HABER MERKEZİ –
Uzun zaman oldu Zap’tan ayrılalı. Oraları o kadar çok özledim ki anlatılması zor. Biliyorum bu konuda kareli beyaz sayfalarını çok doldurdum.
Ama yine de bugün eski anılarımı, hiç eskimeyen yoldaşlarımı bir bir aklıma getirerek yazmak istiyorum. Eski basın yerimiz, basında çalışma yürüten arkadaşların her biri, heval Halil ve diğer güzel yoldaşlarımın hepsini hatırlayarak yazmak istiyorum.Halil arkadaşın bize eğitim verdiği anlar, sözleri, gözümün önünden gitmiyor. Özellikle de kamera eğitimini bana ve Ali arkadaşa verdiği günler capcanlı gözlerimin önünde duruyor. Halil arkadaş bizleri toplayarak hem eğitim hem de çekim yapabilmek için araziye çıkartı. O günümüz çok renkliydi o kadar eğlendik ki, yamacına yaslandığımız dağ, üzerimizden uçan kuşlar şahit. Heval Halil’in aşkla tuttuğu kameraya o zaman tanık olmuştum. O zaman onu öyle görünce; evet ben de Halil arkadaş gibi güzel çekimler yapacağım deyişim hala da hatırladıkça beni güldürüyor.
Evet, Heval Halil aklımdan geçenleri bakışlarımdan anlamış gibi yanıma gelerek kamerayı elime verip; “bir gün sende çok güzel çekimler yapacaksın emin ol” deyişi beni sevindirdiği gibi basın çalışmasını daha çok zevkle yapmama vesile olmuştu.
O günden sonra kamerayı her elime aldığımda o anı bir kere daha yaşıyorum. Ve o günden sonra birkaç sefer daha eğitim amaçlı klip çalışması için beraber çıktık yola.
Gerilla yaşamını görüntülemeyi Halil’den öğrenmiştim. Halil’in gerillayı çekerkenki ciddiyeti ve o ciddiyetin yüzünde açan mutluk anları görülmeye değerdi. Ne çok severdi gerillayı çekmeyi. Evet, işte ben de böyle ciddi ve mutlulukla kamerayı elime almalıyım. Gerillanın peşinden koşmak, çekmek, onu fotoğraf kamerasının kadrajına alarak tarihe mal etmek ne güzel bir duygu…
Dağa geldiğimde basın çalışmasında yer alacağım hiç aklıma gelmezdi. Buralara gerilla olmak ve savaşmak yapmak için gelmiştim. İlkin basına düzenlemem yapıldığında çok istekli değildim ama örgüt öyle uygun görmüşse bir bildiği var dedim ve hiç bir şey demeden basına gitmek için yola koyuldum.
İşte o zaman Halil ve Cesur, arkadaşları tanımıştım. Onların işlerine verdiği değeri harcadıkları emeği gördükten sonra dağ basıncılığını daha fazla sevmiştim.
Şimdi gerillacılığın yanında dağ basıncılığını da büyük bir istekle yapıyorum. İşte şimdi bunun için Halil, Cesur, Hebun, Armac ve Zerdeşt arkadaşların gezdiği mücadele ettikleri yerlere doğru yolculuğum başlıyor.
Hayaller gerçekleşiyor
Evet Botan’a ulaştım. Umarım Botan’ın birçok güzel yerinde gezme şansım olur. Botan halkını çok merak ediyorum ve onları da çok seviyorum. Biliyorum Botan halkı uzun saçlı kızları çok seviyorlar. Hep kısa olan saçlarımı bunun için uzattım. Koçer analar beni gördüklerinde saçlarımı birbirlerine göstersinler ve okşasınlar diye saçlarımı uzatıyorum ve hiç kesmeyeceğim.
Benim gibi Kuzey’e gitmek isteyip gidemeyen basıncı yoldaşlarım merak etmeyin Halil ve Cesur arkadaşlar gibi size çekim ve foto göndereceğim. Hem biliyorsunuz günlük de yazıyorum, söz yazdıklarımı da sizlere göndereceğim.
Yolcuyum, yolculuktayım, gerillayım, gerillayı çeken dağ basıncısıyım. Ve; “ne kadar şanslı birisin” diyeceksiniz. Doğrudur heval; ben çok şanslıyım gerilla olduğum için. Botan arazisinde gözleriniz olacağım, gerilla yoldaşlarımın yanında, yüreğiniz olacağım; yaralı bir arkadaşın başucunda duanız olacağım, merak etmeyin güzel yoldaşlarım.
Şimdi Botan’ın her hangi bir taşının üzerinde oturmuş size söz verdiğim gibi yazıyorum. Belki bir iki gün içerisinde Kato’ya da geçebiliriz. İşte şimdiden eski günleri, sizleri çok özledim. Gerillanın birbirine beslediği o duygular ne güzel değil mi? Buralarda tek sıkıntım size olan özlemimdir.
Yürekte ardılları olduklarımız için…
Birçok gerilla yoldaşımla birlikte aynı yolları aynı mekanları, aynı hayatları paylaştık. Paylaşımı her anı ile soluk soluğa yaşadık. Kimler gelip geçti. Kimler takıldı yüreğimizin kadrajına sayamadık…
Birçoğunu gülüşü ile resmettik hayatımıza ve belliğimize. Birçoğu ise acı ile hasret ile nakşoldu yaşamımıza… Emekle, sevgiyle, aşkla!
