HABER MERKEZİ
Demokratikleşmenin İtici Gücü Olarak Özerk Kadın Politikası
Son yıllarda, “prefigurasyon (önceden yapılandırma)” terimi, radikal teori ve pratiğin dünyasında kendine yer bulmuştur. Prefiguratif politika, dış faktörlerin olgunlaşmasını beklemek yerine insanların tasavvur ettiği özgürleşmiş toplumları, ilişkileri ve hayat biçimlerini burada ve şimdi hayata geçirmek ve somutlaştırmak olarak görülmektedir. Son yıllarda, bir yandan yerel sağcı ve milliyetçi söylem ve politikaların yükselişine ve diğer yandan çok uluslu şirketler ve ekonomilerin güçlü ağlarına karşı, dünyadaki kadın hareketleri, sınır ötesinden kadınlarla örgütsel bağlantılar kurarak giderek daha fazla yerel politikaları demokratikleştirme ve sömürgecilikten bağımsızlaştırma görevini üstlenmeye başlamıştır. İkincil olmayı reddeden feminist teori ve politika, bugün radikal demokrasi ve kapitalizmin alternatifleriyle ilgili tartışmalarda aktif bileşen olmak konusunda ısrar etmektedir.
Kürt kadın özgürlük hareketinin ideolojisinde ve pratiğinde, özgürlük ancak örgütlü eylemle ele alınabilecek sürekli bir mücadeledir. Bu nedenle, kadınların özgürlüğü örgütlerle ve hareketlerle sınırlandırılamaz, ancak bilfiil konfederal bir şekilde örgütlenmiş özerk bir kadın sisteminin inşasını teşkil etmelidir. Hareket için, sömürgecilikten bağımsızlaşma, 5000 yıllık devlet sisteminin -en eski sömürgecilik türünden, yani kadınların ataerkinin hükmü ve otoritesi altına alınmasından başlayarak- toplulukların sömürgeleştirmesini ortadan kaldırmaya yönelik radikal ve sürekli bir çaba haline gelmiştir. Başka bir deyişle, sömürgeden bağımsızlaşma, geçmiş yüzyıllardaki sömürgeciliğin miraslarından ideolojik, kültürel, politik, sosyal ve ekonomik anlamda kurtuluştan daha fazlasını içerir. Ataerkil otoriter sistemlerden politikayı geri almak aynı zamanda yer, zaman ve eylem kavramlarını sömürge- den bağımsızlaştırmak anlamına gelir.
Kürt siyasetinde kadın öncülüğünün yükselmesi ile birlikte, özerk kadın örgütleri bağımsızlık hareketinin karma yapılarından ayrı ve bağımsız olarak örgütlenmekte ve böylece genel mücadelenin radikal kanadını oluşturmaktadır. Kadın özgürlüğü, daha geniş anlamda hareketin ideolojisini ve pratiğini de aktif olarak biçimlendirmektedir. Özerk kadın yapıları sadece kadın siyasetinin radikalleşmesine yer açmakla kalmaz, aynı zamanda ilerici hareketler içinde dahi bulunan ataerkil eğilimlere karşı yapısal ve ideolojik özsavunma mekanizmaları oluşturur. Kadın eş başkanının görevi hem varlığı hem de aktif çalışmasıyla, aynı zamanda egemen erkeği, tek taraflı iktidarına meydan okuyarak demokratikleştirmektir.
Kadın hareketinin tüm aktivistleri, erkeği değiştirme veya Öcalan’ın sözleriyle sosyalizminin temel prensibi olarak egemen erkeği öldürme misyonuna sahiptir. Başka bir deyişle, toplumsal hareketlerin devletçi politikaya karşı oluşturduğu alternatifler devlet yapılarından daha demokratik olabilir, ancak demokratikleşmeleri için kadın mücadelesi yoluyla sürekli olarak kendilerine meydan okunmalıdır.Kökenini tarihin sömürgeci ve ataerkil felsefelerinde bulabileceğimiz evrensellik doktrinlerinin aksine, Kürt Kadın Hareketi’nin, kadınların demokratik kon- federalizmi için getirdiği öneri, kadınların kendi coğrafyalarındaki mücadelelerinin kendine özgü dinamikleri ve bağlamları olduğunun, her birinin örgütlenme ve mücadele için spesifik biçim ve stratejiler gerektirdiğinin farkındadır.Aynı zamanda, kadınların dünya çapındaki devrimini gerçekleştirmek için ortak mücadeleler, uygulamalar, terimler ve stratejiler oluşturma gerekliliğini kabul etmektedir.
