HABER MERKEZİ – Emperyalist-kapitalist dünyanın krizi ve küresel güçlerin Ortadoğu’yu yeniden düzenlemeleri ekseninde Türkiye’de sınıf mücadelesi ve Özgürlük Güçleri’nin yönelimi üzerine Türkiye devrimci hareketinden DKP/BÖG MYK üyesi Mustafa Suphi Ajansımıza konuştu.
Bugün 25 Mayıs aynı zamanda partinizin ilk ölümsüzü Bedrettin Akdeniz’in şehadetinin dördüncü yıl dönümü. Bu çerçevede neler söylemek istersiniz?
Mustafa Suphi: Başta ilk ölümsüzümüz Suphi Şoreş (Bedrettin Akdeniz) şahsında, onun açtığı direnişçilik izini takip eden Tamer, Rasih, Cemre, Robin, Doğan, İdil, Cömert, Cihan, Zahide, Hasan, Bayram Ali, Nurhak, Mehmet Ali, Ulaş Adalı ve Önderimiz Ulaş Bayraktaroğlu yoldaşlarımı, kavga arkadaşlarımı minnetle ve saygıyla anıyorum. 9-16 Mayıs tarihleri partimizde Ölümsüzler Haftası’dır. Onların yarattığı feda kültürü partimizin savaşçı kimliğini oluşturur. Her birinin tek tek partimize ve Türkiye devrimci hareketine kattığı özgün değerler vardır. Ancak en çok da 90’lar sonrası egemen olan muhalefet solculuğundan kopuşun, iktidara yönelen devrimci bir atılımın mimarları, öncüleri ve ölümsüzleri olmuşlardır. Kendi dönemlerinin direniş geleneğini yaratmışlardır. Ailelerini bir kez daha saygıyla selamlıyorum. Yoldaşları ve ölümsüzlerimizin partisi, onların izinde ve anılarında yürüyüşüne devam ediyor. Ölümsüzlerimiz zafer yürüyüşümüzde hak ettikleri onurla anılacak, adları pusulamız olacaktır.
Bilindiği üzere İstanbul’da AKP-MHP ittifakı seçim sonuçlarına darbe yaparak, seçimi yenileme kararı aldı. Bu sürece giderken AKP’nin temsil ettiği sermaye sınıfı, uluslararası güçler ve kitlelerin yöneliminde hangi parametreler işledi?
Mustafa Suphi: Öncelikli olarak 31 Mart yerel seçimleri öngörülebilir bir tarzda sonuçlandı. 24 Haziran seçimlerinde, AKP/RTE diktatörlüğüne karşı tepkisini açığa çıkaran kitle eğiliminin, bunu yerel seçimlerde de bir şekilde ifade edeceği bekleniyordu. Öyle de oldu. Bir yandan AKP-MHP faşizmine karşı gelişen halk öfkesinin arayışı yansımasını bulurken, diğer yandan sonucun bu şekilde ortaya çıkmasında hem uluslararası sermayenin, hem de Türkiye burjuvazisinin bir kanadının ülke ekonomisinin ve siyasetinin temsilini Erdoğan’da bulan vurguncu, kontrol edilemez sınıf iktidarını sınırlandırıcı programı da rol oynadı. Halkın biriken öfkesi ve tepkisi devrimci hareket tarafından yönetilip yönlendirilemeyince uluslararası sermaye kitle öfkesinin sokaklara taşmasını engelleyecek bir kontrolle yerel seçimleri Erdoğan’ın ülke hegemonyasını kuşatacak, daraltacak bir platform haline getirmeye yöneldi. Ve bunda başarılı da oldu.
Bu gelişmede belki en az umulan İstanbul’un da AKP/RTE’nin kontrolünden çıkartılması idi. İstanbul seçimleri üzerine kurdukları temel argümanı “bilmediğimiz bir şeyler oldu” şeklinde ifade ettiklerine göre gelişmenin bu boyutu AKP/RTE iktidarı tarafından da pek beklenmemekteydi. Ancak buna karşın, daha 31 Mart akşamında yaptığı balkon konuşmasında bile RTE büyük şehir kayıplarını kabullenmiş bir ifade kullanıyordu. RTE, büyük kentlerin ilçelerindeki hakimiyeti, ülkenin yarısından fazla desteği, parlamento çoğunluğu ve başkanlık otoritesiyle önümüzdeki dönemi idare edebileceği yaklaşımındaydı. Zaman içinde tarihsel deneyimine sahip olduğu siyaset bezirgânlığının çıkar ve denge hesaplarıyla kayıplarını telafi edebileceğini düşünüyordu, muhtemelen. Ancak geçen günler içinde iktidarın İstanbul’a yönelik direnci giderek yükseldi.
