HABER MERKEZİ –
16 Mart 1988 yılında Saddam Hüseyin’in emriyle, “KimyeviAli” lakaplı bir general tarafından gerçekleştirilen katliam. Bu katliamda beşbin Kürt ölmüştür. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası bu katliamın sorumluları olarak bilinen Saddam Hüseyin ve Kimyevi Ali idam edilmiştir. Bu şekilde meselenin hal olduğu ve çözüldüğünü iddia edenler vardır.
Halepçe katliamı denilince ilk akla gelen şey Ramazan Öztürk adlı bir gazetecinin objektifinden dünyaya yansıyan fotoğraflardır. En çok da kendisini çaresizce çocuğunun üzerine atmış baba ve kucağındaki başı geriye düşmüş, ağzı açık bebek. Bütün dünyanın “Sessiz Tanık” adıyla anacağı bu kare şimdi Halepçe’nin girişinde bir heykel. Kareler bununla da sınırlı değil, keşke olsa. Birbirine sarılmış ve öylece donup kalmış analarla çocuklar. Belki de kendisini koruyabileceği düşüncesiyle kuytulara saklanmış ve oracıkta yığılıp kalmış insanlar. Pikaplara binip can havliyle kaçarken, üst üste yığılıp kalmış cesetler.
Adeta o baharın bulutları rahmet değil de, gazap yağdırmış, baharda ot yerine insan biçilmiş koca Halepçe ovasında. Canlı ne varsa kavrulmuş. Tam bir ölüm sessizliğinin hakim olduğu ovaya saçılmış hayvan ölüleri. Canlılık emaresi taşıyan hiçbir şeye rastlamak mümkün değil. Sadece taşlar, evler, kapılar olduğu gibi duruyor. Kan yok. Yüzleri yanmış ve morarmış insan cesetleri var. O kadar farklı kesitlere tanıklık edilir ki Halepçe’de.
Peki, bu Mezopotamya tarihinde, Kürtlerin tarihinde ilk midir?
Ermeniler, Yahudiler ve onlarca halk bu tarz soykırımlara, katliamlara maruz kalmışlardır. Ama belki de tekil olarak ele alınan, sebeplerinin en az sorgulandığı, geçmişiyle, kendisiyle ve sonrasında yaşananlarıyla o kadar birbirinden koparılmıştır ki, Halepçe Katliamı denildi mi 16 Mart 1988’de Halepçe’de beş bin kişinin kimyasal silahlarla katledildiği, bu emri vereninde idam edildiği belirtilir ve perde kapanır…
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Kürtler sadece 16 Mart 1988 de Halepçe’de katledilmediler. Sadece GüneyKürdistan’dadeğil, Kuzey, Batı ve Doğu Kürdistan’da dabinlerce Kürt katledildi. Bunları ana hatlarıyla bir kez daha anmalıyız, hatırlamalı ve asla unutmamalıyız…
Osmanlı’nın Kürt katliamları; 1914-1918
Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’nda, “Ermeniler geliyor” söylemiyle Kürtleri iskân değişikliğine zorlamış ve bu politikanın sonucunda 700 bin Kürt yollarda; açlıktan, soğuktan ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiştir. Bunun yanında Kafkas (Sarıkamış) Cephesi’ne -ölüme – gönderilen ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan ordu, açlığa ve soğuğa teslim olmuş, bu cephede 90 bin insan kirli bir politikanın ürünü olarak canından olmuştur. “İçerde bir Kürt tehdidi, dışardan gelebilecek bir Rus tehdidinden daha tehlikelidir” diyen Enver Paşa, bununla Kürtlerden kurtulmayı amaçlamıştır. Bunun yanında Yemen’e gönderilen Kürtlerden ise hiç bir haber alınamamıştır.Kürtler I.Dünya Savaşı’nda 1,5 milyon kayıp vermişlerdir.
Türkiye’nin Kürt Katliamları 1920-1938
Anadolu’yu ve Kürdistan’ı Türkleştirme ve bu nedenle Türk olmayan halkları yok etme düşüncesinin zeminini ilk kez İttihat ve Terakki hazırlamıştır. İttihat ve Terakki’den beslenen kadrolar ise, Cumhuriyeti bu ideolojik temel üzerine kurmuşlardır. Ermeni tehcirinden sonra sıranın Kürtlere geldiği bellidir. 1920 Koçgiri Ayaklanmasında Kürtlere reva görülenler, bunu doğrulamıştır. Koçgiri Ayaklanmasını bastırmakla görevlendirilen Merkez Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın “Türkiye’de Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim” sözleri,yeni cumhuriyetin Kürtlere yönelik politikasını özetlemektedir. Nurettin Paşa komutasındaki Türk ordu birlikleri ve Topal Osman çetesi, tüm güçleriyle Koçgiri’de soykırıma girişmişlerdir.
