HABER MERKEZİ
Her gerillanın günlüğü içinde bir dünya, bir mücadele, bir umut ve insanlığa dair bir ütopya barındırır. Şehit Gurbetelli Ersöz hem bir basıncı hemde bir gerillaydı. Elaziz Palu’da 11 Temmuz 1965 günü dünyaya gelen Şehit Gurbetelli Ersöz daha sonra mücadelenin anlamlı olduğu, yaşamın yeni bir boyut kazandığı dağları kendilerine mesken seçen. 8 Ekim 1997’de Başurê Kürdistan’da girdiği bir çatışma da işbirlikçi KDP tarafından şehit düşürülür.
Gurbetelli Ersöz’ün defterine nakşettiği cümleleri ile onun ütopyasına şahitlik edelim.
“Evet baharın bütün güzelliğiyle gün be gün serpilip açılıyorum. Yaşam o kadar güzel ki bundandır rengarenk çiçeklerin etrafımıza dolaşması. Zap nehriyse taşmış bir defa gürül gürül ve resmi reş. Ülkeme yıllardır özlemiyle yolduğum yüklü olduğum ülkemde ilk konağım Zap. Ülkeme hasret kalmanın vermiş olduğu burukluk ve ülkeme kavuşmanın sevinciyle Zap’ta tanıştım.
Ve maalesef ki toprağıma kavuşmanın tepkisi olsa gerek 2 ay hasta gezdim buralarda. İlk kez Zap’ta 1 gün öncesinde gördüğüm arkadaşların ertesi gün şahadetlerini duymam beni ve yoldaşlarımı oldukça etkiledi. Düşman operasyonu ve bombardımanın altında koştum. Düşmana sıkılan kurşunları dinledim Zap’ta. Parti merkez karagahını gördüm bir sürü arkadaşla tanıştım. Zap’ın sıcak eylül günlerinde karlı yağmurlu zirvelerini gördüm. Mamavi zap kadar çamurlu ve coşan Zap’ıda gördüm.
Zap esir ve kirli, özgürlüğü yakın yağmur kesilince özgürlüğüne kavuşacak. Ceviz ağaçlarıyla dolu olan Dolaşivya’ya geçtim yeşil suyundan bir avuç alıp içtim. Cudi tepesinin labirentlerini andıran kayalıklardan biraz yürüdüktan sonra da kayboldum. Amadiya boğazından bahar tepesinde, Derolok boğazından Kure Jahro tepesine Dolaşivya’dan Çiyayê Reşe kadar Zap şimdi bir garnizon, gerilla mekanı.
Doğa saf ve temiz. Onu kirleten insanın çirkinliği. Tıpkı gökyüzünde uçuşan kuşlar ve aynı anda alanı bombalayan jetlerin benzerliği gibi. Biri özgürlük güzellik merkezi diğer ise ölüm aracı bomba aracı. Tam bunları düşünürken bir yerlerden hış hış sesleri geliyor. Ve dikkatim oraya kayıyor sincap kuru ağaç yaprakları ve dallardan atlarken sesler çıkartıyor. Oynaşıyor, aranıyor. Galiba bu mevsimde ceviz arıyor. Biraz etrafımızda dolandıktan sonra zıplayıp gözden kayboluyor.
Sonbahar mevsiminin kendine özgü, doğal güzelliği Gare’de bir başka. Renk cümbüşü fotoğraflarla daha doğrusu gezilerek anlaşılabilinir. Yürürken ayaklar altında çıtırdayan yapraklar, kırmızı, yeşim, sarımsı renkleri ele alan coğrafya bir harika. Çocukluğumu yaşadım Gare’de. En yüksek noktası ve muhaberecilerimizin çıktığı tepeye çıkıp araziyi seyre daldım. Çarçella, Kuro Jahro dağlarını gördüm.