Meral Çiçek’e göre, “Yapı olarak demokratik konfederalizm (…) aynı zamanda iktidar ve tahakkümü ortadan kaldırmaya ve demokrasiyi öğrenmeye yardımcı olduğu için de işlevsel”, çok sayıda yapının özerkliğini korurken ve aktif olarak ifade ederken konfederal bir şekilde bir araya gelip koordine etmesini sağlar. Yatay ve çok boyutlu örgütsel pratiği ve yerel ile evrensel arasındaki simbiyotik ilişkisi ile Demokratik Konfederalizm aynı zamanda siyaset için ekolojik bir paradigma oluşturmaktadır. Özerklik, yalnızca devlet karşısında yerel öz örgütlenme yapılarıyla ilgili değildir, aynı zamanda demokratik konfederal proje içindeki bir ilişkiyi de ifade eder. Eylem ve dönüşümün, ahlaki güdümlü ve politik olarak aktif bir toplumun gerekli dinamikleri olarak anlaşılması gerektiğini savunan ekoloji ilkesine dayandırılarak esnekliğe çok büyük önem atfedilir.
Bu anlamda, Demokratik Konfederalizm yalnızca bölgesel bir proje ya da yönetim sistemi olarak anlaşılmamalıdır. Daha ziyade, demokratik-konfederal örgütlenme her şeyden önce bir zihniyettir, toplumla nesneleştirici bir ilişkisi olmayan politik bir zihniyettir. Bu sadece özerklik, bağımsızlık ve özgürlük gibi kavramların devlet bürokrasilerinden ve kurumlarından doğrudan eyleme dayalı tabandan çözüm bulma lehine ayrışması anlamına gelmez, aynı zamanda kişinin kendi ve hayatı üzerine düşünme biçiminde bunun yanı sıra ilişkilerin yaratılma biçimlerinde özerkliği, bağımsızlığı ve özgürlüğü kurmak anlamına gelir. Sömürgecilik ve kapitalist modernite altında, bilgi, üretim, öz savunma ve politikayı başkalarına teslim etmeyen özerk yaşam ancak mücadele yoluyla gelebilir. Mücadele, bilinçli olarak ilişkilenilirse özerk öz örgütlenme biçiminde açığa çıkar. Bu anlamda, kendini özgürleştirme ile politik eylem yoluyla başkasının demokratikleşmesi arasında diyalektik bir ilişkiden söz edebiliriz. Bir bireyin kendini gerçekleştirmesi, kendini yaratması ve kendini savunması bu yüzden toplumun kurtuluşu için gerekli bir şarttır; kadınların özerkliği, erkekliği ve ilişkileri ataerkiden özgürleştirme olasılığının bir koşuludur; Bir topluluğun kendi kendini belirleyen varoluşu, ülkeyi bir bütün olarak demokratikleştirecek dinamik bir güçtür. Bu diyalektik ilişkiler sadece tamamlayıcı değil, aynı zamanda mücadele ve çatışmanın merkezlerini oluşturucu niteliktedir.
Özgürleşme Politikaları Üzerine Bilgi Üretimi: Feminist bir Perspektif
Feminist radikal politikalar hem gerçek hem de mümkün olanla ilgileniyor ve dolayısıyla hayal dünyalarında, öncüllerinde ve uygulamalarında prefigürasyon unsurları içeriyor. Feminist politikayı bilgilendiren epistemolojiler, toplumun bilgisini neyin oluşturduğuna dair, kaderci kavramlar ve hakikat yapılandırılmasını ve tarihsel olarak sömürgeci, devletçi, pozitivist ve erkek egemen kurallar tarafından koşullanmış gerçekliği takip edemezler. Geçtiğimiz sekiz yıl içinde sol çevrelerdeki en büyük çekişme ve tartışma alanlarından biri, Rojava/Kuzey Suriye’nin kendini “devrim” olarak adlandırması oldu. 2011’den sonra bölgede başlayan ve devam etmekte olan siyasi sürecin tartışılması, bu makalenin kapsamı dışında olur, ancak Rojava’daki sosyal, ekonomik ve politik dönüşüm, dünya genelinde sol, radikal veya genel olarak ilerici gruplar tarafından tatmin edici incelemelere değer bulunmuştur. Ne var ki, Rojava birçok kişi bakımından devrimin hala mümkün olduğu fikrini güçlendirirken bir yandan da toplumlardaki otoriter bilgi üretim biçimleri aracılığıyla kavranmıştır.
Rojava’daki cinsiyet rollerindeki ve ilişkilerdeki “gerçek değişim”i -çoğunlukla Avrupa-merkezci bir şekilde- anlamaya çalışan feminist araştırmacılar, gazeteciler ve aktivistleri arasında şüphe bir dereceye kadar yaygındı: “Gerçekten feminist bir toplum mu? Ev işleri artık eşit mi paylaşılıyor? Cinsel özgürlük ne durumda?” Bunlar geçerli sorular olsa da Kürt kadın hareketinin gözünde, 5000 yıllık bir tahakküm tarihi olarak tanımladıkları şeyin içselleştirilmiş zihniyet ve sosyal ilişkilere meydan okunmadan birkaç yıl içinde yalnızca politik mekanizmaların kurulmasıyla üstesinden gelinmesi beklenemez.