Öncelikle bir geçiş döneminin beklenir direnci kıvamındaki YSK oyunları Çubuk provokasyonuyla birlikte klasik bir AKP/RTE operasyonuna dönüşmenin işaretlerini verdi. Bildiğimiz gibi 7 Haziran 2015’de de seçimleri kaybeden diktatörlük 24 Temmuz saldırısı, Suruç ve 10 Ekim katliamlarıyla 1 Kasım seçimlerini kendi lehine çevirmeyi başarabilmişti. İktidarın bu tarz oyunlarını bilmek uluslararası ve yerel muhalefeti daha uyanık kıldığı için AKP/RTE her ne kadar eski gücüyle bu tarzı ortama dökemediyse de sonucu gene de İstanbul seçimlerini iptal edecek bir düzeye getirebildi. Bu zorlamada kuşkusuz, ayrıntıları giderek açığa çıktığı üzere, İstanbul yerel yönetiminin mali gücü ve bu gücün AKP iktidarını ayakta tutan en önemli kaynaklardan biri olması yatmaktaydı.
Genel olarak AKP’nin temsil ettiği rantçı ve vurguncu bir sınıf iktidarından IMF’nin gerek gördüğü bir uluslararası sermaye rejimine geçiş ve bu süreci uluslararası ve yerel finans kapitalizm adına yönetip yönlendirecek bir yeni oligarşik blok dengesinin kurulması içinde bulunduğumuz dönemin en temel siyasi ve iktisadi tarifidir. Yani daha dar bir tanımla içinde bulunduğumuz süreç AKP/RTE hegemonyasına karşı yerel seçimlerle yapılan kuşatma ve daraltmanın şimdi siyasal düzleme taşınması sürecidir. Bugüne kadar açığa çıkan veriler itibariyle bu gelişmenin politik uğrakları Davutoğlu ve Gül gibi iç aktörler eliyle AKP’nin siyasal bütünlüğünü parçalamaktan, 2020’de erken bir seçime gitmeye kadar çeşitlilik gösterebilme ihtimali vardır.
İster AKP-MHP blokunun direnci ve iktidarını sürdürme süreci olsun, isterse uluslararası tekellerin iktidarı kısıtlayıcı yeni oligarşik blok şekillendirme süreci olsun iktisadi ve siyasi hayatın emekçiler açısından sertleşeceğini ifade ediyorsunuz. Tüm bu sertleşme süreci içerisinde Kürt sorunu egemenler açısından nerede duracak?
Mustafa Suphi: Uluslararası tekeller açısından, hem İran karşıtı uluslararası kuşatmanın cephesini oluşturmak hem de Orta Doğu’ya açılacak pazar ilişkilerini istikrarlı kılabilmek için Türkiye’nin Kürt meselesindeki çözüm sürecini yeniden gündeme getirmesi bir ihtimaldir. AKP sömürgeciliğiyle kilitlenen çözüm sürecinin finans kapital esaslı bir oligarşik yapılanma eliyle çözüme yatkın hale getirilmesi mümkündür. Türk finans kapitali, sermaye ve sanayi malları ihracı nedeniyle uluslararası pazarda sağladığı gelişkin düzey itibariyle Ortadoğu pazarına yöneliminde ciddi bir rekabet sıkıntısıyla karşılaşmayacak güçtedir. Dolayısıyla çözüm sürecinin gelişmesiyle hem Kürdistan pazarını ucuz işgücü ve pazar genişlemesi açısından değerlendirme, hem de sahada istikrarlı bir yayılmacılığı gerçekleştirme imkânları bulabilecektir. Kürt liberalleri tarafından temsil edilen Kürt işbirlikçi burjuvazisinin bu politikaya ne derecede yatkın durumda olduğunu çok iyi bilmekteyiz.
Bu süreçte yeni bir gelişme Kürt halk önderi Öcalan’la yapılan görüşme ve onun mesajı olmuştur. Kürt meselesinin bölge dengelerinin gelişimi açısından taşıdığı karmaşık ağırlık itibariyle Adalet Bakanı tarafından açıklandığı üzere Kürt halk önderi Öcalan üzerinde uygulanan tecrit politikasını kaldırma hamlesi salt RTE’nin 23 Haziran’a yönelik bir politikası darlığında görülmemelidir. Bu RTE’nin 23 Haziran’da Kürtlerin oyunu satın alma politikası değil, direnişin gücünden korkmasıdır. Hilelerine karşı sokakta Kürt direniş gücünün olmasını istemediğinden kaynaklı bir hamle olarak okumak daha yerinde olur. Bahçeli’nin de dile getirişi itibariyle büyük sermayenin Kürt meselesindeki dönem açılımını “Çubuk” vb. denemelerinde görüldüğü gibi herhangi bir iç gerilime yol açmayacak kertede Türkiye’nin gerici faşist iktidarına yükleme hamlesi olarak görülmelidir.
