HABER MERKEZİ
Örgütlü olmayan her kesim ve her yer Kapitalist Modernitenin özel savaşından etkilenmeye açıktır. Ancak şu da bir gerçektir ki bu sisteme karşı örgütlü olan kesimlerin üzerinde de özel savaş yürütülüyor. Önce fiziki yok etmeye çalışılır olmazsa zihine yönelik bir özel savaş yürütür; ta ki sindirilir, kendine muhtac hale getirilir ve en nihayetinde teslim alıncaya kadar hiç boşluk bırakmadan devam eder. Özel savaş zihine yönelir, örgütlülükten, araştıran, sorgulayan bireyi ve toplumu zihinsel saldırıya tabi tutar, parçalar ancak sadece güdüyü bırakır.
Bu Türkiye ve ülkemizin kuzeyinde yani Kuzey Kürdistan’da özellikle devrimci gençler üzerinde bariz bir şekilde görülmektedir. Özel savaş en başta özgür, araştırmacı ve bilimsel bir üniversite, anadilde eğitim, devlet denetiminde olmayan üniversite yönetimi talepleri ile sürekli bir mücadele eden bir gençliğin AKP-MHP, ortağı Gülen Cemaati ile birlikte “Türban ile üniversiteye girme” gibi sünni bir gündemle basitleştirerek mücadele düzeyini düşürdü, sonra da çıkarılan yeni YÖK yasası ile “Tek adam” sistemi haline getirilen cumhurbaşkanlığına bağlanarak, öğretim görevlisi olmayan yandaş kesimler rektörlüğe atandı. İşsizlik sorunu haline getirilen ülkede gençler ve insanlar gönüllü köle olmak için amansız bir mücadele içine girdi.
Uyuşturucu satışı ve alımı ilkokul sıralarına kadar inerken, fuhuş artık devletin teşfikiyle alenen yapılmaya başlandı. AKP-MHP faşist sisteminin Siirt valisi 2010 yılında kentte polislerin bilgisi dahilinde ve gözleri önünde çocuk ve gençlere satılan uyuşturucu, birçok yerde açık bir şekilde fuhuş yapılmasına yönelik “Çocuklar ve gençler polislere taş atacaklarına fuhuş yapsınlar” açıklamasını hatırlayalım.
Giderek gençleri kategorize edip, parçalara ayırarak örgütlü yapıdan çıkartıp darmadağın etmeye yöneldi.
Bir kesim için açılan Kuran Kursları, cemaat, vakıflar bünyesinde “Müslümanlık” adı altında İslam şövenizmi ideolojisine büründürür–ki bunlar kendisine AKP-MHP en yakın kesimdir. Bir kesimi de, 2013 yılında dönemin AKP milletvekillerinden birisi “Eskiden olsaydı hepsi failli meçhul bir şekilde öldürülürdü şimdi gözaltı ve tutuklayarak hapse atılıyor, daha ne istiyorsunuz?” şeklinde fiziki ve zihinsel baskılar ile “Ölümü gösterip sıtmaya razı etme” haline getirildi. Bunların kendilerini dejarş etmeleri için de her adım başı açılan binlerce kafe ve “Türkü Bar”larda yoz bir yaşam sunuluyor. Bu şekilde gençleri illegaliteden uzaklaştırarak sahte sevgi ve yaşamı zihinlere şıranga ediliyor. Bunların içinde maalesef ki özgürlük mücadelesine gönül vermeye açık gençler de var. Diğer bir kesim olan ve en önemlisi ise sokakta sistemin her türlü saldırısına karşı legal ya da illegal direniş eyleminde bulunan örgütlü gençlere yöneliktir. Bunları da ajanlaştırma, baskı ve zorba yoluyla teslim almaya çalışılmaktadır. Özellikle gözaltına alma, gizli sanık adı altında “Herkes ajandır, herkese şüpheyle bakılması gerekir” durumu yaratılarak sadece gençler birbirlerine değil aile içindeki bireylere bile şüpheyle yaklaşmasına mecbur bırakılmıştır.
Bu özel savaş yöntemlerine medya-basını da elinde neredeyse birinci güç haline getiren AKP-MHP faşist devleti ve şefi Erdoğan, sürekli kameralar önünde yalanlarına kılıf uydurarak inandırmaya çalışıyor.
Bu tür özel savaş saldırıları önceleri yok muydu? Elbeteki vardı. Bu dönemde hem yöntem hem de baskılar biraz daha çoğaldı.
Asıl soru şu; toplumun motor gücü olan, her zaman her yerde enerjik olan, yüreği sürekli devrim ateşi ile kasıp kavrulan tüm devrimci, direnişçi ve en önemlisi Önder APO’nun militanlarıyız diyen gençler, bunu kabul edecek miyiz? Buna karşı bırakalım sessiz kalmak pasif direniş bile yakışır mı bize? En zor ve en zayıf dönemini yaşayan bu faşist cuntadan çekinecek miyiz? Onların özel savaş yöntemlerine karşı birçok yol ve yöntem var. Bu faşist cuntanın en korktuğu şey gençlerin onlardan korkmadığını ve sürekli direniş halinde olduğunu bilmeleri, görmeleridir.
Tarihten bugüne hep böyle olmuştur. İbrahim Kaypakkayalar Kızıldere’de şehit edilirken de bu böyle, Deniz Gezmişler dar ağacına götürülürken de böyle, Haki Karerler göğsünü kurşunlara siper ederken de böyle, Mazlum Doğanlar üç kibrit çöpüyle Newroz ateşini yakarken de, Dörtler cezaevinde bedenlerini direniş ateşini harlarken de böyle, Kemaller, Hayriller ölüm orucuyla ölüme giderken de bu böyle, Egitler ilk kurşunu cuntacıların kalbine patlatırken de, Beritanlar kendilerini uçurumdan bırakırken de, Zilanlar kendilerini düşmanın beyninde patlatırken de böyle, uluslararası komploya karşı çocuklar, gençler, kadınlar, erkek yaşlı bir bütün olarak halkın özgürlük direnişçileri ateş topu olup cuntacılara kan kustururken de böyle, Mihemed Tunçlar, Seveler, Çiyagerler, “Son Muhteşem Olacak” diyerek özgürlük yürüyüşlerinde bir adım bile geri adım atmazlarken de bu hep böyle olmuştur.
Direnirken, düşmana darbe vururken en güzel yaşamı da yaşanılabileceğini gösterebilir. Bu nedenle eğer “Ya bundan sonra ne olacak? Ya başımız belaya girerse nereye gideriz?” diye kaygılanıyorsak, özgür dağlarımız var, bizimle omuz omuza cuntacılara darbe üstüne darbe vurmaya hep hazır olan yoldaşlarımızın olduğunu unutmayın yeter.
Direnirken yüreğiniz en yakınınızdaki dağlardaki gerillada, onların bakışlarında ve de granit gibi duran iradelerinde olsun. Ve elbette yüreğiniz bir de granit yürekli olan vatan evlatlarına doğru aksın, yeter…
KASIM ENGİN