İSTANBUL – Faşist Akp’nin iktidara gelmesi ile beraber Türkiye tarihinde en büyük yolsuzlukların, katliamların, Kadın cinayetlerinin, ekonomik haksızlıklarının, işçi cinayetlerinin yaşandığı bir ülke haline geldi. Burjuva sınıfı sarayın gölgesi altında sermayesine sermaye katarken ezilen işçi sınıfı karın tokluğuna fabrikalarda, inşaatlarda günün 10-11 saati çalışır duruma gelmiştir. Bu sorunları Ajansımız Disk/Dev Yapı İş Sendikası Genel Başkanı Özgür Karabulut’a sordu.
Türkiye’nin 1800’lü yılların çalışma şekli ile çalışma yaşamıyla karşı karşıya olduğunu belirten Karabulut, Bir avuç işletmenin dışında genel tablonun Ortaçağ karanlığının çalışma şekli ile aynı olduğunu vurguladı.
Öncelikle Türkiye’deki yaşam emek durumu nedir?
Geçtiğimiz günlerde de ILO Kongresi ve Etik Kongresi yapıldı. Her iki kurumun Ulusal Kurumu’nda Türkiye’deki emek yaşamı, çalışma yaşamlarını değerlendirdi ve buradan giden verilerle değerlendirdiklerinde Myanmar’larla Kazakistan’la eşit boyutta. Onlarca hak ihlalinin yapıldığı, örgütlenme özgürlüğünün yok sayıldığı iş cinayetlerinin ve işten çıkarmaların yoğun olduğu gözlemlendi. Dünyada en kötü emek sıralamasında 10 ülke arasında yer alıyor.
Türkiye gelişmişlik düzeyi vaad eden ülkeler sıralamasında iken Türkiye’nin uluslararası camiada ki durumu şu an az gelişmiş ülkeler sıralamasında geriledi. Şunu söylemek abartı olmaz Türkiye 1800 yılların çalışma şekli ile çalışma yaşamıyla karşı karşıya. İşçiler, emekçiler tamamen orta çağ koşullarına göre çalıştırılıyor. Bir avuç işletmeyi bunun dışında tuttuğumuz da genel tablo, Ortaçağ karanlığının çalışma şekli ile aynı.
İşçi cinayetlerinin Türkiye’de bu kadar fazla olmasının sebepleri nelerdir?
En büyük sebebi işçilerin çalışma düzenin Ortaçağ karanlığına denk gelmesi bu koşullarda yürümesi. En büyük sebeplerden bir tanesi patronların azgın kar hırsı en ufak işçi sağlığı, iş güvenliği önlemlerine alması gereken maliyet olarak görmesidir.
Bir diğer etken de işçi sınıfının örgütsüz olması, buna örgütlenmesine, işçilerin, emekçilerin örgütlenmesine aday olan kurumların yeterince bu noktada faaliyet yürütememesi. Türkiye’nin karanlık bir tablosu var ve sendikal hareket genelde ekonomik bir mücadele şekli ile demokrasi mücadelesinin bir parçası bileşeni önemli bir bileşeni ama bizim çok sık karşılaştığımız, özellikle güvencesiz sektörlerde iş cinayetleri olarak yoğun olarak yaşandığı yerlerde bir lokma ekmek çok önemli değil geri planda biz ekmeğimiz her tarafta kazanabilir. Ama bizim şantiyelerde örgütlenme mücadelesi hayatta kalma mücadelesi diyoruz bunun için örgütlenmemizi yürütmekten başka şans yok.
Türkiye’de çalışma yaşamı, özellikle inşaatlardaki çalışma yaşamı ölümle kalım arasında bunun içinde örgütlü geliştirmekten bu noktada hem kendinizi bilinçlendirmekten örgütlenme sahamızdaki işçileri bilinçlendirmek ten başka yapacak çok fazla bir şey yok. Ekmekten çok yaşam savaşı veriyoruz diyebiliriz.
Peki bu konu hakkında AKP-MHP faşist bloğu’nun bir politikası var mıdır?
Ölüm üzerine kurulmuş bir politikası var yani. Var olan tüm kazanımları, işçilerin emekçilerin var olan tüm kazanımları da planladıkları gibi 2010 onların başında gelen Avrupa uyum yasaları çerçevesinde kopyala yapıştır’ı bir şekilde oluşturdukları 6331 sayılı işçi Sağlığı iş güvenliği yasası var bu yasayı her geçen tırpanlayarak ve uygulamasını her geçen gün geciktirmesine yol açan pratik sergiliyorlar. Meclis çoğunluğununda elinde bulundurarak iş verenlerin neredeyse bir koruma zırhıyla korunduğunu görüyoruz. Uluslararası kuruluşlarda işçi, işveren ve devlet hakkı çalışma yaşamı içinde iken işçi, işveren ve devletin bir arada olduğu bir sacayağından bahsediliyor. Biz bunu Türkiye’de ne yazık ki görmüyoruz, işçi ile işçi tek başına karşısında işveren ve devlet var tüm yasalar uygulamalarda bunların üzerinde. Neredeyse kağıt üzerine kalmış kanunlar ve yasalar var.
Bunun en büyük nedeni de işçilere, işverenlere, patronlara en büyük desteği veren sürekli arkalarında duran, onların bir dediğini iki etmeyen, bugünkü AKP ve faşist bloğu. Yaşama karşı hayata karşı olandır haliyle yaşamın her alanında iyiye, dair güzele dair ne yaparsa bunun karşısında işçilerin örgütlenme özgürlüğüne karşı. Sürekli karşı cephede rol alıyor.
Peki ekonomik olarak böylesi bir kaosun olduğu ortam da gençliğin ekonomik durumu nasıldır?
Her üç gençten bir tanesi işsiz. Bu sadece bir veri değil, sosyolojik bir veri. Var olan sisteme, güvensizliğin bir göstergesi aynı zamanda sistemden hiç bir şey beklenilmiyor. Her üç gençten birinin işsiz olması çok ciddi bir vakaa ve buna tüm toplumsal kesimlerin bir çare üretmesi lazım. Ama bu çare üretmek yerine özellikle işveren cephesi, patron cephesi ve devlet daha çok patronların çıkarını koruyan orayı teşvik eden, orayı destekleyen hamleler yapıyor. Türkiye’de çalışma saati yasal olarak 8 saat. Ama bir fil işçi arkadaşlarımız en az 10-11 saat çalışıyoruz. Buraya devlet mesela çalışma saatlerini indirse birçok işsiz iş bulmak, istihdama dahil olmak zorunda kalır. Böyle olmadığı için de yeni mezun olan ya da hayata yeni atılan arkadaşlara gelecek vadetmiyor tamamen çaresizlik çıkışsızlık vadediyor. Var olan sistem bunu aşmalı, buna dönük bizler proje üretmeliyiz.
Sadece çalışanların haklarını koruyan, onların haklarının gelişmesi için mücadele, formları üretmek bir yana. işsizlerin istihdama, çalışma yaşamına dahil olmasını sağlayacak politikalar da üretmeniz, bunun için var olan kurumları zorlayacak pratikler sergilemeliyiz. Bunları önümüzdeki eylül ayına kadar iç hazırlığımızı yapacağız. Özellikle işsizlerin ve genç işsizlerin iş olanaklar yaratılması için siyasal basınç oluşturacak politikalar da üreteceğiz.
NC/Aldar DİREN