HABER MERKEZİ
2015-2016 yıllarında Kuzey Kürdistan’da gelişen özyönetim direnişlerinde yüzlerce genç yaşamını yitirdi onlarcası da direnişte yaralandı. Özyönetim direnişine katılmak için kar kış demeden uzun bir yolculuğa çıkan Delil Zeryan, yolculuk ve direnişte nasıl yaralandığını anlattı.
Delil Zeryan, direnişte yaralanmasına giden süreci şu sözlerle dile getirdi:
“ 2015-2016 kış kamplarındaydık. O süre de Bakur’un bir çok il ve ilçesin de, halkımız inkar ve imhaya dayalı sisteme karşı büyük bir direniş başlatmıştı. Direniş süresince sistemin bir çok insanlık dışı saldırıları oldu ve bu saldırılar da bir çok katliam yaşandı. Buna rağmen halkımız hiçbir şekilde taviz vermeden sisteme karşı direnişlerini son noktaya kadar ulaştırdı. Biz ise o direnişi kış kampımız da bulunan küçük Radyodan dinliyorduk. Gerilla olarak, halkımız direniş içinde iken onlardan uzak kalmak çok zor oluyordu.
O yüzden partinin yaptığı her açıklamayı kulaklarımızı dört açarak dinliyorduk. Ve sonunda kurduğumuz hayaller gerçekleşti. Bir gece saat 3-4 suların da iki arkadaş kampımıza gelerek bize bir grup arkadaşın halk direnişine katkı sağlamak amaçlı şehre ineceğini ve o grubun biz olduğumuzu söylemişlerdi. Arkadaşların verdiği haberden hemen sonra diğer günün akşamına kadar kampımızı topladık ve yola çıkmak için hazırlandık. Tüm arkadaşlar yola çıkacağımız saati beklerken, heyecandan saniyeleri sayar olmuştuk. Büyük ve sabırsızca bir bekleyişin ardından en sonunda yola çıkacağımız zaman gelmişti.
Bütün arkadaşlar tek tek sıra halinde gideceğimiz yere doğru yürümeye başladık. Kışın ortaları olduğu için yedeki kar kalınlığı diz üstündeydi. O zorlu yolda, o zorlu yola rağmen, direnişe katılmanın verdiği heyecan ile hızlı adımlarla yürümeye çalışıyorduk. Yürümeye çalıştığımız zaman; ne yazık ki daha yolun başın da diz üstüne kadar yükselen küçük bir nehir vardı ve çaresiz bir şekilde, o soğuk gecede, karşıya geçebilmemiz gerektiği için ıslanmamız gerekiyordu. O gece yola çıkmadan önce, sözde ayaklarımız karda ıslanmasın ve yanıp kangren olmasın diye, naylonlarla bantlamıştık.
Ama ne yazık ki, dediğim gibi; çaresiz bir şekilde suya girer girmez naylonların işe yaramadığını ve ayaklarımıza hafif hafif suyun sızdığını hissetmiştik. O ıslaklıkla kar da yürümeye devam ettik. O gece yolumuz da, sudan hemen sonra uzadıkça uzayan bir yokuş vardı ve gideceğimiz yerde tam olarak o yokuşlu tepenin hemen arkasıydı. İlk başlar da ayaklarımızın ıslanıp yavaş yavaş buz tutmasına rağmen, gayet iyi ve tempolu bir şekilde yokuş yukarı tırmanıyorduk. Ta ki yokuşun ortalarına doğru bir yere geldiğimiz zaman, T.C nin keşif uçağının üzerimiz de dolaşmaya başlayıncaya kadar, yürüyüş tempomuz hiç bozulmadan iyi bir şekil de tırmanmıştık. Yokuşun ortalarına doğru geldiğimiz de, çok uzaktan keşif uçağının sesinin duymamızla, tüm ıslaklığımıza rağmen hepimiz hızlı bir şekilde yere, karın içine yatıp keşif görmesin, ısı veren yerlerimizi saklamaya çalıştık.
