Kürdistan’da Yeni Sömürge Kaleleri: YİBO’lar
1950’lerle beraber Kürt varlığının çökerttiğini düşünen Türk Özel Savaş Rejimi artık bunun üzerinden beyinleri kolayca ele geçirebileceğini düşündü. Kürdistan’da beyaz soykırımın en önemli saldırıları bu dönemle başladı. Kürdistan’da ilkokul sayısı önemli oranda arttı. Kürt çocuklarının kendi dillerine getirilen tüm yasaklamalara karşın Türkçe ile tanışması ve konuşması bu okullar çerçevesinde oldu. O zamana kadar Kürt halkı için Türkçe sadece askerlikte ve zorunlu bürokratik işlemler yapıldığında karşılaşılan bir olguydu. Tüm katliamlara karşın Kürt halkının kimliğini sessiz sedasız bir şekilde de olsa koruduğu kesindi. Bu okullar Türk Özel Savaş Rejiminin temel temsilcileri olarak Kürt çocuklarına Kürtçenin konuşulmaması gereken bir dil, Kürt olmanın ise utanılması gereken bir durum olduğunu öğretiyordu.
Bunun ötesinde daha ince düşünülmüş bir saldırı konsepti de uygulanmaya başlandı. Bu uygulama Yatılı Bölge Okullarıydı. Kürdistan’ın her yerine serpiştirilmiş bu okullarda ilkokulda başarılı ve zeki olan öğrenciler ailelerinden de koparılarak yetiştiriliyordu. Buradaki Kürt öğrencilerin Kürt toplumsallığı ile hiçbir bağının kalmamasına dikkat ediliyordu. Daha 10’lu yaşlarda olan çocuklar tamamen farklı bir kültürel ortama alınıyor ve “Türkleştiriliyordu”. Bu yaşlardaki Kürtlere dayatılan durum “Kürtlükten vazgeç önünde tüm kapılar açılır” şiarıydı. Sadece yaz aylarında ailelerinin yanına dönen bu öğrenciler okulda edindikleri kültürü kendi köylerine de taşıyorlardı. Aileler için bile çocuklarının Türkçeyi düzgün konuşuyor olması ve Türk gibi hareket ediyor olması övünülecek bir durum haline getiriliyordu.
Yaygın eğitimle beraber artık sadece Kürt üst tabakasının değil, toplumun tümünün genç zihinleri işgal ediliyordu. Kürdistan’ın en ücra yerlerine bile okullar açılıyor, bu okullardan mezun olup memur olanlar rol model olacak şekilde Kürdistan’da da görevlendiriliyordu. Görece artış gösteren kitle iletişim araçları(radyo,gazete ve 70’lerden sonra TV) da bu politikanın önemli bir noktasını oluşturuyordu.
Bu yeni saldırı dalgası Kürtlüğü varlık yokluk ikilemine sokacak denli derindi. Beyaz ve kızıl soykırımın zararlarını kıyaslayabilmek mümkün değildir. Fakat sonuç bir halkın varlığının tartışma konusu haline gelmiş olmasıdır. Bu sonuçta eğitimin çok önemli bir etki yarattığı açıktır. Türk Özel Savaş Rejimi artık göğsünü gere gere “Kürt yoktur, bitirdik” naraları atabiliyordu. Önderliğimiz 1970’lere gelindiğinde ortaya çıkan tabloyu şöyle ifade ediyor:
“Üst tabakanın geleneksel önderliği yenilip tasfiye olmuştu. Geriye karamsar bir tablo bırakmıştı. Kürtlerin varlığına ve özgür yaşam arzularına ilişkin derin bir güvensizlik oluşmuştu. Belki de tarihte ilk defa yaşanan kendine güvensizlik, inançsızlık söz konusuydu. Bir nevi Kızılderilileşme olgusuna dönüşme korkusu ve endişesi gelişmişti. Zaza ve Alevi Kürtlerde bu olgu kendini daha çok yansıtıyordu. Kürtlük çağdaş anlamda doğmadan ölmüştü. Daha doğrusu, üst tabaka somutunda ‘ölü doğum’ gerçekleşmişti. Ulusal ve toplumsal kimliklerine asıl sahip çıkması gereken modern sınıf ve aydınlar sahnede pek yoktu. Uygulanan katı asimilasyonist politikalar sonuç vermişti. Kürtlükten vebadan kaçar gibi kaçan aydın geçinenler söz konusuydu. Halkın tüm derdi fiziki varlığını sürdürebilmekti. Ortaya çıkan burjuvalaşma, Yahudilerinkinden çok daha dönek bir sınıflaşmaydı. Kürtlükten kaçtıkça para kazandıklarından, Pavlov’un köpekleri gibi bunun şartlanmasını yaşıyorlardı. 1970’lerin Kürdistan’ı ve Kürt toplumu, kendileri hakkında idealleri kalmayan veya çok cılız inanç emareleri gösteren insanların memleketi ve toplumuydu. ‘Kuyruklu Kürt’ iftirası tutmuştu. Bu durumda herkes ya kuyruklu olmadığına kendini inandırabilmek için Kürtlükten çıkmıştı, ya da utangaç bir biçimde kuyruğunun olmadığını söylerken ikide bir arkasına bakmaktan da geri durmuyordu.”
