HABER MERKEZİ –
“Nasıl kayada gül olup bitecektik
Nasıl kurumuş tahtaları yeşertecektik
Nasıl yaşayacaktık
Nasıl yaşadım.
Duyguların savaşımıydı benim yaşamım,
Karasevdalı, büyük bir savaş
Özgürlük savaşımı gerekiyordu
duygu yoldaşlığı yapması gerekenler
anlayışlı olması gerekenler vardı,
Benim de bir yüreğim vardı,
Benim de bir canım vardı,
benim de insan olarak güdülerim vardı.
Ama Kişi olarak da kolay sevmem
ve sevme hakkını görmem.
Değil sevmek, yanından geçmeye bile hakkım yoktur
Yitik ülkemin halkına aşık olmadım,
Saldırdım hep
bu da bir aşktır,
çirkinlikleriyle savaşma anlamında,
bir özgürlük aşkı.
Açtık kapıyı, genç kızlar sökün ediyor
müthiş kadın güzelliği yaratılıyor
Bu benim intikamımdır,
Bacımın, Elif’in, tüm kızların,
çocuk gelinlerin intikamıdır
bu benim vicdanımdır
duygularımın şahlanışıdır
yedi yaşımdaki özlemlerime işte şimdi kavuşmamdır
siz de kavuşun özlemlerinize
özgürlüğe adım atın
Yoldaşlığınızı geliştirin. Dostluğunuzu geliştirin.
Ve bu bizim halkımızdır. Bunsuz yaşam yürümez.
Bir insan ne kadar darda olursa olsun,
yaşamı geliştirebiliyor.
En amansız savaş yıllarını,
en heyecanlı bir romana dönüştürdük.
Faşizmin sesi yükseliyordu:
“Seni insanlık soyunun içinden bir daha dirilmemecesine
ve bu son nefesini de keserek bitireceğim”
Nasıl unuturuz bu sesi?
zalim bir karardı.
Adımızı bile kabul etmeyecek kadar ölümcül bir karar
bizi yok etmek istiyor faşizm.
nasıl dayanmayayım
nasıl direnmeyeyim?
Sıfırdan başladık
İnançla, emekle, bilinçle yoğurduk
inancı nakışladık zamanın ruhuna
Ben anlık biriyim.
Çok süreçli yaşarım, hem de anı anına.
Benim için anı yaşamak önemlidir.
Sizin bugününüz olan yarınları böyle yarattık
Şehitler kendilerini ülke yaptı öyle yarattı,
Şehitlik gerçeği, yaşam gerçeğimizdir.
Anlamak iyidir.
Anlamak, yaşamak için başlangıçtır.
Ayıp olan, sanki hiçbir şey yokmuş gibi,
kendini sorumsuz, çözümsüz bırakmaktır.
Doğru olan, bütün ayıplardan kurtulmak,
gerçeğini çözmek, anlamak kadar,
onun dönüşümüne, hem de büyük bir tutkuyla,
güç yetirmektir.
Bu, bizde yaşamın kördüğümünden çözüme geçmektir.
Yaşamdan vazgeçmeyin.
Büyük bir tutkuyla yaşama sarılın!
evrenin amacı Özgürlüktür
Evren özgürlük peşindedir
Işık özgür bir akışkanlığa sahiptir
Kafesteki hayvanın büyük çırpınışıdır özgürlük
Bülbülün şakıması
en değme senfoniyi geride bırakıyorsa,
Adına özgürlük demez miyiz?
