. Zaman tamamen varlıkla ilgilidir. İkisi arasındaki ilişki en çok oluş kavramıyla bağlantılıdır. Varlık ve zaman oluşla gerçekleşir. Zaman varlıkta oluşa zorlar. Daha doğrusu, varlığın sürmesi oluşla mümkündür. Oluş halindeki varlıktan bahsettiğimizde zaman doğmuş demektir. Oluş varsa, örneğin bir yerde iki farklı çiçek mevcutsa, orada varlık ve zaman var demektir. Oluşun olmaması hem varlığın hem de zamanın yokluğu anlamına gelir. Oluş varlığın farklılaşma, formlaşma halidir. Oluşum halinde olmayan varlık olmayan varlıktır, olmayan zamandır.
Oluşma, farklılaşma hali potansiyel haldeki bilinçtir. Farklılaşma belki de bilince giden yücelişin ilk adımıdır. Varlık zamanla oluşup farklılaştı mı, bilince ilk adımını atıyor demektir. Ne kadar oluşum, form, biçim (Hepsi aynı anlamdadır) varsa o kadar bilinç var demektir. Evrensel anlamda bilinç farklılık, kategorik olarak bilinç ise farklılaşmadaki tüm bilinçlerin genel evrensel halidir. Fakat formlardaki sonsuzluk bilinç hallerinin de sonsuzluğu anlamına gelir. Ne kadar farklı form varsa, o kadar farklı bilinç vardır. Hegel”deki bilinç (tin) kavramı formdan önce gelir. Daha doğrusu formsuz, biçimsiz bilinç söz konusudur. Hegel, formu fiziki doğadan başlatıp devlete kadar yükseltir. Bilinç formlar yoluyla kendiliğinden (formsuz) halden kendisi için bilinç haline gelmek ister. Fiziki, biyolojik ve toplumsal formlarla bilinç kendisini hem kanıtlar hem de tanır. İnsandaki bilinç kendi farkına varmaya başlayan bilinçtir. Felsefi bilinç bilincin en gelişkin hali olup, kendi farkına varmış tin (bilinç) olarak ilk haline döner; ama kendini fark etmiş olarak, yani mutlak tin olarak. Buna varlık ve zamanın macerası da diyebiliriz. Doğu toplumlarında daha çok dinsel inanışlarla, tasavvufla varılan bu düşünce tarzına Batı toplumu bilim ve felsefe yoluyla varmıştır.”
Varlık açısından, varlığa içerilmiş bir potansiyel bilinçten bahsetmek mümkündür. Evrimle geçen biyolojik ve tarihsel ” toplumsal genler böyle bir içerilmiş bilinç halini ifade etmektedir. Varlığın potansiyel bilincinin farkına varması, varlık açısından adına oluş dediğimiz ilk halinden farklılaşma ve farklı formlara ulaşma gerçeğini açığa çıkarır. Bu durum felsefenin meşhur ilkesi olan “kendini bil” e denk düşer. Kendini bilmek kendi içinde var olan potansiyel bilincin harekete geçmesi ve bağlamında olduğu etrafla etkileşim içinde zenginleşerek yeni farklılık düzlemlerini açığa çıkarması anlamına gelmektedir. Varlık açısından bilinçlenme olarak farklılaşma, varlıkla özdeş olarak gelişen zaman olgusunu da ifade etmektedir. Böylece kendi bilincini inşa eden varlık oluşarak kendi zamanını da oluşturur. Bu anlamıyla varlık-zaman-oluş kavramlarının altında yatan temel olgu bilinç olmaktadır.