1925’ten itibaren Kürdistan’ın her tarafında katliamlar, zulümler, soykırımlar, bitmeyen tehcir yasaları ve sıkıyönetim vardır. 1925-38 yılları arasında Kürdistan’da yaklaşık 800 bin ile 1 milyonarası insan katledilmiş ve bir milyon civarında Kürt ise isyanlar bahanesiyle ülkesinden, Türkiye’nin batı illerine sürgün edilmişlerdir.
Irak’ın Kürt katliamları 1980-1990
Güney Kürdistan’da, Kürtlere yönelik soykırım 1961 yılında başlamış 1964’e kadar devam etmiş ve 3 bin Kürt öldürülmüştür. 1971-1975 yılları arasında ise 10 bin Kürt öldürülmüştür. 1980-1982 yılları arasında da Bağdat’ta aralarında profesörler, üniversite öğretim görevlileri, yazar, şair, sanatçı, aydın ve demokratların olduğu 13 bin Feyli Kürt, Saddam rejimi tarafından kaçırılarak hapsedilmiş, kaybedilmiştir. Ardından da Halepçe katliamı gerçekleştirilmiştir.
Peki, Halepçe nasıl gelişti?
Nasıl gelindi Halepçe’ye ve neden Halepçe hedef seçildi?
Halepçe’de kullanılan silahlar kimler tarafından Saddam’a verildi?
Halepçe Katliamı sürecinde Ortadoğu
Ortadoğu bu günkü gibi çalkantılı bir süreci yaşamış, dünya politikaları ve savaşı bu alan üzerinden gelişmiştir. Filistin İsrail sorunu en sıcak dönemine girmiştir. Kürt sorunu PKK öncülüğünde yeniden canlanmıştır. NATO’nun Güney kanadını tutan TC içerisinde ciddi devrimci muhalefet vardır. Bütün bunların yanında İran yeni İslam kimliğiyle Anti-ABD’ci bir politikayla yeniden tarih sahnesine çıkmıştır. ABD, Reel sosyalizmle yürüttüğü mücadelede yeni bir cephe ile karşı karşıya kalmıştır. Bu da İran cephesi olmuştur. Bu oluşumun önüne geçmek için dönemin temel politikası, herhangi bir güçle savaş ortamına çekmek ve yıpratmak olmuştur. Böyle bir iş için darbe ile iktidara gelmiş ve Arap milliyetçiliğinin liderliğine oynayan Saddam bulunmaz kaftandır. Böylece Saddam rejimi Humeyni rejiminin üzerine sürülmüştür. Bölgede beklide tarihin en çok can ve mal kaybına sebep olan savaşlarından biri yaşanmıştır. Batı devletleri Saddam rejimini her yönden desteklemişlerdir. Zorlandığında kendisine kimyasal gaz desteği sunmuşlardır. Saddam İran rejimini ne kadar yıpratırsa bu onlar için o kadar faydalı olacaktır.
Diğer yandan İslam alemi içerisinde bu savaşla önemli bir çatlak oluşacaktır. Böylece İran devriminin diğer bölge devletlerine yayılmasının da önüne geçilmiş olunacaktır. İsrail karşısında ittifak görünen İslam devletleri arasındaki böylesine önemli bir savaş, İsrail rejimine de politik destek sağlayacaktır. Sonuçta ekonomik olarak yıpranmış bir İran ve Irak ve bunun yarattığı ağır sorunlarla uğraşan halklar gerçekliği, tam da bölgede yürütülmek istenen siyaseti ifade eder. Dikkat edilirse bu savaşın tozu dumanı içerisinde İsrail Lübnan’a müdahale etmiş, Filistin hareketi tarihinin en ağır darbesini yemiştir. Bu savaşla bölgede birçok çelişkiyi iç içe yürüterek dengeyi elinde bulundurmak isteyen güçler, genel bölge dengesinin de bozulmasına yol açmışlardır. Halepçe katliamı bu bölgesel gelişmelerin ve oyunların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu bölge gerçekliği Kürt realitesiyle birleşince durum daha da karmaşıklaşmıştır. Dört parçaya bölünmüş Kürdistan ve kendi içerisinde bölük pöçük olmuş bir Kürt realitesi… Bu, örgütlenen, politika yapan ve sürece yön veren bir Kürt gerçekliğine değil, diğer güçlerce kullanılan bir Kürt gerçekliğine denk düşmüştür. Kürtler bölge politikasının bir parçasıdır ama kendi politikalarının değil başkalarının yürüttüğü politikanın araçları haline gelmişlerdir. Kendi Kürdünü tanımayan Irak, İran’da yaşayan Kürdü sözümona tanıyor ve destekliyor, İran’da aynı şekilde Irak Kürdüyle ittifak yapıyor, destekliyor ve tanıyor. Bu durum savaş cephelerinde savaşan devletlerle birlikte Kürtlerin de bir birleriyle savaşmalarına ve düşmanlıklarına yol açmıştır. Bütün savaş boyunca İran ve Irak Kürt örgütlerinin de bir birleriyle savaşmaları ve düşmanca davranışları bu anlamda anlaşılırdır. Kendisi için politika yapamayan, bağımsız bir özgürlük çizgisi oluşturamayan ve kapsayıcı bir politik doğrultu kazanamayan örgütler başkaları tarafından kullanılmaya mahkum olmuştur. Bu durum Kürt realitesinde çok çarpıcıdır. Tarih boyunca benzer acı gerçeklerle defalarca karşılaşmalarına rağmen bundan ders çıkarmamaları da bir o kadar trajiktir. Bölgede hakimiyet mücadelesi yürüten iki devlet arasındaki savaşta, hiçbir güvence olmaksızın taraf durumuna gelmeleri ve bir birleriyle çatışmaları acı bir gerçekliktir. İran KDP’siyle Irak KDP’sinin çatışmaları ve her birinin bir diğer sömürgeci devletle ittifak yapması tamamen bu politik körlükten kaynağını almaktadır.
