“Güneş Ülkesinde Diriliş: Amara” kitabınının ilk cildi okuyucuyla buluştu. Çok fazla kişinin emek harcadığı bir çalışmanın ürünü olan kitap Mehmet Sait Üçlü tarafından yazıldı. Kitaba ilişkin Mehmet Sait Üçlü Ajansımızın sorularını yanıtladı.
HABER MERKEZİ – Şehit Baki Edebiyat Okulu çalışması olan ve Mehmet Sait Üçlü’nün kaleme aldığı “Güneş Ülkesinde Diriliş: Amara” kitabının ilk cildi okuyucuyla buluştu.
Uzun bir araştırma, inceleme ve emek sonucu ilk cildi tamamlanan, “Güneş Ülkesinde Diriliş” serisinin ilk cildi olan “Amara“, Kürdistan özgürlük hareketinin tarihini anlatıyor. Kitap, Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın doğduğu köy olan Amara’yı geçmişten günümüze kadar ele alıyor.
Birinci kitapta, Amara’nın geçmişi, ilk yerleşimciler, Halklar Önderi Öcalan ailesinin durumu, yine o süreçte (1900’lü yıllarda) Kürdistan ve Türkiye yaşanan gelişmeleri ele alıyor. İsyan, katliam, sürgün de kitapta ele alınan konular arasında. Çok fazla kişinin emek harcadığı bir çalışmanın ürünü olan kitap Mehmet Sait Üçlü tarafından kaleme alındı.
Mehmet Sait Üçlü, kitaba ilişkin Ajansımızın sorularını yanıtladı. Röportajın ilk bölümü şöyle yayınlıyoruz:
—“Güneş Ülkesinde Diriliş,” roman serisinin ilk kitabı olan Amara çıktı. Bu çalışma nasıl gündeme geldi?
—Bu roman serisi, her şeyden önce bir projedir. Bu projeyi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yıllar önce bir görüşme esnasında dile getirmiş; başka kitapların yanı sıra “APO Klanı,” adıyla bir romanın da yazılması gerektiğini belirtmişti. Proje, çok gecikmeli olarak, Şehit Şilan Edebiyat Okulu tarafından 5 yıl önce ele alınıp bir planlamaya kavuşturuldu. Yazımı da bu temelde gündeme geldi.
—Amara romanını beş yıl önce mi yazmaya başladınız?
—“Güneş Ülkesinde Diriliş,” romanı; toplam yedi kitaptan oluşuyor. Her bir romanı, bir arkadaş yazıyor. Ekip olarak, bir yıl boyunca Türkiye, Suriye, Irak-Kandil, Lübnan vb. yerlerde bilgi ve belgeler topladık ve hazırlık yaptık. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve ailesinin geçmişini araştırdık. Başta çocukluğu olmak üzere, yaşadığı çeşitli mekânlara ulaşıp, çekimler yaptık. Kendisini tanıyan yüzlerce kişiyle görüştük, röportaj yaptık ve bilgi aldık, bağlı olarak bir arşiv oluşturduk.
Birinci kitap; “AMARA”dır ve 3 ciltten oluşuyor. Diğer kitaplar da yazımı tamamladıkça arka arkaya basılacaktır.
—O Arşive bağlı olarak mı yazdınız?
—Belge ve bilgi toplama sürecini tamamladıktan sonra “Şehit Şilan Edebiyat Okulu,” kurucusu arkadaşlarla birlikte, roman serisinin biçimi, dili, içeriği, kurgusu ve üslubu üzerinde günler süren tartışmalar yürüttük… “Güneş Ülkesinde Diriliş” romanını, yedi ayrı tarihsel sürece ayırdık. Her bir arkadaş, bir süreci yazmayı üstlendi. Düşünce alışverişinde bulunmak, karşılıklı güç ve destek sunmak için ekip olarak ortak bir mekâna yerleştik ve yazmaya başladık.
—Yedi kitap bir tek roman mıdır?
—Tarihsel süreç olarak, birbirinin devamıdır, ancak her kitap kurgu olarak ayrıdır. Her kitap serinin bir parçası olduğu kadar, kendi başına da ayrı bir romandır.
—Bu projeyi nasıl yürüttünüz?
—Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. “Güneş Ülkesinde Diriliş,” romanı; ortak bir çalışma ve çabanın ürünüdür. Dayanışma, fikir alışverişi, belge ve bilgi toplama birbirine güç destek sunma açısında bir ekip çalışmasıdır. Diyebilirim ki, yoğunlaşmış kolektif bir çalışma ve emeğin sonucudur.
— Amara romanını nasıl bir çalışma temposu ile yürüttünüz ve kaç yılda bitirdiniz?
—Amara romanı; “Güneş Ülkesinde Diriliş,” seri romanının ilk kitabıdır ve 3 ciltten oluşuyor. 4 yıl boyunca, günde ortalama 10–14 saat çalıştım. Dört yıllık zorlu bir emeğin ve çalışmanın sonucudur…
—Amara romanının konusu nedir?
