HABER MERKEZİ
Sosyal bilimin temel görevi yaşamı tanımlamaktır. Sümer ve Mısır rahiplerinden Avrupa’nın pozitivist sosyal bilimcilerine kadar yaşamın toplumsal anlamı tanımlanmadığı gibi bu en temel görev yerine en saptırıcı, bilinç karartıcı mitolojik ifadeler geliştirilmiştir. Halbuki yaşam, sosyal bağlamında tanımlanmadıkça sosyal bilimden bahsedilemez. Tanımı yapılmayan bir şeyin bilimi geliştirilemez. Şüphesiz bu, hakikatin uygarlık sistemlerindeki çarpık inşasıyla ilgilidir. Uygarlık sistemlerinde başlangıç anlarından günümüze kadar sosyal yaşamın hakikati açıklanmadığı gibi mitolojik, dincilik, felsefecilik ve bilimcilik kategorileriyle muazzam bir çarpık ve yanlış inşa biçimlerine büründürülmüş ve anlatılanmıştır. Sanatlarla bu anlatılar ayrıca cilalanmıştır. Uygarlığın maddi kültürü manevi kültürüyle diyalektik ilişkiye sokularak bilinen veya bilinmesine müsaade edilen tarih anlatısıyla çıplak ve maskeli tanrıların çıkarları, inanç ve arzuları doğrultusundaki bir yaşma tarzı kullara belletilmiştir. Hegemonik yaşamın bu inşa ve belletilme tarzı sayısız bilgelikler, hareketler ve topluluklar tarafından itiraza ve direnişe yol açmışsa da varlığını sürdürebilmiştir.
Savunmamın çeşitli bölümlerinde, özellikle özgürlükle ilgili bölümlerinde genel de yaşamı, özelde insan sosyal yaşamını tanımlamaya çalışmıştım. Hatırlatmam ışığında bir kez daha özlü bir tanımlama ihtiyacı duydum. Özellikle Ortadoğu’da yaşamın uğradığı güncel suikast, katliam ve soykırımlar beni daha derinliğine, anlaşılır düzeyi gelişkin tanımlamaya zorlamaktadır.
Bana göre kapitalizmin en büyük tahribatı yaşamın tanımını yok etmesidir. Daha doğrusu yaşamın toplum ve çevresiyle olan ilişkisine en büyük ihaneti gerçekleştirmiş olmasıdır. Tabi bunda arkasındaki uygarlık sistemi de kendisi kadar sorumludur. Bilim ve iletişimin en güçlü çağında yaşadığımız söylenir. Neyin bilimi ve kimler için bilim? Bu soruların yanıtı verildikçe neden en temel soruya yani “Yaşam nedir?” ve “Toplumla bağı nasıldır?” a yanıt vermedikleri anlaşılacaktır. Belki çok basit gelebilir bu sorular. Ama insan denilen varlık, yaşamı kadar anlamlıdır. Bunu da anlamadıktan sonra ne değeri olabilir. Belki de bir hayvan, hatta bitki yaşantısından daha değersiz bir mahlûk olmasından bile bahsedebiliriz. Anlamını, hakikatini bilmeyen insanlık ya olamaz, ya en alçakçası, en barbarcası olur.
a) Yaşam: Belki de tanımlanamayabilir. Daha doğrusu izafi (görece) olarak hissedilebilir, kısmen anlaşılabilir. Evrim gerçek olsa bile Darwinist yorum, yaşamın, türlerin gelişimini izahı, hakikati açıklamaktan uzaktır. Üç miyar yıl önce okyanus içlerinde daha hücre olamamış bir canlıdan günümüze insanına kadar bir zincirleme biçiminde yaşamı izlemek de anlamına katkısı sınırlıdır. Bilim şimdi yaşamın sırlarını atom altı parçacıkların oluşumlarında aramaktadır. Açık ki bu yöntemle de sınırlı bir izahtan öteye gidilemez. Yaşamın mutlaka bu anlatılarla ilişkisi vardır. Ama sorunu tam çözmüyorlar. Yaşamı ölümle kıyaslamak da anlamı için yeterli değildir. Yani “yaşam ölümden öncesidir” demek pek tatminkar bir açıklama tarzı değildir. Belki de yaşamımızın izafi bir sonucudur. Belki de yaşamın bir imkanı bir gerçekleşme tarzıdır. Ölüm korkusu daha sonra kapsamlı tanımlayabileceğim gibi bir sosyal ilişkidir. Ölüm belki de bu korkudan ibaret bir şey gibidir.
İdealizm-materyalizm ikilemini tutarlık ve açıklayıcı bulmuyorum. Uygarlıksal bir ikilem olup yaşamı izah değeri yoktur. Geliştirmek istediğim yorum için bu ikilemin hakikatle ilişkisinin sınırlı olduğunu belirtiyorum. Benzer biçimde canlı-cansız kavramı da açıklayıcı olmaktan uzaktır.