Bu denklem evrensel ve toplumsal düzlemde kendi özgünlüğünde varlığını sürdürür. Bu denklem bir arayış hali olarak temelde kriz ve kaostan çıkarak yeni bir düzlem oluşturma mücadelesini ifade etmektedir. Varlığın farklılaşması olarak oluş, kendisini inşa edilmiş zaman olarak forma kavuşturma, içindeki potansiyel bilinç halini görünür kılma, kaostan ve belirsizlik halinden çıkarak yeni bir düzlem oluşturma amacı taşımaktadır. Önder APO böyle bir arayışın kaynağında; ” “Kuantum anı” ve “kaos aralığı” olarak da adlandırabileceğimiz bir nevi “yaratılış anı””” olduğunu dile getirir. Kuantumun belirsizlik ilkesi ve kaos teorisi bu fikrin bilimsel temellerini ortaya koymaktadır. Belirsiz halden çıkmak ve oluşarak yeni bir düzen inşa etmek temel yaratılış eylemi olarak anlama kavuşur. Özgür seçimin ve tercihin de kaynağı böyle bir aralığı gerekli kılmaktadır. Evren ve toplum böyle bir kaos aralığı, yaratılış anı yaşamamış olsaydı belki de kendini inşa edemeyecekti. Farklılaşarak oluşamayacak ve zamanını inşa edemeyecekti. Bu aralıktan çıkış, varlık-zaman-oluş denkleminin altında yatan bilinç kavramıyla mümkün olmaktadır. Bundan dolayı Önder APO bu alanı inceleyen sosyolojiye Özgürlük veya Zihniyet Sosyolojisi demektedir: “O halde kısaların en kısa süresindeki yaratılış konularını toplumsal açıdan ele alan sosyolojiye de bir ad düşünmek uygun olacaktır. Benim şahsi önerim, toplumsal olaylarda “yaratılış anı”nı konu edinen sosyolojiye “özgürlük sosyolojisi” demenin yerinde olacağıdır. Daha da önemlisi, toplumsallık tarafından eşsiz bir kabiliyete erişen insan zihniyetindeki müthiş esneklik ve yol açtığı yaratıcılık nedeniyle bir nevi zihniyet sosyolojisi de diyebileceğimiz özgürlük sosyolojisinin son derece gerekli bir dal olduğu kanısındayım.”
Varlığın belirsizlik halinden çıkması olarak kimlik kazanması bir enerji patlamasını gerekli kılmaktadır. Evrensel oluştaki Big Bang, toplumsal oluştaki Önderliksel çıkışlar ve krizli yoğunlaşmalar bu patlama hallerini ifade etmektedir. Önderliksel çıkışları, kimlik kazanmak olarak varlığın kendi bilincine varılması, farklılaşarak oluşa geçmesi ve kendi zamanını inşa etmesi şeklinde tanımlamak mümkündür. Önderliklerde yoğunlaşan bilinç hali, kendisini kimlik haline getirerek yürüttüğü mücadeleyle hayata geçirmek ister. Bu gerçekleştirme isteği belirlenen ilk ilkelerle doğrultusunu belirler.
Söz konusu Önder APO ve Kürt Halk Gerçeği olduğunda, “Kürdistan sömürgedir” sözü temsilini Kürt Gerçeğinde bulan APOCU gerçekleşmenin, kaostan çıkışta ilk bilinç oluşumunu ve buna dayanarak varlık olarak Kürtler”in oluşarak kendi zamanlarını inşa etmeye başlamalarını ifade etmektedir. “Kürdistan sömürgedir” sözü Önder APO şahsında hem kriz, yaratılış anı”nı, hem enerji yoğunlaşması olarak potansiyel bilinç halini harekete geçirme isteğini, hem de bu krizden çıkarak kendini yaratması olarak harekete geçen bilinçle yeni inşa edilecek varlık düzleminin kimliğini ifade etmektedir. Bundan dolayı Önder APO “1970”ler Kürdistan”ın ve Kürtlerin çağdaşlık doğrultusunun kökenini belirleyebilmek için karar gerektiren yıllardı. Hâlâ hatırımdadır: “Sömürge Kürdistan” kavramını ilk defa düşünceme ve yüreğime indirdiğimde bayılmıştım.” demektedir. İfade edilen dönem Kürt gerçeği konusunda karar gerektiren bir zamandır. Varlık olarak Kürtlerin mevcut modern dönemde halleri ne olacaktı” Karar ihtiyacı