HABER MERKEZİ
Kürtler gibi sürekli baskılanmış, itilenmiş, ezilmiş, sömürge altına alınarak gelecekleri karartılmış halklar, toplumlar, inanç gurupları her zaman beklentili olurlar. Beklentili kılındıkları için de her zaman kandırılırlar. Her zaman bir şekilde başkalarının dediklerine inandıkları için yarı yolda bırakılırlar.
Dile getirdiklerimiz elbette en çok Kürtler için geçerlidir. Ancak bilinsin ki yukarıda dile getirilenlerin tümü özü itibari ile uzun yıllar baskı altına alınmış tüm yapılar için geçerlidir. Sömürü çarkına alınmış insan ve toplumların bir psikolojileri vardır. Buna zamanında Frantz Fanon, Sömürge altına alınanlar psikolojisi demişti.
Nedir bu sömürge altına alınmışların psikolojisi dedikleri gerçeklik?
Sürekli ezildiği, horlandığı, küçük görüldüğü ve düşürüldüğü, vurulduğu, işkencelere maruz kaldığı gibi aralıklı zamanlarla katledildiği için kendisine karşı güvensizleşir. Topluma karşı güvensizleşir. Böyle bir sömürge insanı kendi içine kapanarak dış dünyaya güvensiz olduğu kadar kendisine ve toplumuna karşı da aynı duyguları yaşar. Özcesi sömürgeciler sömürge insanını toplumsallıktan çıkartarak korkak ve ürkek bir fert haline getirirler. Bunun içindir ki sömürge insanını birliğe getirme, örgütleme son derece zor bir iştir. Hem baskılanmış ve ezilmiş hem de birleşerek bu baskılanmaya ve ezilmeye karşı kendini örgütlememeyi eğer doğru şekilde bu ruhsal durum görülmese, anlaşılmazsa çözülemez. Bir bu yanıdır.
İkinci yanı ise böyle sürekli ezilenin esasta ezene karşı gizliden gizliye bestelediği bir hayranlık oluşur. Katiline aşık olma dedikleri vakadır söz konusu olan. Daha doğrusu ezilen, gücü olana karşı alttan alta küçük kompleksini yaşadığı içindir ki hem ondan ürker hem de onu yani kendisini ezeni kendi içerisinde bir şekilde yaşar. Zamanla çoğu zaman görüleceği gibi ezene bile benzeyebilir.
Ezene karşı hayranlık kendisine karşı güvensizlikten ileri gelir. Nitekim kendine güvenmediği içindir ki ona elini uzatana dünden elini uzatmaya hazırdır. Öyle ki en çokta onu ezene elini uzatmaya açıktır. Ezen onu onlarca kez kandırmış olsa da yaşanan ruhsal yani psikolojik gerçeklik böyledir.
Belirtildiği gibi bu sadece Kürtlere ait olan bir gerçeklik değildir. Kürtler gibi ezilmiş ve horlanmış tüm yapılar için geçerlidir. Tüm sömürge altına alınmış halklar ve inançlar için de bu durum geçerlidir.
Böyle olmasa, onlarca kez kandırılmış olmayı insan nasıl anlamlandıracaktır?
Örneğin Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Süryan-Keldanlar derken Afrika’da yaşayan onlarca halk, Asya’da yaşayan onca halkın, yine birçok farklı ezilmiş toplumun sürekli kandırılmasını insanın anlaması mümkün müdür?
Kürtler en çok Osmanlı ve en son da TC devleti tarafından kandırılmış, ezilmiş ve soykırıma uğratılmışlardır. Gerçeklik böyle olmasına rağmen Osmanlının tüm oyunlarına Kürtler ve onları yönetenler gelmemişler midir? TC devleti onca soykırım uygulamalarına rağmen Kürtlerin her zaman büyük bir saygı ile anacakları Şex Seid, Seyid Rıza’ların nasıl kandırıldıkları ve nasıl TC devletine güvenerek görüşmeye gittiklerini kendi vasiyetlerinde dile getirirler. Seyid Rıza’nın; ”Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim” dediği gerçeklik bu değil midir? Benzer bir şekilde Qazi Muhammed aynı şeyleri İran devletinin Şah’ı için söylememiş midir? Yine Molla Mustafa ABD ve İran için aynı hususları dile getirmemiş miydi? Ya Kerkük olayında benzer hususları Mesut Barzani de dile getirmemiş miydi? Benzer bir şekilde kuzeydeki Kürtler son yıllarda AKP’nin söylediklerine inanmadılar mı? Daha doğrusu kandırılmadılar mı?
Özcesi, Kürtler başta olmak üzere bizim gibi toplumlar her zaman kandırılmışlardır. Sömürgeciler, işgalciler ya da muktedirler az biraz sözlerini yumuşattıklarında, az biraz güzel sözler sarf ettiklerinde, az biraz kardeşlikten söz ettiklerinde Kürtler onca kıyımı, katliamı bir anda unutabilir ve TC’nin kardeşliği geliştirebileceğine inanabilirler.
