HABER MERKEZİ
21. yüzyılda kuantum fiziğinin gelişmesiyle birlikte madde-enerji ilişkisi daha fazla anlaşıldı. Maddenin temelinin de enerji olduğu, enerjinin parçacık ve dalga ikilemiyle hareket ettiği görüldü. Enerjinin parçacık şeklinde kendisini bedene kavuşturduğu ve maddeyi oluşturduğu bilinmektedir. Enerjinin dalga şeklindeki hareketinin ise akışkan, canlı ve sürekli bir oluşum halinde kendisini anlamlandırmaya, var etmeye çalışmaktadır.
Enerji bedenleşirken yani maddeleşirken hep oluşum halinde davranarak, değişimi ve dönüşümü esas alarak tanımlanmak ve anlaşılmak istemektedir. Yine enerji, kuantumik davranarak olasılık içinde bin bir çeşitlilik yaratarak farklılaşmak, farklılaşarak zenginleşmek ve bu zenginliliği sonsuz kılmak istemektedir. Evrenin böyle işlediği, evrende, dünyamızda var olan her şeyin bu işleyişi esas aldığı bilinmektedir. Evrensellik ve tikellik ilişkisi yine özne-nesne, objektivizim-subjektivizim tanımları gibi tüm ikilemler bu enerji-maddenin ikilemleri olmaktadır. Bu durum sadece insana, topluma veya dünyamıza ait bir işleyiş değildir. Belirttiğimiz gibi bu temel oluşum evrenin her yerinde geçerlidir. Paralel evrenlerde de bunun böyle olduğu giderek daha fazla anlaşılmaktadır.
Enerji maddeye dönüşürken yani parçacık olarak var olurken, bedene kavuşurken dalga ikilemiyle yani anlam gücüyle hareket eder. Maddeye, bedene can veren taşıdığı enerjinin miktarıdır. Örneğin insanların 18 veya 22 gram enerji sayesinde canlı kalabildiği, düşünebildiği, mutlak ölümle birlikte yaşam enerjisi bedenden ayrılarak evrensel enerjiyle, hakikat olanla bütünleşerek mutlak özgürlüğü yaşadığı anlaşılmıştır. Bu anlamda mutlak özgürlük veya mutlak hakikatin kendisi evrensel enerjiyle bir olmak, bütünleşmek ister. Toplumsal insan bunu ölüm anı olarak tanımlar. Ölüm, enerjinin bedenden ayrılarak evrensel enerjiye kavuşmasıdır. Ölümle birlikte enerji başka bir şeye dönüşür, artık var olanın kendisi olmaz. Varlık-yokluk ikilemi de bu nedenle anlaşılırdır. Yani varlık enerjinin bedenleşmesidir, yokluk ise enerjinin bedeninden, kendi hapisanesinden kurtularak dehlizlere açılmak, olasılık içinde yeniden oluşuma hazırlanmak veya bedensiz kalarak evrende hareket etmek ya da kara delikler tarafından yutularak bilinmezliklere yol almaktır.
Evrende gördüğümüz her şey enerjiyle oluşum halindeyken bir çeşit zeka ile hareket eder. Evrende varlığı-yokluğu oluşturan enerjinin bilebildiğimiz kadarıyla duygusal zeka ile hareket ettiği anlaşılmıştır. Duygusal zeka tüm canlılara özgü zeka türüdür, sezgilere ve hislere dayalı hareket eder. Ancak insanda var olan duygusal zeka, analitik zeka ile uyum içinde birlikte hareket ettiğinde evren adeta insanda dile gelir. İnsan, evrenin kendisidir: Evrendeki var olan enerjiyi ve bu enerjinin bedenleşip maddeye dönüşümünü tanımlar, anlaşılır kılar.