Elbette yukarıdaki aktarım emperyalizmin ve sömürgeciliğin Kürt halkına ve Kürt siyasal sürecine dair yaptığı planlardan biridir. Ancak Kürt halkı 40 yıldır özgürlük mücadelesi yürütmektedir. Özgürlük Hareketi, emperyalizmin ve sömürgeciliğin bölgeye ve Kürt halkına yönelik geliştirdiği bütün politikaları ayrıntılı bir şekilde analiz etmektedir. Emperyalizmin dayattığı İran savaşına karşı durarak ve Bakur’da devrimci halk savaşını kararlılıkla geliştirmeyi gündemine alarak bu dayatmalar karşısında tutumunu pratikte belirlemiştir.. Bu değerlendirmelerin güncel bir alanı olarak cezaevlerindeki direniş kararlılığını her gün yinelemektedir.
Ülkedeki sömürü ve sömürge ilişkilerinin bu boyuttaki gelişimi keza bölgesel bir savaş atmosferi dahilinde de olacak gibi görünmektedir.
Peki tüm bu gelişmeler sınıf mücadelesine nasıl yansıyacak? Devrimci hareketi ve sizi hangi görevler beklemektedir?
Mustafa Suphi: Önümüzdeki dönem sınıf mücadelesi sömürüye, sömürgeciliğe ve savaşa karşı mücadelede cisimleşecektir. Türkiye işçi sınıfına yönelik ajitasyonumuzu bütün tarz ve biçimleriyle yükselteceğimiz bu dönemde işçi sınıfına yönelim gündelik bir yaklaşımın ötesinde özellikli bir görev seviyesine taşınmalıdır. Öncelikle Türkiye metropollerinde Türk ve Kürt proletaryasının örgütlenmesi ve birleşik devrim mücadelesinde uluslarının kendi kaderini tayini ve işçi sınıfının kurtuluşunu iç içe geçireceğiz.
Kürt meselesi üzerinde verili ulusal çelişkileri az çok yumuşatacak olası çözüm süreci politikalarına karşı Kürt devriminin bağımsızlık programında ideolojik ve siyasal olarak ısrarcı olacağız. Bizler emperyalizmin ve Türkiye tekelci sermayesinin hem ülkemiz üzerindeki hem de bölge planlarına karşı ülke metropollerindeki Türk ve Kürt emekçi halkını ortak mücadele ekseninde buluşturarak örgütleyip düşmanı boşa düşüreceğiz. Buradaki amaç Türkiye birleşik devrim mücadelesini geliştirmek, egemenlerin sömürü politikalarını boşa düşürecek bir siyasal hattı örgütlemektir.
İran gerilimi ve buna bağlı olarak bölgedeki savaş gündemi AKP veya AKP sonrası kurulacak suni dengenin çözülmesi doğrultusunda “sömürü maddesi”yle birlikte değerlendirildiğinde, yani savaşın emperyalist tekellerin varlık gereği olduğu gerçeği özellikle İran ve İsrail saldırganlığına karşı Filistin dayanışması üzerinden Ortadoğu halklarına, Hizbullah ve Şia üzerinden alevi toplumu savaş karşıtı cephede önemli yer tutacaktır. Sürecin aktarılan yoğunluğu açısından bütün alanlarda ve bütün mevzilerde bu mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olabilmek açısından TDH’ın tek tek parçaları oldukça geri bir durumdadır ve sürecin yakıcı hızı itibariyle de bu eksikliği tümüyle kendi evrimi üzerinden gidermenin koşulları yoktur. O halde, bu strateji ve taktiklerde asgari düzeyde ortaklaşabileceğimiz birleşik devrimci bir cephenin oluşturulması önümüzdeki dönem açısından önemini koruyacaktır.
Yakın bir tarih olması nedeni ile 23 Haziran için yaklaşımınız nedir?
Mustafa Suphi: Daha yakıcı pratik bir gündem olarak 23 Haziran sürecine yaklaşımımızı daha önce belirtmiştik. Doğru devrimci tutum sermaye klikleri arkasına yedeklenmek değil, sistemin krizini de derinleştirecek olan, sandık sonuçlarını kabul etmeyen iktidarın sandığını reddetmektir. Devrimci hareket kitlelerin değişim talebine öncülük edemediği için, bugün önemli bir yekünü başka bir sistem partisine yedeklenerek, kendi öncülüğünü silikleştirmektedir. 23 Haziran sonrası süreç içinde aynı durum geçerlidir. Birleşik bir öncülük örgütleyemediğimiz sürece kitlelerin değişim talebi uluslararası sermayenin projelerine kurban edilecektir. Bizler açısından seçim gündeminden bağımsız olarak uzun zamandır açığa çıkan ve katlanarak devam eden değişim talebi, devrim talebiyle karşılanmalıdır. Çürümüş bir rejimin hiç bir kanadı emekçilerin yaşamını iyileştiremez, özgürlük getiremez. Türkiye rejimi ve siyasal araçları topyekûn çürümüştür. Bu nedenle Demokratik Halk iktidarını daha yüksek savunmak ve onun örgütlülüğüne ulaşmak güncel ve geçerli bir yöntemdir. Seçimler bahsinde de kitlelerin değişim arzusunu partimiz devrim talebiyle karşılayacaktır. Sokaklarda ve tüm çalışma birimlerinde bu talebin atitasyon ve propagandasını sürdürecektir.