—Amara; Kürt coğrafyasında yaşanan toplumsal gelişmeleri konu ediniyor. 19. ve 20. yüz yılda, Kürtlerin yaşadığı tragedyayı, hakikat ve özgürlük arayışını, kadim kültürünü, geleneklerini, sosyal yapısını ele alıyor. Öncelikle bir Kürt romanıdır. Kürt Halk Önderi Öcalan ailesi şahsında başta Kürtleri konu ediniyor, ama bu coğrafya’da kader birliği yapmış, binlerce yıl birlikte yaşamış Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani-Keldani, Yahudi, Rum vb. bütün toplulukların ortak romanıdır.
—Peki, bu kadar geniş bir zaman diliminde yaşanan, çoklu olaylar bir roman kurgusu için zorlayıcı olmadı mı?
—Oldukça karmaşık ve zorlu bir konudur, ancak benim açımdan bir o kadar da özgün ve ideal bir konudur. Bu açıdan klasik romanın tersine, Amara romanında çoklu tiplere ve sentez olayına başvurdum. Açık ki, bin yıllardan beri bu coğrafyada yaşayan halklar ve topluluklar iç içe geçmişler. “Saf etnik yapı, dil, kültür, din” vb. yoktur. Bütün topluluklar birbirinden etkilenmiş, halkların yarattığı değerler içi içe geçmiş ve birbirinden etkilenmişlerdir. Amara romanının kurgusu ve içeriği bu gerçekliğin bir ifadesidir.
—Peki, bu çoklu denklemde ideolojik yönü nasıl ele aldınız?
—Yazarken, elbette inandığım ideolojiyi göz ardı edemezdim, ama genelde edebiyat ve özelde romanda ideolojik yön ne kadar görünmez tarzda yedirilse ya da iyi gizlense, o kadar sanatsal değeri artar. İdeolojik öğe, açıkça dışa yansıdığı zaman o çalışmanın edebi değeri de paralel olarak düşer, daralır ve yörüngesinden sapar. Bu durumda roman ya bir ideolojik araştırma, inceleme yazısına dönüşür, ya da ideoloji anaforunda boğulur ve roman gerçeğinden uzaklaşır, nefes alamaz hale gelir. Mesela; “Ateşi Çalmak” romanı, bir romandan ziyade Marks’ın hayatını konu edinen, bir araştırma inceleme kitabıdır. M. Şolohov’un “Durgun Don,” adlı romanı ise bunun tam tersidir.
—Amara hangi roman türüdür?
—Amara; içerik, biçim, hikâye, kurgu, dil ve sanatsal yaratım olarak kendine özgü yeni bir roman türü denemesidir. Yazarken bilenen “gerçekçilik ve toplumcu gerçekçilik,” akımlarının şemaları dışına çıkmaya çalıştım. Gorki ile başlayan toplumcu gerçekçi romancıların yaptığı temel şey; tüm roman kurgusunu; olumlu karakter olarak proleter kahraman ile karşı devrimci ve orta yolcu tip üzerinde biçimlendirmektir. Bunlar; proleter, burjuvazi ve küçük burjuvazi tiplemeleridir. Bu, bir dönem zirvede olan reel sosyalist anlayışın, dar sınıf bakış açısının bir sonucudur. Romandaki bütün olay, olgu ve gelişmeler, bu üç tip etrafında yaşanır. Oysa halkların özgürlük arayışı ile yaşam realitesi; siyah, beyaz ve ara tip olarak gri renklerden ibaret değildir. Hayat gerçekliği ve sosyal toplulukların özgürlük mücadelesi ile yaşanan toplumsal olaylar bu üç tipin dışında çok daha karmaşıktır. Ötekileştirilenlerin özgürlük mücadelesi, bu kalıplara sığdırılamayacak kadar çok renkli, çok dilli, çok karakterli ve çoğulcudur. Bu hakikat; Kürtlerin son yarım asırlık özgürlük savaşında bir kez daha tüm çarpıcılığıyla ortaya çıkmıştır. Günümüzde Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmeler de bunu doğrulmaktadır. Toplumcu gerçekçi romanda, her şey bu üç karakterin ve kalıbın etrafında gelişir. Proleter kahraman; çok abartılı bir şekilde, Jack London’un yazdığı Demir Ökçe kitabının kahramanı Ernest örneğinde olduğu gibi ütopik şekilde âdeta bir tanrı derecesine çıkartılır.
Amara romanında, bu kalıbı aşarak, “tez-antitez-sentez” diyalektiğine ve düşüncesine bağlı olarak, “çoklu tipleri-çoklu karakterleri”, “çoklu kültür dil ve söylemi” geliştirmeye çalıştım. Kürt Halk Önderinin felsefesine bağlı olarak, “Demokratik Toplumcu Edebiyat” örneğini geliştirmeye çalıştım.
—O zaman burada roman nedir diye sormak istiyorum?
