AMED – Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen tecrit sürüyor. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve bunun Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya yansımaları, tecride karşı yürütülecek mücadele ve Kürt ulusal birliğinin bu noktadaki önemine dair Nûçe Ciwan Ajansının sorularını yanıtladı.
*2020 yılına tecrit ortamında girildi. AKP faşist iktidarının tecrit politikalarındaki amacı nedir? Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit, 5 Nisan 2015’ten bu yana devam ediyor. Bu tarihten bu yana sistemin nasıl sürdürüldüğü, iktidarın faşizmi her gün nasıl kurumsallaştırmaya çalıştığı ortada. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ağırlaştırıldıkça, Türkiye’de savaş hukuku ve çetevari bir yönetim söz konusu. Tamda bu noktada tecritle Türkiye savaş hukukunu resmi bir şekilde önüne koymuş oldu.
Çünkü Sayın Abdullah Öcalan 2013’te büyük emeklerle, adeta iğneyle kuyu kazarcasına bir süreç başlattı. Türkiye’de yüz yıllık bir politika var. Bu imha, inkar ve sürekli sorunu katmerleştirerek, güvenlikçi politikalara sığdırarak, bunun üzerinden sorunu çözmeyerek, aslında iktidarını, faşizmi ve diktatörlüğü kurumlaştırmaya çalışan bir yapı var. Bu Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin ağırlaştırılmasıyla birebir bağlantılı. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan’ın hem Ortadoğu’da hem Türkiye’de, Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözülmemesi durumunda ciddi uyarıları var.
Sayın Abdullah Öcalan paradigması ve felsefesiyle halklara bir model sunan konumda. Bu, halkların kendi kendini yönetebileceği, demokratik toplumlar sisteminin inşa edilebileceği bir paradigma. Bu; bugün Rojava şahsında bütün dünyaya umut oldu. Bir taraftan içinde yaşadığımız devletlerin baskısı, yok sayması ve asimilasyon politikaları, bir taraftan hegemonik devletlerin sömürgede ısrar eden, Ortadoğu’daki pay kapma girişimleri her zaman var. Dolayısıyla Kürtler öncülüğünde ve Sayın Abdullah Öcalan’ın paradigması çerçevesinde, kendi kendini yönetme modeli açığa çıktı Rojava’da. Bu model hem dünyaya hem de Ortadoğu’ya umut olmuş bir durumda. Bu modelde kadınlar, gençler, halklar, toplumun bütün inanç ve etnik kimlikleri var. Herkesin kendi rengiyle, tarihi ve diliyle var etmesi söz konusu. Ama diğer taraftan sonuna kadar diktatöryal, sonuna kadar faşizm ve baskıcı bir durum söz konusu.
Ortadoğu’da Arap baharıyla başlayan ama bir türlü hem yönetim düzeyinde hem de model düzeyinde bir perspektif açığa çıkmadığı için bastırılan halklar var. Ama sürekli isyanlarda var. Halklar bu modeli arıyor. Rojava’da ete kemiğe büründü, bir yapıya ve statüye dönüştü.
*Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorunun çözümündeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
2013-2015 yılları arasında bir diyalog süreci yaşandı. Bu sürecin yarattığı toplumsal barış ve Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle, konuşarak, şeffaf, karşılıklı maddeler ortaya konularak çözülebileceğinin havası oluştu. O süreçte Türkiye’de toplumsal barışın bütün kesimlerin sözü ve talepleri alınarak açığa çıkan bir durum söz konusuydu. Müzakere sürecine evrilmemesine rağmen, sadece diyalog süreciyle kalmasına rağmen gelinen Dolmabahçe Mutabakatı süreci var. Dolmabahçe Mutabakatı’na baktığımızda, sadece Kürt halkı yok. Türkiye halklarının tamamı var, kadınlar, gençler, ekoloji, ekonomi var. Aslında toplumu ilgilendiren bütün konular var.
*Bu süreç AKP-MHP faşist iktidarının savaş politikalarını yeniden devreye koymasıyla, 5 Nisan 2015’te Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerinde tecrit yeniden ağırlaştırıldı…
Aslında o süreçte Türkiye’de tekçi bir zihniyetin, sadece bir iktidarın ülkeyi yönetmemesi gerektiğinin sonucu açığa çıktı. Ancak 7 Haziran’dan hemen sonra 8 Haziran’da savaş kararı verildi. 5 Nisan’da yeniden devreye konulan mutlak tecritte başlamıştı. Arkasından 5 Haziran’da HDP mitinginde patlama, Suruç’taki patlama, 24 Haziran’da Kandil’in bombalanması, Antep patlaması ve Ankara patlamasını değerlendirdiğimizde, iktidar MHP ve Ergenekon’la ortaklaşarak, aslında demokrasinin, toplumsal barışın ve halkların kazandığını gördükleri için savaşı önlerine koydular. Bunu da Sayın Abdullah Öcalan’ın görüş ve önerilerini, Ortadoğu ve Türkiye için umut olan barış çabası bastırıldı. İktidar, 5 Nisan’la birlikte savaş hukukunu önüne koydu.