Hakikat 1- Yaşamı kavramak isteyen insan dışında her canlı-cansız varlık sadece kendi anlarını yaşayabilir. Bir kuzuyu kapan kurtla bir galaksiyi yutan kara delik beklide ayın evrensel kaderi paylaşmaktadır. Bu bile yaşamı kavramak için bir sır değerindedir sadece.
Hakikat 2- Yavrusu için kendini paralayan canlıyla atom altı parçacıkların inanılmaz hızda diyalektik oluşumları da aynı evrensel kuralın gereği olarak, işlemektedirler.
Hakikat 3– İnsan toplumunda bu evrensel kural kendini sorgulama durumuna erişmiştir. Ben kimim? Evrensel kuralın ilk defa kendini dillendirmeye çalışma sorusudur.
Hakikat 4- Ben kimim sorusuna yanıt evrenin nihai amacı olabilir.
Hakikat 5- Canlı-cansız tüm evrensel yaşam belki de ben kimim sorusuna erişim sağlamak içindir.
Hakikat 6- Ben benim, ben evrenim, öncesi-sonrası, yakını-uzağı olmayan “zaman ve mekanım!” cevabı nihai amaç olabilir.
Hakikat 7- Fenafillah, Nirvana, Enel-hak mutlak bilgelikleri insan-toplumsal yaşamının temel amacını açıklamış, olabilir. Veya ilgisini ortaya koyabilir.
Bu yedi hakikatle yaşamı tanımlamış olmuyorum. İlgi alanını araştırıyorum. Araştırmak istiyorum. Yaşam yaşanırken anlaşılmaz. Anlamla yaşma arasında bu yönlü bir çelişki vardır. Bir aşık maşukla iken aynı zamanda anlamın bittiği yerdedir. Mutlak anlayabilmek mutlak yalnızlıkla, yani maşuksuz olmakla mümkündür. Ya yardan, ya serden olmak fiziki anlam da değil de metafizik anlamda bu gerçeği ifade etmek ister. Mutlak yalnızlığa dayanabilmek mutlak’ı anlamaya yatkın olmakla mümkündür. Varlık-yokluk ikilemi anlam-madde ikilemine benzer. İki ikilem de bir soyutlama olup gerçekte yaşanmaz. Yaşam büyük ihtimalle bu ikilemin sonsuz düzenlenme kabiliyetidir. Düzenlenme aralıkları kaos anları olarak ölüm gibi gelse de yaşamın gerçekleşmesi için zorunlu gibi görünmektedir. Bu kısa çözümlemede yaşamın neden tam tanımlanamayacağını sınırlı da olsa anlatmaya çalıştım: Yaşamın mutlak tanımı mutlak yalnızlığı, hiçliği, maddesizliği gerektirir ki bu da sadece bir soyutlama düzeyinde kaldığı için gerek yaşam, gerek onun anlamına erişim ancak ikilemli ve izafi olarak gerçekleşebilir.
Toplumsal Yaşam: Çok basit bir kavram olmasına karşın tüm bilimlerin temel kavramı olarak açıklanması gereken bir kavramdır toplumsal yaşam. Sanıldığının aksine, çok kullanılan bir kavram olmasına rağmen anlamına erişilmemiş bir kavramdır. Sosyal yaşamın ne olduğunu bilmiyoruz. Bilseydik hegemonik sistemler altında lime lime edilen sosyal yaşamımızın amansız savunucuları olurduk. Sosyal yaşamda bilgelik değil cehalet egemendir. Zaten hegemonik yaşamın karşı kutbunda cahilce yaşam geçerlidir. Hegemonik sistemler toplumsal yaşamların üstündeki cehalet perdeleri gerilmeden sürdürülemez.
Yaşamın izafi karakterini göz önüne getirerek sosyal yaşamı tanımlamaya çalışacağım. Öncelikle tek düze, sınırsız her yerde benzer sosyal yaşamlar yoktur. İzafi yaşam demek biricik, tekil yaşam demektir. Tekillik bilindiği, bilinmesi gerektiği gibi evrenselliği ret etmez. Ne salt tekillik vardır. Ne de salt evrensellik. Tekillik-evrensellik, anlam-madde kadar geçerli bir ikilemdir. Evrensellik tekil olmadan gerçekleşmez. Her tekil de evrensel olmadan yaşayamaz. Daha anlaşılır olması için bir örnek sunarsam: yüzlerce farklı güller birer tekildir. Fakat tüm bu güllerin gül olarak adlandırılmalarını gerektiren ortak bir yanı vardır. Bu ortak yan evrenseli ifade eder. Tüm evren çeşitlemesinde bu kural işler.
Savunmamın ilgili bölümlerinde sosyal yaşamı, tarihselliği ve çeşitliliği içinde sunmaya çalıştığım için tekrarlamayacağım. Hatırlatmakla yetineceğim. Afrika’nın doğusunda yaşandığı varsayılan ve yaklaşık 200.000 yıl öncesine kadar dayanan, ondan sonra bir anadan doğduğu varsayılan 50.000 yıl öncesinde simgesel dile kavuştuğu sanılan, 20.000 yıl öncesinde Zagros-Toros eteklerinde son buzul döneminin sona ermesiyle birlikte tarım öncesi toplumdan yaklaşık 15.000 yıl öncesinden itibaren kabilesel tarım ve toplayıcılık-avcılıkla iç içe bir sosyal yaşam düzenine geçildiği, genel kabul gören Homo Sapiens (düşünen adam) öykülemesi önemli gerçeklik payı taşımaktadır. Tarım-köy toplumu olarak gelişen bu yaşam tarzı üzerine 5.000 yıllık bir dönemle merkezi uygarlık eklendi.
