HABER MERKEZİ –
Özgürlük, özgürce yaşama istemi insanı, toplumu, doğayı, evreni oluşturan enerjinin akışı, oluşumuyla ilgilidir. Kuantum fiziğinin, felsefesinin gelişimiyle birlikte insan bilincinde oluşturulan ağır sis perdesi giderek çözülmektedir. İnsanın tarihin başlangıcında gizli olduğu, tarihinde günümüzde yaşandığı daha fazla anlaşılmaktadır. Animizm ve kuantum felsefesi giderek birbirine daha fazla yakınlaşmakta, hatta ikinin bir olduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenle özgürlüğün hakikatine varabilmek için önce bir insan olarak, toplum olarak kendimizin, tarihsel-kültürümüzün, kimliğimizin, doğamızın, dünyamızın giderek evrenimizin yani bizi var eden enerjimizin farkına varmalıyız! Yine bizi kölelikle çepeçevre saran iktidarcı-devletçi tüm sistem güçlerinin farkına varmalıyız! Tarihsel toplumda asıl çelişkinin kadın eksenli toplum ve erkek egemen aklı iktidar güçleri arasında yaşandığını bilmeliyiz.
Özgürlük-kölelik ikilemini yaratan iktidar güçleridir. İktidarın-devletin tarihini, yarattığı kültürü, modern yaşam diyerek geliştirdiği çürümeyi görmeliyiz. Sadece maddi yaşama, paraya, kurumlara, bedenin ihtiyaçlarına dayalı yaşamı kabul etmemeliyiz. Özgürlük kavgasını öncelikle düşüncemizde, ruhumuzda, anlam ve yorum gücümüzde kazanmalıyız. Düşüncemiz ve ruhumuz özgür değilse asla özgür olamayız, özgürce yaşayamayız. Bir kez olsun kim olduğumuzu, kültürümüzü, bizi var eden tarihsel-toplumsal değerlerimizi düşünsek bile birçok şeyin farkına varırız. Farkına varmak cümlesi mucize niteliğindedir. Çünkü farkına varmadan bize sunulan maddi yaşamın akışına kapılmış gidiyoruz. Bu sihirli cümlenin anlamına varsak, bakış açımızı değiştirsek hakikate adım atmış olacağız. Hakikatin bin bir hile ile devletin tüm kurumlarıyla gizlenmeye çalışıldığı, akademi dünyasının, medyanın bunun için anı anına psikolojik özel savaş yürüttüğünü bilebilirsek eğer bize sunulan tüm verilerin, yazılıp çizilenlerin, anlatılanların hakikatin kendisi olmadığını anlarız. İnsanlık tarihi, düşünce tarihi, toplum tarihi özcesi tarih olarak sunulanların da ne kadar çarpıtıldığını, iktidarın ideolojik süzgecinden geçirildiğini görürüz.
Maddi dünyanın, bedenin, güdülerin bağlarından kurtuldukça, her insanda var olan yaşam enerjisini düşüncede yoğunlaştırdıkça özgürlüğü ve hakikate adım atmış oluruz. Bu açıdan önce nasıl yaşadığımızın farkına varmalı ve düşünmeye cesaret etmeliyiz. Düşünmeye başladıkça hakikat yolcusu olmak için hazırlanmak gerekir. Bunun için dünyamızı, toplumumuzu terk etmemiz gerekmiyor. Terk edilmesi gereken verili olanı sorgusuz sualsiz kabul etmek olmalı.
Hakikat yolcusu olmaya karar verdiysek ilk soruyu kendimize sormalıyız. Kimim ben, düşünce-ruh-bedenimle evrende neyi ifade ediyorum? İnsan olarak toplum da, doğa da anlamım ne? Öğrendiğim, bildiğim her şey doğru mu? Nasıl yaşayacağıma, nasıl davranacağıma, düşüneceğime, karar vereceğime kim karar veriyor? Yasalar toplumsal özgürlüğüm için mi var, yoksa devletin tüm kurumlarıyla kendi iktidarını koruması için mi var? Doğumumdan ölümüme kadar her şeyim hakkında karar veren neden toplumum, kültürüm, değerlerim değil de devletin-iktidarın kendisi? Birey ve toplum olarak neden savunmasızım, neden beslenemiyorum ve yaşamım hakkında karar veremiyorum? Devletin hukuk kodlamaları karşısında toplumsal ahlakımı nasıl güçlendirebilirim? Kendi hakkımda düşünerek, karar vererek ve kurumlarımı yaratarak politikayı, demokratik siyaseti nasıl geliştirebilirim? Soruları daha fazla arttırabiliriz.
Soru sormak ve cevabını kendinde aramak hakikatin peşine düşmek için atılan ilk adımlardır. Hakikat arayışı, özgürlük arayışıdır. Bunu bir an olsun unutmadan, büyük bir sabırla, anlam gücüyle hakikatin izini takip etmek gerekir. Hakikatin var olduğunu, yaşandığını ve yaşamak için tüm olasılıkları değerlendirerek kendi oluşumun sürekli yarattığını bilirsek eğer hakikat arayışçılığında asla umutsuzluğa düşmeyiz, kendimizi çaresiz hissetmeyiz. Hakikat, özgürlük arayışı için mekanın belirleyiciliği yoktur, ancak mekanın da özgürleştirici yanı vardır. Hangi mekanda olursak olalım, özgürce düşünmemize, hakikati görmemize kimse mani olamaz. Bedenlerimiz esir alınsa da, toplum olarak esaret koşullarında tutulsak da özgür düşünmemizi, ruhumuzu teslim alamazlar. Bunun tarihte örneği çoktur. Biz toplum olarak var olmazsak iktidar ve devlet var olamaz. İktidar ve devlet var olmazsa biz yine var oluruz. Bunu hiç unutmamalıyız.