Türkiye’nin yüz yıllık politikası, imha, inkar, yok sayma ve asimilasyon politikasıdır. Halkları, dilleri, kültürleri tanımama politikasıdır. Bunun üzerinden demokratik zeminlerde bu iktidara, faşizme ve oluşturulmak istenen tekçi zihniyetin zemini ortadan kalktığı için savaş ve tecrit politikası önüne konuldu.
*Tecridin kırılması için nasıl bir mücadele yürütülmeli?
Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, sadece O’nun şahsına değildir. Sayın Abdullah Öcalan şahsında bütün toplum tecrit altında. Bugün Türkiye açık cezaevi durumunda. Neredeyse AKP’ye ve Saray’a karşı tek söz söyleyen binlerce kişi cezaevinde. Demokrasi, barış ve toplumsal huzur için söz söyleyen herkes, bugün bir şekilde ötekileştirilmiş ve düşmanlaştırılmış durumda. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kırmak, toplum üzerindeki tecridi kırmakla ilgili bir durum. Türkiye’nin geleceğine ilişkin bu kadar kaygı söz konusuyken, tecridin sadece Sayın Abdullah Öcalan üzerinde olduğunu ve İmralı ile sınırlı kaldığını söyleyemeyiz. İnsanlığa umut olan görüş ve öneriler, model, demokratik siyaset, toplumsallaşan siyasettir. Bunu önceleyen halklar, toplumun bütün kesimleridir ama bunu bastırmak için oluşturulmak istenen bir sistem var. Bu sistem karşısında toplum bir cendere altında.
Eskiden sadece Kürtler “terörist” idi, bugün bütün toplum “terörist”. Saray’a karşı tek söz söyleyen herkes, bir tweet paylaşan herkes “terörist” ilan ediliyor. ‘Ekonomi kötüye gidiyor’ diyen, “terörist” ilan ediliyor. ‘Bu savaşın ortağı olmayacağız’ diyen, ‘Savaş bir halk sağlığı sorunudur’ diyenler de, ‘Bu savaş kimlerin savaşı’ diye sorgulayanlar da aynı şekilde.
Türkiye’nin iki yıl önceki durumu ile bugün arasında dağlar kadar fark var. Gittikçe krizleşen ve kaotik hale gelen bir yaşam hali var. Bunun sebebi; Türkiye’de oluşturmak istenen sistem. Bu; diktatöryel ve tekçi sistemdir. Buna karşı umut var, halkların kendi kendini yönetme iradesi var. Bu iradenin açığa çıktığı yer İmralı Adası’dır. Dolayısıyla tecrit sadece İmralı’da değil. Tecride karşı mücadele birlikte olmalıdır. Çünkü toplum ve yaşam tecrit altındadır.
8 Kasım 2018’de DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in başlatmış olduğu bir açlık grevi oldu. Bu grev kısa sürede binlere ulaştı. 200 günlük bir açlık grevi süreci yaşandı. Bu süreçte tecridin hangi boyutlarda yaşandığını gördük. Cezaevlerinde binlerce tutsak açlık grevinde iken, ölümler olmasın diye bunun toplumsal ayağını oluşturan herkes yalnızlaştırıldı, tutuklandı. Buna rağmen geri adım atılmadı ve sonuca varıldı. Bunun sonucunda Sayın Abdullah Öcalan ile 5 defa avukat görüşmesi yapıldı.
*Ancak görüşmeler yine engellenmeye başlandı. Adalet Bakanı’nın engellerin kalktığı yönünde açıklaması vardı…
Açlık grevleri sonucunda tecrit kırıldı ve görüşmeler sağlandı. Adalet Bakanı’nın kendisi hukuki sorunların kaldırıldığını söyledi. Avukatlar görüşebilir denildi. Ancak o günden bugüne görüşmeler kesildi. Dolayısıyla savaşta ısrar var. Tecrit devam ediyorsa, savaşta ısrarın, tekçi zihniyette ısrarın, faşizmde ısrarın sonucudur. Bu halkların yararına değil. Türkiye’nin geleceğinin daha huzuru ve refahı için yararına değildir. Bu, tekçi zihniyet ve sarayın yararınadır. O kadar büyük bir cendere var ki, devletin bütün gücünü eline alan bir yapı var. Kafasını çıkaran “terörist” ilan edilerek, cezalandırılıyor. Bir taraftan açlıkla, bir taraftan cezaeviyle, bir taraftan ölüm ve yıkımla tehdit ediyor.
