HABER MERKEZİ
Kürt halkının ve özelde kadınlarının vermekte olduğu özgürlük mücadelesi,salt zora dayalı bir meşru savunma olmamakta, aynı zamanda, en temelde toplumsal kültürel yapıya dayalı olarak gelişen bir etik ve estetik oluşturma anlamında, yaşamın öZsavunma mücadelesi olmaktadır. Yani emperyalist sistemin toplumsal hafızalarda ve kişiliklerde yarattığı işgal ve anlam yitimlerine karşı da verilen bir arınma savaşı ve güzelleşme eylemidir. Bu eksen üzerinden biraz da etik-estetik olguları üzerinde duralım. Toplumsallığın oluşum evresinden günümüze kadar etik ve estetik kavramları yaşamı oluşturmada birbirinden ayrıştırılamayan bir özsel bağıntılılık içermiştir. Yani et ve tırnak misali bir diyalektiğe sahiptir. Ahlaki değerler bütünlüğü olarak etik; güzel, uyumlu, hoş ve iyi olarak ölçülendirdiğimiz estetiğin, özünü teşkil etmektedir. Bu anlamda her estetik ölçünün bir etik alt yapısının olması gerekmektedir. Bu temelde ele aldığımızda, özgürlüğün kendisi de etik değerler üzerinden bir estetik öz barındırmaktadır. İnsanlık tarihinde toplumsal kırılmalarla gelişen özgürlüğün yitimi ise, toplumsal ve bireysel bazda yitirilen veya özüne yabancılaştırılan estetik algısıyla, artık verili ve köleleştiren bir yaşamın kapılarının açılması anlamına gelmektedir.
Peki nedir estetik? Estetiğin toplumsallaşma ve özgür yaşamla, buna paralel öz savunma ile olan bağı nedir? Bu sorulara cevap bulmak, aynı zamanda kendi karanlığımıza da ışık tutmak ve özgürlük yolunda mücadelemizi yükseltme anlamına da gelecektir kanısındayım. Bu temelde en yalın haliyle güzellik ve uyum olarak tanımlayabiliriz estetiği. Doğa, toplum ve birey diyalektiği içerisinde oluşagelen optimal denge ve güzellikten süzülerek
çeşitliliğin oluşturduğu uyum ve güzelliğin, toplumsallaşma da kendi öz irade ve bilinciyle vuku bulması olarak da tanımlayabiliriz. Toplumsallaşmanın temel mayası olarak tanımladığımız ana kadının estetikteki rolü ise, doğayla kurduğu diyalektik bağ sonucunda yarattığı komünal etik-ahlaki değerleri, estetik olarak biçimlendirerek yani güzelleştirerek, yaşamı yaşanır kılarak toplumsallaşmayı örmesinden ileri gelmektedir. Bu örme olayında kadın büyük bir sevgi ve emek ile mücadele vermekte, yani savaşarak ilmek ilmek bir sanatçı ustalığında toplumsallaşmayı yaratmaktadır. Buradaki kadını, toplumsallaşmayı yaratmada verdiği etik ve estetik mücadelesi bakımından ilk toplumcu, ilk sanatçı ve ilk devrimci, ilk savaşçı, ilk bilge olarak da tanımlayabiliriz. Kadın elinin ya da kadınca bilincin değdiği her şeyde estetik bir dokunuş mevcuttur. Kadının bu özelliği doğayla olan uyumundan ileri gelmektedir. Kadın ve kadın eliyle de toplum, düşüncesinden, söylemine, oturuşundan kalkışına, insanlarla olan ilişkisinden, birbirine karşı olan sevgi ve saygısından, emek ve çabasından, komünal bakış açısından, kısaca yaşamın her zerresine dair kendisini zihinsel ve vicdani olarak bilinçlendirip arındırdıkça etik değerlere ve estetik ölçülere ulaşmış olacaktır. Bunun yolu her an kendi geriliklerine karşı savaşmaktan geçmektedir. ‘An’da oluşma’ denilen de bu gerçekliktir.
Bu da mücadelenin yarattığı ahlaki değerler üzerinden, kişiliklerimizi yeniden oluşturma, ona biçim verme yani estetik bir güzelliğe sahip kılma demektir. Örneğin, Kürt halkının kadınlı- erkekli Kürdistan dağlarında yürüttükleri özgürlük mücadelesi, o dağlardaki yaşamın her anında bu temelde bir özgür kişilik ve toplum yaratma mücadelesi, bir öz savunma savaşımıdır aynı zamanda. Bu gerçeklik, ezilen halklar nezdinde verilen bütün özgürlük temelli gerilla savaşlarında var olan bir boyuttur. Çünkü bütün bu mücadeleler, özünde birer kendi olanı koruma, sahip çıkma anlamında öz savunma mücadeleleridir.