Diğer parçalardaki Kürtler gibi Güney Kürdistan’daki Kürtlerde soykırımlar yaşamışlardır. Güney Kürdistan Kürtleri sadece Halepçe’yi mi yaşamıştır? Öncesi vardır. Öncesindeki sürece Enfal denir. Birkaç gün önce Enfal’i İngiliz parlamentosu soykırım olarak kabul ettiğini deklere etti. Şaşırtıcı değil, çünkü hem katlettirip hem kınama politikasını en güzel İngilizler yapar.
Saddam tarafından yasak bölge olarak ilan edilen Irak Kürdistan’ında her türlü tarım da yasaklanmıştır. Hükümet uçakları düzenli uçuşlarla izinsiz tarımı denetlemiştir. Herhangi bir yerde tarım yasağı ihlal edilmişse bundan bölge güvenlik komiteleri sorumlu tutulmuştur. Kürt bölgelerinde tahıl satışı ve vilayetler arası tarımsal ticarete çok sert kısıtlamalar getirilmiştir. Bu yapılanlar bir ekonomik soykırımdır.
16 Nisan 1987 yılında sivillere karşı ilk kimyasal saldırıların başlatıldığı Balîsan Vadisinde 76 Kürt hayatını kaybetmiştir. Balîsan Vadisi’ndeki kimyasal saldırıdan beş gün sonra, piyade birlikleri ve buldozerler Irak Kürdistan’ındaki yüzlerce köy üzerinde yıkım çalışmalarına başlamıştır. 1987 harekâtları sırasında ordu en az 703 Kürt köyünü ortadan kaldırmıştır. Bunlardan 219’u Erbil bölgesinde; 122’si Kerkük’ün güneydoğusunda Germiyan’dave 320’si Süleymaniye vilayetinin değişik kısımlarındadır
Halepçe Katliamı
Sergelî–Bergelî kuşatmasından sonra YNK peşmergeleri, İran askerleriyle birlikte Halepçe kasabasına girer. Halepçe’nin peşmergeler ve İran askerlerince düşürülmesini kendisince “onur meselesi” yapan Irak devleti birkaç sefer şehri geri alma girişiminde bulunur ama başarılı olamaz. Bu başarısızlıktan sonra kimyasal silahlar devreye sokulur.
16 Mart sabahının ilerleyen saatlerinde Irak karşı saldırısı konvansiyonel hava saldırısı ve kuzeydeki Said Sadık kasabasından yapılan topçu bombardımanıyla başlar. Halepçe’deki çoğu aile devam eden İran-Irak savaşında hava saldırıları yaşamın doğal bir parçası haline geldiği için, evlerinin yakınlarında inşa ettikleri sığınaklara girerler. Şehre atılan hardal ve fosfordan oluşan kimyasal gazlar halkın çoğunu sığınaklarda yakalar. 17 Mart’a kadar süren bombardımanda 5 bin insan yaşamını yitirir, 9 bin civarında insan yaralanır. Üstelik bu rakamlar hiçbir zaman yerel kaynaklarca doğrulanmaz. Olayda ölen peşmerge ve İran askerlerinin sayısı bu rakama dahil edilmemiştir.