Ama buna karşı birlikte mücadele etmek ve içinde bulunduğumuz toplumun her noktasının tecrit altında olduğunu gören bir yerden, buna karşı birlikte mücadele etmek gerekiyor. Bu, bütün farklı kesimlerin durumdan rahatsız olduklarını biliyoruz. Ekonomik, toplumsal, sosyal ve siyasal açıdan bir çok sıkıntı var. Bunların hepsinin toplumun lehine dönebilecek bir yapıya dönüşmesinin tek yolu bir araya gelmektir. Farklı düşünebiliriz, farklı siyasi düşüncelerimiz olabilir ama bugün Türkiye’nin daha demokratik, eşit ve adaletli, yargının birilerinin güdümünde olmadığı, hukukun üstünlüğünün olduğu bir Türkiye arzuluyorsak, birlikte belli zeminlerde buluşmak gerekiyor. Bu demokratik siyaset zeminidir.
Türkiye yüz yıl öncesinin Türkiye’si. Yönetimler değişiyor ama faşizmin rengi değişmiyor. Türkiye renkler bahçesidir. Türkiye’nin geleceğinin adil, eşit, özgür yurttaş bir yönetim şekli düşünüyorsak, öncelikle diktatöryal sisteme karşı durmaktan geçiyor. Bu tecridi kırmakla mümkün. Yan yana durarak, birlikte mücadele ile sağlanabilir.
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde aslında bir şekilde bu kırıldı. Asla yenilemez denilen sistem, aslında HDP’nin Kürt siyasetinin belirlediği stratejinğin, faşizmin birlikte durulursa, yan yana durulursa kırılacağını gösterdi. Buradan hareketle tecridin kırılmasının tek yolu birlikte mücadeledir.
*Tecridin kırılmasında Kürt ulusal birliğin önemi nedir?
Kürtler yüz yıldır yok sayılıyor. Bunun en büyük sebebi birlikte mücadele verilmemesinden dolayıdır. Dört parçaya bölünmüş olan Kürtlerin, her parçada büyük mücadele sonucu elde ettiği kazanımlar var. Bugün bu kazanımlara AKP ve MHP eliyle, uluslararası güçlerin desteğiyle bir saldırı var. Rojava’ya 9 Ekim’de saldırı gerçekleşti. Aynı zamanda Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun yıl dönümü. Burada oluşan Kürtlerin büyük bedellerle oluşturduğu kazanımlara karşı uluslararası bir müdahale söz konusu.
Kürtlerin kazanımlarını yok etme girişimidir. Kürtler artık bunun farkında. Artık yüz yıl önceki Kürtler değiller. Büyük bedellerle bu noktaya geldiler. Bugün tarihsel bir rolümüzün olduğunu ve bunun ulusal ittifak olduğunun bilincindeyiz. Kürt halkı, bugün dört parçada siyasi yöneticilerin önüne böyle bir görev koymaktadır. Bu görev ulusal birliğin sağlanmasıdır. Kürtler bugün Ortadoğu’da statüsü için, dili, kültürü, tarihi için birlikte mücadele ettiklerini dünyaya gösterirlerse, bu kadar kolay işgal olmaz. Bu kadar kolay sömürgeleştirilemezler. Kürt halkı bunun farkında.
18-19 Ocak’ta ulusal ittifak için, bundan sonraki süreçte nasıl bir yol ve yöntemle yürüyeceğimizle ilgili çalıştay gerçekleştireceğiz. Bundan sonraki süreçte Kuzey Kürdistan için kalıcı bir ittifaka dönüşmesi hedefimiz var. Çalıştayda bunları tartışacağız. Kürtlerin bir yüz yıl daha kaybetmemesi için çok önemli bir durum. Bugün önümüzde duran acil ve öncelikli konu ulusal ittifaktır. Bizde elimizden geldiği kadar çalışmanın bir yerinden tutup devam ettirmenin kararlılığı içerisindeyiz.
*Gençler bu süreçte neler yapmalı, gençliğe bir çağrınız var mı?
Gençler, toplumun dinamik öncüleri. Hem ulusal ittifak noktasında gençlerin birlikteliği hem de tecridin kırılması için birlikte mücadelede gençlere de kadınlara da büyük roller düşüyor. Gençler ve kadınlar toplumun öncüsüdür. Hem genç ve dinamik olmalarından hem de sistemin baskısına ve zulmüne karşı karşıya kalan bir kesim. Gençlerin birlikte örgütlenip, birlikte mücadele etmesi gerekiyor. Gençlere çağrımız; örgütlenmeleri ve bu sisteme karşı kendi kendini yönetebilmenin, özerk olmanın yol ve yöntemlerini kendi içlerinde tartışarak, geleceği aydınlatmaları gerekiyor. Öyle bir kararlılıklarının olduğunu düşünüyorum. Toplumun demokratikleşmesi için gençlerin öncü rollerini oynaması gerekiyor.
NC//Niştîman Amed