HABER MERKEZİ –
Parti hareketimizin tarihinde, genel anlamda üçüncü bir on yılın hamlesinin başlangıcındayız. Birinci hamle dönemimizde ideolojik anlamda nasıl bir özgür Kürdistan çıkışı yapıldıysa ve bunun sonuçları hayli büyük rol oynadıysa -ki birinci dönem aşağı yukarı 1973-’83, ikinci dönem 1983-’93 yılları arasındaki süreci kapsar- üçüncü dönemin rolü de, daha çok hareketi siyasal ve askeri açıdan ülkeye oturtma biçiminde belirtilebilir.
Önümüzdeki süreçte özgür bir Kürdistan’ı, en azından parça boyutunda kesinlikle hedeflenmek zorundadır. Nereden bakılırsa bakılsın, devrimci çabalar anlam bulacaksa, tümüyle olmasa da bunun artık bir parça vatanı kazanmak zorunda olduğu, bunun dışında başka bir seçeneğin hiçbir gerekçeyle kabul görmeyeceği, böylesi bir seçeneğin gelişme de gösteremeyeceği, bu anlamda “ya özgür bir vatan, ya ölüm” şiarının kesinkes bir yaşam ilkesi olduğu kesinlikle vurgulanabilir. Tam da bu noktada dönemsel çıkışlar anlatılmaya çalışılırken, onun neye tepki olduğunu, neyi dayanak aldığını, neyi hedeflediğini ve hangi tarzla koşturulduğunu çokça vurgulamaya çalıştık. Denilebilir ki, son ayların değerlendirmelerinde bir kez daha, ama oldukça derinlikli olarak lanetliler topluluğunun kim olduğunu, ne kadar borçta olduğunu, yaşamın nasıl haini ve suçlusu olduğunu ortaya koyduk.
Diğer yandan hedefin nasıl çizileceği, hedefe nasıl koşturulacağı, hedefin ufku, hedefin vazgeçilmezliği ve hedefin belirlediği çabanın niteliği, yorumu kadar uygulaması, çalışma ve vuruş tarzı bir o kadar kapsamlıca ele alınmak istendi. Böylesine bir lanetliler topluluğu, yine alabildiğine ihanete uğramış bir ülkenin haini olmaktan çıkıp nasıl yaşanılabilir bir topluluk olunabileceği ve onun için bir ülkenin vaat edilmesinin nasıl sağlanabileceği bütün yönleri ve gerekçeleriyle ortaya konulmaya çalışıldı. Sizin yaşam felsefeniz ve tarzlarınız ne olursa olsun, ister bir hayvancıl geleneği kendisine esas alsın, ister çok incelmiş bir düşman sızması gibi olsun veya en yaramaz ve bitik bireycilik biçiminde kendini göstersin, bir o kadar kapsamlıca ele alındınız.
Durumlar ele alındığında görüldü ki, siz bu özelliklere sığınarak ne yaşam hakkını savunabilir, ne koruyabilir ne de yaşayabilirsiniz. Bu yaşam, hiçbir gerekçeyle savunulmaz. Bu yaşamın saygısı ve sevgisi olamaz. Hiçbir sahte ağız ve lehçe bu gerçeği değiştiremez. Bu büyük yalanı, ikiyüzlülüğü, kandırılmışlığı, aldatılmışlığı, her türlü zavallılık kokan davranışı ve dili ne kadar ölüce veya kurnazca sunarsanız sunun, bu bir onur ve şeref olarak değerlendirilemez. Yaşamın ne maddiyatını ne de maneviyatını kurtaramaz. Hep böyle kala kala, ölü olduğunuz veya yaşadığınız belli olmadan çürüyüp gidersiniz. Biz bunu ortaya koyduk.
En insani, ulusal emellerine ve umutlarına anlam verememe, kendini onun kişiliğine yatıramama durumunda ne kadar yanılmış ve kendinizi ne kadar insan yerine koymuş olursanız olun, bununla ne fazla iddia ileri sürebilirsiniz ne de haklı bir gerekçeyle bir kazanma olanağı elde edebilirsiniz. Yani bu yaşam başınıza beladır ve kanıtlanmaya da çalışıldı. Çünkü bize o kadar dayatma var ki, neredeyse düşmanı unuttuk. Biz, ne hiçbir haini bizi arkamızdan hançerlettirecek kadar yanımıza yaklaştırdık, ne bize en ufak bir etkilenmede bulunduracak kadar düşmanı üzerimizde güçlü hissettik. Tamamen hissettiğimiz karşımızdakinin alçak olduğudur.