Genel olarak eğitimin ya da bilgi edinmenin olumlu yönleri söz konusudur. Türk Özel Savaş Rejiminin eğitim sisteminde bu olumlu yönler en aza düşse bile yine de vardır. 70’lerde Özgürlük hareketinin başta Önderlik olmak üzere kurucularının üniversite öğrencileri olması bunu gösterir. Önderliğin paradigmasını inşa edebilmesinin en önemli nedenlerinden biri yereli aşıp evrenselle buluşup Kürt toplumsallığını anlamlandırabilmesidir. Dünyadaki gelişmeleri daha fazla takip edebilen alt sınıflardan olan Kürt gençleri, Kürt gerçekliğini fark edip özgürlük yürüyüşünü başlatmışlardır. Üniversitenin yeni düşüncelere açık ortamı buna bir zemin sunmuştur. Fakat PKK hareketinin kurucuları mücadele diyalektiğini anladıkları gibi TC’nin eğitim sisteminden kopmuşlardır. Sistemden koptukları için devrimci bir hareket kurabilmiş ve Kürt halkının diriliş devrimine öncülük edebilmişlerdir. Ayrıca Önderliğin kapitalist modernitenin eğitim ve bilgi kaynaklarıyla yetinmemesi ve dünyaya daha geniş felsefi bir pencereden bakarak bu sistemin köleleştiren yönünü tahlil etmesi de özgürlük hareketinin 21. Yüzyılın devrimci felsefesini kurmasını sağlamıştır.
1950’den Özgürlük hareketinin Kürt dirilişini başlatana kadar geçen sürede TC’nin eğitim sistemi zihinlerin işgali için yoğun bir pratiği söz konusuydu. Bu dönem Kürt halkının çoğunluğuna Türkçenin de zorla öğretildiği zaman dilimidir. Yine sadece Türkçe konuşabilen Kürtlerde bu dönemde ilk defa ortaya çıkarılmıştır. Kendi benliğini başka bir dil ile ifade etme aslında ifade edememe bu dönem Kürt halkına empoze edilmiştir. Tüm yapılanlara rağmen soykırımcı zihniyet Kürt halkını asimle etmeyi başaramadı. Yokolmayan Kürtlük, Özgürlük hareketi ile beraber yeniden doğuşu da gerçekleştirecekti.
Son 40 yılın Eğitim Politikaları
12 Eylül Faşist Askeri Darbesi devlet mekanizmasını yeniden örgütlerken yine toplumsallığa müdahale ederken bunu pratik araçlarla yapmıştır. Bu siyasal, kültürel, ekonomik araçlar, devletin tüm yapısını etkilerken, Türkiye’deki toplumsallık üzerinde de ciddi tahribatlar yaratmıştır. Fakat Kürtlere yönelim farklıydı. TC sisteminin Kürdistan’da oluşturduğu sömürge mekanizması her şeye rağmen Kürt soykırımını başarmış değildi. 12 Eylül Faşizminin kendine biçtiği temel misyonlardan biri bu soykırımı tamamlamaydı. 12 Eylül’ün Kürt sosyolojisine müdahalesi ve bununla hedeflediği amacı çok barizdi. Kürt halkı tüm özellikleri ile ortadan kaldırılmak isteniyordu. Eğitim politikaları da buna göre şekillendi. Bu açıdan 1980’den itibaren Türk eğitim sisteminin asimilasyon genel hedefi ile birlikte Özgürlük hareketine karşı savaşta temel bir enstrüman olarak kullanıldığını bilmemiz gerekir. Eğitim sistemi tamamen bu özel savaş dikkate alınarak biçimlendirilmiştir. Eğitim sistemindeki her değişim(8 yıllık eğitim, 4+4+4 sistemi vb.) de soykırım hedefi gözetilerek yapılmıştır.