Gare’den Zap’ı izledim Metina’yı gözlemledim ve Metina’ya geçtim. Araba yolculuğu benim için bir eziyette olsa zirveye çıkıp Kele Meme’yi, Zaxo’yu, Dicle nehrini hayranlıkla, buruklukla izledim. Parçalanmış ülkemizin üçgeninde, Suriye, Türkiye ve Irak sınırlarına baktım. Dicle olmuş Irak-Suriye sınırı. Cudi ve etekleri olmuş Tc ve Irak sınırı. Dicle nehrini takip etsem Amed’e varırım. Cudi’ye çıksam özgürlük ve egemenlik duygularını daha da derinden hissederim. Burada kendimi Parti Önderliğine çok yakın hissediyorum. Sanki adım atsam Başkan’a ulaşacağım. İlginçtir coğrafya insanı yakınlaştırıyor. Ama şimdi değil hak ettiğimde kesin yine Parti Önderliğini göreceğim.
Siraç bir gün Metina’ya gidiyor, Abbas ve Bahoz arkadaşlar bizi karşılıyor. Oturdukları yerde bir minder var hayret gerilla ve minder. Abbas arkadaş minder tarafını işaret ederek, ‘Oraya oturmayın şuraya oturun.’ Diyor gülümseyerek. Derken Siraç Bilgin geliyor. Daha tokalaşırken Abbas arkadaşın ‘Tanıyor musun?’ sorusuna, Siraç Bilgin Türkçe soruyor bende ‘Çewlig’ deyip Zazaca cevap veriyorum.
– Hangi köy?
-Ziver
-Kimin kızısın?
-Talip
Elini uzatıp saçlarımı karıştırıyor. Arkadaşların yanında utanıyorum. Derken Zazaca konuşmaya devam ediyoruz. Kendisi Kürtçe diye düzeltiyor. Bende arkadaşlara ‘Tanıksınız bir daha Kürtçe bilmiyorsun demeyeceksiniz’ diyorum. Avesta kitabından söz ediyor. Dr. Siraç incelemiş ve bir kitap yazmış. Avesta dilinin Zazaca ile aynı olduğunu söylüyor. Bazı akrabaları soruyorum. Kısacası biraz bölgecilik yapıyoruz işte.
Gerillanın eşyaları sınırlıdır. Silah teçhizatı dışında tabii. Küçük sırt çantası, ipliği, kalemi, defteri işte bütün zenginliği budur. Dünyaya başkaldırmış gerillanın bütün zenginliği. Bunların dışında tabii en önemlisi de yanında taşıdıklarının derin anılar vardır. Daha ne olsun ki? Birde seni dünden bugüne getirip yarına taşıyan fotoğrafların olmazsa olmaz tabii. Her gerilla silahıyla çekilmiş bir fotoğrafının olmasın arzular. Ya da her an ayrılabileceği ne zaman şehit düşeceği belli olmayan yoldaşıyla anı fotoğrafı olsun ister. Fotoğraf gerilla da kuşaklara kalan bilinmez görüntüdür. Bu nedenledir ki çekeceği her poza koşacağı gibi, çok iyi çektiğini idda eder. Çekilmek kadar çekmekte bir tutukdur. Ve özlem onu sevdiklerine ulaştırmaktır. Yanımda sürekli taşıdığım fotoğraflarım var. Bunlar 1994 Aralık 15’inden bu yanan yani Parti Merkez Okuluna gittiğimden beri fotoğraflarım veya yoldaşlarımın fotoğrafları. Diğer fotoğraflarımın bir kısmı evde bir kısmı da Avrupa arşivinde.
Ve makinem, basit otomatik makine Zap’ta bir arkadaş hediye etmişti. Anlamı çok büyük bende. Her şeye değer yani maneviyatı ve ona yüklediğim anlam çok büyük. Ben her karede sadece yoldaşlarımın suretini tarihe bırakmıyorum. Onların yüreklerinde gizli olan ve yüzlerinde yansıma bulan bir evreni kadrajıma sığdırarak tarihe bırakıyorum.
Gurbetelli Ersöz ”
NC/Faraşîn Sîdar