Tüm sesler, Renkler
Akış halinde olan her şey özgürlük değil midir
İlk ve son köle olan kadının çırpınışları
özgürlük arayışı değil midir
Evrensel varoluş bilmektir
İnsanda dile gelir
İnsan çoğalır, çeşitlenir,
İnsan güler, ağlar,
İnsan konuşur, farkına varır,
İnsan yaşar…
Farkına varmazsa insan,Yaşam değerini yitirir
Eriyip gider takvim yaprakları gibi
Ölüm bile anlamını yitirir
Ne ki ölüm
Yaşam yoksa yoktur ölüm
bir zamanlar bir Sisifos varmış
tanrıların lanetine uğramış
öyle bir ceza ki
çekmekle bitmeyecek denli uzun
sınırsız ve sonsuz
“bir taşı omuzlayacaksın
tepeye kadar taşıyacaksın
tam tepeye varacakken
düşürüvereceksin omzunun üzerinden
her seferinde tam tepeye varacakken
her seferinde düşüreceksin
bir adım kala başa döneceksin
nokta koyamayacaksın
noktasız, sonsuz bir kısır döngüye mahkum olacaksın
senin lanetin budur işte”
sonsuz yaşamla cezalandırılmak,
ölümden mahrum olmak varsa
nedir ki yaşamın değeri
yaşamın anlamı sonsuz yaşanmasında değil
yaşandığı anda anlam yaratmasındadır
Zaman oluşturuyor bizleri,
gerçek tanrı zamandır
Oluşumun hızı zamandır
Zaman öldürücü değil oldurucudur
Ölümsüz yaşam yoktur
yaşam kadar ölüm de tanımlanamaz
ölüm yaşamın bir imkânı, bir gerçekleşme tarzıdır.
Anlaşılmazsa bir korkudan ibaret kalır
Hakikat, yaşam ve ölümdedir
Yaşam yaşanırken anlaşılmaz.
Anlam yaşamla çelişir
âşık maşûkla iken, anlamın bittiği yerdedir.
Mutlak anlayabilmek mutlak yalnızlıkla mümkündür,
maşûksuz olmaktır anlamın sırrı
Ya yardan ya serden olmaktır yaşam
Mezopotamya’da varlık kazanmışız
Fırat gibi akıp gelmişiz
Kendi akışımın peşindeyim ben
Akmak kadar akışı anlamak peşindeyim
Firavunlar ve Nemrutların yanlarından kaçan,
geriye dönüp direnen Musa’lar, İsa’lar ve Muhammedîlere yaklaşmak,
mesajlarının özünü anlamak,
almak ve vermek az önemli ve heyecanlı serüvenler olmasa gerek.
Halen aynı merkezî uygarlığın büyük takibi altındayım
ve tutuklusuyum.
Hem kaçıyor hem direniyorum.
Yurdun yok sayılmışsa, toplum hangi toprakta yeşerir
Kültür hangi ırmakla sulanır özgür bir akış yoksa
Kim yüzebilir boşlukta,
kuş olup uçabilirsin Ancak,
Uçmak kalmıştı bizlere de
Kanatlanmak
Uçurum kenarlarında seyrediyordu hayatımız
Bizim payımıza kanatlanıp uçmak düştü
yüreğini kirletmemiş,
yüreğini özgürlük rüzgarlarıyla yıkamış bir özgürlük mazlum’u şöyle demişti o zamandan
“Arkadaşın yol yürüyüşü kartal uçuşuna benziyor. Hem de sürekli yükseklerde seyrederek uçuyor”.
hem kartal yavrusu olduk, hem de uçmaya yeltendik,
Onun sözüyle süzüldük özgürlük semalarında
Çocukluktan beri Kürtçe kılamları dinlemiştim.
Hakikat, seslerin tınısına yerleşip geliyordu
Karanlıkları inceden inceye deliyor
ve yüreklerimizin yolunu buluyordu klamlar
Meryemxan, Cizrewi Kardeşlerin sesini duyuyordum önceleri
Sonra soğuk başkent zamanlarında huzurlu bir ses duydum
Yankısı içime vurdu
Umutsuz bir aşkı anlatıyordu o ses
Beni anlatıyordu
Medeniyetin dişleri arasındayken
yine alıp götürdü beni bir ses
yine bir aşk destanı
Bavê Salih, Derwêşê Evdê’yi söylüyordu
Farkında mıydı o aşkın,
O can çekişen kürt devletçiliğinin
Ben farkındaydım
Bende can çekişiyordu bir yüzyılın zihniyeti
Yitiriyordum o yüzyıl zihniyetiyle inşa ettiğim binayı
Adüle ağıt yakıyordu
Kalk diyordu derweş’e
Edulê umutsuz direnişi anlatıyordu
Edulê’nin dudaklarında, binlerce yıllık bir kültür son nefesini veriyor gibiydi
Derweş Sincar Dağlarından
Musul Ovasına sürüyordu atını
Müslüman Araplar aman vermiyordu
Derwêşê Evdê bu geleneğin son temsilcisiydi.
Derwêş attan düştü ve yaralandı,
bir tarih ve toplumsallık düştü ve yaralandı.
