HABER MERKEZİ –
Ortadoğu’yu çözümlemek daha yeni yeni önemini ortaya koymaktadır
Dolayısıyla BM ve NATO’nun devreye girmesi zorunluluk arz etmektedir. Fakat bu giriş Afganistan veya Somali’deki gibi yüzeysel olamaz. Kalıcı ve kapsamlı olması koşullar gereğidir. Ortadoğu’yu çözümlemek daha yeni yeni önemini ortaya koymaktadır. Sovyet sisteminden katbekat zorluklar içeren çözülme sorunlarıyla karşılaşılacaktır. Sekiz yüz yıldır sürekli tutuculaşan zihniyet ve iktidar kalıplarını kırmanın getireceği sonuçlar dünyanın hiçbir bölgesine benzemez. Serbest kalacak birey, kabile ve cemaat sosyalitesi adeta serseri mayın gibi ortalıkta sürüklenip duracaktır. Hangi zihniyet ve ekonomik devrimle bu küçük despotik bloklar parçalanıp, yerine yeni zihniyet ve ekonomik yapılar inşa edecektir? Köklü bir Rönesans, reformasyon ve aydınlanma geleneğine dayalı Avrupa bireyi ile Ortadoğu’nun tanımlanan bireyi arasında köklü farklar neyle ve nasıl aşılacaktır? Doğu Avrupa kültürü Avrupa’nın genel kültür yapısından çok uzak olmadığı halde, reel sosyalizm gibi oldukça modernleştiren bir sistemden liberal sisteme geçişi çeyrek asırlık değişimlerden sonra daha yeni yeni başarmaktadır. Sistem içi bir çözüm söz konusudur. Ortadoğu’daki çözülmenin sistem içinde çözüme kavuşması çok tartışılacak bir ideadır. Açık ki, sorunlarla yüklü bir gelecek bekliyor.
ABD önderliğindeki koalisyonun başarısızlığı ise daha stratejik sorunlar doğuracaktır. ABD için küresel çapta bir darbe olacak, imparatorluğunun gerileme süreci hızlanacaktır. Ortadoğu’da kaybeden ABD, tüm Asya, Avrupa ve Afrika’da da kaybetme sürecine girecektir. Güney Amerika, Meksika ve Kanada’yı bile eskisi gibi tutamayacak, ikinci bir Rusya konumuna düşecektir. Mevcut güç dengesinde ABD’nin bu konuma düşmeyi kabul etmesi iktidar gerçekliğine aykırıdır. Dolayısıyla stratejik bir duruş kaçınılmazdır. Ne kadar masraflı olsa ve dünya çapında itirazlarla da karşılansa, kalmak ve bazı çözümleyici sonuçlar almak zorundadır.
Batı kapitalist sistemin çözmek zorunda kalacağı uzun, orta ve kısa vadeli sorunları tahmini bir sıralamaya tabi tutarsak, kısa vadede Afganistan ve Irak vardır. Demokratik federasyon idea edilmektedir. Bölgenin yeni model ülkeleri olarak düşünülmektedir. Hazırlanan anayasal taslaklar kağıt üstünde demokratik federal sistem önermektedir. İdealli ve yenilik içeren bir yaklaşım olduğu açıktır. Uygulamanın nasıl seyir izleyeceği merakla beklenmektedir. Çok sayıda etnik, dini grup barındıran kültürlerin demokratik federalizmle tanışması büyük bir uygarlık dönüşümüdür. Bir nevi Ortadoğu’nun Fransız ve Rus Devrimleri etkisini yaratacaktır. Eski despotik rejimlerin restorasyonu çok düşük bir ihtimaldir. Kaos imparatorluğu koşullarında demokratik federalizm büyük güçlüklerle yürüyebilecek bir yapılanmadır. Buna öncülük edecek güçler nerede bulunabilir? En az geçmiş rejimler kadar despotik nitelik taşıyan iktidar taliplisi güçler, etnik ve mezhebi karakteri olumlu bir senteze taşırabilecek zihinsel ve siyasal formasyondan uzak bulunmaktadır. Henüz liberal, özgür birey çok sınırlı bir gelişme içindedir. Demokratik ve sosyalist idealistler yok denecek kadar azdır. Geçmiştekiler ise kendilerini bile taşıyamayacak sığlıktadırlar. Daha çok BM, NATO, AB ve koalisyon güçlerine güvenilmektedir. Dışarıya sürekli bağlı bir yapılanmanın demokratik federalizmi hayli tartışmalı olacaktır.