O gece daha yolun başın da suya girip ıslandığımız ve o ıslaklığımıza rağmen keşife görüntü vermemek amacıyla kar da yattığımız için; elbiselerimiz yavaş yavaş buz tutmaya ve üzerimize buzlanmayla birlikte ağırlık çökmüş, yürümekte zorluk çekmeye başlamıştık. Ona rağmen halkımızın direnşte olduğu ve bizden yardım istediğini hatırladıkça, hiçbir şekil de donmaya ve yorgunluğa taviz vermeden yürümeye devam ettik.
O yorgun ve donmuş halde uzun yokuşu yürümeye çalışırken keşif uçağı tekrar geldi ve tekrar kar da yatmak zorun da kaldık. Çünkü biliyorduk ki, öyle bir süreçte biz tam 14 arkadaş eğer keşif uçağına yakalanıp, saldırıya uğrayıp şahadete ulaşırsak; halkımız ve hareketimiz için büyük bir darbe olacaktı ve biz bunu istemiyorduk. öyle bir süreçte halkımızın direnişine etki etmemek için karda donup, ayak ve ellerimizi kaybetmeyi göze alarak uzun bir süre boyunca keşif uçağına görüntü vermemek için karda yatmıştık.
Bu sefer de keşif gittikten sonra tamamen güçten düşmüş bir şekilde, epey bir ağır olan yükümüzü sırtlayıp yokuşu çıkmaya devam ettik ki halkımızın sisteme karşı olan büyük direnişine en kısa zaman da ulaşıp cevap olabilelim. O şekilde uzun yokuşu bitirmemize az kalmıştı ki keşif uçağı tekrar geldi. Bu sefer geldiğinde ise şanslıydık ki büyük bir ağacın dibinde durmuştuk ve bu keşif uçağına görüntü vemememiz için bize iyi bir fırsat olmuştu.Bu sefer keşif çemceri iyice daraltarak üzerimizde saatlerce gezdi. Tüm arkadaşlar bedenleri donmasın diye birbirlerine kuvvetli bir şekilde vurmaya başladılar ki bedenimiz ısınsın, o ağır darbelerine rağmen hiç birimiz darbeleri hisseteyecek hale gelmiştik ve yine ayaklarımız donmasın diye ağaç ve taşlara sahip oldukları tüm güç ile vurmaya başladılar.
Yine arkadaşlar o darbeleri hissetmediği için bir çok arkadaşın ayakları yara oldu ve tırnakları attı. Tabi bedenimiz donduğu için bunu fark edemiyorduk. Ayaklarımızın durumunu yol bittiğinde anlamıştık. Bir ara keşif uçağı aşırı derecede yakınlaşarak üzerimizde dolaşmaya devam etti. Tüm arkadaşlar karda yürüdüğümüz için görüntü vermiş olabileceğimizi düşündük. Ve her an keşif koordinesi ile savaş uçaklarının gelip bombardıman yapmasını bekliyorduk. Ki eğer öyle olsaydı öyle bir arazide ve karın içinde olduğuuz için grubumuzdan tek bir arkadaşın bile kurtulması imkansız gibiydi. Ağacın altında geçirdiğimiz birkaç saatten sonra keşif çemberini biraz genişleterek(birkaç dk üzerimizde birkaç dk uzağımızda)dolaşmaya devam etti.