Yoldaşlık adına, -halk adına mı, herhangi bir şey adına mı desem- onun en temel gerçekleri konusunda başarısız, dağılmış, kendi kendini yenilmiş hisseden, ısrarla yanlışı yaşayan, bütün kanıtlama çabalarımıza rağmen yine oralı olmayan bu büyük alçak veya alçaklık bizi etkilemeye, büyük yürüyüş tarzımızı bozmaya ve başarı şansını azaltmaya çalıştı. Gerekçesi, dayanağı, ufku nedir? İçinde bir incir çekirdeği kadar bir şey var mı? Bir sigara dumanından daha fazla bir hayal ifade edebilir mi? Bunu kendisi de belki bilmez. Bu belki çok basit bir güdü, bir şaşkınlık, bir yaramazlık eseridir. Kötü doğmuş, kötü büyümüş. Hani denilir ya, düşmanın askeri, düşmanın karkeri (işçisi), düşmanın hamalı, düşmanın uşağı, düşmanın her türlü hizmetkarı veya avare, serseri, yalancı. Bu da öyledir.
Biz bu tarzı affedemeyeceğimizi ortaya koymaya çalıştık. Kendim de dahil kimseyi bununla yaşatmayacağımı bir kez daha derinliğine ortaya koydum. Bu kadar ölüm kalım sürecini yaşayacaksın, kendini doğru yolda yürütemeyeceksin! O zaman ben de, sen kimsin derim. Elindeki silahı doğru kullanmayacaksın, elinde teori var, konuşmayacaksın; elinde mevzi ve karargah var, kullanmayacaksın; elinde savaşım olanakları var, onlarla oynayacaksın. O zaman sen kimsin? Bunu ortaya koymaya çalıştım. İyi niyeti ne olursa olsun, adı sanı ne olursa olsun, eğer biri ölüm kalım sürecinde ısrarla “biz yapacak fazla bir iş bulamıyoruz” diyorsa, fazla mevzilenemediğini söylüyorsa, o zaman sen ne geziyorsun denilir. İnsanlığa düşman, soyuna sopuna düşman, cinsiyetine cibilliyetine düşman, saygısız kişi sen kimsin? Neden savaşamazsın? Neden gayrete gelemezsin? Neden senin küçük bir başarın olamaz? Bunu vurgulamaya çalıştık.
Ne kadar haklı olduğumuz sanırım şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor. İddia şu; “özgürlük bize göre değil, kutsal bir vatan parçası bize göre olamaz.” O halde sana göre olan nedir? Aşağılık bir yenilgi, aşağılık bir kaçış, şu veya bu tür aşağılık bir ajanlık, bozgunculuk olur. Sana layık olan budur veya sen buna varsın. Örgütü işletmeyeceksin, örgütü dağıtacaksın, kendini de halen karşımızda tutacaksın. Buna yüz bulacaksın. Veya etkili-yetkili biri de olabilirsin, kendini yaşattığın zaman rahatlıkla kendi vicdanına yedireceksin, “ben ne kadar sağlam yaşıyorum” diyeceksin ya da sağa sola “yaşıyorum” diye tafra satacaksın. Bunu ortaya çıkarmaya çalıştım. Yoğunlaştıkça yoğunlaştık, işledikçe işledik ve gördük ki, olay sandığımızdan daha kapsamlıdır. İlişki, yaşam, tarz ve üslup kaçırtıcıdır. Düşmandan daha fazla özgür vatanı yasaklayan bu olmuştur. Düşmandan daha fazla bu, özel savaşı içimizde uygulamıştır, her alanda bir temsilcisini bulmuştur. Bunlar, hem de iyi niyetlilik adına, en dürüst geçinenler içinden çıkıyor. Bunun böyle olmasını ben istemedim. Kimler kendilerini nasıl dayattıklarını bilirler.
