Etikle estetik ilişkisinin toplumla, özgürlük sosyolojisi ile bağlantısını yeterince tanımladım zaten. Gerisi sizin bunu anlamlandırma ve buna göre kendinizi gerçekleştirme iradenize kalıyor.
Kapitalizm bu tahakküm ilişkisinde kadın cinselliğini öne çıkararak, kadına en büyük saldırıyı yapmıştır. Cinselliği adeta çağın afyonu haline getirerek, topluma ağır bir darbe indirmiştir. Bugün cinsellik, dinden de milliyetçilikten de beter bir afyon niteliğinde yaygınlık kazanmış durumdadır. Doğada bile cinsel ilişki planlı ve sınırlı bir şekilde, ancak belirli dönemlerde gerçekleştirilirken, insan gerçeğinde bunun günlük bir ilişki biçimine vardırılması, insanın insan ve toplumun toplum olmaktan çıkarılmasından başka bir şey değildir. Bu, insanın moral ve zihniyet anlamında tüketilmesi, kaba, güdüsel bir varlık düzeyine çekilerek bitirilmesidir. Kapitalizmin yarattığı seksist toplum, bunun en somut göstergesi olarak önümüzde durmaktadır. Bu toplumda yaşam neredeyse tamamen biyolojik ve güdüseldir. Yaşamın tamamen biyolojik düzeye indirgendiği bir yerde, kaçınılmaz olarak varlık bulacak olan faşizmdir, faşist yaşam anlayışıdır. Bu anlamda güdüsel, biyolojik sınırlara indirgenmiş bir yaşam, faşizm üretir demek yanlış olmayacaktır.
Kapitalizmin kadını ve kadın bedenini estetik adı altında ne hallere soktuğu ve neyin aracı haline getirdiği belli. Bu tahakküm ve sömürü politikası karşısında bizim kadın kurtuluş ideolojisini nasıl gerçekleştirdiğimiz de oldukça açık. Kadın kurtuluş ideolojisi, aynı zamanda kölelikten çıkmış kadın gerçeğinin öncelikle özgür bir ruh ve bilinç kazanması ve bundan hareketle dilinden saç örgülerine, yürüyüşünden bir işe el atmasına kadar onu ifade eden, yansıtan tüm özelliklerini güzelleştirmesi anlamına gelir. Böyle bir özgürlük ve kurtuluş zemininde en ‘çirkin’ kadın bile güzelleşir.
“Umut Kendinizsiniz”
Gerçeklerden korkmayın, gerçekler insanı güçlendirir. Gerçeklerle yaşama gücünü gösterdiğiniz oranda, kendi varlığınızın anlamına ulaşabilir ve kendinizi gerçek kılabilirsiniz. Yalan sizi özgürleştirmez, sahte olana tenezzül etmek sizi özgürleştirmez. Ama saptırmayan, dosdoğru ufku gösteren ve bilinci berraklaştıran özelliğiyle gerçek her zaman özgürleştiricidir. Bu açıdan kendime müthiş yükleniyorum. Hatırlarsınız, “İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım ve yaşamı orada arayıp bulacak ve yeniden başlatacağım” demiştim. Hala öyle düşünüyorum.
Kapitalist modernitenin yarattığı dünyaya bakın: Yaşam her yönüyle kirletilmiş, insan insan olmaktan çıkarılmış; kadını sahte, erkeği sahte, ilişkiler sahte. Tarih ve dinler, kutsal kitaplar iktidar yalanlarının araçları haline getirilmiş. Ahlak, vicdan ve adalet gibi toplumsal değerler iğfale uğrayarak yerle yeksan edilmiş. Ben insanım diyen biri böyle bir ihanet zemininde nefes alabilir mi? Nefes almakta zorlanıyorum, nefes alamıyorum dediğimde, işte tüm bunların yarattığı kuşatmadan söz ediyorum.
Dipsiz ve karanlık bir kuyunun dibindeki biri için kuyudan çıkması için uzatılan ip ne ise, benim için de gerçek odur. Nasıl ki kuyunun dibindeki insan can havliyle bu ipe sımsıkı sarılıyorsa, biz de gerçeğe öyle sarılıyoruz. Umut dediğimiz şey de budur. Gerçeğin yaşattığı farkına varma, bilinçlenme ve bunun aydınlatmasında gerçeğe yürüme gücüdür. Bunun iradesi ve eyleminin açığa çıkmasıdır. Yani kendimiziz, umudun kendimiz olduğumuz bilinciyle harekete geçmemizdir.
Kadın zaten köleleştirilmiştir. Köleler öldürülmez, özgürleştirilir. Ne sizin yaşadığınız ilişki ilişkidir, ne de bunu özgürleştirme temelinde ele alabiliyorsunuz. Benim binlerce kadınla ilişkim var ve görüyorsunuz, birçoğu buna aşk ilişkisi diyor ve özgürleşmede önemli mesafeler kat ediyor. Köleyi ya öldürecek ya da kendine bağlayarak köleliği daha da derinleştirecek! Yok mu bunun üçüncü bir seçeneği? Var. Neden özgürleştirmeyi denemiyorsunuz? Onu bağlayan her bir bağı çözün, kesip atın. Özgürleştikçe iradeleşecek, kişilik kazanacak ve güç haline gelecek. Var mı bundan daha güzel ilişki biçimi? Yok, illa ben kendime bağlayacağım, kul köle yapacağım denecekse, ona da ben müsaade etmem, ilişkilenmem. Benim yoldaşlığım mutlaka özgürlük için olacaktır.
