HABER MERKEZİ
‘Erkeği öldürme’ kavramı ilk olarak 1996 yıllında Öcalan tarafından telaffuz edilir.10 Kuşkusuz burada erkeklik olgusu biyolojik olarak ele alınmayıp, bununla inşa edilmiş ataerkil sistem değerlerinin bireyde somutlaşması kast edilir.
Erkeklik, inşa edilmenin ürünü ve doğal toplum ilişkilerini bozuma uğratıp, tüm kötülüklerin kaynağını oluşturuyorsa o halde ortadan kaldırmanın en etkili yolu ‘öldürmektir’. Yani zayıflatarak, etkisini azaltarak bunu aşmak mümkün olamaz. Çünkü erkeklik iktidarın en kurumsallaşmış halini ifade eder, köklü ortadan kaldırılmadığı sürece, kanser gibi yayılıp, çoğalır.
Öcalan, ‘erkeği öldürme’ kavramını uzun mücadele deneyimi ardından tanımlar. Sosyalist toplum yaratma mücadelesinde cinsler arası ilişkilere, bunun engelleyici yanlarına odaklanır ve yaşanan deneyimler çözümlenerek cinsler arası ilişkiler özgürleşmeden, sosyalist toplumun gelişmeyeceği tespitini yapar. Öcalan’ın en belirgin özelliği kendi deneyimini tüm açıklığıyla ortaya koyup, çözümlemekten, bu sonuçlardan hareketle toplumsal ilişkileri analiz etmekten çekinmemesidir. Aile ilişkilerinden, anne-baba-çocuk arasındaki ilişkiye kadar yaşananlar derin analize tabi tutulur, toplumsal ilişkiler ve kadın-erkek ilişkileri bu temelde çözümlenerek sonuçlara ulaşılır. Birey çözümlenip, tanımlandıkça toplumu tanımanın mümkün olduğu temel belirlemesiyle daha önce hiçbir halk hareketi liderinde rastlamadığımız bir cesaretle konuyu tüm boyutlarıyla ele alır. Erkekliğin verdiği gücü reddederek, ‘Erkeği öldürmeye’ kendisinden başlar. Klasik erkek özelliklerine karşı tutum alır, kendisinde ulaştığı sonuçları temel eğitim konusu yaparak, özgür insan ilişkilerini açığa çıkarmaya çalışır.
Diğer sosyalist devrim süreçlerinin aksine sosyalist insan yaratılarak, sosyalist topluma ulaşmanın mümkün olabileceğini ortaya koyar. Bu, şu açıdan oldukça önemlidir; cinsler arası özgür ilişkileri yaratma sorununu görmezden gelip, devrim sonrasına ertelemek, ataerkil ve kapitalist sistem değerlerinin toplumsal ilişkilere ve dolayısıyla devrimci yaşama sızmasına yol açmaktadır. Yaşanmış devrim süreçlerinin temel handikapı kanımca bu olmuştur. S.S.C.B., Çin, Arnavutluk, Vietnam vb. pek çok yerde sosyalizm adına yapılan devrimler ataerkil sistemi güçlü çözümlemeye tabi tutarak, aşmayı öncelemediklerinden, bir nesillik zaman dilimini bile aşamadan, ataerkil kapitalist sistemin en yaman uygulayıcı alanlarına dönüşmekten kurtulamadılar. Bu devrimlerin en temel özelliği, sosyalist insanı yaratmayı devrim sonrasına ertelemeleridir. Oysa devrimler insanlarla olur, iktidarın el değiştirmesiyle değil. Az sayıda bireyde de olsa, kişilik devrimi yaşanmadan devrim yapabilmenin, özgür toplum hayalini gerçekleştirebilmenin, mümkün olmadığını yaşanan deneyimlerden biliyoruz. Bu nedenle sistem çözümlemesinin temeline kişilik çözümlemesini koyan Öcalan, kişide toplumu, an da tarihi çözümlemeyi esas almıştır. 1986’da yapılan 3.Parti kongresinde belirtilen, “burada çözümlenen an değil tarih, birey değil toplumdur” belirlemesi, sorunu ele alış yöntemini ortaya koymaktadır.
Eskiden “sosyalist insandan önce parti ve hatta sosyalist partiden önce sosyalist devleti kuralım” derlerdi. Bu tamamen yanlıştır. Bir sosyalist devlet, parti, ekonomi kurmadan önce az da olsa sosyalist insanlar yetiştireceksin. Ve bunu sürekli kılacaksın.”