Dikkat edilirse, yoldaşları için en iyisi ve en güzelini istemekte ben kendim için kusursuzum da diyebilirim. Çok açıkça ortaya koydum ki, yedi yaşımdan beri arkadaş hatırı için gücüm oranında göstermediğim bir çaba yoktur. Bu, yaşamın esasını teşkil etmiştir. Ama tam da bu noktada arkadaşlıkla oynama görüldü. Bu bir Kürt kör düğümüydü ve lanetliydi. Biz ısrarla buna yüklendik, lanet ısrarla bize yüklendi. Biz böyle olamazsınız dedik, o böyle olursunuz dedi. Onun arkasında bin yıllık koca bir lanetli geçmiş var, bizim arkamızda ise kendimizden başka kimse yok. Ama büyük doğrularımız var. Bu aşağılığın arkasında ne kadar böyle bir tarih olursa olsun, onun yanında ne kadar bitmiş bir insanlık olursa olsun bizim doğrularımız daha baskın çıktı. Bizim tarzımız daha görkemli oldu. Bunu biraz kanıtladık.
Karşımda sizlerin değil, sülalenizin, atalarınızın olmasını isterdim. Asıl hesaplaşmam gerekenler, sizleri büyütenlerdir. Veya sizden bir adım öteye bazı yerlere ulaşsam, alanlara ve karargahlara ulaşsam. Kendime bir ahtım var, bir gün mutlaka ulaşacağım diyorum. Biz hep nasıl yaşadık, ben nasıl savaşarak yaşadım? Örgütçü müydün, bozguncu muydun? Bu süreçte çok ilginç bir şey ortaya çıktı, “bu adam üzerimize gelmesin” diyerek, bundan kaçış planlarını yaptılar. Yangından mal kaçırırcasına yetki kaçıranlar, yetkiyi kötüye kullananlar, biraz politika yapıyorum adı altında çıkara gömülenler, her düzeyde sevdalı bir sürü PKK istismarcısı bir nolu örgüt temsilcisinden bizi hiç anlamamış ve dinlememiş kişiye kadar birçokları bizi kullanmaya çalışıyorlar. Olanak var, yetki var, istismar var, bunları kullandıkça kullanıyorlar. Karşılarında benim gibi fukara biri olursa tabii bunları dayatırlar. Oldukça bilinçli, uyanık ve günü geldiğinde bir intikam sahibi olduğumu biraz gösterdiğime inanıyorum ve bunu gösterdim.
Şunu da açıkça belirttik: İnsanı kazanmak için, tutulacak bir tek yanı olsa bile, onunla kendisini kurtarmak ve en büyük desteği sunmak durumundayız. Bize ısrarla yaramazlığı, lanetliliği, lanetli topluluğu, kişiliği ve ilişkiyi dayatırsa, o zaman acımasız olacağım dedim. Eğer zarar verirsen, ben de öyle planlar kuracağım ki, Moskova’ya gitsen, Washington’a da ulaşsan, yerin dibine de girsen, mezara da gömülsen seni tutacağım. Kendimi o kadar boyutlandıracağım ki, sana ulaşacağım. Senin ruhunu hemen elinden almayacağım. Öyle derinleştim ki, o yaramaz ruhundan çok önce, ilgi diye bellediğin, yaşam diye bellediğin her şeyi dirhem dirhem elinden alacağım. Sana kaba bir işkence yapmayacağım. Vatan hainliğin ne olduğunu, bir kaçışın, bir bozgunculuğun, bir ülke düşmanlığının, bir soy düşmanlığının, özgürlük düşmanlığının ne olduğunu sana mutlaka hissettireceğim. Yapmayın diye çok rica etmiştim, biraz dürüstlük istemiştim. Şunu da söyledim: On saat kan ter içinde kalıyorsun -şu anda Türkiye ortalamasında veya yabancı ülke çalışması da dahil- ya bir ekmeği kurtarıyorsun, ya kurtaramıyorsun. Yine yaşamın ya kırkı buluyor, ya bulmuyor. Zararlı biri olma, seni hem de en güvenlikli bir biçimde yaşatayım. Fakat biraz insanca olabilecek misin? Yine gözü kara bir biçimde “madem bu örgütün içine girdim, yetkisiyle sarhoş olurum, olamadıysam sınırsız bozarım” anlayışında olanlar var. Ne hakla, ne verdin, ne istiyorsun? Bu soruları kendisine hiç sormuyor. Bu, AİDS gibi yeni bir hastalık türü. İngiltere’de bir canavar mikrop çıkmış, içinizde onun gibi canavar bir hastalık var. Kürt politikaya girerse, politikanın da bir hastalığı böyle ortaya çıkıyormuş. Tabii tehlikeli bir hastalık. Kendi haline bırakılırsa ne can ne de soy kalır. Bunu göstermeye çalıştık.