varlık açısından içinde yaşanılan bir kriz halini ifade etmektedir. Kriz halinin en temel göstergesi “bayılacak” denli yoğun olan bir bilinç halini yaşamaktır. Bayılma hali yaşanılan krizin de yoğunluğunu göstermektedir. Bayılmanın kaynağında kriz ve kaos halinin “düşünce ve yürekte”, yani varlığın tüm hücrelerinde hissedilmesi olduğu açıktır. Bu durum peygamber Muhammed”in Hira Dağında yaşadığı krizli yoğunlaşmaları sonrasında evine gelerek geçirdiği titremeli bayılma hallerine oldukça benzemektedir. Descartes”in her şeyden şüphe eden zihniyet hali de böyle bir yoğunluğu ifade etmektedir. Kriz büyüktür ve bu krizden çıkış ta büyük bilinç patlamalarını gerekli kılmaktadır. Tüm bunlardan sonradır ki netleşmiş, rafine hale gelmiş temel ilkeler ortaya çıkmaktadır. Hz. Muhammed bu yoğunlaşmaları sonrası, Mekke ataerkil toplumuna karşı ilk ilkesini “La ilahe illallah” yani “Allahtan başka tanrı yoktur!” olarak belirler. Mekke”de Hz. Muhammed”in mücadelesini belirleyen temel ilke budur. Aynı şekilde Descartes”ta “Düşünüyorum O Halde Varım” diyerek temel ilkesini belirler. Önder APO ise temel ilkesini “Sömürge Kürdistan” olarak belirleyerek yeni bir düzlem oluşturur.
Oluşturulan bu yeni düzlem bir kimlik tanımlaması olarak hem varlığın içinde bulunduğu statüyü hem de bu statüden çıkarak, olmak istediği yeni kimliği içinde taşır. Oluşumunda uluslararası güçlerin yer aldığı Sömürge Kürdistan, ülke olarak dört parçaya (Türkiye, İran, Suriye ve Irak arasında) bölünmüştür. Bu dört parça üzerinde yabancı bir sömürge yönetiminin olduğu, Kürtlerin halk olarak inkâr-imhaya tabi tutulduğu, yer yer fiziki ve esasta kültürel soykırım kıskacında tutulduğu, yer altı ve yerüstü kaynakları, ekonomik varlıkları sömürülen bir statüyü temsil eder. Kürt halkına dayatılan ulus olmaktan çıkarılmak ve başka uluslar içinde eritilerek yok olmaktır. Evvela Önder APO tarafından farkına varılan gerçeklik bu olmaktadır. Farkına varılan bu gerçeklik diyalektik olarak kendine içerilmiş halde bulunan yeni kimlik inşasını da taşımaktadır. Bu da sömürgeciliğin antisi olarak Kürtler”i tekrardan bir ulus haline getirmek olmaktadır. Sömürge olmaktan çıkmak, dört parçaya ayrılan ülke Kürdistan”ı birleştirmek, inkâr, imha ve soykırım düzenini parçalamak ve ekonomik olarak kendi varlığına sahip olmak yeni kimlik inşasının temel ilkelerini ifade etmektedir.
Böyle bir kimlik inşasının arkasında koca bir ideolojik, politik, örgütsel ve ahlaki mücadele vardır. 15 Ağustos Atılımına kadar gelen süreç ve sonrasında açığa çıkan gelişmelerle içinden geçilen yenilenme süreci bu ideolojik, politik, örgütsel ve ahlaki kimliğin gelişimini ortaya koymaktadır. Marksist-Leninist Sosyalizmle başlayan Önder APO Önderliğinde Kürtler’in 40 yıllık özgürlük mücadelesi APOCU gerçekleşmeyle kendi kimliğine kavuşmuş bulunmaktadır. Demokratik Uygarlık Paradigması çatısı altında ideolojik kimlik olarak Demokratik Sosyalizm, politik alanda Komünal ve Radikal Demokrasi ve politik sistem olarak Demokratik Konfederalizm ve Demokratik Özerklik, toplumsal form olarak ahlaki-politik Toplum, güncel formasyonu olarak Demokratik Ulus, kooperatiflere dayalı Topluluk Ekonomisi bu gerçekleşmenin temel köşe taşları olmaktadır. Önder APO bunu Kadın Özgürlükçü Demokratik Ekolojik Toplum olarak da tanımladı. Önder APO açısından bu gerçekleşme üçüncü doğuşu ifade etmektedir.
Kaynak/KOMÜNAR