Kürtlere dair sözde bilimsel teoriler uydurmada 12 Eylül TC’nin kuruluş dönemine öykündü. Üniversitelerin çok sınırlı olsa da bilimsel çalışmalar yapmasını sağlayan özerkliğini kaldırıp devletin tüm akademi dünyasını zaptu rapt altına alması için YÖK (Yüksek Öğrenim Kurulu) kuruldu. Muhalif sayılan tüm akademisyenlerde (AKP-MHP faşizminin KHK’larla yaptığı gibi) ihraç edildikten sonra eğitim faşizmin temel aracı haline geldi. İşte bu bilim yuvaları Kürtlerin nasıl olmadığını kanıtlayan teoriler ortaya attılar. Dağ Türkleri, Kart Kurt söylemleri işte bu bilimin ürünüydü. İnsanlığın bilim adına yaptığı en utanç verici kitapları yazma onuru işte bu faşizmin kalemşörlerine ait oldu. Ve tüm okullarda bu teoriler bilimsel gerçekler olarak okutuldu. Kürt gençleri nasıl bir dillerinin olmadığını, bozuk Türkçe ve Farsça konuştukları, ataları karda yürürken çıkardıkları “kart, kurt” seslerinden dolayı Kürt olarak adlandırıldıkları modern “bilim” olarak öğretiliyordu.
Faşizmin Kürt toplumsallığına bir diğer saldırısı Türkiye’de 1950’lerden itibaren açılan İmam Hatip Okullarını Kürdistan her yerine yaymak oldu. ABD’nin Yeşil Kuşak teorisi doğrultusunda Türkiye’de “Türk-İslam Sentezi” diye anılan faşizan bir ideoloji kurumsallaştırıldı. Bu çerçevede her zaman Türk devletinin izlediği bir politika olan Kürt halkını İslam dini istismar edilerek asimle etme hedefi öncellikli hale getirildi. Açılan İmam Hatip Okullarının temel hedefi buydu. Bu okulların öğrettiği din anlayışı da Türk devletinin İslam anlayışıydı. Bu anlayışta Kürt halkı yoktu. Kimliğin inkârı üzerinden şekillenen bir dinsel bakış vardı. İlerleyen yıllarda Kürt halkına gözü dönmüşce saldıran Hizbulkontra örgütlenmesinin ilk filizlenmesi de bu okullarda oldu. Bu okullar 1980’den günümüze kadar Kürdistan’da etkili olmaya devam etmektedir. Özlü bir dindarlığa sahip olan halkımız çocuklarını din öğrenimi için bu okula gönderirken bu okulların esasında devletin dini yaydığını bilmemektedir. Çoklukla bu okullar halkına yabancılaşmış insanlar yetiştirmektedir. AKP’nin 2000’lerle birlikte kendine bu okullar üzerinden taban yaratmak istediği de bilinmektedir.
1980’lerden itibaren Kürdistan’da yaygınlaşan devlet okulları ve yükseköğrenim görmek isteyen Kürt öğrencilerin artması farklı bir kurum olarak dershaneleri de gündeme getirmiştir. Sınavlara yardımcı olmak gibi bir işlevle, ticari oluşumlar olarak görülen dershaneler Kürdistan’da her zaman farklı bir misyona sahip olmuştur. Çeşitli dini tarikatlardan farklı görüşlere kadar siyasal arka planı olan dershaneler Kürt gençliğinin gelişen Özgürlük Hareketinden uzaklaştırmak için devlet tarafından desteklenmişlerdir. Devlet gençliği kendi sistemi içerisinde tutmak için her yöntemi denemiştir hala da denemektedir. Dershanelerin de bu çerçevede ele alınması gerekmektedir.
Devletin resmi eğitim kurumları üzerinden gerçekleştirdiği saldırıların yanında bazı ırkçı dinci örgütlemelerinde özel dershane ve özel okullarla Kürdistan’da etkili olmaya çalıştıkları bilinmektedir. Fethullahçı tarikat bunlardan en bilineni ve yaygın örgütlenenidir. 80’lerin ortalarından itibaren Kürdistan’da önce Kürt kimliğini çok fazla hedef yapmadan alttan bir örgütlenmeye girişmiştir. Devlet içerisinde kazandığı güçler birlikte daha açık ırkçı faşist düşüncelerini Kürt halkına empoze etmeye çalışmış ve işbirlikçi Kürtler üzerinden bir etkide yaratmıştır. 2000’lerle beraber ciddi bir örgütlenmeye kavuşan bu tarikat ortağı AKP ile birlikte alternatif Kürt hareketi yaratarak özgürlük hareketini tasfiye etmeye de çalışmıştır. Ve bu tarikat Türkiye de olduğu gibi Kürdistan’da eğitim maskesini kullanarak bir güç haline gelmiştir. İnsanlara “Size okumanızda ve ilerlemenizde yardımcı oluyorum” gibi masum görünen şiarla yaklaşan bu örgüt, esasında örgütlenmesini bu çerçevede derinleştirmiştir. Ama özellikle Kürdistan’da çok bilinçli ve planlı bir yol haritası izlemiştir. Bu konuda devletten sonsuz destek de almıştır. Özellikle zeki Kürt öğrencileri sunduğu imkânlarla kazanmayı amaçlamış, bu açıdan dershaneleri tam bir örgütlenme alanı olarak kullanmıştır. Bu yapının Kürt toplumsallığına verdiği zararı görmezden gelmemek gerekir. AKP ile girdiği iktidar mücadelesini kaybedip tasfiyenin eşiğine gelmiş olması yarattığı tahribatları azaltmaz. Bu tarikat önemli sayıdaki Kürdü eğitim yoluyla Türk devlet sistemine bağlamıştır. Aslında sadece bu duruma bakarak bile Türk Özel Savaş Rejiminde eğitimin nasıl bir rol oynadığını görebiliriz.
