İnsan sadece biyolojik varoluşuyla değil belki de ondan daha fazla maneviyat dünyasında yarattığı değerlerle insan olmuştur. Bu değerleri de içinde var olduğu toplumuyla, toplumsallaşmasıyla yaratmıştır. Bundan dolayı öz savunması da insanı insan yapan değerleri, içinde var olduğu toplumunu korumaya dönüktür.
HABER MERKEZİ
Öz savunma aslında canlılığın kendini var etme biçimidir. Diğer işlevleri olan beslenme ve üreme gibi. Bitkiler ve hayvanlar âleminde ki öz savunma fiziki varlığını korumaya yöneliktir. Ancak insan türünde sadece fiziki varlığını korumaya yönelik değildir. Çünkü insan türünün var oluşu, toplumsallaşmada yaşanan derinleşme ve kapsamlılaşmayla beraber yeni bir nitelik kazanmıştır. Fiziki varlığıyla beraber maneviyat dünyası, metafizik yönü de gelişmiştir. İnsan sadece biyolojik varoluşuyla değil belki de ondan daha fazla maneviyat dünyasında yarattığı değerlerle insan olmuştur. Bu değerleri de içinde var olduğu toplumuyla, toplumsallaşmasıyla yaratmıştır. Bundan dolayı öz savunması da insanı insan yapan değerleri, içinde var olduğu toplumunu korumaya dönüktür.
Yaşamakta olduğumuz yüzyılın başları kapitalist modernitenin yoğun ideolojik, ekonomik, siyasal, kültürel ve ihtiyaç duyduğunda askeri saldırılarıyla devam etmektedir. Buna karşın halklarda eşit-özgür yaşam arayışıyla bu saldırılar karşısında öz savunmalarını geliştirerek mücadele yürütmektedirler. Kapitalist modernite, sadece halkları baskı altına alıp köleleştirmiyor veya fiziki olarak yok etmiyor. Daha da tehlikeli olanı, insanı insan yapan toplumsal değerlerinden koparıp kendisine yabancılaştırarak ulus-devlet anlayışıyla tek tip insan-toplum yaratmayı amaçlamasıdır. İnsana, onun toplumsal gerçeğine en büyük saldırı da budur. Bu; canlılığın, yaşamın, insanın özüne aykırıdır. İnsan, doğanın içindeki bütün renklerin içinde bir renktir. Bunu da kendi toplumsallığı içinde rengârenk olarak ifade etmektedir. Rengiyle, diliyle, inancıyla, kültürünün zenginliğiyle ifade etmektedir. Bunu yaşaması ve yaşatması insan-toplum olmasının gereğidir. Bundan dolayı, bu değerlere yönelik saldırılar onun varlığına yönelik saldırılardır. Bu saldırılar karşısında insanın-toplumun varlığını savunması öz savunmasının gereğidir. Bunu yapmaması ahlaki- politik değerlerden düşürülmesi anlamına gelmektedir. O zaman bu yaşama yaşam, bu topluma toplum, bu insana insan denebilir mi?
İnsan, toplumsallığıyla insandır. İçinde yetiştiği ahlaki ve kültürel değerlerle insandır. Demokratik-komünal olan bu değerler insanlığın varoluş değerleridir. Devletçi uygarlık tarihi boyunca, insanlığın bu değerlerine yönelik sürekli saldırılar gelişmiştir. Kapitalist moderniteyle bu saldırılar daha fazla derinleşerek ve kapsamlılaşarak sürmüştür. İnsanlık, varoluşunu tehdit eden saldırılara bu süreçte maruz kalmıştır. Bundan dolayı Sayın Öcalan‘’ Ahlaki ve politik toplumun günümüzde yaşadığı gerçeklik, yani öncelikli sorunu özgürlük, eşitlik ve demokratikleşmenin de öncesinde varoluşsaldır. ‘’ demektedir. Sorun insanların-halkların fiziki imhası değil, insanı insan yapan toplumsal değerlerin imha edilmek istenmesidir. O yüzden tehlike daha büyüktür. İnsanlık, toplumsallaşmayla- sevgiyle yaşam bulan üretim, paylaşım, dayanışma dolayısıyla eşit ve özgür yaşam değerlerinden boşaltılarak anlamsızlık dehlizine çekilmektedir. Köklerinden koparılarak kendisine yabancı hale getirilerek teslim alınan, modern bir köle haline getirilmektedir. Bir anlamda insanı yaşayan bir ölü haline getirmek amaçlanmaktadır.