Toplumsallaşmanın başladığı ilk süreçlerde bu tanımlamalar beden diliyle yapılsa da giderek insanın dilinden dökülen ilk sözcükler kavramların gücünü gösterir. Konuşan, anlam yükleyerek tanımlayan evrendir. İnsan, evrendeki enerjinin ilk düşünen, konuşan ve oluşturan bir parçası ise evrenin insanda dile gelmesi anlaşılırdır. Evrenin sırlarını sadece bedenleşmiş yani maddeleşmiş enerji ile anlamak mümkün değildir. Evrendeki enerjinin kendisi sadece maddedir dersek çok ciddi yanılırız. Belirttiğimiz gibi enerjinin metafizik yanı da vardır. Metafizik olan da oluşum anını sürekli yaşar. Metafizikte de zaman ve mekan önemlidir. İnsanın düşünce tarihi bu açıdan çok önemlidir. Çünkü düşünce tarihi, enerji-madde ikileminin tarihidir. Bu ikilem iki yüz yılı aşkındır felsefenin temel konusu olmuş, felsefe yapan düşünür, filozof bu ikilemi tanımlamaya çalışmıştır.
Enerji-madde yani felsefe diliyle metafizik-diyalektik, madde-ruh arasındaki ilişki ve çelişki anlaşılmaya çalışılmıştır. Ancak anlaşılmanın yanı sıra düşünce tarihi ikiye bölünmüş, enerjinin parçacık-madde hareketiyle, dalga-tinsel hareketi arasında tartışmalar alevlenmiştir. Toplumun düşünce, yaşam biçimi bu kavgaya göre şekillenmiştir. Her şeyi ile ispatlanabildiğini düşünen parçacık enerjisi yani madde, yöntem konusunda bilimi de arkasına alarak maddi uygarlığı daha fazla şekillendirerek, bedenleştirerek geliştirmiştir. Anlam ve hakikat adeta maddi uygarlık olmuştur. Oysa kuantum fiziğinden ve düşünce biçiminden anladığımız kadarıyla anlam ve hakikatin kendisi bedene hapsolmayı, maddeleşmeyi kabul etmez, akışkan, sürekli oluşum halinde enerjinin özgürce akmasını ister.
Enerji mutlak özgürlükle, hakikatle kendisini tanımlar. Enerji maddeyi aşmak, sınırlarını zorlamak ister. Enerjinin sadece bedenin ihtiyaçları veya maddi uygarlık için harcanması ise özgürlüğün ve hakikatin bittiği yerdir, andır!
Kuşkusuz insan var olduğu ilk günden itibaren anlam ve beden gücünü yani enerji-maddeli olma halini sürdürebilmek için güvenliği, beslenme ve çoğalmayı olmazsa olmaz olarak görmüştür. Mekanın toplumsallaşarak güvenlikli, besleyici ve çoğalmaya imkan tanıması bu nedenle insan açısından önemli olmuştur. İnsanın evrensel zeka ile birlikte analitik düşünme yeteneği buna muazzam imkan yaratırken, analitik zekanın duygusal zekayı aşma, bir anlamıyla özgürleşme istemi sapmayı getirmiştir. Çünkü belirttiğimiz gibi evrenin enerjisi duygusal zeka ile hareket eder.
İnsana özgü olan analitik zekanın evrenin enerjisini aşması mümkün değildir. Analitik zeka maddeleşerek, somutlaşarak bu kavgaya, ikileme cevap vermek istemiştir. İnsanın varlık ve süreklilik açısından olmazsa olmaz olarak gördüğü güvenlik, beslenme ve çoğalma istemini analitik zeka kontrol altına alarak hakikatini oluşturmaya çalışmıştır. Oluşturduğu hakikati zaman ve mekan gözeterek topluma, insana dayatmıştır. Oysa toplumsal insan, düşünce ve anlam gücüyle kendi oluşumunu sürdürürken zamanı ve mekanı aşmak, özgür olmak ister. Bu evrensel kuraldır, enerjinin hareket biçimidir. İnsan da bir enerji parçası ise böyle davranması en doğal olandır.
Rotinda Engin
Devamı gelecek…