HABER MERKEZİ-
“Alzheimer hastalığını birçoğumuz duymuşuzdur. Günümüzde modernitenin hastalık listelerinin başında gelenlerden biri olmaktadır. Bu hastalık ile birlikte kişide hafıza kaybı gelişir. Hatıralarını kaybederler, zamanla yönlerini bulamazlar, reflekslerini kontrol edemezler. Kendi kişiliklerine, yaşlarına ya da bulundukları konumlarına uygun olmayan tepkiler verirler ve bu şekilde hareket ederler. Bu hastalık zamanla kök hücrelere zarar verir ve beyin hücrelerinin ölümüne sebep olur. Bu hastalığın bir özelliğide yaşamda bulunan kodlamaları doğru bir temada buluşturamazlar. Örneğin kişiye aşk, sevgi, hakikat kavramları verilir ama bu kavramlar ile ne anlaması gerektiğini çıkaramaz. Sonuç çıkarma, tema kurma yetisini kaybeder.
Şaşırmayın, konumuz sağlık değil konumuz toplumsallık! Bu anlamda toplumsallığımızı ele aldığımızda; toplumsallığın, tarihin, ahlaki değerlerin ortadan kaldırılması ya da yok edilmesi durumu esasında alzheimer olan bir topluluk anlamına gelmektedir. Kapitalist modernite Alzheimerlı topluluklar yaratmak istemektedir. Özet olarak da burada hafızasızlık, ölümün kendisi olmaktadır. Ve kapitalist modernitenin tüm kavram kodlamalarına karşı açık olmayı ve ona göre algılarımızın, sonuç çıkarma yetimizin, tüm algı operasyonları karşısında savunmasız bir halde olduğunun tanımı olmaktadır. Kapitalist modernite kıskacında ve onun özel savaş saldırıları karşısında, hafıza yitimi bir kader gibi gösterilerek her gün beyin hücrelerimizin ölümü gerçekleşmektedir. İnsan olarak var olma amacımız sadece güdüsel ihtiyaçları karşılamakmış gibi gösterilerek, insanlığa insan olduğu dahi unutturulmaya çalışılmaktadır. Kapitalist modernite alzheimerı salgın bir zihniyet hastalığı gibi yaymakta ve bu şekilde toplum olmaktan çıkmış sürü topluluklar oluşturmayı amaçlamaktadır.
Sürü topluluklar ile kastedilen;istenildiği yere sürüklenen, istenildiğinde harekete geçirilen bir topluluktur. Bu şekilde bir topluluk ile ulus-devlet faşizmi ne amaçlanmaktadır? İnsanın piskolojisini fethetmeyi ve bu fethedilmiş düşünce ve duygular ile onuda özel savaşın bir dişlisi haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bunlar birleştirildiği zaman toplum en çirkin, en kanlı savaşlara ortak edilmiş oluyor. Böylece bu kirli savaşlar, sürüleştirilmiş kitlelere dayandırılarak yürütülür hale getirilmiş olur. Bugün Bakurê Kürdistan’da ve Türkiye’de faşist soykırım politikalarının temelinde yatan bu zihniyettir. Kemalizm bir katliam yöntemi olarak özel olarak tarihi çarpıtmayı ve yok saymayı esas alarak Kürdistanda faşizan saldırılar gerçekleştirmiştir. Şu an hala AKP-MHP faşist rejiminin kendisine örnek aldığı ve planlamalarını uyguladığı kanunlar 1925 te kabul edilen Şark Islahat Planına ait olmaktadır. ‘’Doğuyu ıslah etme!’’ Esas amaçlanan Kürdistan halkını inkar etme, yok sayma, dilini, kültürünü, varlığını red etmedir. Asimilasyon politikasının temelini Şark ıslahat Planı oluşturmaktadır. Çünkü burada Kürt yok sayılmakta ve yerine varlığı tartışma konusu olan bir topluluk oluşturulmaktadır.