Bizde bunu fırsat bularak bizden uzak olduğu anda yüremeye devam edip yaklaştığında ise duruyorduk. En son ağaç altında saatlerce beklediğimiz ve çok fazla dur kalk yaptığımız için terimiz üzerimizde donmuştu ve tüm arkadaşlar tamamen güçten düşmüştü. Bundan dolayı arkadaşlar her 2-3 adımda bir düşüp tekrar kalkıyorlardı. Öyle bir hale gelmiştik ki gerçekten nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Hani insan oturunca uykusu gelir ve başı düşer ve hisseder uykuya daldığını. Biz ayakta yürürken ve ağır yükümüz olmasına rağmen adım atınca irade dışı bir şekilde yere düşüp uykuya dalıyorduk ve arkadaki arkadaş gelip kaldırmayana
kadar bunun farkına bile varamıyorduk. Bu şekilde tüm arkadaşlar adım aterken yere düşüp uykuya dalıyorlardı. Ve her arkadaş bir birini kaldırarak yola devam ediyorduk.
Ben düşünce bir arkadaş gelip beni kaldırır ben kalktıktan sonra ben başka arkadaşı kaldırırm. O şekilde hepimiz bir birimize yardım ederek yürümeye çalışıyorduk. Ve yine bütün arkadaşlar birkaç dakika yatmak için bir birlerine yalvarıyorlardı. Arkadaşlar şehit düşmesin bir birlerini kaldırmak için kaba kuvete dahi başvurmak zorunda kaldılar. Ama kaba kuvetten daha çok kalkmamızı sağlayan arkadaşların söylediği sözlerdi. Arkadaşlar bir birlerine; “eğer kalkmaz isen bu kadar arkadaş senin yüzünden şehit düşecek!” Diyorlardı. Sadece bu söz bile kalkmamıza yardımcı olabiliyordu. Çünkü düşünsenize senin yüzünden halk direnişine destek olmak amaçlı hazırlanan grubun tamamı imha olacak. Ki eğer böyle olsaydı gerçekten çok zor bir durum olurdu. Öyle bir durumdaydık ki aynı lafı başkası bana ben başkasına o diğerine diğeri ötekine. Yani tüm arkadaşlar bir birine tekrarlıyordu ki arkadaşlar kardan dolayı Şehit düşmesin.
Önümüzde kutsal bir direniş vardı ve biz o direnişe doğru yürüyorduk. Bir defa tekrar keşif yaklaşınca ben bir ağacın altına girdim. Bir defada hani derler ya ışık hızında aynı öyle bir şekilde gözlerim açıldı. Ben sadece gözlerimi kırptığımı sanıyordum ama etrafıma baktığımsa epey bir vakit keşfin altında yattığımı anladım. Çünkü grubun ortalarındayken gözümü açtığımda grubun büyük bir kısmı beni geçmişti ve ben ağacın altında olduğum için beni fark etmemişlerdi. Normalde karın içinde uykuya dalan bir insanın uyanması imkansız denebilecek bir düzeyde zordur. Ama ben birden bire gözlerimi açtım ve iradem dışı bir şekilde aniden havaya fırladım ve yürümeye başladım.
O şekilde yürümeye devam ederek ulaşacağımız yere yetiştik. O gece orada 2-3 saat mola verdikten sonra (arkadaşlar mola saatinde donmanın verdiği acıdan dolayı hiç yatamamışlardı) sabahın erken saaitinde asıl gitmemiz gereken yere doğru gittik 1 saat kadar yürüdükten sonra oraya ulaştık. Orada arkadaşların yaptığı toplantıdan sonra 1 gün dinlenmek amaçlı orda kalıp diğer gün şehre doğru yola çıktık.
O yoldada Tc yolları tuttuğu için kontraların bir köyünde takılı kaldık. O arada çaresiz bir şekilde arazide saatlerce yine karın ve derenin içinde koşmak zorunda kaldık. Ve yine önceki gün çektiğimiz acıların daha ağırını yaşadık. Birkaç saat yatabildik ve sonra diğer günün akşamı yola çıkıp gece geç saatlere kadar yürüdük. Ve en sonunda direnişten bir kale olan o şehre ulaştık. Şehre ulaştığımızda ben ayaklarım karda çok kötü yandığı için 1 hafta kadar bir evde tedavi gördüm. Ve kangrenden dolayı sağ ayağımın küçük parmağının yanmasından dolayı bir kısmı kesildi. 1 haftadan sonra daha ayağım pansumanlı halde kendi dayatmamla evden çıkıp direnişe gücüm yettiği kadar katıldım.