Bu amaçla teorik çözümlemeler kadar pratik denemelere de başvurur. Örneğin kendi bulunduğu alan başta olmak üzere toplumsal cinsiyet rollerini sorgulatan, tüm ezberleri alt üst eden düzenlemeler yapar. Mutfakla özdeşleşen kadını, bedensel, zihinsel, yönetsel aktivitelere yoğunlaştırırken; erkekleri mutfak işleriyle görevlendirir. Savaşan ve komuta gücü olan bir alanda bunu yapmak, kuşkusuz arı kovanına çomak sokmaktan daha tehlikeli bir durumdur. Tepkiler açıktan ifade edilmese de, pratikte kendi bildiğini uygulayan yaklaşımlarla, aslında büyük oranda boşa çıkarılmaya çalışılır. İçten içe bir öfke ve fırsatı yakalandığında bunu ifade etme durumu yaşansa da, alınan pratik tedbirlerle bu tepkiler etkisizleştirilir, eğitim fırsatına dönüştürülür. Bu uygulamada amaç, kuşkusuz erkekle kadının yerini değiştirmek değildir, ezenin ezilenle empati kurmasını sağlamaktır. Bu hem kadınlar açsından hem de erkekler açısından geçerli olan bir durumu ifade ediyor. Kadınlar şimdiye kadar kendilerine biçilen cinsiyetçi rollerin, kadının doğasının bir gereği olmadığını ve ret etme gücünü göstermeyi, erkekler de şimdiye kadar kadınla özdeşleştirdiği ve bu nedenle aşağı gördüğü işleri yaparak, yaşamsal önemde olan emekle bağ kurmayı öğrenecektir.
Toplum yaşamında tabulaşan, kadını ve erkeği belli kurallara hapseden tüm değerler tartışma kapsamına alınır, pratik uygulamalarla aştırılmaya çalışılır. Tabu, bir anlamda dokunulmaz, sorgulanmaz olandır. İnsan gelişimini sınırlayan ve kalıplara sıkıştırıp, kuşatan tüm yapılanmalar ve davranış biçimleri sorgulanır. Öcalan, bu konuda kendisini bir put kırıcı olarak tanımlar. Kuşkusuz bu yaşamın hiçbir değerini tanımamak, toplum- sal kutsalları yok saymak anlamında değildir. Köleleştiren toplumsal ilişkiler, en mahrem kabul edilen konular bile rahatlıkla tartışılıp, analiz edilir, özgür ilişkilerin geliştirilme yolları ve ölçüleri ortaya konulur. Aşk, cinsellik, evlilik, aile kurumu vb. pek çok konu
Bu uygulama aynı zamanda erkeği iktidar zemininden yoksun bırakarak, iktidar olgusuyla yüzleşmesini de sağlamıştır. Kuşkusuz bu kolay kabul edilen ve uygulanan bir karar da olmamıştır. İlk özgün örgütlenmeler geliştirildiğinde erkek yapısında gelişen inançsızlık, küçük görme, boşa çıkarma gibi yaklaşımlar, tepkinin bir ifadesi olarak yansımasını bulur. Bu sadece erkeklerde değil, aynı zamanda erkek aklın etkisinde olan kadınlarda da benzer tarzda yaşanır.
Öcalan, kadını erkekten kopararak hem kadının özgürleşmesini, hem de erkeğin kendi gerçekliğiyle yüzleşmesini sağlayan bir yöntem dener. 1996 yılında “Kopuş teorisi”ni gündemleştirir. ‘Kopuş’ aynı zamanda kendini tanımayı, tanımlamayı ve özgür ilişkilerde buluşmanın imkanını yakalamayı ifade eder. Bu nedenle “kopuş teorisi” olarak tanımlanan ruhsal, zihinsel, fiziki kopuş, özgür ilişkilerin yakalanmasında önemli bir süreç olarak tanımlanır. ‘Kopuş’ geniş bir kapsam alanına sahip olup, geriye çeken, köleleştiren tüm bağlardan uzaklaşmayı ifade etmektedir. Mevcut erkeklik ve erkek aklın yarattığı kadınlıktan, zihniyet yapısından kopmayı gerektirir. Bu bağlamda kopuş aynı zamanda devletli uygarlık ve onun değerlerinden, devletli uygarlığın minyatürü olan aileden ve cinsler arasındaki bağlayıcı ilişkilerden kopmayı içerir. Yani, ataerkil sistemin kendini var ettiği bağlardan ve kurumsal yapılanmalardan radikal bir kopuş yaşanmadan, özgür kişiliği yaratma ve özgür ilişkileri yakalama şansının olmadığı ortaya konulur. Mücadele içerisinde çok önemsenen ve başlangıçta mutlak uygulanması gereken bu yöntem, yaşanan deneyimlerle birlikte ortak zeminlerde buluştuğunda, toplumsal ilişkilerde yansımasını bulacak, toplumsal ilişkilerin özgürleşmesine yol açacaktır.
Cinsler arası özgür ilişkiler yaratılmadan, kadının en yalın haliyle tartışılır. Kuşkusuz bunda amaç sadece bir realiteyi tespit etmek değildir. Aynı zamanda tespit edilen sorunun yanı sıra nasıl olması gerektiğini de koyup, tespitler doğrultusunda özgür yaşamı geliştirmektir. Bu nedenle Öcalan, tabulara dokunan, saklı olan özgürlüğü açığa çıkaran bir yaklaşım izlemeyi esas alır.
