HABER MERKEZİ
Kadın Eksenli Ekonominin Avcı Erkek Tarafından Talan ve Gasp Edilmesi
Artı ürünün ortaya çıkışı aynı zamanda kendisiyle birlikte ilk talan ve gasp olaylarını, köleleştirme ve sömürü uygulamalarını getirmiştir. Yapılan çalışmalardan açığa çıkan sonuç, komşu köylere artı-ürün için yapılan talan akınlarında erkekler öldürülürken, kadınların evlenmek amacıyla kaçırıldığıdır. Avcı erkek ‘zor’ deneyimini artı ürünü gasp etmek amacıyla kullandığı gibi, kadının üreme ve emek gücüne el koymak amacıyla da kullanır. Avlanmak için pusu atma, hile yapma, saldırma, öldürme ve ürüne el koyma deneyimini, artı ürünü ele geçirmek ve toplumsal ilişkilerin yeniden kurulmasında da kullanır. Bu anlamda ilk köleleştirilen ve ‘sömürge’ haline getirilen kadındır. Bu aşamadan itibaren kadının geliştirdiği toplumsal değerlerin her geçen gün biraz daha özünden boşaltılıp, ataerkil sömürü sisteminin derinleştirmesinde kullanıldığını tarihin gelişim seyrinden görebiliyoruz. Ataerkil sistem kadının değerlerini kadına karşı tersinden bir silah olarak kullanır. Örneğin ekonomi özünde toplumun kolektif, komünal değerlerini paylaşma, dayanışma, birlikte eyleme ritüellerini içeren faaliyetlerin tümünü kapsarken; ata- erkil-kapitalist sistem talan, el koyma, sömürme, tekelleştirme ve nihayetinde kapitalist modernite aşamasıyla birlikte toplumsal değerleri ortadan kaldıran ve her şeyi bireyle izah eden bir düzeye varmıştır. Belirtmek gerekir ki Karl Marx dahi sömürü analizinde ataerkil sistemi görmez ve emek-değer tanımlamasını ‘an’ ve bireyle sınırlı tutarak aynı tuzağa düşer. Bu durum ekonominin toplumsal özelliğinin göz ardı edilmesini dolayısıyla emek sömürüsünün sadece işçi-patron ilişkisine indirgeyerek gizlenmesine yol açar.
Ataerkil sistem, önce kadının bedenine daha sonra da emeğine el koyarak gelişmiştir. Tüm bu uygulamaları geliştirirken de kadını, güç aldığı temel kaynaklar olan değerlerinden yalıtarak yapmayı esas almıştır. Kadının en büyük gücü hiç kuşku yok ki toplumsallık ve topluma kazandırdığı değerlerdir. Evlilik yoluyla kadının eve kapatılması toplumsallıktan gelen gücün elinden alınmasının en etkili ve sonuç alıcı yöntemi ol- muştur. Her ev aynı zamanda kadının bir başka kadından yalıtılması ve dolayısıyla tecrübelerinin bir birlerine aktarılmasının önünün alınması anlamını taşımıştır. Bu durum ‘zor’un her tür yöntemi ve kurumsallaşmalarıyla örgütlenen ataerkil sistem karşısında kadının savunmasız ve zayıf kalmasına yol açar.
Pek çok araştırmanın ortaya koyduğu gibi ataerkil sistem kadın üzerinde geliştirdiği ege- menliği ve sömürü sistemini toplumun farklı kesimlerinin egemenlik altına alınmasında yöntem olarak izlemiştir.8 Ekonominin gerçek yaratıcıları ve sürdürücülerini saf dışı ederek, emeklerine el koyarak, talan ve gaspa dayalı bir sömürü sistemi geliştirilmiştir. “Kadından sonra başta çiftçiler olmak üzere gerçek ekonomiyle ilgilenen çobanlar, zanaatkarlar ve küçük tüccarlar da iktidar ve sermaye tekel aygıtları tarafından adım adım ekonomiden dışlanarak tam bir ganimet ortamı yaratılmıştır.”