Yaralı Derwêş yavaş yavaş ölüyordu
Derweş’in direnişi Edulê’nin dilinde çığlığa durdu
on bin yıllık bir tarih
ve en eski halk geleneği kendine ağıt yakıyor gibiydi
Aşkın mümkün olduğunu söylüyordu
Oysa derweş can çekiyordu
Êzidi gençlerin direnişi
bir aşkın gölgesinde can çekişiyordu
Zihnimde bir aşk, can çekişiyordu
Çember giderek daralıyordu
Medeniyet giderek dişlerini sıkıyordu
Çemberin içinden çemberi kırdım
Medeniyetin dişlerini parçaladım
Ve üçüncü kez kendimi doğurttum
Anlamın ve hissin yarattığı özgür insandım ben
Bunu duyumsadığımda Derweşe seslendim
Sincar Dağları’nda
Derwêşê Evdê’nin yanında olsaydım!
Beyaz atların sırtında Musul Ovası’na dalsaydım.
Derwêş vurulduğunda sırtlayıp
Kürdistan dağlarına götürseydim.
O’na, “Bak, binlerce Edulê ve On İkiler var” deseydim.
Tanrıçaların taht kurduğu bu dağlarda rahat uyu, deseydim.
Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin artık gam yeme,
Kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşam ebedi gerçekliktir deseydim.
Tanrısal bir yalnızlık ve mahkumiyet içindeyim
Toplumun, halkın kendisi olmaktan çıkarılmışsa
Anlamı zayıf kılınmışsa
Doğuştun bir yalnızlığın mahkumu olursun
Yalnızlıktan ve Kendin olmaktan çıkarsan
toplumunla bütünleşirsin
ya müthiş yalnızlık ya da başka gerçekliğe teslim olmak…
işte kürt kapanı bu…
ölümlerden ölüm beğen….
Oysa dağlara tutkundum
Çıksaydım arkadaşlarımı düşünmeden
parçalardım bu kapanı
Yapamadım
Buz gibi kâr hesaplarının ortasında kalakaldım
Hiçbir güç yoktu beni yürütecek
Kapılacak bir rüzgarım bile yoktu
Olsa da artık ilgimi çekmiyordu
Yoldaşlarım kendini cayır cayır yakıyordu
Yiğit kızlar, Delikanlılar……
Her şeylerini adamaya hazırdılar
Kim inkar edebilir o tenden, kandan duvar olanları
Kim inkar edebilir güneşin yoldaşı olmak isteyenleri
Yanıyordu kızlar, delikanlılar
Her yangın yalnızlığı şiddetlendiriyordu
Sonra, Tüm kıtaların efendi güçleri bir oldular
Promete nasıl Kafkas kayalıklarına bağlanmışsa
Nasıl ciğeri her gün kartallara yediriliyorsa
Öyle bağlandım İmralı kayalıklarına
Efsane şahsımda gerçeğe döndü
Sermayenin yüzyıl tuzakları vardı
ve zalim tanrıları acımasızlığını kanıtlıyordu
ben bu yüzyılın çocuğuydum ve onu çözmem gerekirdi
dışarıda bin yıl yaşasam da anlayamayacaktım
efsane denilen gerçekti
günlük gerçek denilen kör bir çıkmazdı
ilk insan yürüyüşü nasıl başlamıştı
ilk anlam damlası nasıl oluşmuştu
bir kelimenin mucizevi türeyişini duyumsadım,
ekini ilk ekmenin büyük coşkusu bayram demekti
hayvan dostluğu güven veriyordu
insanlar birleşince tanrılar doğuyordu
ana tanrıça erdemi böyle doğmuştu
birleşerek ve birleştirerek
dokumayı, kerpiç evleri, el değirmenlerini anımsıyordum
köy devrimini anladıkça
komplonun kahrından biraz sıyrılıyordum
anlamak istiyordum
doğduğum topraklar üzerindeki bu dönüp dolaşmayı çözmek
yüreğimin derinliklerini hücre hücre bilmek istiyordum
Bir atın ahırdan kaçması gibi dağa fırlamıştım,
anam beni tutup üç kez tövbe ettirmişti
şimdi anlıyordum değerini
kendimi ve toprakları çözümlüyordum
meğer kendim bile kendimden kaçmışım
geriye birkaç anlam damlası kalmış sadece
o anlam damlasına tutunup yeniden kendime dönecektim”