Ancak tarihi ile sabittir ki, TC devleti başta olmak üzere Kürdistan’ı sömürge altına alan devletler hep bir yolunu bulup Kürtleri kandırmış, idare etmiş ve idare edemediklerinde ise katliamlara başvurmaktan kaçınmamışlardır. Bu gerçekler bilinmesine rağmen, sürekli devletten beklentili olmak esasta dile getirdiğimiz ruhsal dünya ile bağlantılıdır.
Halbuki her şeyden önce dikkate alınması gerekli olan gerçeklik: ”Osmanlı devleti eşekte olsa binme” desturu olmalıdır. TC devleti kendisini eşek yapıp bizim binmemizi istese de, duyarlılığı ve dikkati elden kaçırmadan çok temkinli bir şekilde bu durumu değerlendirerek yaklaşım esas olmalıdır.
Uzatmadan, artık devletten beklentili olmayı terk etmeliyiz. Hele hele faşist bir yapının hüküm sürdüğü bir ortamda legal siyasetle sonuç alınacağını düşünmek, legal siyasetle Kürtleri özgürleştireceğini düşünmek ve hayal etmek sadece ve sadece bir düştür. Ancak bilelim ki kandırılmaya götürecek olan bir düş. Nitekim ne kadar düşlerimizin gerçekçi olmadığını günlük olarak yaşamıyoruz mu?
En son sömürgeci devlet Kürdistan’da Kürt halkının kazandığı üç büyük şehir belediyesine el koydu. Üstelik, seçilmiş olmak her şey değildir diyerek bunu yaptılar ve yapıyorlar. Yarında başka yerde yapacakları gibi.
Böyle bir yapıya karşı beklentili olunur mu? Böyle bir yapıya karşı umut beslene bilinir mi? Böyle bir yapıya karşı yerinde durula bilinir mi? Ya da böyle bir yapıya karşı evinde durmak olur mu?
Az biraz 31 Mart seçimleriyle faşizm geriletildiğinde, az biraz faşizm 23 Haziran İstanbul seçimlerinde bir tokat indirildiğinde, faşizmin insafa gelerek yeniden Kürtlerin sorunlarını çözmek için yaklaşım göstertebileceklerine inanıldığı içindir ki, huskut yani sessiz olunmuş ve günlük olarak Çözüm Sürecinden bahsedilmiştir.
İşte Çözüm Süreci sözlerinin yeniden yeniden dile getirilmiş olması, dile getirilen ezilmişlerin psikolojik gerçekliği tam da bu gerçekliğin kendisidir. Legal alan günlük olarak yatıp kalkmış Çözüm Süreci dememiş midir? Legal siyasetin sonuç alabileceğini, mecliste sorunların çözülebileceğini inanmak bu bağlamda AKP ve Erdoğan’dan umutlu ve beklentili olmak bu gerçeklik olmuyor mu? Ezilmişlerin güçlülerden, ezenlerden beklentili olma ruh hali değil midir?
Burada dile getirilmek istenen demokratik siyasete olan inançsızlık değildir. Demokratik siyasetin de yapacağı çok şey vardır. Ancak biliinsin ki içinde geçilen süreçte faşizm Kürtleri ezmeyi, bitirmeyi hedef olarak önüne koymuş iken demokratik siyasetin sorunu çözeceğini ya da faşizmi gerileteceğinin inancı eleştirilmektedir.
Amed, Wan ve Mardin belediyelerine el konulması hukukla alakası yoktur. AKP’yi yürüten Bahçeli’nin AKP’yi de MHP’leştirerek Kürt düşmanlığını her cepheye yaymasıdır. Kürt düşmanlığı sadece Güneye saldırıyla sınırlı değildir, Rojava’ya saldırı, gerillaya saldırı, legale saldırı derken nerede bir Kürt kazanımı varsa oraya büyük bir dirayetle saldırı söz konusudur.
Durum bu iken AKP’den, Erdoğan’dan beklentili olmak, Kürt Sorununu çözeceklerine inanmak sadece ve sadece dile getirilen ezilmişliğin ve ezilmişlerin kendi kendini kandırma psikolojisinden öteye bir şey değildir.
O zaman yapılması gerekli olan ilk ve tek şey, ezilenlerin ruhsal dünyasını terk ederek ezilmeyi ve horlanmayı kabul etmeyerek, bu baskıya ve zulme karşı başkaldırarak, aldanmaya ve aldatılmaya da son vererek, ÇÖZÜM MÖZÜM değil TEK YOL DİRENİŞ deyip hem meydanlarda sesimizi haykırmalı hem de bir yolunu bulup dağlara çıkarak, sömürgecilerden hesap sora sora çözüm yolunu açmak en doğru yaklaşım değil midir?
HAYRİ ENGİN