Dışardan bakan birçok göz, ilişkilerin, anlamların ve değerlerin eğitim, kafa yorma ve komünal örgütlenme yoluyla dönüşümünden ziyade, görünürde olan mekanizmalara ve yapısal değişimlere daha çok odaklanarak savaşın ortasında, emek, özen ve sürdürülebilirlik adına sabır göstermeden hızlı bir sosyal dönüşüm ve anında somut sonuçlar bekliyor gibi göründü. Bu şekilde, birçokları, sayısız insanın, özellikle kadınların hayatında, yüzlerce küçük devrimin kolektif süreçlerle gerçekleşmekte olduğunu görmezden geldi. Şüphecilik, akademik eleştirinin bir aracı olabilirken hareketlerin kaldırabileceği bir düşünce biçimi değildir. Devrimi sosyal mühendislik için bir fırsat olarak gören ataerkil otoriter devlet siyasetine benzememek için, prefigurasyon -disiplin ve kontrolden ziyade umut, özen ve sabır- siyasal özgürlük süreçleri hakkındaki feminist kavrayışları bilgilendirmelidir. Özgürleştirici sosyal süreçler üzerine bilgi üretimimiz aynı zamanda, toplumu anlamanın, sömürgeci miras, pozitivist bilim paradigmaları ve zaman ve mekanın kapitalist devletçi biçimleri tarafından koşullandırılmayan alternatif yollarını da önceden yapılandırmalıdır. Devam eden Jineolojî çalışmaları, özgürlük arayışı anlamında bu süreçlerde aydınlatıcı olabilir.
Eleştirel sosyal araştırmanın amacı, hiyerarşik özne-nesne ikilemlerinin üstesinden gelmek, aynı zamanda özgürleşme perspektiflerine yaklaşmaksa, sosyal değişim olarak en büyük paya sahip olanların bakış açısından oluşturulan terminoloji, gramer, kavramlar ve paradigmaları ciddiye almalıdır, ki devlet görüşünün ve bakışının ötesinde toplumsal bilgi sistemlerinin yeniden canlanmasına yönelik mücadele daha geniş sosyal, politik ve ekonomik özgürleşme için temel teşkil etmektedir. Kadınarın Rojava’daki mücadelelerine bir “kadın devrimi” olarak atıfta bulunma nedenlerini anlamak için, Kürt kadın hareketine göre devrimin aniden toplumsal alışkanlıkları ve ilişkileri ters çevirecek takvimde bir gün olmadığı anlaşılmalıdır. Aksine, devrim burada ve şimdi, yaşamın her alanında kendi kaderini belirleyen, özerk ve kendini tanım- lanmış bir örgütlenme inşasıyla gerçekleşir.
Rojava’da, kadınlar hala ev işlerinin çoğunu yapıyor, toplumsal cinsiyet kaynaklı şiddeti deneyimliyor, çoğu kez siyasi toplantılarda ciddiye alınmıyor ve kendilerine yönelik baskıyı sürdüren dilleri ve kültürleri yeniden üretmeye devam ediyor -ancak bu koşullara kararlı ve kolektif çaba ile adım adım meydan okuyorlar. Ve etraflarındaki sistemler değişmemiş olabilir ya da en azından eşitlikten bahsedecek kadar yeterli olmayabilir- ancak bu kadınlar değişiyor. Ve bu potansiyellerin açığa çıkarılması, -örgütlü ve kolektif bir güce dönüştürülürse-, bütün toplulukları dönüştürecek ve müdafaa edecek sayısız küçük devrime karşılık gelir. Bu anlamda, sokak grafitilerinde, protesto pankartlarında ve miting konuşmalarında geçen “Rojava devrimi bir kadın devrimidir” sloganı, halihazırda başarıya ulaşmış bir durum hakkında kesin bir ifade değil, yaşamın her alanında kolektif, özerk örgütlenmeye bağlı feminist politik olasılığın ifade edilmesidir. Feminist politika bu nedenle yalnızca mevcut koşulların gerçekliğine meydan okumakla ilgilenmez, aynı zamanda praksisini ataerkil, kapitalist devletten ayırabildiği ölçüde farklı bir politika olasılığını da içerir.
Bu anlamda, özgürleşme üzerine feminist bilgi üretimi, özgürleşme teorilerini eleştirel bir biçimde destekleyerek konferans ve komünal meclis arasındaki ikiliği kırabilir. Bunu sadece baskıcı bilgi üretim biçimlerinin gölgesindeki akademik ortamlardaki tek taraflı eleştirilerle, dünyadaki birçok kadının konuşmadığı dillerde yazarak, birçoğunun sahip olmadığı akademik varsayımlara dayanarak değil aynı zamanda çeviri çalışmaları, halk eğitimleri ve alternatif medya yoluyla yapabilir. Feminist politika buna bağlı olarak bilgi üretim alanı ve özellikle de epistemik adalet arayışı süreçlerini desteklemek için sosyal bilimler alanına doğru yayılır. Topluluklar ve hareketlerde yer etmiş mücadele kavramlarına vurgu yaparak, bilgiye erişimi demokratikleştirme çabalarıyla, radikal feminist kuramsallaştırma ile dünyayı ortak mücadele yoluyla değiştirme yeteneği ve erişimini güçlendirecek bir dil bulunabilir.
Dilar Dirik