HABER MERKEZİ
Faşizmin bir baskı rejimi olduğu ve faşizan rejimlere karşı sıradan bir mücadele ile edilemeyeceğini de herkes söyler. Faşizme karşı sessiz durmanın ya da susmanın da bir anlamının olmadığı söylenir. Dünyanın hiçbir yerinde faşizmin pasif duruşlarla aşılamadığı da biliniyor. Faşizmin geçici bir durum olduğu ve zamanla adım adım gerileyerek ortada kalkmadığını da herkes biliyor.
Başka bir deyişle, faşizm olağanüstü bir durumdur. Olağanüstü olan bir durumun normal duruşlarla ya da normal karşı koyuşlarla alt edileceği ise ne görülmüştür ne de görülecektir.
Dünyanın her yerinde faşist rejimler-eğer gitmişler ise-mutlaka sert karşı koyuşlarla bu olabilmiştir. Ya da uluslararası konjonktürden kaynaklı -kimi zaman -hegemon güçlerin söz konusu olan faşist rejimlerle araları açılarak giderek bir yandan bu faşist rejimler baskılanmış diğer yandan ise faşizmin hüküm sürdüğü toplumlarla ilişkilenerek kimi zamanda özel desteklenerek faşizan rejimler alt edilmişlerdir. Ancak her hâlükârda faşist rejimler normal gitmemişlerdir.
Bugün Türkiye’de yaşanan bir faşizmdir. Bu faşizmin diğer faşist rejimlere göre bir farkı devleti ele geçirirken, toplumları baskılarken, halklara karşı terör estirerek hukuku kullanmalarıdır. Türkiye hukuku ki, -12 Eylül faşist rejimin geliştirdiği bir hukuktur söz konusu bu hukuk- her türlü tekçi yapıları, tekçi faşist zihniyetle Türkiye’yi yönetmeye imkân sunmaktadır. Bugün Türkiye’de hükmeden faşizm işte bu boşluğu son derece etkili kullanarak, faşizan araçların yanı sıra hukuku tam bir sopa olarak tüm Türkiye halklarına karşı kullanmaktadır.
En son İstanbul seçimlerinin iptali-bizim için açık olan bu durumu- belki ilk kez Türkiye’nin birçok çevresine de göstermiştir. Bu bağlamda İstanbul seçimlerinin iptali belki de tüm Türkiye’ye hayırlı olmuştur.
Özcesi, Türkiye’de bir faşizm vardır ve bu faşizm öyle sanıldığı gibi kendi kendine ne gidecektir ne de bildik yumuşak yollardan götürülecektir.
Sözde Müslüman olduklarını söyleyen bu faşist yapılar, cennetin anaların ayakları altında olduğunu her fırsatta insanları kandırmak için söylemişlerdir. Ancak söz konusu analar Kürtlerin anaları oldu mu, Taybet Ana gibi analar sokak ortalarında keskin nişancılarıyla katledilerek günlerce cenazesi ortalarda bırakılabilmektedir. 80 yaşını aşmış analar zindana atılabilmektedir. En son olarak ise açlık grevine bedenlerini yatıran evlatlarının yanında durdukları için her gün Kürt analarına onlarca hakaretler yapılmaktadır. İtilmekte, kakılmakta, yerlerde süründürülmekte, bir avuç ananın etrafına yüzlerce polis sararak it sürüsü gibi saldırmakta, ellerine kelepçe takılarak götürülmekte, o ekranlara yansıya gözü dönmüş polis kadını gibi analarımızı saldırmak için cinnet geçirebilmekteler.
Evet, faşizm gözü dönmüş gibi tüm analarımıza, değerlerimize, toprağımıza, suyumuza, tarihi mirasımıza saldırdığı gibi ülkemizin demografyasıyla her gün saldırarak oynanmaktadır.
