BEHDÎNAN- Tekoşîn Axîn’in kaleminden
Bazen gece yarısında bazen de şafak vaktinde, kimi zaman kopan fırtınalardan sonra, kimi zaman baharın büyük umutları arasında başlamıştı gerilla yürüyüşü. Özgürlük ve aşk yürüyüşüydü adı.
“Bu yol götürecek bizi en çetin savaşlara. Ve binbir direniş öyküsünün olduğu ceng meydanlarına. Ve biz ille de yaşam diyerek koşar adımlarla ulaşırız direniş dergahlarına” diyerek başladı Koçerîn, Axîn ve Roza’nın anlamlı yolculuğu.
DAĞLARIN SIRRINA ORTAK OLDULAR
Oysa ki her birinin farklı ama birbirinin devamı yaşam hikayeleri vardı. Hepsi yarının umudu için çıkmışlardı dağlara. Her şafakta gidişleriyle değişmişti göğün rengi. Düşleri, özgürlükle süslemişti kan kızılı semaları. Gecenin ayazında, ışıklar arasında sevdaya sarılıp dağların türkülü gecelerine doğru yola koyulmuşlardı. Her yolculuk yeni bir başlangıç, yer gidiş umuda yolculuktu. Karanlıklar mı, gökten yağan bombalar mı durduracaktı onları? Kim durdurabilirdi ateşin orta yerinde büyüyen özgür yaşamların arayışını? Onlar karanlığı geride bırakıp ışık saçmışlardı dağların dört bir yanına, ayak bastıkları her yere inancı, umudu da kendileriyle götürmüşlerdi. Onlar Sara ve Kemallerin yoldaşı, onlar çocuk gülüşlü dağlı gerillalar. Mevsimlerin toplamı, baharın sevdaya vurgunlu yıldızları. Onlar göğün mavisine yazdılar büyük sevdalarını. Aşk ile yılmadan, yorulmadan, gece gündüz aradılar dağların dört bir yanında hakikati. Yüce yaşam dergahında yaşam suyundan yudumlayıp dolunaylı gecelerde özgürlüğü düşlediler. Oysa ne de zordur aşkın ateşinde yanmak, yanarken daha çok inanmak ve inandığı kadar yaşamın sırrına erişmek. Bu; suya hasret, çöle dönmüş bir toprakta rengarenk çiçekleri yeşertmek gibi. İşte ateşin filizlendirdiği toprakta büyüyen yaşam ağaçlarının rüzgârda dansına şahit oluyordu evren. Rüzgarla savrulan uzun saç örgülü kadınların, toprağa ektikleri özgürlük tohumlarına dört mevsimde şahit oluyordu ülkem. Onlar, başlangıcı ve sonu olmayan yolların devamıdır. Gönül ne fermanlardan geçti de fırtınalarda savrulmadı. Ne yaman kavgalardan çıkıp yine yeşerdi sevdalıların umutları. İşte yine bir fırtına kopuyordu, Koçerîn, Axîn, Avrîn ve Roza dağların sırrına ortak oluyordu.
BU GECE YENİ BİR DOĞUŞUN SANCILARIYDI
Biliri; aşıklar ölmezler. Çünkü varmayı arzuladıkları ve uğruna büyük savaştıkları dergahlara ulaşmışlardır. Belki de ‘en son’ dediğimiz zaman diliminde dahi ışığı görmüşlerdi. İşte o zaman ‘Ey dağlar, ey karanlıklar! Biz özgür yaşamın havarileriyiz. Bizi bitirmek mi? Hayaldir bunlar. Biz aşkı da, zorun savaşını da ateşin içinde öğrendik’ diye haykırmıştı, zor olanın üzerine korkusuz ve kaygısızca yürüyen devrimciler. Gecenin karanlığında, henüz yol devam ederken gitme vakti gelmişti. Sular dalga dalga şaha kalkmış, yürekler bir olmuş sımsıkı sarılmış. Ve işte o gece sonsuzluğa yürüyorlardı. Sessizce değil, onurluca yaşadıklarını haykırarak… Gideceklerini bilerek bakıyorlardı son kez birbirlerinin gözlerine. Dolunayın aydınlığı arasında sonsuzluğa yolculuktu bu.