Orta vadede diğer en önemli sorunlar Arap-İsrail ve Kürt-Arap, Kürt-İran ve Kürt-Türkiye ilişkileridir. Tarihsel bir temelde gelişen bu sorunları çözmede şüphesiz yeni BM, NATO, koalisyon ve AB’nin özgün çabaları hızlandırıcı bir etkide bulunacaktır. Fakat ikisi de çetin sorunlardır. Uygarlığın derinliğinde yattıkları kadar, modernizmle ilişkileri de hayli çelişkili ve gerginliklerle doludur. Arap-İsrail sorununun çözümü büyük oranda bölgede barış ve demokratikleşmenin güçlenmesine bağlıdır. Sanıldığının aksine, önce Filistin-İsrail sorunu çözülsün demek, bir elli yıl daha erteleme tehlikesini taşır. Sorunun temelinde demokratikleşmeyen Arap toplumu ve devletleri gelmektedir. Her ikisindeki demokratikleşme Filistin-İsrail barışının koşullarını hazırlayacaktır. Aksi halde Filistin-İsrail çatışması Arap toplumu ve devletlerindeki -demokratik, özgür ve eşitçi gelişmeden uzak- tutucu zihniyet ve yapıları daha da güçlendirecektir. Günümüze kadar güçlendirdiği gibi.
Kürt sorunu ise, daha karmaşık ve çok yönlüdür. Arap, İran ve Türkiye devlet ve toplum yapılanmasıyla derin sorunları vardır. En basit medeni haklarından bile yararlandırılmamaktadır. Siyasal ve ekonomik hakları gündeme bile getirilmemektedir. Kültürel bir soykırım yaşamaktadır. ABD’nin son dayatmaları belki de bazı kıpırdanmaları getirebilir; çok sınırlı bazı açılımları doğurabilir. Özellikle Irak Kürdistan Federesi tahrike açıktır. BM, NATO ve koalisyonun etkisi altında daha da alevlenmeler beklenebilir. Mevcut Kürt statüsü isyana zorlamakla eştir. Eğer sürdürülebilir, anlamlı bir demokratik çözüm tarzıyla yaklaşım gösterilmezse, İsrail-Filistin çatışmasını geride bırakacak kanlı bir coğrafya beklemektedir. 40-50 milyonluk bir Kürt kitlesiyle en sarp coğrafyada girişilecek çatışmalar bölgedeki sorunları daha da ağırlaştıracaktır. Bölgeyi her tür gelişmelere açık hale sokacaktır.
Uzun vadeli çözüm; İran, Pakistan, Türki Cumhuriyetler ve Arap devletleriyle toplumlarında insan hakları ve demokratikleşmeyle, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesiyle mümkündür. Devlet ve toplum yapılarındaki tutuculuk, güçlü çıkar blokları oldukça direneceklerdir.
Ortadoğu’da zihniyet kazanmak demek; Rönesans heyecanıyla doğaya koşmak demektir
Ortadoğu’da zihniyet savaşına girerken, tıpkı Hz. Musa gibi İbrani kabilesini yürütmek, Hz. Davut gibi Golyat’la savaşmak, Hz. İsa gibi havarilerini seferber etmek, Hz. Muhammed gibi müminlerini işe koşturmak gerekir. Yine Sokrates heyecanıyla “kendini bil,” Perikles coşkusuyla “demokrasiye değer ver,” Aristo’nun bilimiyle “İskender’e yol aç” demesini bilmek gerekir. Ortadoğu’da zihniyet kazanmak demek; Rönesans heyecanıyla doğaya koşmak, insanı sevmek, bilime susamak; reformasyonla dinsel dogmaları delip geçmek, özdeki gerekli inancı elde etmek; aydınlanmayla bilimi, felsefeyi ve sanatı halka taşımak, grup grup aydınlar hareketini özgürlük uğruna seferber etmek demektir.