Böyle saldırgan olan faşizme karşı dağların doruklarında bulunanlar mevsim şartlarının olgunlaşmasıyla birlikte giderek daha fazla harekete geçerek, cevaplarını vermektedirler. Ancak bilelim ki faşizm salt dağların doruklarında bulunanların mücadeleleriyle aşılamaz. Faşizm her şeyden önce topyekûn halkın harekete geçmesiyle aşılabilir. Halkın içerisinde ise faşizme en fazla darbeyi vuracak olan gençlerdir.
Faşizme karşı en ileri düzeyde mücadele örgütlü yapılarla verilir. Ancak bu genel bir doğrudur. Bilelim ki faşizan koşullarda, faşizm kimi zaman iki kişinin bir araya gelmesine bile izin vermezken, ne kadar örgütlü hareket edilebilir ki? Yine de faşizme karşı örgütlenmek önemlidir ancak bilelim ki faşizan koşullarda kimi zaman bir birey de devasa bir örgüt gibi iş yapabilir.
Nasıl mı?
Freni patlamış bir kamyon olarak…
Analarımıza her gün el uzatan faşist polisler meydanlarda terör estirmektedir. Ve bu polisler kimi zaman yüzlercesi bir arada sokakları tutmakta, sokaklarda analarımıza saldırmakta, mitingleri engellemek için yan yana durmakta ve de hep ulu orta sokaklarımızı işgal etmektedirler.
Böyle bir durumda Freni patlamış bir kamyon olmak nelere yol açmaz ki?
Örgütlenmeye yol vermemekte, direniş aletlerine ulaşmanın da imkânı yok ise o zaman yapılacak en etkili eylemin kendisi,
Freni patlamış bir kamyon olarak bu faşist polislerin üzerine yürümek değil midir?
Polislerin analarımıza el uzatmasını, saldırılarını durdurmanın en etkili eylemi Freni patlamış bir kamyon olmaz mı?
Bunu yapmak için çok örgütlü olmaya gerek var mı? Bunu yapmak için çok fazla bilince gerek var mı? Bunu yapabilmek için çok fazla eğitim görmeye gerek var mı?
Bunu yapmak-yapabilmek için sadece ve sadece biraz yurtsever olmak, analarımıza karşı yapılan saldırıları kendi öz anamıza ve öz bacımıza yapılmış bir namus meselesi görüp, bu saldırganlara karşı gerektiğinde bir kamyonla gerektiğinde bir başka araçla freni patlamışçasına yönelmesini bilmektir. Ve bunu yapmak için ne ciddi bir örgütlülüğe ihtiyaç vardır ne de devasa eğitimlere. Bunu yapabilmek için göğsümüzün solunda sağlam bir yüreğe sahip olmak yeterlidir.
Benzer bir şekilde analarımıza saldıran her bir polis bilinmektedir. Ve çoğu zaman bu polislerin kaldıkları, yaşadıkları yerleri de bilinmektedir. Burada da yapılması gerekli olan freni patlamış bir kamyon misali ancak bu kez daha farklı kesicilerle bu polis dedikleri insanlıktan düşmüş halk düşmanı kişilikleri hedef gözeterek tek tek yönelmesini bilmektir.
Bilelim ki, bu iş için de eğitime ihtiyaç yoktur. Bu iş için de ciddi hazırlığa gerek yoktur.
Analarımız bizim kutsallarımızdır. Bizim en temel değerlerimizdir. Bilelim ki kutsalları ve en temel değerleri ayak altına alındıktan sonra hiçbir toplumsal yapı ayakta duramaz, duramayacağı gibi insan olmaktan da düşer.
Bilelim ki faşizm yönelimleri- özelde de analarımıza yönelimleri- tesadüfü değildir. Yönelimlerinin bir amacı bizi ahlaki olarak insanlığımızdan düşürmek istemeleridir. Böyle olmadığımızı göstermek için o zaman yapmamız gerekli olan ilk ve tek iş, FRENİ PATLAMIŞ BİR KAMYON OLARAK FAŞİSTLERİN BEYNİNDE PATLAMASINI bilmektir.
HAYRİ ENGİN