İnsan olmamızın bir amacı vardır. İnsanlığımızın evrenin oluşmasından ilk canlı hücresinin oluşmasına ve günümüze kadar uzanan derin bir tarihi vardır. Kapitalist modernite öyle bir özel savaş yöntemi kullanmaktadır ki bazen zor ve baskı yolu ile bazende yumuşatarak, alışkanlık haline getirerek, çarpıtıp normalleştirerek insanlığa ‘’bir tarihin, farkındalığın yoktur’’u farz kılmaktadır. Özel savaş ile devlet, birey ve toplum haline geliyor. Birey devletleşip insan olmaktan çıkıyor. Toplum, toplum olmaktan çıkıyor, yok oluyor. Geriye sadece devlet kalıyor. İşte Kapitalist modernitede ÖZEL SAVAŞ bu savaş demektir.” Kapitalist modernitenin savaş stratejisi olan özel savaşın en belirgin ve esas saldırısı: Tarihi değiştirmesi ve herkese de bu sahte yalan kurgusal tarihini kabul ettirmesidir.
Tarihsiz kılmak, öz savunmasız kılmak ile eşdeğerdir. Nereden geldiğini, hangi değerlere sahip olduğunu, gerçeğini bilmeden yaşamına nasıl bir yön verebilirsinki? Kendini savunmayı bir yana bırak, yalanların dizayn edildiği bir kurgu içerisinde sadece sana biçilen rolü oynayabilirsin. Kendin olmak dışında her role bürünebilirsin. Kapitalist modernitenin maskeleri içerisinde kılıflara girebilirsin. Kapitalist modernitenin sistemleşmesinin temeli tarihsiz kılmaktır. Bu şekilde esas olarak hafızasızlaştırmayı hedeflemektedir. Tarihi değiştirip kendini gelmiş geçmiş ebedilik olarak tüm insanlığa dayatmaktadır. Durum böyle olunca her şeyin kendisi ile başlayıp kendisi ile biteceğini kabul ettirmeye çalışıyor modernite dışında bir yaşam mümkün değil, çünkü herşeyin başlangıcı o, yaratıcısı o, ve sonumuz da onunla olacak’ algısı bir kıyamet alameti gibi adeta insanlığa farzkılınmaktadır. ‘’BAŞKA ÇÖZÜM YOK” duygusu uyandırılmaya çalışılmaktadır. Bu korku sisteminin de kendisi olmaktadır. Kapitalist modernite ile karşı karşıya gelmek ya da onun dışına çıkmaya cesaret etmek akıl ve mantık dışılık olarak yorumlanmakta ya da gerçekleşmeyecek bir hayal dünyası olarak insanlığa öğretilmektedir.
Orta Asya insanları ve iktidar güçleri arasında önceleri yaygın olarak kullanılan bir işkence yöntemi vardır. Buna Mankurtlaştırma denilir. Mankurtlaştırma köksüzleştirme ile eş anlamdadır. Bu işkence yönteminde, mankurt yapılmak istenilen insanın önce kafası, saçları iyice kazıtılır, kafasına devenin boyun derisi geçirtilerek iyice gerdirilir, kafasında deve derisi gerdirilmiş halde bulunan insan çölde sıcağın ortasında günlerce bekletilir. Sadece sahibi onun yanına gider. Zamanla güneş altında iyice kafaya yapışan deve derisi baş ile bütünleşir, kazınan saçlar yeniden çıkmaya başlar ama deve derisinden dolayı çıkacak yönü bulamayınca tersine doğru saç kılları çıkmaya başlar ve kafatasını yararak beyne yönelir. Bu acılara dayanamayan insan bir müddet sonra kuklaya dönüşür,benliğini yitirir, kim olduğunu, nereden geldiğini hatırlayamaz. Düşünemez hale gelir. Tek tanıdığı ve bildiği şey sahibi, yani işkencecisidir. Güneş altında olduğu sürece sahibi ona su ve yemek verdiği için ona celladı gibi bakmak yerine kurtarıcısı gözüyle bakar. İşkence sonucunda nasıl bu hale geldiğini dahi bilmeyerek durumunu normal görüp işkence halindeki yaşamını normal yaşamı olarak görür ve işkencecisine hep itaat eder. Günümüzde kapitalist modernite ile modern işkence ya da zihniyet değiştirme,denetime alma yöntemleri kullanıldığı için, bu Orta Asya yöntemleri bahsedildiğinde herkes hayretler içerisinde vahşi bir yöntem olması karşısında tepkilenir ama şu an kapitalist modernite içerisinde uygulanan hafızasızlaştırma teknikleri en az mankurtlaştırma yöntemi kadar acımasız, kuralsız ve insanlık dışıdır. Kapitalist modernite eğitimi, bilimi, sanatı, sanal medyası, internet taaruzları,cinsiyetçi kodlamaları köksüzleştirme sistemidir.