Halepçe katliamı YNK peşmergelerinin Irak ordusu karşısında dirençlerini kırmış, 18 Mart gecesi Irak ordu birlikleri son kalan peşmergelere de ağır darbeler vurarak, Sergelî’yi ele geçirmiştir. Ertesi günde Bergele’yi almıştır.
Halepçe’den sonra…
Halepçe gibi ürpertici ve kanlı bir sonuç ortaya çıkmasına rağmen Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak Baas rejimi Kürt enfal politikasını durdurmayarak, 1990 yılındaki I. Körfez savaşına kadar devam ettirmiştir. 1978 yılında Hasan Bekir iktidarında başlatılan Enfal hareketi 1992 yılına kadar devam eder. 1990 yılındaki I. Körfez savaşında Kuveyt’te darbe yiyen Saddam Hüseyin’inCumhuriyet Muhafızları tankları, toplarıyla gelip Kürdistan’a yönelmişlerdir. Yüz binlerce Kürdü yine dağlardan Kuzey ve Doğu Kürdistan sınırlarına sürmüşlerdir. Yüzlercesi yolda hastalık, açlık ve ilaçsızlıktan ölmüş, Kürt trajedisine yeni bir halka daha eklenmiştir.
Halkalar birbirine eklene eklene bitmedi…
1990’dan sonrahem KDP ve YNK kendi aralarında çatıştırılmış, hem de PKK’ye saldırtılmıştır. Bunun dışında 1990 sonrasında TC tarafından Kuzey Kürdistan’da yakılan, boşaltılan köyler ve katledilen siviller soykırımın ayrı adımları, halkalarıdır.
Halen KDP ve YNK Kürtlerin ortak politika belirleyip, ortak paydalarda hareket etmesinin ve birlikteliğinin temeli olabilecek Ulusal Konferans’a gelmemekte, Kuzey’de Batı’da Kürtlere yönelik politikalar karşısında kendi öz güçleri üzerinden değil birilerine dayanarak politika yapmaktadırlar. M.Barzani Kürt soykırımının yeminli uygulayıcısı AKP kongresine onur konuğu olarak gitmekte ve politikalarını desteklediğini açıklamaktadır. Batı Kürdistan’da onca gücün parmağının olduğu ve Kürtlerin kazanımlarına dönük saldırıların gerçekleştiği bir süreçte KDP Kürtlerin yanın da değildir. Farklı güçlere dayanarak politika yapmayı devam ettirmektedir.
Halepçe denince şimdi ne geliyor aklımıza?
Soykırım…
Geçmişten günümüze devam eden bir soykırım.Halepçe bir halka. Her halkası ayrı acı, ayrı bir trajedi taşıyan bir tarih. Ve başından sonuna kadar pek çok gücün ve kapitalist sistemin politikalarının sonucu bir soykırımlar tarihi…
Tüm unutturulmalara karşı, örtülmeye çalışılan gerçeklere inat gerçekleri bilmek geleceği görmemize büyük katkı sunacaktır.Hep ucuz bir politika aracı, ilk gözden çıkarılacak politik piyon olarak Kürtler egemen güçlerin politikaları sonucu bunları yaşadılar. Dolayısıyla bu katliam tarihi bu sisteme karşı mücadeleyle tersine çevrilecektir. Tersini düşünmek, farklı güçlere dayanarak kendini yaşatmaya çalışmak Kürt halkına yeni Halepçeler yaşatacaktır.
Bu tarz politikalar ve katliamların sürmesi Kürt soykırımının biricikliğinin farkına varmamakla çok yakından bağlantılıdır. Öyle bir soykırımdır ki sayıları milyonlara varan Kürt’ün katli, milyonlarcasının yerinden yurdundan edilmesi, kalanların çoğunun kendi olmaktan kaçtığı ve herkesin Kürtleri halen bir özne olarak ele almaması ve tüm bunların farkında olmadan “kayıtsız” bir şekilde yaşamak uygulanan soykırımın biricikliğinin en yakıcı örneği değil midir?
Buna ek olarak Kürtlere dair tüm bu soykırımların, saldırıların bütünlüğünü, tarihsel kökenine Kürtler kadar diğer tüm çevrelerde ilgisiz ve kayıtsızdırlar. Tüm çevreciler başka yerde yaşanan en küçük bir olay için eylem yaparken Kürdistan’da yapılan doğa katliamlarını görmezden gelmektedirler.
Sözün özü Halepçe denilince tüm bu anlattıklarım gelir aklıma. Halepçe; Baban isyanından, Şex Said isyanına, Ağrı isyanından, Dersim katliamına, Kızıldere katliamından Enfal’e, Enfal’den Berlin katliamına, Berlin Katliamından Gazi katliamına, Madımak katliamına, Roboski katliamından, Paris katliamına bir sistem gelir aklıma.
Erdal Ceylan