Ezilen insanlık tarihinin bizlere yüklediği sorumluluk, bu temelde verili sistem kişiliğin- den arınmak ve kökleri üzerinden özgür kişilikler geliştirmektir. Kısaca bu temelde verilen etik ve estetik mücadelesi, verili egemen sistemin köleleştiren ve çirkinleştiren, her geçen gün bizi insanlığımıza yabancılaştıran sistematik uygulamalarına karşı da bir başkaldırma eylemidir. İktidarcı erkek egemen sistemin kendisini kurumsallaştırırken, ilk kadına, yani kadın ruhu ve bilinci ile yaratılan kadın sistemine, saldırmasının nedeni de bu belirlemeler ışığında daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü kadın, toplumsal doğanın anasıdır. Öz savunmanın kalesidir. Bu temelde kadına saldırı da, özgürlük ve eşitlik temelinde örülen komünal toplumsal doğaya saldırı demektir. Çünkü özünde baskı ve tahakkümü barındırmayan bir sistemi,zapt edebilmek mümkün değildir. Bunun için öncelikle toplumun iradesini kırmak ve toplumsallığından, yani etik ve estetik değerlerinden uzaklaştırmak ve toplumu kendisine yabancılaştırmak gerekmektedir. Ve bunun ilk kalesi de, kadın olmaktadır. Günümüz kapitalist sisteminde verili kadının estetik ile bu kadar sıkı fıkı ilişkilendirilmesi de, özüne yabancılaştırılmış kadın hakikatini daha da perdele- meye dayanmaktadır. Kadın estetiğine müdahale, toplumsallığın estetiğine müdahale anlamına gelmektedir. Bu müdahale aynı zamanda erkek dünyasına da temel bir müdahale olmaktadır. Kadının duygu ve düşünce sistemine oldukça kurnazca ve sistematik yapılan bu müdahale, aslında toplumsal yaşama yapılan bir müdahaledir. Günümüz iti- barı ile kadın şahsında toplumun ve bireyin müdahale edilmeyen, kendisine yabancılaştırılmayan hiçbir yanı kalmamış gibidir.
Kapitalizmin etik ve estetik değerlerden boşaltarak bataklığa çevirdiği ve düşürdüğü toplum ve kadından özgürlük savaşçılarına yol alınmıştır. Kürdistan özgürlük hareketi ve öncüsü, özgür kadın ve özgür toplum şiarı ile tamamen yok edilmek istenen tarihsel komünal toplum değerlerini yeniden gün yüzüne çıkarmış; yeniden bilinçlenme ve aydınlanma hareketi olarak özgürlük mücadelesini, insanlığın en kadim toprakları olan Mezopotamya sınırları içerisindeki Kürdistan dağlarında yükseltmiştir. Buradaki etik anlayış, kaybedileni kaybedilen yerde aramaktır ve yapılmakta olan kaybedilen özgürlüğün, bu coğrafyanın kadim toplumsallığında yeniden aranmasıdır.
Peki toplumsallaşmada bu kadar hayati bir öneme sahip olan estetik kavramı ve özü, egemen sistemce nasıl bir tersyüz edilmeyle yüz yüze bırakılmıştır acaba? Estetik, var olan verili sistem tarafından tamamen bilinçli bir şekilde toplumdan koparılarak, toplum üstü ve elit bir kesimin uğraş alanına giren bir alanmış gibi bir algı yaratılmıştır. Yani yaşamın özü olan estetik, daraltılarak bir kavrama sıkıştırılmıştır. Felsefe, öz savunma vb. gibi estetiğin de toplumla olan bağı kopartılmış, görünmez kılınmıştır. Kapitalist sistem bakış açısı ile tarihe baktığımızda ise estetik ilk çıkış yeri olarak, antik çağ filozoflarına dayandırılmakta; kavram ve kuram olarak da 18. yüzyıla dayandırılmaktadır. Sözde güzelliklerin yaratımı olarak tanımlanan ve sanatın felsefesi olarak kuramsallaştırılarak bir dal ile sınırlandırılan estetik, gittikçe doğa ve toplumun optimal dengesini sağlayan bütünlüğünden ve etkileşiminden uzaklaştırılarak, özüne yabancılaştırılmıştır. Estetiğin günümüzde kapitalist sistem içinde toplumla olan bağı, salt yapay güzellik adına tıpta oluşturulan cerrahi bilim dalı içinde, ameliyatlarla kendini verili sistemin güzellik ölçülerine göre kesip-biçme olayına indirgenmiştir.