Geçen 40 yıllık süre içerisinde Türk Devleti eğitim politikalarında sayısız taktik devreye koyarak Kürt halkında asimilasyonu derinleştirmek istemiştir. Fakat bu taktikler genel stratejisinin bir parçasıdırlar. Bu açıdan bazen değişik dönemlerde aynı taktiği farklı ambalajlarda sunmaktadır. 2000’lerin başında başlatılan “Haydi Kızlar Okula” kampanyası bu duruma güzel bir örnektir. Şark Islahat Planında yazılan Kürtçenin eritilmesi için kız meslek okulları açılmalı planlamasının 70 yıl sonra ayrı bir kılıfla topluma sunulmasından başka bir şey olmayan bu kampanya sanki cinsiyet ayrımcılığı hedef alınıyormuş gibi pazarlanmıştır. Kızlar Türkçe dışında başka bir dil öğrenmeyecekleri, Kürtlüğün inkarı üzerine şekillenmiş bir eğitim programına sahip okullara çağrılmaktadır. Kadınların yeni yetişen bireyler üzerindeki etkisi yani “ana” olgusunun toplumdaki etkisi açıktır. Burada hedeflenen sadece Kürt kadınları değil, onların üzerinden yeni kuşağı Türk dili ve kültürü ile biçimlendirmektir. Önderliğimiz o dönem görüşme notlarında bu kampanyanın içeriğine ve tehlikesine dikkat çekmişti. Türk Özel Savaş Rejiminin plansız, hesapsız ya da iyi niyetle adımlar atması mümkün değildir. Hele eğitim politikaları hiçbir şekilde Kürt soykırımından bağımsız düşünülemez.
Aynı şekilde AKP’nin üniversite sayısını artırması ve Kürdistan’ın her ilinde üniversite açması da bu çerçeveden ele alınmalıdır. Kürt gençlerini Özgürlük Hareketinden uzaklaştırmak için yapmayacağı şey yoktur. Burada da amaçlanan Kürt gençlerinin daha fazla eğitim kurumlarında eğitim görmelerini sağlayarak sisteme bağlı kalmalarını sağlamaktır. Bu üniversitelerde verilen eğitimin genel kabul gören akademik ölçütlerle bir ilişkisi yoktur. Ayrıca bu okullarda eğitim görmek çok fazla bir iş olanağı da sunmamaktadır. Nitekim üniversite mezunu olup işsiz olan on binlerce genç vardır. Devletin amacı Kürt gençlerini daha uzun süre kendi eğitim kurumlarında tutarak zihinsel işgali tamamlayabilmektir.
Türk Özel Savaş rejiminin güncel eğitim sistemli daha yakından incelenip bu sistemle asimilasyon arasındaki ilişkiye dair örnekler artırılabilir. Fakat bu yazıda genel hatlarıyla göstermeye çalıştığımız eğitim politikalarının evrimi zaten güncele dair yeterli bir fikir vermektedir. Türk eğitim sisteminin bilimsellik gibi bir derdi yoktur. Tek bir kalıptan çıkmış insanlar ortaya çıkarak hem kendi iktidarını sürdürmek hem de Kürt soykırımını tamamlamak tek gayesidir. Bu açıdan bu eğitim sisteminden olumlu sonuçlar beklemek anlamsızdır. Eğitimleri Kürt toplumsallığını parçalamayı esas almaktadır. Açık ya da örtük bir şekilde öğrettikleri budur.
Sonuç olarak Türk eğitim sistemine hem genel kapitalist modernitenin işleyişi hem de Türk devletinin eğitim politikalarının tarihsel süreçte izlediği rota üzerinden bakmak gerekir. Bu perspektif bize sömürgeciliğin hem en faşist yüzünü hem de sinsi işleyişini gösterir. TC’nin eğitiminden aldıkları ile kişinin dünyayı, toplumu anlaması mümkün değildir. Çünkü tüm sistem hakikatin çarpıtılması üzerine kuruludur. Aksine bu sistemden fiziki ve zihinsel kopuşu gerçekleştirebilmek insanı doğruya, hakikate ve en önemlisi özgürlüğe yakınlaştıracaktır.
Kendal BAGOK