Ortadoğu’da yürürken düşünmek, düşünürken yürümek ancak böyle tanımlanabilen bir zihniyetle birlikte olursa anlam taşır. O zaman neolitik çağların doğal canlılığı, her şeye kutsal coşkulu yaklaşım gücü kazanılır. Uygarlık çağlarının derslerle dolu mitolojik düşüncesi, yine hikmetlerin kitapları bir bir açılır önümüze. İnsanlaşmanın, uygarlaşmanın o korkunç ve kutsal, donduran ve heyecanlandıran, yaşamı yücelten ve aşağılatan tarihi okunur. Kutsal kitapların o büyük peygamber tecrübelerinin gerçek anlamı canlanır. Kurumuş uygarlık derelerinin bir bir canlanışı, harabelerin kentleşmesi, höyüklerin canlanmış saf köylülüğü belirir. En zaliminden en zenginine, Nemrut’undan Karun’una, Eyüb’ünden Mazlum’una, Ferhat’ına ve Kemal’ine kadar kara ve ak değerler dökülür ortaya. Zihniyet savaşı tüm bu değerlerin dile gelişidir. Kafamızda ve yüreğimizde yeşermesidir. O zaman hiçbir güç ve hayatın hiçbir adi gereksinimi, oyalama gerekçemiz olamaz. Hepsini derya kadar bilinç, sel kadar coşkulu irademizle çözer, aşar gideriz. O zaman politikaymış, askerlikmiş dahice üzerinde durur ve destansı cevabını veririz.
Ortadoğu’nun güncel zemin ve zamanında klasik sağ ve sol dinci, milliyetçi duruşlarla bir menzile varılamaz; peygamberce deyişle küfürden kurtulunamaz. Yeni solla, ayağı yere basmayan sivil toplumculukla, tarihten ve emekten habersiz kadın hareketiyle de bir yere varılamaz. Daha çok sıkışmış, iflas ettirilmiş şehir küçük burjuvalarıyla, bu tür zihniyetsiz ve imansız yürüyüşlerle ancak pikniğe çıkılabilir. Hele hele rantçılığa batmış, koltuk sevdasına kapılmış ucubelerle ne bir düşüncenin ne de bir inancın savunusu yapılabilir. Ortadoğu’nun çok gün görmüş, binlerce yerinden vurulmuş insanına, halklarına hiç yanıt olunamaz.
Ortadoğu’nun toplumsal gerçekliği üzerinde harekete geçerken, tanımı böyle yapılabilen bir zihniyetin içini doldurarak yürümek bizi yerlere gömülü tarihine götürecek, küllenmiş yüreğine kavuşturacaktır; ışık arayan gerçeğine kavuşturacaktır. İşte o zaman gerçek tarihine ve özgürlük sevdalılarına yaraşır soylu mücadelenin içine girilecektir. Hiç durdurulamayacak, saptırılsa da ihanete uğrasa da, katledilse de, yine bir yerlerden sökün edip hedefine yürüyecektir. O zaman tarih bizim olacak, yürek hep bizlerle çarpacaktır. Toplumsal gerçeğimiz var eden tanrısallığımıza dönüşecektir. Halklarımız binyılların özlemini duydukları ve hakkettikleri özgürlüklerinin sahibi olacaktır.
Ortadoğu toplumunun kaos çıkışındaki politik seçeneği sadece bölgesel değil, evrensel düzlemde de özgürlük problemine yanıt teşkil edebilecek nitelikleri taşımak durumundadır. Bölgede küresel hamlenin kaderi çizilmektedir. ABD önderliğindeki sistemin başarısı dünyanın tüm geleceğini belirlediğinden ötürü bu böyledir. 20. yüzyılda feodal güçlerden derlenen iktidar bloklarının dönüştürülmeden devamı, gerçekleşmesi en zor olasılık olduğundan, toplumun geleneksel olarak ağır tahakküm yaşayan geniş tabanı bir biçimde devreye girmek zorundadır. Yeniden yapılanmak isteyen küresel kapitalist güçler gereksindiği için de bu böyledir. Ama uyanacak yığınların bu istemlerle sınırlandırılabileceği de çok kuşkuludur. Pandora’nın Kutusu’ndan nelerin çıkacağı belirsizdir. Belirsizliği giderecek olan, kaos aralığındaki yaratıcı, özgürleştirici çabanın kendisi olacaktır. Tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak bir pratik değişim dönemi yaşanacaktır. Tıpkı yeni kentler kurulur gibi toplumun yeniden yapılanması tarihin gündemindedir. Ortadoğu’daki zorlukların temelinde bu gerçeklik yatıyor. Hakim sistemin yeniden yapılandırılmasıyla, halkların, toplumun özgürlük güçlerinin yeniden yapılandırma mücadeleleri büyük bir ilişki ve çelişki ortamında yürütülecektir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın Bir Halkı Savunmak adlı kitabından derlenmiştir