Toplumun en önemli özelliği insanda bir birikim ve kültürel yaşam tecrübesi oluşturmasıdır. Bilgi ve maneviyat bütünlüğü oluşturmasıdır. Ama kapitalist modernite insanı toplumsallıktan ayırarak bundan alıkoymaya çalışmaktadır. Hiçbir birikim yokmuş gibi gösterek ‘’ anı yaşa, böyle gelmiş böyle bitecek, tadını çıkar, önceyi bırak şimdi sensin’’ safsataları ile bu hafızasız yaşamı bir özgürlük modeliymiş gibi, tercih gibi yansıtarak adeta tarihsizlik virüsünü yaymaktadır. Hatta öyle bir şekle getirmektedirki insanlar yıllık bazı aşılar vurulur gibi gönüllü olarak bu virüse alıştırılır hale getirilmektedir. Önder APO ‘’Modernitenin tarihsizleştirme çabası toplumu ve bireyi hafızasızlaştırma, ahlaksızlaştırma ve politikasızlaştırma yoluyla baskı ve sömürüye kolayca çekme savaşıdır ki bu hepten reddedilmeli ve karşı durulmalıdır.’’demektedir.
Toplumu toplum yapan, insanlığını oluşturan onun ahlaki değerleridir. Çünkü bir toplum ahlaki ve politik değerleri etrafında bir araya gelir, varlıklarını ve birlikteliklerini oluştururlar. Bu ahlaki değerlere sahip çıkma adeta o toplumun yaşam amacı haline gelir. Çünkü bu değerlerin toplamı toplumun kendisidir. Bu değerlere saldırılması, zarar görmesi, erimesi demek; o toplumda yaşayan insanların da değersizleşmesi, renksizleşmesi ve yok olma ile karşı karşıya gelmesi anlamına gelmektedir. Bu değerler o toplumda yaşayan insanların tarihi, coğrafyası, kadına ve erkeğe biçilen rol, yaşam tarzları, savaş anlayışları, hakikat yöntemleri, inanış biçimleri,sevgi-aşk-özgürlük tanımlamaları, dili ve kültürleri, geleneksel örf ve adetleri, yaşamdaki kabul ve red ettikleri olgular, doğru ve yanlış buldukları, giyim kuşamlarından yemeklerine kadar daha bir çok sıralayabileceğimiz zenginlikleri o toplumun ahlaki değerlerini oluşturmaktadır.
Bu sadece bir tanımlama olsun diye yazılmamaktadır. Ahlaki değerlerin ifadelendirmesi aslında yaşadığımız toplum içerisinde kendimizi ifadelendirmemiz anlamına gelmektedir. Sizlerde denemelisiniz. Ben kimim sorusunu bir birey olarak kendinize yöneltin. Nasıl bir cevap verdiğinize bakın. Yukarıda sıraladığımız ahlaki değerlere değinilmeden bir beni tanımlamanız ne kadar mümkün? Yani bu ahlaki değerler ile örülmüş bir yaşamı savunmak; özgür bir varlık olmak ve var olma sebebini savunmak ile eşdeğer olmaktadır. Bu anlamda özel savaş saldırıları karşısında tarihe ve ahlaki değerlere sahip çıkmak öz savunma savaşımızdaki esas cephanemiz olmaktadır.”
Kaynak: Yurtsever Genç Kadın