Toplum üzerinde geliştirilen hiyerarşik, iktidarsal, sömürü içerikli tüm ilişki ve kurumsal yapılanmalar kadın ve doğa üzerinden geliştirilen sömürgeleştirme deneyimden uyarlanmıştır. Erkek nasıl ki kendini kadının efendisi görüp her açıdan kadını sömürgesi haline getirmişse devletli-iktidar da toplumu aynı şekilde ele alıp, egemenlikçi yaklaşımı dayatmıştır. Efendi-köle ilişkisinden, ağa-maraba ilişkisine, patron-işçi ilişkisine bu egemenlikçi ilişki devam eder. Kapitalist modernite ile birlikte egemen ulus, kendi dışındaki uluslara aynı ilişkiyi dayatır. İktidar, egemenlik alanını ve ilişkilerini geliştirirken ekonomi alanını merkezine alır, bu alanda geliştirdiği sömürü ilişkisiyle toplumsal ilişkileri biçimlendirmeye çalışır. Aynı zamanda bu yolla ekonomi üzerindeki sömürü sistemini sürdürmeyi esas alan bir ilişki geliştirir.
Her Sömürü Zor İçeriklidir
“Zor içermeyen bir toplumsal artık-birikim yoktur.” Bu bağlamda iktidar, sömürü amacıyla zoru temel bir araç olarak kullanır. Uygarlık tarihi boyunca yaşanan savaşlara bakalım, özünde artı ürüne el koymak için yapılan talan savaşları ve bunun karşısında direnenlerin savaşından öte bir şey değildir. Bunun için her ülke büyük orduları yetiştirme ve önceliği savaş ihtiyaçlarına vermeyi esas almıştır. Uygarlık süreci büyük oranda gasp ve talan savaşlarının tarihidir. Daha verimli toprakların işgali, yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koymak için yapılan talan savaşları Akadlar’dan, Asurlar’a, Babiller’den Haçlı Seferleri’ne, Moğollar’ın istilasından,
1. ve 2. Dünya Savaşları’na, bugün Ortadoğu’da yaşadığımız. Dünya Savaşına kadar olan savaşlar süreci aynı amaçla verilmiştir. Ne yazık ki ekonomik toplumun ilk doğuşuna tanıklık ettiğimiz Ortadoğu’da son iki yüz yıldır kesintisiz devam eden bir sömürü savaşı yaşanmaktadır.
Kapitalizmin Ortadoğu’yu İşgali
Kapitalist modernitenin Ortadoğu’yu işgal hareketi tüm dönemlere göre çok daha fazla yıkıcı ve tahripkar olmuştur. Kapitalist modernite saldırıları sadece artı ürüne el koyma amacını gütmemiş, aynı zamanda zihinleri işgali de hedefleyerek adeta toplumu mankurtlaştırıp kendi varlığından kaçan bir pozisyona getirmeyi amaçlamıştır. Toplumun varoluşunu sağlayan kültür ve toplumsal değerlerle kurduğu bağ oryantalizm ve pozitivist düşünceyle zayıflatılmış; bireycilik propagandasıyla toplumsal örgütlülüğün zayıflatılması hedeflenmiştir. Böylece kapitalizm, hem halkların kendi kendini yönetemeyeceği fikrini yaymış, yönetim iradesini elinden almış hem de ülke ekonomisini talan etmenin yolunu açmıştır.
