HABER MERKEZİ
Çocukluğumuzda bizlere öğretilen en temel tanrı sıfatı ‘yoktan varı, vardan yoku yaratan’ olmasıydı. Bu ‘tanrısal’ özelliğin yaşamın her alanına nüfuz ettiğini büyüdükçe iliklerimizde hissettik. Bu hüküm özünde kadın varlığı ve yaratımları üzerinden deneyimlenerek tüm toplumsal alana uyarlanmıştı. Yani çok sonraları öğrendik ki biz kadınlar “sömürgenin ilk ve son” halkalarıydık.
Çocukluğumuzda bizlere öğretilen en temel tanrı sıfatı ‘yoktan varı, vardan yoku yaratan’ olmasıydı. Bu ‘tanrısal’ özelliğin yaşamın her alanına nüfuz ettiğini büyüdükçe iliklerimizde hissettik. Bu hüküm özünde kadın varlığı ve yaratımları üzerinden deneyimlenerek tüm toplumsal alana uyarlanmıştı. Yani çok sonraları öğrendik ki biz kadınlar “sömürgenin ilk ve son” halkalarıydık.
Kadın etrafında gelişen toplumsallık ve değerler sistemiyle insanlığın ilk ana yurdu olan Ortadoğu’nun bugün yaşadığı kaos ve bunalımın kökleri, hiç kuşku yok ki çok eskilere dayanmaktadır. Belki en yalın haliyle ifade edecek olursak bunun başlangıcı kadının yaratığı değerlere ilk ihanete, kadın emeği ve bedeni üzerindeki ilk sömürüye kadar uzanır. Bu nedenle Ortadoğu’daki krizi analiz ederken, salt son beş yüz yıllık kapitalist modernite ile izah etmek yeterli olmaz. Bu bizi, sorunu doğru tespit etmekten uzaklaştırır. Sorunun kökenlerine inmek, kopuşun yaşandığı halkaları tespit etmek, sağlıklı çözüm üretmenin temel koşuludur. Bugünü anlamak için tarihsel gelişim süreçlerini ve bu süreçler boyunca yaşanan sapmaları ortaya koymaya ihtiyaç var. Bununla birlikte Ortadoğu’nun bugün yaşadığı kaostan çıkışın çözüm önerilerini, ekonomi alanındaki arayışları ve deneyimleri vermeye çalışacağız.
Bu bağlamda yazımızın birinci bölümünde Ortadoğu’da ekonominin gelişimini ve sorunlarını, ikinci bölümde ise son yüzyılda yaşanan durum ve bu durumu aşmanın çözüm yol ve yöntemlerini ortaya koymayı esas alacağız.
Ekonominin Doğuşu
Ortadoğu (özelde Mezopotamya), ekonomi diyebileceğimiz ilk faaliyetin ana yurdudur. İlkler hep ardıllarını belirler. Yani ilk oluşum ilkeleri, zamanla müdahalelerle bozuma uğrasa da kök hücre gibi ilk halin izlerini taşır. Bu nedenle çözüm geliştirmede hep önemli yol göstericidirler.
Yapılan tarih araştırmalarında ortaya çıkan temel tespit, ekonomi diyebileceğimiz ilk faaliyetin kadın etrafında gelişen toplumsallık sürecinde boy verdiğidir. Yerleşik yaşama geçiş, tarıma dayalı üretimin yapılması ve hayvan sürülerinin evcilleştirilmesiyle birlikte topluluk ‘artı ürünle’ tanışır. O güne kadar doğaya bağımlı yaşayan insanlar için bu kuşkusuz kutsaldır, devrim niteliğindedir. Ekonomiyi, yaşamın sürdürülmesi için gerekli olan beslenme, korunma, barınmaya dair işler ve süreçler bütünü olarak tanımlarsak bu faaliyetin öncülüğünün kadında olması anlaşılırdır. Kadının çocuğuyla kurduğu bağ ve sorumluluk duygusu toplumsal ilişkilerin şekillenmesinde yön gösterici olduğu gibi, toplumsal yaşamın önemli bir parçası olan ekonominin gelişimini de belirleyendir. Ahlak, hakkaniyet, en temel yaşam ilkesi olarak bu dönemde gelişip şekillenir. Topluluk yaşamı belli değerler etrafında örgütlenir, toplulukta kalmak bu değerler çerçevesinde yaşamayı kabul etmeyi gerektirir. Birlikte olmanın asgari koşulu toplumun kabul ettiği ortak değerler sistemi olan ahlaki ölçülere göre yaşamayı kabul etmek olur. Ahlak özünde güzel huylu olmayı, birbirinin haklarına saygı duymayı, iyiliği, erdemi ifade eder. Bu nedenle ekonominin ilk şekillenişinde toplumsallığın temel ilkesi olan ahlak, temel belirleyici değerdir. Örneğin artı ürünü biriktirmeye iyi gözle bakılmaz; kötülük kaynağı olarak görülüp, çeşitli kut törenleriyle, armağanlarla birikimin önü alınır. İlk ekonomik faaliyet olan armağan ekonomisi de bu süreçte gelişir. Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte artı-ürünün ortaya çıkışı ve bunun armağan yoluyla dağıtılmasını ilk ekonomik faaliyet kabul etmek kanımca daha yerinde bir tespittir. Çünkü ekonomi üretim, tüketim ve üretimden tüketime uzanan işlemler ve süreçler bütününü ifade etmektedir.