Tarım-köy toplumu ile şehir-ticaret-zanaat ve sanayi toplumu diyebileceğimiz bir ikilemle günümüze kadar etkili olan hegemonik bir yaşam kültürünün gelişimini kalın çizgiler veya dönem-döngüler halinde anlatmaya çalışmıştım. Bu hegemonik kültürün son 500 yıllık Avrupa aşamasını da bundan önceki bölümde sundum. Açık ki oluşumu, olgunlaşması hatta yapısal bunalımlarıyla bu kültür esas olarak Ortadoğu toplumunun damgasını taşımaktadır. Tersine Ortadoğu toplumuna bu kültür damgasını vurmaktadır. Anlamını sunmaya çalıştığım kültür, toplum budur. Tekillikleri çok olsa da en önemli bir tekili Avrupa modernitesi teşkil etse de tekiller tekili anlamında bir soyutlama, kategorileştirme her zaman mümkündür: Dönem ve mekan itibarıyla.
Bir tekil olarak toplum hali, insan türünün yaşamını belirler. Afrika’daki insanla Ortadoğu’daki insan yaşamı arasındaki farkı, tekilliği bu toplum hali belirler. Irk veya diğer fiziksel özellikler belirleyici değildir. Toplumsuz insan bireyi hızla ölmezse yalnız bilge insanı değil işaret dili ile konuşan hayvanlara yakın bir tür olabilir. Toplumsuz insan anti-insandır. Bir insanı toplumun dışına atmak, toplumsuz kalan insan olmak uğranılacak en büyük cezadır. İnsan, tüm gücünü toplumdan alır. En gelişkin bilimler, bilgeler düzeyi toplumla bağlantılıdır. Toplumsal yaşamı basit bir fiziksel nicelikler ve görüngüler olarak değerlendirmek pozitivizmin insana en büyük ihanetidir. İnsan toplumu düzeyine gelebilmek ancak evrensel bir hamle olarak anlam bulabilir. Evrensel hamle olarak toplumsal yaşamın temel karakteristik özelliklerini sıralarsak;
1- Tarih olarak toplum. İnsan topluluklarının milyonlarca yıl süren ve zorlu mekanlarda geçen, çok acılı geçen büyük mücadele isteyen çabaları sonucu daha gelişkin tekil topluluklar oluşturulmuştur. Bazı mekan ve dönemler toplumsal sıçramalarda belirleyici olmuştur.
2- Tarih olarak toplum zeka düzeyini gerektirir. İnsan türünün zeka düzeyi toplumsallığını belirlemiştir. Toplumsallık da bu zeka düzeyini zihniyet halinde çalışmaya, gelişmeye zorlamıştır. Toplumsal doğa zihniyet düzeyi gelişkin esnek yapılardır.
3- Dil toplumsal zihniyetin sadece aracı değil yapılandırıcı bir unsurudur. Dil bir toplumu var eden temel özelliklerdendir. Kolektif zeka aracı olarak toplumsal doğanın esnekliğini çok hızlı geliştirir.
4- Tarım, toplumun maddi ve manevi kültüründe tarihin en köklü devrimidir. İnsan toplumu esas olarak tarımın etrafında şekillenmiştir. Tarımsız toplum düşünülemez. Tarım sadece beslenme sorununun çözümünü değil zeka, dil, nüfus, yönetim, savunma, yerleşme, din, teknik, giyim, etnik başta olmak üzere temel maddi ve manevi kültür araçlarında köklü dönüşüm ve gelişmeler sağlar.
5- Kadın, toplumsal sürekliliği sağlamada en çok çabanın sahibi olduğundan ötürü erkeğe nazaran toplumsallıkta daha başat rol oynar. Doğum, çocukların büyütülmesi, savunulması toplumsallığın anacıl doğrultuda gelişmesini sağlar. Toplum ağırlıklı olarak ana-kadın kimliğini taşır. Dil ve dinin kökeninde dişil öğenin varlığı bu gerçekliği doğrular. Tarım-köy toplumunda kadının kimliği ve sesi, gücünü korumaya devam eder.
6- Toplumsal doğa özde ahlaki ve politiktir. Ahlak toplumun kural düzenini belirlerken, politika yönetimini belirler. Ahlak, toplumun düzen ve kalıcılığını sağlarken politika, yaratıcı gelişimini sağlar. Ahlaksız ve politikasız toplum düşünülemez. Ahlaki ve politik düzeydeki aşınma her türlü kölelik ve eşitsizliğin gelişimi ile iç içe yaşanır.
Kaynak: Yeni Özgür Polika/ABDULLAH ÖCALAN