O an, gece ateşten bir parça oluveriyordu. Her yer de ışık deryası. Ve asıl zor olanı başarma an’ı gelmişti artık. Ve zaman kaldığı yerden devam etmeliydi. Gecenin bağrından kopan fırtına yeri göğü inletmişti. Yer gök bu haykırışa şahit olmuştu. Yıldızlar mı, dağlar mı yoksa tüm dünya mı? Hayır hayır, evren dayanamaz büyük kavganın ardından kopan tufanlara. Ve son değildi bu. Aslında bu gece yeni bir doğuşun sancılarıydı yeri göğü inleten.
Evet dağların gizemli efsaneleri şöyle başlıyordu; biri son bulmazken yenisi bıraktığı yerden devam ediyordu.
KORKUSUZCA YÜRÜDÜLER
Gece karanlık ve dolunaylı… Göçüp gidenler ışıklar içinde ve adeta tanrıça edasında.
Uzun saç örgüleriyle Koçerîn’in karşısında, dolunay ve etrafındaki tüm yıldızlar utanıyor. Bu Mecnun’u çöllere getiren Leyla’nın saf duruluğu gibi anlatılmaz bir gerçek.
Axîn, kadim topraklar gibi direngen. Ömrünü adadığı sevda yolunda bir yıldız kadar sıcak, gökyüzü kadar sonsuz.
Avrîn, direniş kokan Efîn’in kutsal toprakları gibi narin, bir o kadar yenilmez. Ne de büyük savaşlardan geçti de yılmadı bu yürek. Büyüdüğü toprakların direngenliği gibi hep var olmayı başarır.
Roza, isyan dolu bir tarihin bağrında büyüyen ve koşullar ne olursa olsun zoru başarmasını bilen özlü, iradeli bir devrimci.
İşte böyle yüce sevdaların dergahıdır aşıkların menzili. Şimdi ve her zaman diliminde onlar gerçek aşkın yılmaz savaşçıları ve havarileri. Bu yolda öğrendiler kavgayı da yılmadan savaşmayı da. Zoru başarmanın ardından büyük bir heyecanla tekrar yürüdüler ateşin ortasına. Her biri kavganın güzelliğiyle parçalamış karanlıkları, Dicle ve Fırat’ın yakarışlarıyla kavgayı daha da büyütmüş aşk arayışçıları. Onlar ki menzilleri güneş. Ulaşmak için menzile, her şafak vaktinde doruklara çıkar ve yitirdikleri için haykırırlar. Böylelikle dağların doruklarından, derin vadilere, göklerin bağrından toprağın derinliklerine kadar hiç bitmeyen direniş tarihi dile gelir. Dağlardan yükselen gizemli bir ses, yürekleri kavganın ateşiyle dolu savaşçıların umudu olur.
Bu, hiç bitmeyecek bir savaştır aslında. Nasıl ki dağlar hiçbir zaman zalimin bombalarına, savaşların en zoruna boyun eğmedi ve birbirlerine daha çok kenetlendiyse, tufanlara karşı uçurumda yeşerdiyse güller, uzun yolların yolcuları da tüm fırtınalara inat daha da cesaretlendiler. Avrîn, Roza, Koçerîn ve Axîn gibi yılmadan korkusuzca yürüdüler. Bu bile yeterdi zalimin korkulu rüyası olmaya…
Şimdi her gece vaktinde toprağın derinliklerinden dolunay bakışlı kadınların geceye bıraktıkları umutlarını topluyor her bir gerilla. Bu ne ilk ne de son olacaktı. “Bu coğrafya ve kadim topraklarda olacaksa yaşam, özgür olacak” inancıyla mücadeleye sarılan bir tek insan kalsa bile umut hiç bitmeyecekti. Onlar bu hakikati öğrenmişlerdi Bilge’den. O yüzden her ayrılığın sancısını yaşarken, aynı zamanda büyük umutların peşinden koşan nice canların daha olduğunu bilerek yaşamak, her acıda daha da güçlendiriyor bu toprağı ve insanlarını.
ANF