MERSİN – Ataerkil sistemin aparatına dönüşen gündüz kuşağı programlarının kadına yönelik şiddetle ilişkisini değerlendiren sosyolog Duygu Altınoluk, “Kadını sorgulayan ve suçlayıcı bir yerden bakan söylemler, patriyarkanın kapı tutuculuğunu yapıyor ve reyting alıyor” dedi.
Türkiye her yeni bir güne kadın katliamları haberleri ile uyanırken, bu katliamlar medya tarafından magazinleştirilerek “reyting malzemesi” yapılmaya çalışılıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) verilerine göre; 2022 yılında 334 kadın, erkekler tarafından katledildi, 245 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. 2023 yılı verilerine göre ise; Ocak-Ekim ayları arasında 253 kadın katledildi, 194 kadın şüpheli bir biçimde ölü bulundu.
Ana akım medya kadın cinayetlerini “münferit olaylar” olarak ele alıp, kadınların yaşam öykülerini de “magazinleştirilecek bir hikaye” olarak işlerken, sorunun bir sistem sorunu olduğunu görmeyen bir yerden haberler servis ediyor. Servis edilen kadın katliamı, şüpheli kadın ölümü ya da kayıplar gündüz kuşağı programlarında da yer buluyor.
Televizyon programları özellikle “reyting kıracak” olayları belirleyerek, kaybedilen/katledilen/ şüpheli şekilde yaşamını yitiren kişinin /failinin bulunması yerine, olayla ilgisinin olduğu belirtilen kadınların özel yaşamlarına odaklanıyor. Bu programlarda kadınların özel hayatı irdelenirken, kadın program sunucularından da “ahlak bekçiliği” yapması bekleniyor.
GÜNDÜZ KUŞAKLARI
Özellikle gündüz kuşaklarında kadınları aşağılayan, özel hayatlarıyla yargılayan ve psikolojik şiddetin yaşandığı her programda, sunucuların sözleri de tepki topluyor. 2009 yılında katledilen Münevver Karabulut’a dair Müge Anlı, Karabulut’un babası programa katıldığında “Sen kızının nerde olduğunu bilmiyor musun?”, “Söylemekte sakınca görmüyorum. Kızımız öldüğünde bakireydi” söylemleri tepki toplamıştı, Hatice Çaltı cinayetinde ise “Ben olsam o kadını öldürürüm bir şekilde” diyerek katliamı meşrulaştırmıştı. Program sunucusu Esra Erol’un ise eşi kendisini aldattığı için terk eden bir kadını “Sen de gittikten sonra aldatmışsın” diyerek barıştırmaya çalışmıştı.
Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı üyesi Doç. Dr. Duygu Altınoluk, medya dilinin toplum üzerindeki etkisi ve kadına yönelik şiddete yansımalarını değerlendirdi. “Kadın sorunu yoktur. Bu bir erkeklik sorunudur” şiarıyla medyanın toplum üzerindeki etkisi ve toplumsal rol inşası üzerine çalışmalar yapan Altınoluk, aynı zamanda gündüz kuşağı programlarını da mercek altına aldı.
TELEVİZYONDA TOPLUMSAL ‘YENİDEN İNŞAA’
Kadının toplumsal alanda var olmaya başlaması, doğum oranlarının azalması ve boşanmaların artması ile birlikte 2018 yılında evlilik programlarının arttığını kaydeden Altınoluk, “Kısmetse olur” adlı programda, üniversite mezunu genç kadınların ve “erkekliğini” inşa eden kişilerin yer aldığına dikkat çekerek, bu yolla “Okuyabiliriz ama en nihayetinde kısmetimizi bulmakla yükümlüyüz” mesajının verildiğini ifade etti. Programa katılan erkek tiplemelerin kadınların özgürlüklerinin kısıtlanması noktasında ortaklaştığını belirten Altınoluk, “İletişim sosyolojisinde, televizyona her ne kadar eleştirel yönden baksak da orada toplumsal bir yeniden inşa süreci var. Orada toplumsal cinsiyet rollerini, aile bağlarını yeniden inşa ediyorlar” dedi.
‘KADINA SUÇLAYICI BİR YERDEN BAKIYORLAR’
Gündüz kuşağı programlarda kadın mağdura suçlayıcı bir yerden bakıldığını belirten Altınoluk, “Kadını suçlamak hep daha kolaydır. Çünkü erkek güç, hegemonik liderliğin kendisidir. İktidarın kendisini eleştirmek de her zaman kolay değil. O güçlüdür ve kendisini savunmakla yükümlü değildir. Patriyarkal Türkiye toplumunda, makro iktidarın perçinlediği kadın ve LGBTİ+ karşıtı söylemler, mikro iktidar olan aileye, aile reisi olarak görülen erkeğe de yansıyor” dedi.
Altınoluk programlardan bazı örnekler vererek, şunları söyledi: “Esra Erol’a baktığımızda evliliğinde problem yaşayan kadınların ailelerine, emniyet güçlerine sığınmak yerine başka bir erkeğe sığındığını görüyoruz. Çünkü hem ekonomik hem sosyal hem de toplumsal olarak zayıf. Ama bu da edilgen, toplumsallaştırılmış bir zayıflık. Evli bir anneyseniz Esra Erol size, ‘sen ne yaşadın, ne hissettin, devletin hiçbir aygıtı sana cevap veremedi mi?’ diye sormak yerine onun anneliğini ve kadınlığını sorguluyor. Şiddet uyguladı mı, evin içerisinde ekonomik, psikolojik şiddet var mıydı, ruhsal herhangi bir tahribata yol açtı mı? Bunlar sorgulanmıyor bile. Programa katılan erkek ise kadına ‘ben senin için çalıştım, eve her zaman para getirdim’ diyerek kadın üzerinde bir tahakküm kuruyor. ”
PATRİYARKANIN KAPI TUTUCULUĞU
Altınoluk, “Kadının yanında yer almayan, anneliğini ve kadınlığını sorgulayan, kadın mağdura suçlayıcı bir yerden bakan söylemler, patriyarkanın kapı tutuculuğunu yapıyor. Medya da bunu istiyor çünkü bu yolla reyting alınıyor. Nitekim erkeği ne kadar suçlarsan makro iktidarı da yasaları da o kadar suçluyorsun demektir” değerlendirmesinde bulundu.
‘EVLİ VE ÇOCUKLU AİLE FORMATI’
Söz konusu programların aynı zamanda fail erkeklere cesaret verdiğini kaydeden Altınoluk, kadınların en çok ailesinde bulunan erkekler tarafından katledildiğine dikkat çekerek şunları belirtti: “Netflix Türk aile yapısını bozuyor’ dediklerinde dönüp Esra Erol ve Müge Anlı’ya baktık. Aile, ilk dayak yediğimiz yer. Anne terliği, baba dayağı diye bir şey var. Ailenin kutsallaştırılmasının sebebi demografik yapının düşmesi. Sunulan aile modelinde eril tahakkümün izlerini sürmemek mümkün olmuyor. Bu nedenle suya sabuna dokunmayarak aslında ‘kol kırılır yen içinde kalır’ demeye, evli ve çocuklu aile formatını devam ettirmeye çalışıyorlar.”
Gündüz programlarının yeni bir formatla sunulması gerektiğine dikkat çeken Altınoluk, toplumsal cinsiyet eşitliğinin dikkate alınmasını önerdi.
Kaynak: MA