Sanat felsefesi olarak da toplumdan zaten bir kopuşu yaşayan estetik, soyut, bireyci, dar bir çerçeveye sıkıştırılmıştır. Kime göre, neye göre güzel algısıyla, felsefi olarak da bireycilik ile toplumdan kopuşu yaşamaktadır. Ancak toplumsal yaşamın örülmesindeki güzelleştiren ve bütünleyen rolü ve bu rolün sürekliliği hep gözardı edilmiştir. Bu yaklaşım sonucu toplumun elinden kendi kendisini etik değerleri üzerinden güzelleştirme ve uyumlulaştırma rolü alınmıştır, savunmasız bırakılmıştır. Toplumun etik ve estetik ölçülerini artık toplum adına egemen sistemler kendi çıkarlarına göre belirlemeye başlamışlardır. Ne giyeceğinden, ne yiyeceğine, nasıl davranacağına, ne zaman neyi beğeneceğine, neye saygı duyup seveceğine kadar, hatta neye karar vereceğine kadar gereken ahlaki ölçü ve estetik yaklaşımı, toplum ve birey adına bu verili egemen sistem belirlemektedir. Egemen sistemler çok sinsice ve ince bir tarzda toplumun ve bireyin duygu ve düşünce dünyasına, hatta güdülerine sızarak, içten bir yabancılaştırmayı yaratarak toplum ve bireyi esir alarak, yanlış yönlendirmektedir. Bunu aile kurumu ile, okulları ile, kültürel-sanatsal yön ile, günümüzde ise sanal ve görsel alan üzerinden oldukça yoğunluklu bir kültürel bombardıman ile yap- maktadırlar.
Günümüz insanı, hücrelerine kadar köleleştirilmiştir ve bu köleliğinin de farkında değildir. Karda uyku ile gelen hoş tatlı ölüm misali, kapitalizmde de özgürlük gibi sunulan sanal bir dünya ile gelen ölüm söz konusudur. Bu etik ve estetik algılarının yitimi ile tam bir dibe vurmayı ifade etmektedir.Ne acıdır ki bugün var olan toplumsal yapı içinde bir anket düzenleseniz ve “estetik nedir” diye sorsanız, büyük bir oran kesinlikle, “cerrahi operasyonlar ile gelen güzelliktir” diye cevaplayacaklardır. Ya da sistemin belirlediği modaya göre giyim-kuşamdır. Onun renk ve modelini de belirleyen endüstriyal sektördür. İşte toplumda yaratılan bu estetik algısı, sistemin bilinçli olarak toplum üstü iktidarcılığını sürdürme amacından ileri gelmektedir.
Toplumsallığın hakikat özüyle örülmesinden süzülüp gelen estetik ve benzeri kavramların, erkek egemen-iktidarcı sistem tarafından bu kadar ters yüz edilerek, kuramsal çerçevesinde de özüne yabancılaştırılması, sahte bir algı yaratma ve kendini yaşatma amacı gütmektedir. Bu yanılgılı, yanlış, köleleştiren algıyı değiştirerek, gerçek tarihsel toplumsal hakikati üzerine oturtmadıkça, yaratılan yanlış hayatı, tüm iyi niyetlerimize rağmen doğru yaşayamaz ve yaşatamayız. Çünkü en iyi niyetleri ile kendi toplumsal öz savunmalarını yapmak için verilen pek çok halk mücadelesi, başarı ile sonuçlanmasına rağmen, bahsettiğimiz yanlış yanılgılı bakış açısını aşamadıklarından en kötüsünden karşıtlarına benzeşmeyi ve düşüşü yaşamaktan kurtulamadılar. Bu anlamda toplumsal tarihi iyi okumak ve doğru sonuçlar çıkarmak hayati derecede önem arz etmektedir. Bu artık “anne bak, kral çıplak” misali açığa çıkmış bir gerçekliktir. Kapitalist sistemin yaratmış olduğu bu yabancılaştırma tarihsel boyutları ile açıklamaya çalıştığımız gibi, öncelikli olarak toplumun etik ve estetik değerleri üzerinden geliştirilmiştir. Yani toplumun elinden bütün öz savunma argümanları alınmış ve toplum savunmasız bir şekilde salt güdülere endeksli bir kitle konumuna düşürülmüştür.
Bu nedenledir ki, özgürlük mücadelemizi ve savaşımımızı en temelde toplumun her alanında, özellikle etik ve estetik olarak kültürel ve sanatsal bazda, toplumsal ruh ve düşüncede yaratılan yitime ve yabancılaştırmaya karşı vermeliyiz. Egemen sistemlerin “önce kadını vurun” temelinde toplumsallığa saldırmalarına karşın, bir öze dönüş devrimi olarak Kürt kadınları öncülüğünde ‘önce kadını kurtarın’ şiarı ve felsefesi ile başlatılan ve bugün gittikçe büyüyen mücadeleye bizler de bulunduğumuz her alanda jineolojî bilimi ve bilinci ışığında sahiplenerek, katılmalıyız.
Sevda Can