“Benim yoldaşlığım mutlaka özgürlük için olacaktır”
Tabii bunların çoğu sahte duygulardır. Zayıflatan, güçten düşüren duygulardır. Bana düşen de bir militanı böyle zayıf düşüren duygulardan arındırmak, bunları kesip parçalamaktır. Bazıları anlamakta zorlandı, ama ancak aştıklarında güçlendiler. Düşünün, bu konuda tutumum son derece net olmasına rağmen, binlerce kadın bana ölümüne bağlı durumda. Ama ben ne yapıyorum? Hakimiyet ilişkisini gördüm mü kaçıyorum. Ne kimsenin hakimiyetine girerim ne de kimseyi kendi hakimiyetime alırım. Ölümüne bağlı kadınlarla bile, ilişkim olsa olsa özgürlük temelinde olur. Ama birçoğunuz ‘nişanlım, karım, sevgilim’ deyip sahiplenme ilişkisine bayılıyorsunuz ve buna da duygu diyorsunuz. Bilinen bu karı-koca ilişkileri tüketir. Böyle hakimiyet ve kölelik üreten ilişkileri ne gündemime alırım ne de kimseyle konuşurum.Tüm hücrelerinizle amacınız için yaşayacak ve kendinizi büyüteceksiniz. Olması gereken budur. Yaşanan bu karasevda bağlılıktan müthiş rahatsızım.
Öyle bir özgürlük hareketi yaratıldı ki, bir atımlık baruta benziyor herkes. Böyle bir kadro yaratıldı. Gözünü ölüme diken militanlık ortaya çıkarıldı. Ölüme güzellemeler yapılır hale geldi. Bunu bana kabul ettiremezsiniz. Bununla yapmanız gerekip de yapamadıklarınızı gizleyemezsiniz. Beni sevenler, ifade ettiğim tarzda severlerse bir anlamı olur. Kendi sevgi anlayışlarınızı bana dayatmayın, kabullenmemi de beklemeyin. Benim sevgi anlayışım koca bir halk gerçekliğini yarattı.
hakim olan, siyasetin ölçüleri ve örgüt çizgisi değil, sizin duygularınız oluyor. O nedenle hep ağlamaklı hale düşüyorsunuz, yaralı kalıyorsunuz. Benim de duygularım yok mu? Kesire ile ilişkilerde duygularım da vardı, ama asla duygularımın beni esir almasına müsaade etmedim. Siyaseti hep hakim kıldım.
Devrimcilik nedir? Devrimcilik kendini yaşatma ile sınırlı olsaydı, bu, sistem içerisinde de yapılabilirdi. Ama devrimcilik, yaşanamaz koşullarda olan mazlum halkı da kendisiyle birlikte yaşatabilmektir. Bunu başarabiliyorsanız, o sorumluluğu hissediyor ve gereklerini yerine getirebiliyorsanız devrimcisiniz. Bir devrimci çevresine, yoldaşlarına, halkına ve örgütüne karşı duyarsız, sorumsuz olabilir mi?
Birçoğunuzu dürüstlükte takdir ediyorum; ama kuzunun melemesi nasıl bir şeyi kurtarmaya yetmiyorsa, sizin dürüstlüğünüz de tek başına işe yaramıyor. Duygusallığınızı eleştiriyorum. Duygunuz olmasın demiyorum. Sizde yaşanan, duygularınızın siyasete baskın hale gelmesi, onu esir almasıdır. Adına ya duygusal ilişki ya ahbap çavuş ilişkisi diyorsunuz. Ve bu ilişkide yaşadığınız duygu sizi kör ediyor, siyaseten düşünemez hale getiriyor. Bu ilişkide Kendini büyük örgüt ve siyasi güç haline getiremeyenler, bu ilişkilere bulaşmamalılar. Hele hele koca bir halkın özgürlüğü sorunu olanlar, pratikte sabittir ki, yaşadıkları bu ilişkilerde mülkiyetçilik tuzağına düşerek birbirlerini önce sahiplenmekte ve ardından genel değer ve ölçülerin uzağına savrulmaktadır. ‘Benim eşim, benim aşkım, benim sevgilim’ deyip sahiplendiğin an, sosyalistlikten çıkmışsın demektir. Neden önce ve yalnız senin olsun ya da birbirlerinin olsunlar? Sosyalistlik, çizgi devrimciliği bu mu?
Sosyalist insan ilkeli insandır. Duyguları ya da güdüleri kendisini ilkelerinden uzaklaştırıyorsa, orada sosyalistlikten uzaklaşma vardır. Burada uzaklaşanın da nereye yaklaştığı bellidir. Sevginiz sadece bir kişide başlayıp bitmeyecek, birbirinizin kölesi olmayacaksınız. Kendinizi de, örgütü de, halkı da büyüteceksiniz.
Bu değerlendirmeler Önder Apo’nun çözümlemelerinden derlenmiştir