Doğadaki her varlığın varoluşuyla bağlantılı olarak varlığına yönelik tehlikeler karşısında kendini savunma biçimi vardır. Devletçi uygarlığın ve onun zirveleşmiş hali olan kapitalist modernitenin saldırıları karşısında halklar da kendilerini demokratik modernite değerleriyle savunmaktadır. Bu değerler toplumu toplum yapan ahlaki-politik değerlerdir. Bu değerler, zihniyet-maneviyat durumunu ifade etmektedir. Kapitalist modernite en fazla da insanın-toplumun zihniyet dünyasına saldırmaktadır. Bu saldırılar Sümer rahiplerinden beri devam etmektedir. Zihniyet dünyası ele geçirilmiş insan, sistemin çarklarında öğütülmüş ve dişlisi haline getirilmiş insan olmaktadır. Sistem, toplumu kendi iktidar çıkarlarına göre inşa etmenin önemini o dönemden beri fark etmiştir. Zihniyeti tarumar edilen insan toplumsal hafızadan koparılan, günü birlik yaşayan insandır. Bu insanın hisleri, sezgileri, duyguları toplumsal değerlerden giderek koparıldığı için bireyciliğe yönelen insan olmaktadır. Bireyciliğe yönelen insan ise ‘’gemisini kurtaran kaptandır’’ misali maddi değerler ve güdüler için yaşayan insandır. Bu insan kendini bilmeyen, tanımayan, anlamlandıramayan insan olmaktadır. Bu insanın bırakalım toplumu savunması kendisini savunması bile mümkün değildir. Çünkü sevgisizlik içindedir. Kendisine ve toplumuna karşı sevgi beslememektedir. Öz savunmasını yapabilecek değerlerinden boşalmış bir insandır. Refleksleri ölmüş, tepkileri zayıflamıştır. Günümüz insanı en fazla da kendini bilmemesinden, tanımamasından dolayı kendini savunamaz durumdadır. Zaten sistemin yapmak istediği de budur. İnsanın-toplumun kendini savunamaz duruma düşürülmesidir. İnsanlığı ne kadar bu duruma düşürürse o kadar başarılı olacağını, teslim alacağını, baskı ve sömürü sistemini daha rahatlıkla sürdürebileceğini bilmektedir.
Bu yüzden sistemin ideolojik saldırıları karşısında insanın kendini savunması önemli olmaktadır. Kendini savunmayı bilmek; kendini bilmekten, tanımaktan, anlamlı kılmaktan geçmektedir. Kendini bilen insan, sistemin tüm saldırıları karşısında öz savunmasını yapabilecek durumda olan insandır. Bu yüzden bilinç önemli olmaktadır. Bilinç, insanın toplumsal özgürlük değerlerine göre kendisini oluşturması, bu değerlere uygun yaşama çabası ve mücadele etme durumudur. Bilinç, ideolojikleşme durumunu ifade etmektedir. İdeolojikleşme ise belli düşünceler etrafında oluşan bir yaşam ve mücadele tarzıdır. Eğer dile gelen toplumsal değerler yaşama yansımıyor ve bir mücadele açığa çıkarmıyorsa ona ideolojikleşme denemez. Bu durum en fazla lafazanlık, oportünizm veya yozlaşmış insan gerçeğini ifade etmektedir. Bu da, kapitalist modernitenin yarattığı insan tipi olmaktadır. Kendi gerçeğinden toplumsal değerlerinden uzak, bireyci, maddiyatçı, anlam yitimini yaşayan insan gerçeğidir. İnsan kendini bildiği, tanıdığı oranda toplumunu anlamlandırır. Toplumunu bildiği, tanıdığı oranda da kendisini anlamlandırır. Kendisinin tek başına anlam ifade etmediğini, toplumuyla anlam kazandığının farkındadır. Toplumunun acılarının acısı, sevinçlerinin sevinci olduğunu hisseder, anlar ve ona göre yaşar. İçinde yaşadığı halkın kültürel değerleriyle değer kazandığının farkındadır. Bu değerleri korumasının, savunmasının kendisini savunmak olduğunu bilir. Kapitalist modernitenin bu değerlere yönelik saldırılarının varoluşuna yönelik saldırılar olduğunu bilerek kendisini ayaklandırıp, öz savunma durumuna geçebilir.
