HABER MERKEZİ – 18 Mayıs günü Riha’nın Xelfetî ilçesine bağlı Derto (Dergili) mahallesinde yaşandığı iddia edilen çatışmadan sonra başlatılan siyasi soykırım saldırılarında 56 yurttaş işkence edilerek gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar, öncelikle ters kelepçelenerek mahallede yere yatırılmak suretiyle basına servis edilmişlerdi. Sonrasında Riha emniyetindeki siyasi şubeye götürülen bu 56 yurttaşa, şube içerisinde envai çeşit işkence uygulanmıştı. Elektrik verme, tazyikli su, haya burma ve özellikle kadınlara yönelik tecavüz girişimlerine kadar varan işkence yöntemleri… Yine 18 yaşından küçük olanlara psikolojik baskı ve şiddet uygulandığını da gelen bilgiler arasındaydı.
İşkencecilerin gözaltındaki erkekleri kız çocuklarıyla tehdit etmeleri, 24 saat boyunca avukatların müvekkileriyle görüştürülmemeleri de Riha emniyetinin keyfi uygulamalarıydı. Tanıklıklarda elde edilen bilgilerden, işkencecilerin tamamen özel bir ekipten oluşturulduğu ve yüzlerinin kapalı oldukları yönündeydi. Gözaltındakilerin işkencehaneye götürüldüğünde gözlerinin bağlanıp, kafalarına çuval geçirildiği de öğrenilmişti. Emniyette yapılan her türlü muamelenin Riha Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bilgisi dahilinde olduğu işkenceci polisler tarafından ifade edildiği de işkenceye uğrayanlar tarafından dile getirilmişti.
Maddeler halinde Halfeti vahşetini aktarmış olursak;
1) Toplam 56 yurttaş gözaltına alındı.
2) 24 saat avukat kısıtlılık kararı verilmiş ve bu süre bittikten sonra 10 saat daha avukatların Şube’de müvekkilleri ile görüşmeleri engellenmiştir. Bu sırada yasak sorgu ile 3 yurttaşın ifadesi alınmıştır.
3) Avukatların dışarıda görüştüğü diğer aile fertleri hemen ertesi gün gözaltına alınmışlardır.
4) Gözaltında bulunan kişilerin çoğunluğu “mülakat” adı verilen usule aykırı sorgu yöntemine maruz kalmışlardır.
5) Müvekkilleri ile görüşen avukatlar, gözaltında bulunan kişilerin ilk görüşmede birinin kafasının kırıldığını ve kafasında boydan boya dikişlerin olduğunu, kıyafetleri bulunmayan ve avukat görüş odasına Z.A’nın ameliyat elbisesi ile geldiğini avukatlar belirtmiştir. Yine hastaneye götürüldükleri sırada aralarında atletli ve terliği olmayan kişiler olduğu da avukatlar tarafından belirtilmiş, söz konusu görüntüler basına da yansımıştır.
6) Gözaltı merkezinde bulunan kişilerin avukatlarına aktardıkları üzere kendilerinin nezarethanelerden “ifade işlemin var, parmak izin alınacak, fotoğraf çekilecek” denilerek kolluk tarafından alındıkları, merdivenlerden aşağı indikleri sırada elleri ters kelepçelenip gözlerinin bağlandığı ve kafalarına çuval geçirilerek -net olmamakla birlikte- 1 veya 2 kat aşağı indirildikleri, yüksek ihtimalle bodrum kat olarak düşündükleri yerde cinsel organlarına elektirik verilerek, falakaya yatırılarak işkence gördüklerini söylemişlerdir.
7) Gözleri kapalı olması nedeniyle kimlerin işkence yaptığını bilmediklerini, gözleri açıkken işkenceye uğrayan kişilerin ifadelerine göre ise işkencecilerin yüzlerinin kapalı olduğunu da söylemişlerdir.
8) Gözaltındaki kişiler yukarıda da belirtildiği gibi aynı aileye mensup kişiler olması sebebiyle işkence sırasında aileleri, özellikle eşleri ve kız çocukları tehdit edildiklerini ifade etmişlerdir.
9) Avukatlar müvekkilleri ile görüşme sırasında devamlı birilerinin götürülüp getirildiğini, dışarıdaki bir kameranın avukat görüş odasına doğru çevrildiğini belirmişlerdir.
10) Avukat görüşlerinden sonra erkekler yeniden “bodrum kat” olarak tabir edilen yere götürülüp ayaklarının vurulduklarını ve bu yola sıkça başvurduklarını ifade etmişlerdir.
