HABER MERKEZİ –
Adım Abdullah,
‘Allah’ın Kulu’;
ama kul olmayı tam yüreğime oturtmadım
kendime saygımı yitirmedim
tanrısal güçler ne kadar üzerime gelirlerse gelsinler,
özgür insanı savunmanın erdem olduğuna inandım
Kadere hiç inanmadım.
kader güçlerinin bana biçtiği 20. yüzyılın
çağdaş çarmıhındayım,
tek başıma ve mezar sessizliğindeyim, bekleyeceğim,
yine de kadere inanmayacağım.
Yüreğimin en son atışı kadar,
bilincimin en son kırıntısını da insanlık için kullanacağım
kendi öz erdemim ve anlamımı insanlıkta bulacak
ve yaşamı doğallığına bırakacağım.
Ortadoğu’nun çığlığı kulaklarımda yankılanıyor:
“Senin kaderin çıkışlarla örülü büyük uygarlık yürüyüşüdür.
Nil ve Fırat gibi güçlü nehirsel akıştır.
Ey lanetli ve soysuz evlat, onlar gibi olamazsan seni affetmem”
tanrıçalar yurdu haykırıyor:
“Ey erkek koca, bunamış ve yatalak! Seninle olmam.
Yanar kül olurum, ama seninle yaşam ihanetini paylaşmam”
Tanrılar yurdu haykırıyor:
“Ey cüceler, sizleri kulluğuma bile kabul etmem.
Siz lanetliler ancak cehennemde cayır cayır yakılmaya layıksınız”
Büyük ozanları ağıtlar yakıyor türküler yerine:
“Artık türkü söyleyip şiir yazmam,
saz çalmam ve destan yazmam;
çünkü sizler edebin ve sanatın
engin ruhunu ve güzelliğini yitirdiniz, ihanet ettiniz”
Hepsi birlikte yaşam ile ölüm arasında gerili bir uçurumun çığlığı oluyor:
“Sizleri affetmeyiz”
Bu topraklarda tanrı ve tanrıça hayalleri kurulurdu bir zamanlar.
Şimdiyse hiç hayal yaratmıyor
bir kuru çöl ve çorak ülke, bir ruhsuzluk yağıyor
İlham veremiyor, şiir yaratamıyor,
aşkı geliştiremiyor.
Yitik bir ülke…Kürdistan…
Yitik ülkenin halkından olmak ne acı
Kaçmak namertlik, kaçmamak çirkin bir ölüm
Bir lanet sıkar boğazını
Ömür çarmıhında kurban olursan
lanet gevşetir pençelerini
Kural yok! Kural ölerek nefes almak…
Kural yok! Yaşam kuralı hiç yok!
Lanet varsa yaşam haramdır
Yürek nedir ki lanet varsa
Yüreğin değersizdir, Duyuşu yoktur
Düşünsen ihanettir gerçeğe
Bir cüzamlı gibi her yanından cerahat akmaktadır
Herkes senden kaçmaktadır
Kirli ve çirkin bir yaşam, yaşam değildir
Tek çaren ya özgürlük ya ölümdür!
Başka yol yoktur, Başka el yoktur tutacak,
Ne bir sevgili, ne bir dost
Ne bir söz ne bir gülüş
Helalinden bir nefes dahi yoktur özgürlük yoksa
Tek şey vardır, Ölüm!
Yaşamak istiyordum,
Anam beni boğmak istiyordu
Ölmeyeyim diye boğmak istiyordu beni
Anamı dinleseydim bu trajediler olmazdı, kimbilir
Anam, O tanrıça gölgesi,
o yarım kalmış,
O İnanna’nın son çığlığı,
Ama çözümsüz,
Anam, İlk öğretmenim
Yaşam öğretmenim
Onuru öğreten anam…
Anam çok beddua etti kimbilir
yılların sinesine yerleşen trajediler miydi onun bedduası
O beddua etti, ben terk ettim
Zalimce bir ayrılıştı ama gerçekti
Büyük yalnızlık zamanlarında hatırlarım sözlerini
“Arkadaşlarına çok güveniyorsun, ama çok yalnız kalacaksın”
Doğruydu, Yalnız kaldım
Ama arkadaşlarımla toplumsallığı ben kuracaktım.
Anam isyan ediyordu.
Can çekişen tanrıçalığına
Kendine, Bana, Yıkılan özgür toplumsallığa
Her şeye isyan ediyordu
Şöyle dedi bir defa
“Dizimin dibinde tutmak için çok çaba harcadım, ama başaramadım”
“Bu kafa ve kişilikle zor kadın bulursun.”
Bir defasında da böyle dedi..
Akıllıydı anam
Körleştiren tarihti bizi birbirimize yabancılaştıran
“Sürekli dua edin, herkese hayır (bağış) yapın”
Böyle dedi en son.
Ardından dönüp baktım bir kez daha
tanrıça kültürünün sesi solup gidiyordu
anam soylu bir sesti
tanrıçanın soluğunu bana taşıyan soylu bir ses
bu sesi duydukça yüreğimin derinliklerinde isyanımın sesini yükselttim
anayı tüketen erkek egemen sistemin zalimliğine
bizi bize yabancılaştıran iki yüzlülüğüne
yoktu toplumu anamın
ondandır, veremezdi bana da,
Çoktan dağıtılmıştı.
Kendi bulamadığı yaşam tutamağını bana vermek isteyen bir anaydı o.”