Uygarlığın binlerce yıl önce geliştiği topraklara ulus devlet kılıfıyla gelen kapitalist modernite, bölge halkının kendini yönetme yeteneğinde olmadığından hareketle işgal ve mandacılık rejimi ile son yüz yılın ilk yarısını geçirmiştir. 1. Dünya Savaşı’nın büyük oranda, 2. Dünya Savaşı’nın ise kısmen geçtiği Ortadoğu coğrafyası bugün 3.Dünya Savaşını tüm yoğunluğuyla yaşıyor. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçiliğin en üst düzeyde körüklendiği ve devletlerarası savaşların büyük oranda halklar, gruplar, inançlar arası savaşlara indirgendiği son yıllarda, sömürü sistemleri daha fazla derinleşmiştir. Emperyalist işgalin bölgede yaratığı tahribatlara karşı gelişen tepkileri örgütleyen, manipüle eden ve bu yolla bölge dengelerini kendi amacı doğrultusunda şekillendirmek isteyen emperyalist devletler, bu örgütler aracığıyla bölgede savaşı sürdürmektedir. Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan El-Kaide, BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) gerçekleştirilmesi için milliyetçiliğin, dinciliğin, cinsiyetçiliğin en üst raddede temsilciliğini yapan DAİŞ bu örgütlerden sadece bir kaçıdır.
Toplumun Direnen Damarı; Demokratik Komünal Hareketler
Kuşkusuz neolitik devrimin yaşandığı Ortadoğu coğrafyasında tarihsel süreç boyunca, üretime, paylaşıma, dayanışmaya, komünal yaşama dayalı toplumsal hareketler hep olmuştur. Ataerkil-sömürü sistemini merkezileştiren, derinleştiren yayılmacı uygulamaları karşısında bu direniş hareketleri de yaygın tarzda çıkmıştır. Ana kültürün öncülüğünde şekillenen doğal toplum özelliklerini yaşatmayı, bu eksende bir ekonomik yapılanmayı hedefleyen ve bazıları yüzyıllarca etkili olan bu hareketlerin bu gün toplumsal yaşamda etkilerinin olmadığı söylenemez. Manizm, Mazdekizm, Hüremizm, Babek İsyan, Hariciler, Karmatiler, Zenç Hareketi, Şêx Bedrettin hareketi farklı yerlerde, farklı önderlikler öncülüğünde çıkmış olsa da özünde komünal, özgürlükçü, eşitlikçi yaşam değerlerini savunan hareketlerden bazılarıdır.
Bu hareketlerde komünal yaşam temelinde ortakçı üretim ve tüketim olgusu ele alınırken, kadınlar toplumda belirleyici rol oynarlar. Ataerkil sistemin bu çağda yaşadığı kurumsallaşmalar düşünüldüğünde bu hareketlerde kadının eşit düzeyde ele alınması oldukça önemlidir. Hüremizm hareketinin kadın öncülüğünde ve onun adıyla anılması bu geleneğin hala güçlü olmasıyla ilgilidir. Kuşkusuz egemen ataerkil sömürü sistemini en çok korkutan kadın-erkek ilişkisindeki özgürlükçü tutum ve komünal yaşam tarzı olur. Bunun tüm toplum üzerindeki etkisini azaltmak için egemen sistem itibarsızlaştırma çalışmalarını bir özel savaş yöntemi olarak hep kullanmıştır. Bu kara propaganda günümüzde de benzer yöntemlerle devrimci yaşam değerlerini savunanlara karşı aynı tarzda sürdürülmektedir.
Kapitalist sömürünün yüz yıllara yayılan savaşı bu toplumsal kültürün direnişinden kaynaklıdır. Uygarlığın ilk doğduğu bu topraklar hala neolitik devrimin toplumsal değerlerini güçlü yaşatma özelliğindedir. Bu değerler aynı zamanda toplumun özsavunması niteliğinde olup, azami kar kanunuyla bölgeyi talan etmek için her tür yol-yönteme başvuran kapitalist modernitenin etkisini kırmaktadır. Kapitalist modernite bu nedenle sadece kaba zor ile değil, aynı zamanda zihinleri işgal amacıyla ideolojisiyle de bölgeyi hedeflemiştir. Derin sömürüyü, ancak kapitalist merkezleri kıblegah yapan yönetici ve yığınlarla sağlayabileceğinin farkındadır. Bu nedenle ekonomik işgalle zihinlerin işgalini paralel yürütmektedir.
Zeynep Esengül