HABER MERKEZİ
31 Mart 2019 yerel seçimleri yaklaştıkça, seçim atmosferi de topluma sirayet etmeye başladı. Bunun yanında sanki toplumun rızası alınmış gibi demokratik bir Türkiye profili çizen AKP, kendisine bağlı çamur medyasıyla birlikte özgür ve demokratik Türkiye naraları atarak mesaisiz çalışmaktan kendilerini geri tutmamaktadır.
2011 yılında Önder Apo’ya yönelik başlatılan tecrit ile dört parça Kürdistan ve Avrupa sahaları direniş sahalarına dönmüş ve Önderliksiz bir yaşama alışmak istemediklerini her defasında bütün dünyaya Kürtler ve dostları haykırdı. Açığa çıkan direniş sonucunda zindanlardan direniş sesi yükselmiş, zindanların direnişi sokakta da vuku bulmuştu. Zindan direnişi deyim yerindeyse her sokakta kelebek etkisi yaratmış, büyük bir enerjiye ve direnişe dönüşmüştü. Bu muazzam enerji ve direniş karşısında çaresiz kalan Erdoğan ve AKP ekibi Önder Apo’ya gitmekten başka çaresi kalmamış, istemeyerek de olsa Önderliğe mecbur kalmıştı.
Bu süreçte, çözüm sürecinin fiili olarak başladığını tüm dünyaya milyonların şahitliğinde 2013 Amed Newroz’unda, bu sürecin deklarasyonu Önder Apo’nun İmralı’dan gönderdiği mektupla deklere edilmişti. “Demokratik Kurtuluş, Özgür Yaşam” şiarı etrafında Kürtler ve demokrasi çevreleri kenetlenmiş kısa bir sürede herkes tarafından Önder Apo insanlığın, barışın umudu ve mimarı olarak içselleştirildi.
7 Haziran ile birlikte Türkiye’deki demokratikleşmeden ve toplumun örgütlü gücünden korkmaya başlayan Erdoğan ve dikta yönetimi gerçek yüzünü fazla saklayamadı. Toplumun refahı için slogan atıp, baldıran zehri içmeye hazır olanlar bir gecede baldıran zehrini topluma içirmeye kalkıştılar. Evdeki hesapları çarşıdaki hesapla tutmayınca devlet bekası safsatasını uydurarak, kendi saray bekasını kurtarmak için yanına MHP’yi de alarak 22 Temmuz 2015’de kumpas bir olayı kendilerine bahane ederek, teslim alamadığı, asimilasyonla devşiremediği, 2014’de MGK’da planlanan Mastar ve Çökertme Planlarını devreye sokarak Türkiye’yi karanlığa doğru sürüklemenin parametrelerini döşemeye başladı.
AKP-MHP tarafından neden bir anda varlık, yokluk ve istiklal sürecindeyiz gibi isimlerle süreci lanse etmelerine toplumun çoğunluğu ancak Kürdistan’da yapmış olduğu soykırımlarla ve Kürt şehirlerini yerle yeksan etmesiyle, gerçekleştirdiği cinayetler sonucunda anlam verebildi. Kürt şehirleri viran edilmiş, insanlar bodrumlarda yakılmış, insanlık yerlerde sürüklenmiş, cansız bedenler üzerinden tanklarla geçecek kadar insanlıktan çıktılar. Yaşanan bu zulme ve vahşete dünya da şahit olmuştu.
Dünya’da emsaline az rastlanan bu soykırıma karşı ne yazık ki, AB başta olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu bu vahşeti izlemekten öte bir tavır takınmamış, bu tutumlarıyla insanlık tarihine kare bir leke olarak yer edinecekti. Fiziki soykırımla özgür Kürdü bitiremeyeceğini anlayan faşist soykırımcı devlet, kültürel ve siyasi soykırımla kaldığı yerden yeni soykırımlara imza atmaktan da kendisini geri tutmadı. Her seferinde özgür Kürdü hedef alan ve onun varlığı üzerinden kendi varlığını inşa etmiş dinci, milliyetçi, cinsiyetçi ve kapitalist sistemden beslenen bu taşeron parti, kendi zaferinin temeline özgür Kürdü yok etmeyi koymuştur.
Bir gecede KHK’ler ve kayyumlarla halkın 40 yıllık mücadele ve öz gücüyle inşa etmiş olduğu kurumları başta olmak üzere binlerin gecelerini gündüze katıp, annelerin sokak sokak dolaşıp göz nuruyla kazanmış oldukları belediyelere gaspçı, talancı, hırsız kayyumlar atayarak toplumun iradesini yok saymışlardır. Halkının gecesini gündüzüne katarak, büyük emekle kazandıkları ve iradesini ortaya koyduğu kurumlara kayyum atamak toplumun iradesini yok saymak değil de, nedir?
Milyonların kendi özgür iradeleriyle seçtikleri siyasetçileri hukuksuz bir şekilde tutuklamak, zindanlarda rehin tutmak dünyanın neresinde görülmüştür? Başta HDP Eşbaşkanları olmak üzere onlarca milletvekilini, belediye başkanını, yöneticisini, üyesini tutuklamak ve gözaltına alarak korku cenderesi yaratmak ne anlama geliyor? Hukuk devleti olarak geçinen bu otokratik rejim ittihatçı geleneğin bir devamı ve yol izleyicisi olduğu su götürmez bir gerçeklik kazanmıştır. Osmanlıdan günümüze devam eden alavere dalavere oyunları ne yazık ki Erdoğan ve AKP-MHP bunun son aşaması ve doruk noktası Cumhur İttifakı oluyor.