11) Aynı Şube’de bu güne kadar benzer işkence iddialarının olduğunu belirten avukatlar 8 ay önce yine bir gözaltına alınan kişiye yönelik “cop sokma” yöntemi ile işkence yapıldığını, başka bir dosyada da yine elektrikli işkence ve falakaya yatırma yöntemi ile işkence yapıldığını hatırlattılar. Yine benzer dosyalarda kişiler işkenceye uğradıktan sonra baygın haldeyken gözleri kapalı bir şekilde bekletiliyor ve farklı silahlar getirilip ellettirilerek, parmak izinin bu silahlarda çıkmasını sağlayıp, kişiyi “bu silahı nerede kullandın, ömürlük ceza alacaksın” şeklinde psikolojik olarak da işkenceye tabi tuttuklarını belirtmişlerdir.
12) Kişiler devamlı nezarethaneden çıkarılıp başka bir kata götürülerek kendini hekim olarak tanıtan kişiye görünüp muayene edilmeden indirildiklerini söylemişlerdir. Ayrıca işkenceye uğrayanlardan bir kişi hastaneye götürülüp getirilmiş, avukatı tüm raporlarını göremediği için İstanbul Protokolü’ne uygun bir rapor aldırılmasını talep etmiştir. Bunun üzerine kolluk “Biz aldırdık.” şeklinde yanıt verirken, raporu görmek isteyen avukata rapor gösterilmiş ve kafasında yarıklar olan müvekkiline “Darp, cebir izi yoktur.” ibareli bir raporun verildiğini görmüştür.
13) İşkence izlerinin tespitinin sağlanması için önemli bir araç olan fotoğraf çekimi Siyasi Şube tarafından engelleniyor. Avukatların telefonlarıyla görüşmeye girmesi engelleniyor.
Xelfetî vahşetinin halen devam ettiğini söylemek mümkün. 12 yurttaşın hâlâ gözaltında olduğu Riha emniyetinde her şey olağan şekliyle devam ediyor. İşkenceler ve işkencecilerin varlığı, gözaltındakiler şurada kalsın, gözaltından çıkanların dahi psikolojilerini etkisi altına almıştır. Gözaltından çıkanların tedavi süreçlerini tamamlamak için Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) başvuruları oluyor. Günde en az 3 kişi vakıfa başvuru yapıyor. Tedavi ve rehabilitasyon süreçleri devam eden başvuruların, psikolojik ve sosyal hizmet desteği aldıkları öğrenildi.
Xelfetî vahşetinin bir başka yorumlaması da kuşkusuz son siyasal ve toplumsal devinimlerle ilgilidir. Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 200 gün boyunca devam eden açlık grevi direnişleri ve son bir ayda gelişen ölüm orucu direnişleri, tecrit rejiminin nasıl bir gelişkinlik kazandığını gözler önüne sermiştir. Halklar Önderi’ne uygulanan tecridin aslında totalde toplumun kendisine uygulandığını, Xelfetî fotoğrafında görmek mümkündür. Tecrit yönetim biçiminin, artık bir ada ile sınırlı kalmadığını, toplumun tüm zerrelerine kadar sirayet ettirme çabasını, Xelfetî vahşetiyle daha net görüyoruz.
İşgalci Türk devletinin Mayıs ayı içerisindeki tecrit meselesine yaklaşımını, ‘iyi niyet adımları’ olarak görmek ziyadesiyle hümanist bir tutum olur. Zira AKP-MHP gerici rejimi, Halklar Önderi’nin bir kez kardeşi, iki kez de avukatlarıyla görüşmesini sağlamalarını açlık grevi direnişlerine ve son zamanlarda beyaz tülbentli annelerin sokakta sergilediği direnişlere bağlamak en doğru bakış açısı olacaktır. 26 Mayıs’ta Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının açıklamasından sonra açlık grevi ve ölüm oruçlarının sona ermesiyle birlikte, Medya Savunma Alanları’na havadan askeri saldırıların gerçekleştiğini gördük. Bu, toplumsal ve siyasal baskıdan kaynaklı tecrit konusunda geri atmanın getirdiği sıkışmışlığın, milliyetçi kesimden hâlâ medet uman ve Kürt sorununun çözümü noktasındaki basiretsizliğin göstergesi olarak ele alınabilir. Dolayısıyla Xelfetî vahşetinin tüm bu gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirmemek lazım.
NC/CAFER HÎVA