Siyasi hastalığın tedavisinde siyasi yöntemler bulunmak zorundadır. Yoksa bunlar yalnız bir hastayı götürmekle kalmazlar, bir halkın ve soyun da sonunu getirebilirler. Bunları neden dile getiriyorum? Hain arkamdan hançerlese hiç ciddiye almam veya olabilir, bu bir güç meselesidir. Karşımdaki düşman ulaşsa, tamam bu da onun bileceği iştir. Fakat içimizdeki hain, içimizdeki alçak, içimizdeki düşkün ve bozguncu adam karşısında haklı olarak, bu neyin nesi diyeceğiz. Biz hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu iç hainle, düşkünle, savaş gerçeği ve yaşamın bütünüyle oynayanla uğraştık. Neden böyle oldu? Bunu, yaşam gerçeğimiz bize gösterdi. Yaşama gelememe, yaşamın savaşımına, onun örgütlenmesine, onun vicdanına gelememe bizi bu sonuca vardırdı.
Vatanı bu kadar elde etme olanağı doğmuşken, yine kaçış dünyanın hiçbir halkında bu kadar yüz bulamazken, herkes “bu kimdir, nedir” diye seninle alay ederken; sen de herkesin çölden kaçtığı sırada çöle koşarsan, herkes buzlu kutuplardan kaçarken kutup ülkelerine gidersen çok şey söylenmek zorundadır. Bütün bunları akıllı ve para getiren yaşam gibi değerlendirirsen, sadece ağlamakla, dövünmekle yetinmeyeceğiz, kıyamet koparacağız. İnsanlığın en utanılası bir kesimini oluşturacaksın, Afrika’nın siyah ırkından bile bin kat daha yitirilmiş bir durumda bulunacaksın, yine de gülüp oynayarak yaşadığını sanacaksın! Vicdan bütün bunları kabul edecek mi? Vicdanınız kabul etmeseydi, örgüt içinde böyle kalır mıydınız? Bu kadar lafazan, bu kadar yetmez, bu kadar ukala, bu kadar iş bilmez ve görevden anlamaz bir biçimde, bu kadar taktik ve yaşam dışı kalabilir miydiniz?
Yalancı ve sahte davranış derken, neyi kastettiğimi biraz gösterdiğimi sanıyorum. Neden bu kadar ısrarlı oldum? Sen örgütle, en temel değerlerle dalga geçersen ben de derinleşirim. Karşınızda çok etkili yetkili olmayabilirim, ama bazı değerleri savunacak gücüm de var. Seni yerle bir edemesem de sana hemen yenilecek durumda da değilim. Kendime verdiğim bir saygı sözüm var, bunu çiğnetmeyeceğim. Kendimi tanıdığımdan beri, pratikte güç getirmediğime hemen saldırmadım. Veya çok delicesine bir başarı peşinde koştum ya da olmayacak duaya amin dedirtmek istedim. Fakat özgür bir karar ve özgür bir davranışın sahibi olmak için kendimi sürekli tetikte tuttum. Belki bir gün fırsat doğar, belki olanak elde edilir, o zaman hesabını sorarım dedim. Bunu size gösterdik. Fırsatı çok iyi kullandığımı da gösterdim. Neden? Aslında böyleleri bu biçimde durursa, her alanda aşağılık, kopuk ve soytarı olan bazıları çabalarımıza kendilerini böyle dayatırlarsa, hemen hemen her birimde ve bir karargahta değerler çarçur edilirse, “nasıl kaçırtılır, nasıl işlenmez, nasıl yetiştirilmez” diye rapor üstüne rapor sunulursa veya etrafın, yaşamın böyle bir kişiliğin belirtileriyle dolu olursa tabii biz de derinleşiriz. O zaman daha derin düşünüp daha büyük davranışlarla güç yetirmeye çalışırız. Benim için yaşam durur, başka şeyleri pek ciddiye almam veya bir çılgın gibi de olabilirim. Ama ben büyük bir ısrarla bu tutumun hesabını sorarım.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/23 Haziran 1994