Bu çabanın birinci gereği, 23 Haziran’dan sonra olası şekillenecek gericilik karşıtı bir iktidarın azgın sömürü, sömürgecilik ve savaş kışkırtıcılığı doğrultusundaki kimliğini deşifre edebilmek için devrimci ajitasyonun kendisine, daha bugünden bir referans yaratması açısından önemlidir.
Görülebileceği gibi Türkiye’de kitleler yoğun seçim atmosferi nedeniyle 24 Haziran’dan bu yana oldukça politize olmuş durumdadırlar. Ve bu politikleşme yığınların değişim talebi doğrultusunda olmaktadır. Tıpkı Kobane momentinde yığınların tel örgüleri aşma eğilimi gibi 24 Haziran’dan bu yana yığınlar düzenin siyasal araçlarının kendi değişim taleplerini karşılamaktan uzak olduğunu görecek kadar düzen siyasetinin sınırlarına gelmiş durumdadırlar. Yeni bir hayal kırıklığı onları düzen ötesi arayışlara eğilimli kılacaktır. Devrimci güçler bu arayışı güçlendiren çalışmalarıyla arayışın adresi olmalıdırlar. Kitlelerin bu doğrultudaki basıncı ve solun 1 Mayıs’ta açığa çıkan zayıflığı itibariyle görmekteyiz ki CHP 1 Mayıs’a katılıp kürsü kullanımında bulunacak kertede devrimci sloganları ve tarzları kullanmaya yönelmiş durumdadır. Bu durum CHP’nin gelişen halk muhalefetini düzen içi sınırlarda tutmak için rol alma çabasıdır.
İkinci olarak ise, bu çerçeve bizim oportunist ve revizyonist soldan ayrıştığımız noktayı göstermek açısından oldukça önemlidir. Bilindiği gibi özellikle Kürt demokrasisiyle birlikte davranma sorumluluğu taşımayan ulusalcı ya da küçük burjuva düzen solu, emekçi sınıfların HDP ve CHP dışına yönelen devrimci tepkilerini örgütlemekte bir düzeye ulaştılar. Ancak CHP ötesine propaganda yapan bu oportunist düzen siyasetleri şimdiden yönelimlerini CHP’yi destekleme yönünde kırmış durumdadırlar. Açıktır ki düzen solunun düzenin siyasal araçlarını ve imkânlarını aşan bir değişim yönelimleri yoktur. Bu sadece devrimcilerde ve devrim önerisinde mevcuttur. Bu nedenle daha şimdiden 2020’de yapılacak erken seçimlere göre planlamalar yapan bütün oportünist ve revizyonist düzen solundan ayrışmaktayız.
“Kapsamlı bir değerlendirme oldu teşekkür ederiz. Son olarak Zindanlarda ve dışarıda süren açlık grevleri ve ölüm oruçları kritik düzeyi aştı. Partiniz dava tutsakları da bu direnişe dahil oldular. Bu konuda bir çağrınız var mı?”
Mustafa Suphi: Bu direnişin parçası olan, kendi bedenini halkların özgürlüğüne yatıran tüm eylemcileri selamlıyorum. Özellikle zindan önlerinde faşizm karşısına ikircimsiz dikilen Anaları hürmetle selamlıyorum. Bizim direnişçilere bir çağrımız olamaz. Onlar zaten tarihin çağrısını yerine getiriyor. Faşizme ve tecrite karşı direniyor. Burada esas çağrımız siyasal kurumlara, kitle örgütlerine, sendikalara, Türkiye halklarınadır. Kim ki AKP-MHP Faşist blokunu reddediyor, bu direnişe ses olmalıdır. Açık tutum almalıdır. AKP’nin bugüne kadar iktidarda kalması devrimci hareketlerin, ezilenlerin parçalı yapısındandır. Ona karşı güçlü kitlesel bir cephenin açılamamasındandır. Ancak her şeye karşın devrim ve demokrasi güçlerinin bu zemindeki arayışları güçlüdür. Türkiye devrimci, demokrasi, özgürlük güçleri, Kürt özgürlük hareketi bir cephede buluşarak faşizmi yenecektir.