Demokratik-komünal değerlere dayalı ideolojikleşme önemli bir öz savunma biçimi olduğu kadar, bu değerlere dayalı örgütlenme de bir o kadar önem taşımaktadır. Sonuçta, insan örgütlenerek güç haline gelir. Kapitalist modernite gibi, insanın-toplumun hücrelerine kadar girip toplumsal dokusunu bozmak isteyen sisteme karşı demokratik-komünal değerlerle örgütlenmek gerekmektedir. Demokrasi, toplumun özgür yaşam biçimidir. Toplumsallık bir özgürlük durumu olduğuna göre, özgürlükte ancak demokrasinin olduğu ortamlarda yaşanabilir. Ne kadar demokrasi gelişmişse o kadar özgürlük açığa çıkmış olur. Radikal demokrasi, toplumun özgürlük alanlarını büyütür. İnsanın iktidarcı-devletçi sistemler tarafından baskı atına alınmasının, sömürülmesinin, fiziki katliamlara uğramasının, kendisine ve toplumsal değerlerine yabancılaşmasının önüne geçer. İnsanı; kendi adına söz söyleyen, tartışan, karar alan ve uygulayan durumuna getirir. Alınan kararlara ortak olan insan, bu kararların takipçisi olur ve kararların pratikleşmesi için bütün enerjisiyle çalışır. Radikal demokrasi insanın iradesini ortaya çıkarır. İnsanı, kendisi yapar. Kendisi olan insan, içinde yaşadığı topluma anlamlı bir katılım sağlayabilir. Katıldığı topluma kendi farkıyla katılıp, farkındalık yaratıp özgürlüğü büyüttüğü ölçüde kendisini de büyütmüş olur. Özgürlük , sorumluluk üstlenme durumudur. Radikal demokrasi bunun anlam bulduğu zemindir. Bu zemin ne kadar doğru ve yetkin kullanılırsa o kadar özgürlük açığa çıkar. Ne kadar özgürlük açığa çıkarsa o kadar demokrasi büyür, güçlenir, dal-budak salarak yaşamsallaşır. İnsan, kendisini yöneten duruma gelir. Toplum, kendisini yöneten düzeyi kazanır. Bu yüzden toplumun demokratikleşmesi, mücadeleyle açığa çıkar. Günümüzün kul, modern köleler düzeyine indirgenmiş, kendi adına söz söyleyemeyecek duruma getirilmiş bireyleri ancak demokrasiyle kendi gerçeğiyle buluşabilirler. Sistemin, insan-toplum üzerinde yarattığı tahribatlar ancak toplumsal özgürlüğe dayalı demokrasinin gelişmesiyle giderilebilir. Bu anlamda demokrasi, bilinçli insanı açığa çıkaran eylemin adıdır. Her renkten, her dilden, her inançtan insanın birlikte yaşayabileceği, paylaşabileceği ve gerektiğinde savunabileceği sistemin adıdır. Demokrasi bilinci-kültürü gelişkin insan-toplum, kendisini korumasını, savunmasını bilir. Varlığına yönelik tehlikeler karşısında refleksleri güçlüdür, tepkileri gelişkindir. Sistemin her türlü saldırısı karşısında uyanıktır ve kendisini savunabilecek durumdadır. Hiçbir kölelik biçimini kabul etmeyecek durumdadır. Fiziki olarak ölmeyi kabul eder ama teslim olmayı, kölece yaşamayı asla kabul etmez. Varoluşuna saygılıdır ve özgürlük için yaşar, mücadele eder. Bu duruş özgür insan duruşudur. Özgür insan-toplum, toplumsal özgürlüğe dayalı demokrasinin olduğu ortamlarda yeşerir. Bu ortamlarda özgürlük bilinci-düzeyi güçlü olan insanlarla-toplumla yaratılır.