Roman; edebiyatın hem temel hem de köşe taşıdır. Ruhu ve kalbidir. Edebiyat deyince ilk akla gelen roman türüdür. Roman; bir anlamda insan düşlerinin, daha iyi ve güzel bir yaşam arayışının, umutlarının, acılarının, sevinçlerinin, konuşmasının ve kullandığı sözcüklerin bir hedef, ütopya ve amaç doğrultusunda örgütlendirilip bir kurgu ve hikâyeye göre savaşa sürer gibi harekete geçirilmesidir. Basit, sıradan, günlük iletişim, söz, ilişki ve konuşmayı aşan sözcüklerin örgütlü, bilinçli hareket ve eylem halinin yazı türüdür. Toplum gerçekliğini tarihsel ve toplumsal olarak hissederek, özgür yaşam ve hakikat arayışını, tüm değerlerin mihenk taşı yaparak, verili statüyü reddederek, daha üst düzeyde, daha iyi ve güzel olan özgür yaşamı arayışını imgelerle dile getirme ve yaratma sanatıdır. Yaşamı anlamadan, anlam vermeden ne roman yazılabilir ne de özgürlük arayışı geliştirilebilir. İçinde yaşadığı çağı ve toplumu bütünlüklü anlamayan yazar özgürleşemez, özgürleşmeyen birey toplumun özgürlük arayışının romanını yazamaz. Bu anlamda roman; toplumun bilme gücünü ve bilgeliğini imgelerle gösterme sanatıdır.
Roman ile varlık; gece ile gündüz, çirkin ile güzel, gökyüzü ile yeryüzü ve hakikat ile yalan gibi diyalektik bir birlikteliktir.
Roman; var olanla çelişki halinde olan, onunla yetinmeyen, salt maddi olana dayalı yaşamı geri, çirkin, katı, soğuk ve yetersiz bulan insanın, daha üst düzeyde, daha güzel ve yaşanılabilir yeni bir yaşam arayışının dile getirilmesidir. Az olandan çok olana, çirkin olandan güzel olana, kölelikten özgürlüğe, yalan olandan hakikate ve alt olandan üst olana doğru sarmal diyalektik bir gelişim ve arayıştır.
Roman; salt maddi olana dayalı, statükocu, durgun olan yaşamın eleştirilmesi, yerilmesi, lanetlenmesi, mahkûm edilmesi, toplumsal ahlak, manevi, moral ve coşkusal değerler ile bütünleşmiş bir yaşamı, imgeler yoluyla yeniden ve üst düzeyde üretme ve yaratma çabasıdır. Ruhtan yoksun, katı, acımasız, soğuk olan maddi yaşama; ruh, can, toplumsal ahlak, aşk ve coşku katma ve yeniden yaşanılabilir hale getirme çabasıdır.
Roman; bir kaçış eylemidir. Var olan sistemden kaçış, sistemle bütünleşmiş kendinden kaçış, devletten kaçış eylemidir. Ruhsal kaçış, duygusal kaçış… Kin öfke ve nefretle kaçış… Her kaçış, yeni bir arayıştır. Sanatın ve edebiyatın bir parçası olan roman; yeninin doğum ebesidir. Var olanı reddeder ve yeni bir yaşamı yaratmaya yönelir… Yeni yaşam; düşlenen, umut edilen ve var olması gerekendir, ama hala var olmayandır. Olması gerekip de olmayanı imgelerle yaratma eylemi ve sanatıdır.
İnsanın insanla, doğa ve toplumla sadece fiziki teması ve iletişimi hakikate ulaşmaya yetmez. Esas olarak ruhsal, düşünsel, ahlaksal ve imgesel bir iletişim gerekir. Fiziksel ilişki salt maddi ve biçimsel olan ilişkidir. Seher sabah vakti açılan kızıl gülün kokusunu, rengini, ona âşık bülbülün ötüşünü, ay çiçeğinin hep güneşi izlemesini, karınca ve arıların muazzam bir koordine içinde çalışmasını, mevsimlerin döngüsünü ruhsal olarak algılamadan, anlamadan insan hakikatini de anlayamayız.
Çiçeğin, suyun, kuşun, ağacın, toprağın, bulutun, yağmurun insan psikolojisi, duyguları, ruhu ve fiziksel yapısı üzerindeki etkisi nedir nasıl oluşuyor? İşte burada roman, şiir, müzik, resim, heykel devreye girer. Bu anlamda bir aydınlanma ve aydınlatma aracıdır. İnsanın düş dünyasını zenginleştirme ve gerçeğe ulaşma çabasıdır. Tarihte, nesneler, olay ve olgulara adlar koyup, manalar yükledikçe, sanat da gecede ışıldayan yıldızlar ve ay ışığı gibi yükselerek, adım adım gerçekleri aydınlatmıştır. Roman, şiir, figür, destan, müzik, heykel, masal, mani dinsel ritüeller, tapınaklar vb. bu görevi muazzam tarzda yerine getirmişlerdir.
İşte AMARA romanı, kendine özgü, kendine ait olan böyle bir yazı türüdür diye düşünüyorum.
İkinci bölümü yarın…
NC/ Faraşîn SÎDAR-Andok ÖZGÜR