Ontolojik realitesinden hiçbir şey kaybetmeyen kartopu, nur topu misali devam etmektedir. Başta Kürt halkı olmak üzere bütün özgürlük ve demokrasi güçleri, sanatçılar, aydınlar bir araya gelmeden güç birliği doğmadan bu köhnemiş sistemle mücadele etmek şurada kalsın, yanına bile yaklaşamayacağımız, gelmiş olduğumuz aşamada bütün yakıcılığıyla kendini korumaktadır. CHP-IYI Parti sadece saray iktidarını güçlendirmekten ve halkta umutsuzluk tohumları ekmekten öteye bir işlev görmedikleri herkes tarafından bilinen bir realitedir. Devlet bekası adına AKP’nin her şeyine evet diyerek muhalefet yaptığını iddia etmek saray diktasını ayakta tutmak değildir de, nedir? Yaşanan bu kadar zulüm ve teslim alma girişiminden sonra bu esareti parçalamanın tek yolu örgütlü bir yaşamla mümkün olacaktır.
Kürt halkının evlatlarının kanıyla beslenen ve soykırımcı sistemle işbirliğini hortlatmak ve normalleşme çabaları her çağda kolonyalistlerin yapmış olduğu en iyi işlerin başında geldiğini çok iyi biliyoruz. Bu işin öncülüğünü yapanlar şunu çok iyi bilmelidirler ki; Kürdistan sokaklarında atalarının ve bugün onların yolundan gidenlerin cellatlarla pozlar vererek ve sosyal medyada resimler paylaşarak, yaşanan ve yaşatılan zulmün parçası olduklarını unutmamalıdırlar. Kürt atasözü “Dijminê bavan û kalan, nabe dostê lawan” tüm çıplaklığıyla bunu ifade etmektedir.
Bu tarihi belirlemeden yola çıkarak 40 yıllık özgürlük mücadelesi ve direnişi sonucunda direnen Kürt kişiliği gelişmiş ve her türlü baskı ve yok sayma politikaları karşısında Anka Kuşu misali kendini küllerinden yeniden yaratabilmiştir. Bir süredir kimi şahsiyetler kendilerini aşiret öncüleri olarak pazarlamaktadırlar. Bu şahsiyetlerin etrafında küçük çıkarcı gruplar haricinde kimse kalmamıştır. Etraflarında kimsenin kalmadığını çok iyi bilmelerine rağmen bu süreçte aşiretçiliği yeniden canlandırmak için devletin desteğiyle kendilerini güç haline getirme çabaları olsa da, toplumun örgütsel gücü ve onurlu duruşu karşısında toplumun içine çıkma yüzleri kalmamıştır.
Devletin 100 yıldır sindiremediği ve özgür Kürdistan’dan vazgeçiremediği Kürt halkını iki-üç işbirlikçinin başaramayacağını soykırımcı devlette çok iyi bilmektedir. Türkiye’de yaratılan korku ve zulüm cenderesine rağmen her üç seçimde Kürtler ve dostları ortaya koydukları iradeleriyle bunu kanıtlamışlardır. Türkiye tarihinde görülmemiş baskı ve zulme karşı bir adım bile geri atmayan özgür Kürt’ten bunu biliyoruz. Bu işbirlikçi şahsiyetler eğer dönüp tarihin sayfalarını çevirme cesaretini gösterebilirse, 1864’de Ahmet Cevdet Paşa’nın yönetimindeki Fıkra-i İslahiye’nin aşiretleri terbiye etmek olmasa da, dağıtmak için kurulduğunu göreceklerdir.
Eğer bu kadar tarihsel ve toplumsal yaşanmışlıklardan ders çıkarmadık diyeceklerse tarihin sayfalarında birer küçük ihanetçi olarak tarihin sayfalarında dip not olmaktan kurtulamayacaklarını bilmeleri gerek. Herkesin bilmesi gerekir ki, AKP ve ortağı MHP Türkiye gladyosunun son mehdisi olduğu için her geçen gün daha vahşileşecek ve insanlık suçlarını işlemeye devam edecektir. Kürdün ölüm fermanının hem telacısı hem de celladı olma yolunda monist sloganlarını daha yüksek ve her defasında tekrar tekrar dinlendirmesinin altında bu realite saklıdır.
Başta Kürtler ve dostlarının 2019 yılında bu dikta rejim karşısında sebat demeleri gerekir. Sebat yeni dönemin sloganı ve birleştirici enerjisi olmalı. İnsan sebatlaştıkça bir bedende milyonları kucaklaya bilir. 2019 seçimleri salt yerel yönetim seçimlerinden ziyade toplumun kendi kendini yönetme iradesini beyan etmesi, hem de toplumun kucaklaşacağı bir kıvılcım olması gerekir. Gezi’de açığa çıkan ‘birlikten güç doğar’ şiarıyla 6-7 Ekim direnişi, Cizîr, Sur, Nusaybin, Gewer ruhuyla 2019 Mart’ta şunu demek gerekir; ‘29 çok erken, 30 çok geç, 31 Mart tam zamanı’ demenin zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmektedir.
Arhat BA