Kadın-erkek ilişkilerinde yaşanan alışkanlıklar, neredeyse genetik kodlama kadar güçlü bir özelliğe sahiptir. Bunları değişime tabi tutmak, atomu parçalamak kadar ciddi bir emek ve çaba gerektirir. Kadın ve erkeğin bir arada kaldığı ortak alanlarda bunun farkına varmak, alışkanlıkları çözümleyip aşmak oldukça zor bir durumdur. Ortak zeminlerde kalmak, toplumsal cinsiyet rollerinin ve alışkanlıkların etkisinde kalmayı, kendi cinsini ve özelliklerini tanımamayı, özgür iradeyi açığa çıkarmamayı beraberinde getirir. Bu nedenle özellikle erkeğin iktidarını geliştirdiği ve pekiştirdiği kadın zeminini çekip almak, yeni davranışların gelişmesini önemli oranda tetikleyecektir. Bu amaçla mücadelenin belirli bir aşamasından sonra, 1990’lı yılların başında özgün-özerk örgütlenme modeliyle, kadın yapısı ayrı örgütlenme kararına gider. Bu çalışmayla amaçlanan öncellikle köle pozisyonunu tek başına aşmanın mümkün olmadığı, mücadele deneyiminin ilerleyen yıllarında net açığa çıktı. Ezilen güçlendirilip, ayağa kaldırılırken, ezenin gücünü azaltmaya yönelik uygulamalara da ihtiyaç vardı.
Ezenin konumu değişmedikçe sadece ezileni ayağa kaldırmak zor olduğu gibi, toplumsal ilişkileri özgürleştirme gücü de zayıf kalmaktaydı. Yani aşırı güç birikimini önleyici tedbirler geliştirilmeden, kadının özgürleşme, dolayısıyla toplumsal ilişkilerin özgürleşme şansı olamadığı, yaşanan deneyimlerde görüldü. Kadının köle yanlarını aşma ve özgürleşme çabaları, erkeğin tek yanlı gelişen kadının ayrı alanda pratiği deneyimleyerek, kendi gücünü açığa çıkarıp, tanıması, erkeğin etkisi altına girmeden, kendini gerçekleştirme imkanına kavuşmasıydı.
Güç birikimine gidip çarpmakta ve fazla sonuç alıcı olamamaktaydı. Bu durumu aşmanın bir yolu olarak, aynı yıl “erkeği öldürme” projesini geliştirdi. “Erkeği öldürmek” oldukça geniş kap- samlı olup, iktidarı, sömürüyü, haksızlığı ortadan kaldırmayı içeren süreçler bütününü ifade etmektedir. Sosyalizme giden yolda olmazsa olmazlardandır. “Erkeği öldürmek, aslında sosyalizmin temel ilkesidir. Orada, iktidarı öldürmektir, orada tek taraflı hakimiyeti, eşitsizliği öldürmektir, orada hoşgörüsüzlüğü öldürmektir. Hatta giderek faşizmi, diktatörlüğü, despotizmi öldürmektir. Bu kavram, bu kadar genişletilebilir.”
Erkeği öldürme projesi eğitimlere konu yapıldı, bu eğitimlerle erkek kişiliği çözümlenerek kavratılmaya, farkındalık yaratılmaya çalışıldı. Ancak, erkekler tarafından çok güçlü karşı tepkiler gelişmemişse de güçlü sahiplenildiği de söylenemez. Derinlerde yer edinen kadın üzerinde iktidar olma dürtüsü güçlü sorgulanıp, aşılma kararlılığı ortaya konulmadı. Ancak değişim hiç yaşanmadı da denilemez. Bu kapsamlı felsefik çerçeve ve pratik uygulamalarla değişim kaçınılmazdı. Yaşanan deneyimler ve geliştirilen örgütlenmelerle kadın ve erkek ayrı alanlarda deneyim kazanarak, yaşama farklı yerden bakmayı öğrendi. Bu önemli bir deneyim olup, cins ilişkilerine yeni bir bakış açısı getirdi. Yaşanan değişimden sadece kadın değil, erkek de etkilendi. Toplumsal alanda kadın erkek ilişkileri sorgulanmaya ve yeniden tanımlanmaya başlandı. Kuşkusuz bu uzun süreli, zorlu ve yoğun emek gerektiren bir mücadeledir. Şimdiye kadar gerçekleşenler, değişim açısından umut verse de daha sorgulanıp, değişmesi gereken pek çok konunun olduğu da bir gerçektir.
Cinslerin kendi kimliklerini tanımlama ve oluşturma sürecinde hiçbir etki altında kalmadan özgür iradeleriyle oluşturmaları önemlidir. Ancak toplum, tek tek cinslerden ibaret değildir. İki cinsin bir arada oluşundan toplum meydana gelir. Ataerkil sistemin inşa ettiği ilişki tarzını aşmanın bir yolu olarak “ kopuş” süreci, kadın özgürlük mücadelesi ve “erkeği öldürme” görülürken, cinslerin özgürlük alanını deneyimleyeceği ve toplumsal ilişkileri özgür temelde yapılandıracakları alanlara da ihtiyaç vardır. Bu alan Öcalan tarafından “özgür eş yaşam” olarak tanımlanmaktadır.
Zeynep Esengül