Bu dönemde insanlar ürettiklerini karşılıklı etkileşim içinde tüketmek üzere birbirleriyle alıp-vermektedirler. Bu malların karşılıklı verildiği takas yöntemi değil, armağan yöntemidir. Yani kullanım değerinin tek değer ölçüsü olduğu, karşıdakine değer vermenin bir göstergesi olarak armağan yoluyla üretenden tüketene geçen bir el değiştirme işlemi var. Bu dönem ekonominin başlangıcı neden olmasın? Ekonomiyi sadece değişim değerinin başladığı süreçle başlatmak, kadın etrafında gelişen bu süreci yok saymak anlamına gelir. Ekonomiyi salt pazara indirgemek, birbirini tamamlayan işlemler ve süreçler bütünü olarak ele almamak yanıltıcı bir durumdur.
Kuşkusuz pazarların gelişimi ekonomik faaliyetlerin daha örgütlü, sistemli ve canlılık kazanmasına yol açar. Toplumsal ilişkiler yeni bir boyut kazanır. Uzak yerlere mal götürüp getirme ile birlikte kültürlerin etkileşimi yaşanır. Yeni bir iş alanı olan ticaret, dolayısıyla yeni bir sınıf olan tüccarlık gelişir. Bu aynı zamanda ataerkil sistemin giderek gelişip-kurumsallaşmaya başladığı dönemdir. Yerleşim yerinin dışına mal götürme, uzun dönem yerleşim yerinden uzak kalma zorunluluğu gibi etkenlerden do- layı pazarın şekillenmesinde kadınlar fazla rol almazlar. Pazarın temel karakterinin belirlenmesinde avcı-erkek kültürü daha belirleyici olur. Kadın bu sürecin gelişiminden sonuna kadar yer alsaydı, pazarın ve dolayısıyla ekonominin şekillenişi hiç kuşkusuz başka bir seyir alacaktı.
Diyebiliriz ki günümüze kadar gelen süreçte de kadının ekonomik faaliyet dışında kaldığı, belirleyici olmadığı alan pazar alanıdır. Pazar, kuşkusuz sadece malların alınıp satıldığı yerler olma özelliğini değil; emeğin değerinin belirlendiği yerler olma özelliğini de alır. Yani emek üzerinde kararlaşmanın, özgür iradeyi ortaya koymanın yeri haline gelir. Kadının pazarda etkin rol alamaması emeği üzerinde söz söyleme yetisini ve karar alma gücünü yitirmesiyle sonuçlanır. Diğer bir ifadeyle emeğine yabancılaşma süreci bu alan üzerinden gelişip, derinleşir.
Pazar, başlangıçta toplumsal ahlak ölçülerinin temel belirleyiciliğinde gelişse de giderek avcı-erkek kültürün pazarın temel kanunlarını belirlemede etkili olduğunu yaşanan gelişmelerden görmek mümkün. Özellikle ataerkil kapitalist dönemle birlikte pazar, adeta kendi oluş sebeplerine ters düşecek boyuta gelir, bunun yerine emeği- doğayı talan, hırsızlama, gasp kanunları yer alır. Bu sonucun doğmasına hiç kuşku yok ki kadın kültürüne sırt çeviren ataerkil kültürün tek belirleyen olması yol açmıştır. F. Braudel kapitalizmin bu durumunu, ‘pazar karşıtlığı’ olarak ortaya koyar.
Ancak belirtmek gerekir ki, pazarın şekillenmesinde avcı-erkek kültürü baskın olsa da, uzun bir dönem kadın kültürünün şekillendirdiği toplumsal değerler pazar ilişkilerinde belirleyici olur. Örneğin, ahlaki ilke temel bir değer olarak uzun yıllar bu alanda adalet sağlayıcı rol oynar. Hırsızlık, gasp, talan gibi girişimlerde aşırılıkların gelişimini önler. En azından frenleyici ve baskılayıcı bir mekanizma olarak işlev görür.
Abdullah Öcalan’ın “Ekonomik sorun esas olarak kadının ekonomiden dışlanmasıyla başlar.” tespiti ekonomi alanında yaşanan sorunların temel noktasına işaret etmektedir. Aslında kadın ekonominin tüm süreçlerinden değil, ekonomi faaliyetinin temel belirleyeni konumunda olan pazardan dışlanmıştır. Yani kadın emek değerinin tespit edildiği temel kararlaşma alanından dışlanmıştır. Emeği üzerinde söz söyleme yetisini kaybetmiştir.
Zeynep Esengül