HABER MERKEZİ
Geçmişe dönüp baktığımızda Türkiye’nin ana konularda her daim uyguladığı savaşa dayalı politikası dünden bugüne ne kadar benziyor! Kürt sorunu, iç ve dış politika, kadın politikası, genç politikası, emek, doğa, çevre, ekoloji ve sosyoloji politikası aynı yöntemleri kullanarak sürekli tekrarlanan üç cümleyle ile bitiyor:
-Böl parçala yönet
-Yap işlet devret
-Vatan millet
Bütün söylem milli irade ile başlayan vatan millet sakarya ile kutuplaştırmaktan, devleti kutsayıp halkı ötekileştirmekten ibaret.
Bu söylem üç ‘cilikle’ sürüyor:
– Bilimcilik
-Milliyetçilik
-Dincilik
Böylece toplumu uyuşturup, yozlaştırarak üç maymun rolünü benimsiyor. Görmeyen, duymayan, sorgulamayan bireyler yaratıyor.
Halkı uyuşturucuya, fuhuşa, televizyona, asker ve aşk dizilerine alıştırıyor, uyutuyor.
Faşizm yaşamı cendereye alarak kurumsallaşarak iktidar olma, hükmetme yöntemi haline geliyor.
İktidar bilimi erkekleştiriyor, geleceği inşa etme ve kurma değil savaş uçakları ve silahları üreterek geleceği yok etmede kullanıyor.
İnsanların en doğal çalışma hakkı özellikle kadınların elinden alınarak devasa bir işsizler ordusu yaratıldı. İşsizlik ve ekonomik kriz, kadının erkek gölgesine düşürülmesi ve meta haline gelmesini de hızlandırıyor. Gençliğin ve kadının toplumsal yaşamdan kopartılmasında, uzaklaştırılmasında erkekleşmiş bilim, milliyetçilik ve dincilik iktidarın yıllardır halka karşı kullandığı en büyük koz, en etkili silah olmaya devam ediyor.
Yıllardır Kürt sorununu beka sorunu olarak gören zihniyet dilini, sanatını, kültürünü, tarihçesini reddeden, zihniyet bir arpa boyu yol almamıştır.
Göz yaşından başka kazanılan ne? Koca bir hiç. Dünden bugüne baktığımızda bugün dünden bir kaç adım daha geride olduğu yasaların nasıl geriye işletildiğinin bir göstergesidir.
Halkın yaptığı bütün eylemler meşru ve haklıdır. Kayyumlardan, 12 bin yıllık Hasankeyf’i talan etmeye, Hasankeyf’ten kaz dağlarına, Kaz Dağları’ndan zindanlardaki tecride kadar. Tektipleştirmek, doğa, ekoloji ve kadın kırımını gerçekleştirmek, soykırımlar yapmak, havaalanı başta olmak üzere emek gasbına karşı durmak meşrudur. Kayyumlara karşı mücadele etmek meşrudur, KHK’lara karşı durmak meşrudur, uyuşturucuya karşı, fuhuşa karşı, asimilasyona karşı durmak meşrudur bunun için yapılan bütün eylemsellikler insanın en doğal hakkı ve talebidir. Buna karşı durmak bu katliamların, bu yoz yaşamların, bu soykırımların en büyük katili en büyük ihanetçileridir.
İstanbul 3.Havalimanı’nda yaşamına son veren İbrahim Layıkın, Amed Van, Mardin için sokağa dökülen annelerin öfkesi, isyanı, tepkisi bin yıllara dayanıyor. Kürde karşı yapılan ve geliştirilen özel savaş politikaları dünden bugüne hiç değişmeden geliştirilerek devam ediliyor. İbrahim Layıkın ve kayyum için sokağa dökülen halkın isyanı Koçgiri İsyanı’ dır, Şeyh Said’in isyanıdır, Melaye Cezire’nin isyanıdır, Seyit Rıza’nın isyanıdır.
Yaşamın her alanında dışlanan bir halkın dili ve rengi, bir halkın kimliği, bir halkın kültürü, örf ve adetleri iktidarların mikro dili yüzünde bir çok katliama, bir çok lince, bir çok ölüme neden oldu. Dışlayarak, kutuplaştırarak, ayrıştırarak, ötekileştirerek bu ölümlere bu katliamlara neden olmuştur. Sebep ne olursa olsun bu ölümün bu vahşetin en büyük belirleyicisi iktidarın ve kapitalistin ta kendisidir. Suçsuz yere en insani talepler için eylem yapan 600 havalimanı emekçisi ve Amed Van Mardin belediyelere kayyum atarak suçsuz yere 500 kişi bir gecede gözaltına alındı nasıl ki havalanı işçileri bir gecede tüm haklarını gasp ettilerse Amed Van Mardin halkının iradesinde emeğini de gasp ettiler hala suçsuz yere işçiler yargılanıyorlar önümüzdeki aylarda mahkemeleri var. 600 işçi kendi evinde kendi ülkesinde kendi toprağında hapis yaşıyor yaşam hakkı bile tanınmıyor. Hakkını talep ettiği için işinden oldu hiçbir şekilde hiçbir yerde iş başvurularında olumlu dönüş sağlamıyor. Bütün arkadaşlarımız terörize edildi. Ülke cadı avına dönüştü, “padişahım çok yaşa” demeyen herkes terörist oldu. Paronayakça bir saldırıyla, salgın hastalık gibi kendine faşizmi, imha politikalarını, inkarı, gaspı hayatın her alanında coğrafyamızın her köşesinde kimlikleştirerek, kurumsallaştırdı. Bu hastaya dur demek için büyük bir tokatı halkların kardeşliği 7 Haziran’da amansız savaşa karşı barış özgürlük eşitlik mücadelesini tüm saldırılara, engellere ve dünyanın en büyük barajına rağmen kazanmıştı. 7 Haziran’ın coşkusu 23 Haziran’da adeta küllerinden doğmuş gibi, çöle dönmüş, kurumuş bir ülkeyi bir sel gibi umudu cesareti yayarak yeniden ülkeyi yeşertmiş, umudu büyütmüştür. Bundan sonra yapılacak, atılacak adımlar bellidir. Büyük üstadımız Arif’in dediği gibi Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Bu mısraların pratiğine geçme zamanı, Sırt sırta vermenin, kol kola girmenin, faşizmin üzerine yürümenin. Özgür bir ülkenin kurmanın yol haritası, paradigması, üretilecek. Atılacak ilk üç adım bellidir. 1 cesareti yaymak ve umudu büyütmek. 2 toplumu eylemselliklerle dinç tutmak. Sonuncusu belki de en önemlisi Kürt siyasi hareketiyle sınıf mücadelesini, Kürt ve Türk annelerinin bir araya getirecek kuçaklaştıracak yollarını aramak birleştirmek olmalı BÜYÜTMENİN KAZANMANIN YOLU budur.
Nihat Demir