Bulunduğum şehirde sokağa çıkma yasağı başlamadan önce hemen yan tarafımızda bulunan ve konumu bakımından stratejik olan bir mahelleyi almak amacıyla bir akşam oraya geçtik ve mahallenin tüm noktalarına savaşçılar yerleştirildik. Ben ise önde mahallenin üst taraflarına doğru yürürken bir anda üzerimize mermiler yağmaya başladı o anda hepimiz mevzi almaya başladık ve kısa süreli bir çatışma yaşandı. Üzerimize pusu kurarak mermi yağdıran kişiler o mahallenin korucu bir aşiretin mensublarıydı.
Başta hiç birimize bir şey olmadığını sandık ama biraz çatıştıktan sonra daha önceden kangren olan sağ ayağım sızlamaya başladı. Başımı eğip ayağıma baktığımda ayakkabımın tamamının kanla dolduğunu fark ettim. o zaman anladımki atılan ilk mermi bana çarpmıştı. Sakin bir şekilde yan tarafımda bulunan ve mahalle sorumlusu olan kadın arkadaşa yaralandığımı söyledim ben öyle der demez o arkadaş beni direk yan tarafa itip korumaya başladı ve aynı anda arkadaşlar da beni geriye çekmeleri için çağırdı arkadaşlar gelince ben çok kan kaybettiğim için bayılmıştım.
Ve maalesef daha sonrasını tam hatırlıyamıyorum ama arkadaşların bahsettiği kadarıyla ayağım önceden kangren olduğu için ve tedavi imkanları kısıtlı olduğu için arkadaşlar çaresizce beni Şehit düşmemem için kurtarılmış alanlara göndermişler. Çünkü bana bakmak için gelen doktor kangrenin çok fazla ilerlediğini ve eğer ayağı kesilmezse 2 gün içerisnde olmasada en fazla 15 gün içerisinde Şehit düşeceğimi söylemişti. O zaman da daha şehirdeyken birkaç defa kalbim durmuş ve bir defasında arkadaşlar yaklaşık bir saatlik kalp masajından sonra beni geri getirtebilmişler.
O yüzden en kısa zamanda beni ablukadan çıkarıp tedavi görebileceğim kurtarılmış alanlara gönderebilmenin yollarını aramışlar. Ve sonunda beni şehirden çıkartabilecek bir yol bulup beni çıkartmışlar. Tedavi göreceğim yere gelince her iki böbreğiminde kirli kandan dolayı durduğu için ayağımı ilk serferde kesemeyip yaklaşık on günlük ilaç tedacisinden ve boğazımı delerek bedenime yerleştirdikleri hortumla böbreklerimi açıp sağ ayağımı diz üstünden kesmişler. Ameliyattan sonra ancak bir aydır kaybettiğim şuurum yerine gelmişti ve daha yoğun bakımdayken kalkıp oturmak istediğimde ayağımın olmadığını fark ettim doktorların “eğer kesmeseydik şehit düşecektin” sözlerinden sonra hiçbir şey demeden sadece su isteyip tekrar uzandım.
Yani daha 16 yaşıma yeni basmış bir genç olarak bir ayağımı kaybetmiş ve çok sevdiğim, memleketim olan ve gerilanın kalbi diye nitelendirilen kendimi orda tanıdığım Botan dağlarından hain bir kurşun ile ayrılmak zorunda kalmıştım. Her şeye rağmen bu yazı vesilesiyle sadece Şehitlerimizin kanı için olsa bile gerektiğinde diğer ayağımıda zevkle vereceğime ve kanımın son damlasına kadarda verdiğim karara bağlı kalacağma tekrar tekrar Şehitler huzurunda “söz veriyorum”