Demokrasi, örgütlü toplum demektir. Bunun sistemi yerelden genele, ihtiyaca göre büyük-küçük tüm örgütlenmeleri kapsar. Komün, meclis, kongre örgütlenmesinden, eğitim faaliyetlerinin yürütüleceği akademi çalışmalarına, ekonomik faaliyetlerinin yürütüleceği kooperatiflere kadar bütün kurum ve organlarının işlevselleşmesiyle gerçekleşebilir. Bu da, iktidarcı-devletçi uygarlık ve onun yaşam, ilişki kültürü dışında insanların eşit ve özgürce yaşayabilecekleri demokratik uygarlık sisteminin olduğunu ve bu sistemi insanın-toplumun inşa edebileceğinin farkında olmasıyla açığa çıkabilir. Halklar, devletçi uygarlığa gebe değildir. Devletçi uygarlığa karşı mücadele ederek, onun saldırıları karşısında gerektiğinde savaşarak var olabilirler ve varlıklarını koruyabilirler. Dolayısıyla demokrasi bilincine, kültürüne sahip olan insan-toplum nasıl yaşamasını, ne yapmasını bilir. Varlığına yönelik tehlikeler karşısında kendisini-toplumunu savunabilir. Toplumuna yönelik saldırılar karşısında öz savunmasını oluşturur. Birilerinin şunu veya bunu yap demesine gerek kalmaz. Toplumunu, toprağını, kültürünü korumak için her türlü örgütlenme içinde yer alarak mücadele eder, direnişe geçer. En basitinden en karmaşığına kadar bütün direniş güçlerinde yer alır. Düşmana karşı ayaklanarak serhildanlarda yerini alır. Milis gücü olur. Gerektiğinde gerilla mücadelesine katılarak halk savunma kuvvetlerinde yer alır. Öz savunma, bir meşru savunma biçimidir. Varlığını savunmanın kendisi meşru bir davranıştır. Yaşam hakkı eğer insanın en temel ve kutsal hakkıysa, meşru savunma savaşının felsefesi de insanın kutsal yaşam hakkı üzerine şekillenir. Bu amaçla oluşturulan bütün örgütlenmelerin sivil veya askeri olsun, hepsi meşrudur. Yediden yetmişe herkes öz savunma yapabilir. Herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Bir çocuğun taş atmasından yaşlı bir insanın dua etmesine kadar hepsi öz savunmadır. Yine bir gencin serhildan eylemlerinde yer almasından gerilla mücadelesine katılmasına kadar hepsi öz savunma mücadelesi olmaktadır. Öz savunma mücadelesi, sadece halka baskı ve zor uygulayan işgalci güçlere karşı değil, aynı zamanda halkın değerlerini kendi kişisel, ailesel çıkarları için kullanan, bu değerler üzerinden kendisine rant alanı oluşturan kişi ve kurumlara yönelikte yapılır. Yine halkın ahlaki-politik değerlerine ters olan fuhuş, uyuşturucu gibi sektörlere karşı mücadele yürütmek de öz savunma mücadelesi kapsamındadır.
Devletçi uygarlık ve onun kapitalist modernite çağında, halklar ancak güçlü bir öz savunma ile varlıklarını koruyabilirler. Beslenme ve üreme olmadan insan ve toplumu nasıl varlığını sürdüremezse öz savunma olmadan da varlığını sürdüremez. Öz savunma, varoluşsaldır. Bu yüzden öz savunma bilinciyle donanmak ve saldırılar karşısında kendini-toplumu savunmak, varoluşa dayalı yaşamdaki ısrarı ifade etmektedir.