Mutlak özgürlük ve hakikat ölene mahsus ise yani evrensel enerjiyle bütünleşip nirvanaya varmak ise, o zaman yapmamız gereken özgür birey ve toplum olarak yaşam enerjimizin anlamına, gücüne varmamızdır. Hepimizin temeli enerji-madde ikilemi ise, enerji yani özgür düşünce-ruh maddenin bedenin sınırlarını aşıp sınırsız özgürlük imkanı tanıyorsa o zaman bize düşen mekanı, zamanı, koşulları gerekçe yapmadan özgürce anlamlı yaşamasını bilmektir. Hiç kimse, hiçbir güç hakikat arayışçısı olmak isteyen birini engelleyemez, nasıl düşüneceğine, yaşayacağına karar veremez. Örneğin, endüstiriyalizmin hakikatin katledilmesi, doğanın-toplumun bitirilmesi olarak görüyorsak kendi yaşam alanlarımızı ve imkanlarını yaratmalıyız. Yüzümüzü tarıma, toprağımıza, suyumuza, doğal enerjimize dönebiliriz. Modern yaşam diye sunulanın, bin bir maske ile ilerici olduğunu dayatılanın hakikati yansıtmadığını bilerek sade-onurlu ve seçkin bir yaşamı seçebiliriz. Kadın veya erkek fark etmez, doğamızı, bedenimizi tahrip eden kozmetik dünyasını terk etmemizde önemlidir.
Güzellik ve estetik anlayışımızı kökten değiştirerek güzel olanın, estetik olanın doğal, sade ve her türlü makyajlamadan uzak olduğunu anlayabiliriz. Evrendeki yaşımızdan utanmamalıyız, bunu gizlemek için komplekslere girmeye gerek yoktur. Saçımıza düşen her ak, yüzümüze düşen her kıvrım evrendeki yaşımızdır, bunu onurla taşımak gerekir. Ne evreni-doğayı ne de kendimizi kandırmak için başka yola başvurmanın, modern denen yaşama koşmanın hiçbir kalıcı değeri yoktur. Unutmayalım ki, kapitalist modernist güçleri ayakta tutan alanlardan biri olan kozmetik alana savaş açsak, hiçbir ürünü kullanmazsak bize köleliği yaşatan sistemin ayaklarından birini çökertiriz.
Mekanın da özgürleştirici yanını bilerek Ortadoğulu olmanın, doğunun kadim tarihsel-kültürel değerlerini, kimliğini-kişiliğini, genlerini taşımanın gururunu derinden hissetmemiz çok önemlidir. Kadim coğrafyamıza asla oryantalist bakış açısıyla bakmamalı, hor görmemeliyiz. Toprağımızı, tarihimizi hor görürsek kendimizi hor görürüz. Aklın her şeye kadir olduğu yanılsamasına düşerek, batının akılcılığını sadece esas alarak doğunun ruhunu, zekasını, değerlerini bir kenara itmek bizleri anlamsızlaştırır, değersizleştirir. Nan ülkesinde nansız kalmanın, su ülkesinde susuzluktan kavrulmanın nedenlerini bilince çıkarmamız gerekir. Bunu bilince çıkarmadan Batı’nın bin bir maske ile sunduğu maddi yaşamına koşmak, hakikati ve özgürlüğü oralarda aramak nafile bir çabadır. Bedenimizin özgür olması, konformizm içinde yaşaması yetmez, ruhumuz, kimliğimiz, toplumumuz ne kadar özgürdür önemli olan budur. Batı, maddi yaşam imkanlarıyla bedenimizin ihtiyaçlarına cevap verebilir, ancak bunun karşılığında köksüz, kimliksiz, koşulsuz olarak Batı değerlerine entegre olmanı ister. Bu durum Doğu ile Batı’nın sentezi değildir, başkalaşma, kendine yabancılaşma, kendin olmaktan çıkmadır.
Kendi olamayan birey ve toplum ise derinliğine köleliği yaşayarak sisteme teslim olur. Teslim alınanın da özgür yaşaması mümkün değildir. Kapitalizmin “modern, ilerici” yaşam diye sunduklarını da sorgulamak önemlidir. Bu “modern-ilerici” yaşam diye sunulanın maskesi kazıldığında altında vahşi kapitalizmin gerçek yüzünü görmek mümkündür: İnsanın insana yabancılaştığı, toplumsal-ahlaki değerlere savaş açtığı, sahte bireysel özgürlük anlayışıyla kara delik gibi olduğu anlaşılır. Evet, kapitalist modern yaşam bir kara delik gibidir. Toplumun ve bireyin tüm enerjisini, özgürlük umutlarını, hakikat arayışını yutar. Ortada insanın, toplumun posası kalır. Yaşam enerjisi, ışığı olanlar, hakikatin peşinde ısrarla koşanlar bu kara delikten, kapitalist modern yaşamdan kurtulanlardır. İnsanlığın özgürlük tarihine, mirasına sahip çıkan bu hakikat arayışçılarıdır ve her gün daha fazla çoğalarak umudu büyütmekteler. Hakikatin aşk olduğunu, aşkın ise özgür yaşamın yaratıcısı olduğunu bilerek tarihin özgürlük yürüyüşüne çıkanların ışığıyla yol almaktayız.
Rotinda Engin