Şimdi Katoların enginliklerinde, en derin yerinden yazmaya başlıyorum. Elektrik sıkıntımız olmasından dolayı fanusun önünde yazıyorum. Daha önce bu havayı binlerce başka gerilla solumuş, kızmış, sevinmiş, öfkelenmiş… İçlerinden bazıları ise binlerce isimsiz kahramanlarımızın sonsuzluk kervanına katılmış ve ölümsüzleşmişler… Hep dillerde onların isimleri zikredilir ve anıları ile ölümsüzlüğün adı olurlar. Ölümsüzlük biraz da budur; her an bir sohbette, her an bir bakışta, her an bir gülümseyişte… İsmini bilmediğim, daha önce hiç görmemiş olduğum diğer yoldaşlar… Hepsi birer iz, birer an bırakarak yitip gittiler. Göçüp gittiler bizim yaşam değdiğimiz bu anlam diyarından. Bu sadelikten ve kalabalıktan…
Şimdi yerimiz soğuk, yüreğimiz sıcak yeni maceralara yeni arkadaşlıklara ve birçok yeniye başlamanın heyecanı ile günleri karşılıyoruz. Bulunduğumuz yer yüzlerce metre yerin altında. Düşmana inat yaşadığımız bu mekan baharı karşılayacağımız ve kışı geçireceğimiz mekandır. Anılarla dolu bir mekan… Kuzey’de ilk kışı geçirenler de var, yıllardır burada olanlar da var. Aynı mekanda kalanların sentezinden oluşuyor kapımız. Yüreği sıcak bakışı ve gülüşü derin yirmi bir kadını barındırıyor bu kutsal mekan.
Ve şimdi karanlığın içinde gördüklerimi sizinle de paylaşmak istiyorum.
Siz hiç ateş böceklerini gördünüz mü?
Ateş böceklerini bilirsiniz, karanlıkların içinde bir fener gibi yanıp sönerler. Bazen genelde tek dolaşırlar, çok az zaman grup halinde dolaşırlar. Küme küme olurlar. Karanlıkta insana bir umut gibi gelen bu ateş böcekleri, her ne olursa olsun hiçbir karanlığın sonsuza dek sürmeyeceği ve ne olursa olsun bir yerde mutlaka bir kıvılcım, bir ışığın hep olacağını anımsatırlar. Karanlık dehlizlerinde umuttur onlar…
Kampımız sonsuz bir karanlık, zifiri bir karanlık içinde kamelyada kafalara takılı fenerlerle dolaşan kadınlar, bana ateşböceklerini andırıyor. Bazen tek tek yürürken, gidip gelirken sadece yürüyen ışıklar, uçuşan ışıklar görüyoruz. Bu ışıkları gördükçe buz tutmuş, köhnemiş yüreklere ve beyinlere karşı karanlıkları aydınlatacak kadınları görüyorum.
Ateşböceklerini andırıyorlar, karanlığın içinde fener gibi yanıp sönüyorlar. Yaşadıkları her yeri aydınlatacak ve güzelleştirecek kadınları görüyor gözlerimiz. Cennetlbile olsa içini güzelleştirecek bir yaşam olmayınca olmuyor. Ama güzel bir yaşam yaratırsan, zifiri karanlıklar bile aydınlanır.
Şimdi kampımız böyle karanlık ama biz güzelleştirip aydınlatıyoruz. Kahkahalarımız, gülüşlerimiz, sesimiz ve ışığımız yarıyor, yüreklere ulaşıp karanlıkları aydınlatıyor. Yüreklerimiz aydın, yüzümüz aydın, yaşamımız aydın… Birbirimizi çok seviyor, saygı duyuyor ve irade ile yaşıyoruz.
Arkadaşlarımın yüzüne tuttuğum her ışıkta aydınlanan yüzleri loş ışık içinde yüreğimin kadrajına kaydediyorum. Resmediyorum, yüzlerinin gitmesini hiç istemiyorum gözlerimin önünden, silinsin istemiyorum belleğimden. Zor günlerin aydın yüzleri olarak anımsamak istiyorum her birini. Hiç unutamadığım ateş böcekleri gibi, onlara baktığım gibi bakıyorum. Karanlık dehlizlerin umut ışıkları gibi… Karanlık yüreklerin umut ışıkları kadınları görüyorum.
Siz hiç ateşböceklerini andıran umut kadınlarını gördünüz mü? Eğer görmediyseniz ve merak ediyorsanız, Katolarda yirmi bir kadını görebilirsiniz.
…
Yüreği burkulmuş bir coğrafya
Başkenti olmayan
Tek yurdumdu…
Küçükken oynadığın bir avuçluk
Toprak…
Ne yeraltı zenginliği vardı
Ne de yerüstü.
Tarihini bir avuç sayfada başlatır
Annemin bana seslenmesi ile bitirirdim…
Ben ülkemi,
Ben toprağımı,
Ben özgürlüğü küçüklükten beri severdim…
(Şehit Arjîn Amed arkadaşın günlüğünden alınmıştır)