Savaş. İkinci kez bu kelime üzerine düşünüldüğünde, farklı bir anlam çıkar karşımıza. Bu tanım, bedenin içindeki savaşı karşılar. Bu da, özgürlük savaşı. Bilgeliğe – yüceliğe ulaşma savaşı.
HABER MERKEZİ
“Özgür yaşam değerine bağlandığında, gerçek bilgeliğe götürür. Ama bunun için, düşünce savaşçısı olmayı göze almak gerekir.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan
Savaş. Ne kadar ürkütücü bir kelime. İlk duyulduğunda, uygarlık ve medeniyetin (!) icadı bir dolu yok edici makine geliyor akla. Tüfekten tutalım da, nükleer kimyasallara kadar. Ha, sonra gözü yaşlı kadınlar ya da toprağa düşen cansız bedenler. Parmaklarım tetiğe ilk değdiğinde, bir an düşündüm. Bir kadının silahla aynı kareye gelmesi, savaşta aktif rol oynaması, toplumlar tarafından hala şaşkınlıkla bakılan bir olay, değil mi? Ne diyordu Freud, bu durum için ; “ Saldırgan kadınlar, erkek gibi olmaya çalışır.” Oysa Adorno’ nun “Anlamak, adalettir.” Sözünden hareket edince, hakikat ne kadar da farklılaşıyor. Dilinin, kimliğinin, özlük haklarının tümünün yok sayıldığı, dünya kamuoyu önünde sokak ortası işkencelerin, yaşlı anneden masum çocuğa kadar acımasızca yapıldığı bir halkın genci olduğunda, farklı bir seçenek kalmıyor, ortada. Hele hele Ortadoğu gibi, silahın ‘güç’ olarak görüldüğü, demokrasi ile tanışmamış, koca ayakların (ABD – AB) himaye ve sömürüsü altındaki bir bölgede, çok ta alternatifin olmuyor. Meşru savunma amacıyla, elin, tetiğe dokunması, kaçınılmaz duruyor.
Oysa karşıda bulunan sistem aydınları (!), kalemi eline alıp, kadının şiddete – silaha başvuruşlarında, bombayla donanışında ve içinde oldukları harekete bağlılıklarında ‘uyuşturucu kullanıyorlar’ vurgusunu yapabiliyor. Mezopotamya da, tanrıçalaşma adımını atmadan önce, kapsamlı yoğunlaşmalar yaşayıp, bunu mektubuna da aktaran Zilan için yazılanlar gibi… Kadın gerillaların, amaçlarına derin bir şekilde kilitlenen, kendi özgür iradeleriyle hareket eden insanlar olduklarına inanmak yerine, başka her şeye inanılıyor. Gerçek, her seferinde maniple ediliyor.
Doğru; kadınlar yaşamın yaratıcıları, koruyucuları, hayat vericileridir; yok edicileri değil. Kadını savaşla bir araya getiren nedir? Şeklinde düşündüğümde, cevabı, nedeni bulmak zor olmadı. Ayaklarımın kendiliğinden Medya Savunma Alanlarına adım atışının nedeni, açıktı. Yüreğimden geçenleri, bir İtalyan kadın partizanın sözleri büyük oranda karşılıyordu.
“ –Kadınların çocukları olduğu ve bu yüzden öldüremeyeceklerini söylediler. Oysa öldürdüğüm her Nazi, patlattığım her bomba, savaşın süresini kısalttı ve diğer bütün kadınlarla, çocukların, hayatını kurtardı.”
Bende bu kutsal toprakların ve insanların canına okuyan çirkin savaşın süresini kısaltmak, yeni yaşamların sönmesini engellemek, doğanın yazısız kurallarına göre; yok olmamak – ölmemek için öldürmeliydim. Meşru savunmam, öz savunmam için dokunmalıyım tetiğe. Hiç şüphesiz bir kadının namluyu doğrultacağı, isabetli vuruşuyla öldüreceği, ‘Savaş’ olacaktı. Özgür yaşam değerlerine bağlayacaktı sıkılan her kurşun, yani etik – ahlaki değerlere… Tarihine, bir bütün kültürüne, cins ve etnik kimliğine… Özgürlüğe… Bağımlılığa değil, zihnen ve yürekten bağlılığa. Öğrenmek, anlam vermek bilgeliğe. Biliriz ki bilinç, pratikle birleşince, özgürlüğe götürüyor hem bireyi, hem de toplumu… Savaşların ömrünü kısaltmak için daha çok akılmalı dağlara, daha çok sarılmalı savunmaya. Korunmalı vicdan, korunmalı duygu ve de akıl. Özgür yaşaması için helinlerde ki her minik kuş, daha anlamlı bir yaşam için. Duvarlar arasından kurtulabilmesi için, kadının. Vurulmaması için Kürdistanlı çocukların. Sahipsiz olmadıklarının bilinmesi için, yok ediciler tarafından Savaş.
İkinci kez bu kelime üzerine düşünüldüğünde, farklı bir anlam çıkar karşımıza. Bu tanım, bedenin içindeki savaşı karşılar. Bu da, özgürlük savaşı. Bilgeliğe – yüceliğe ulaşma savaşı. İlk savaşı kazanmanın yolu, kuşkusuz bedendeki savaşı zafere taşımaktan geçer.
Özgürlüğün savaşçısı olmak için, önce düşünce savaşçısı olmak gerekiyor. Düşüncede devrime dokunmadan, yaşamda da dokunulamaz.
“Ben, kadın savaşçıyım” derken, salt eldeki silah ve dış savaşı değil, beyin ve ruhta ki savaş ile iç devrim için gerekli cephane, yani entelektüel birikimi de dâhil kılıyorum.
Evet, binlerce yıldır süren ülkemin çocuklarının ve kadının, savaşı alt edip, barışa yürüme mücadelesi sürüyor.
Sen de savaş ki, yok oluşuyla insanlığı, halkımızı, hevalimizi, beni ve bebeğimi Güneşin Ülkesine taşıyacak, tüm kutsal kitaplarda bahsi geçen ‘cennet’ tasvirini yeryüzünde inşa edebilesin. Edebilelim…