HABER MERKEZİ –Son dönemdeki zindanlara yönelik baskı ve işkenceyi değerlendiren PKK Zindan Komitesi Üyesi Piro Dersim, AKP-MHP faşizmini kabul etmiyorsak ve yıkılmasını istiyorsak gerçekten artık kimi kaygılarımızdan kurtulmamız, cesaretli bir şekilde öne çıkarak dönemin getirdiği sorumlulukların gereğini yerine getirmenin gerektiğini kaydetti.
PKK Zindan Komitesi Üyesi Pîro Dersim ANF’nin sorularını yanıtladı
Faşist Türk Devleti her alanda saldırılarını yoğunlaştırmış durumda. Önder Apo’ya, gerillaya, zindanlara, halka yönelik saldırılara karşı büyük bir direnişte yaşanıyor. Bu bağlamda süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunuza geçmeden önce başta Önder Apo’yu zindanda bulunan tüm yoldaşları saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Böylesine tarihi bir süreçte başta zindanlar olmak üzere mücadelenin her alında şehit düşen yoldaşlarımı, son zindan şehitlerimiz olan Garibe Gezer, Halil Güneş, İbrahim Yıldırım, Mehmet Candemir, Bazo Yılmaz, Necdet Çapkın, Barış Gebe ve Sipan Çubuk yoldaşlar şahsında sevgi ve minnet ile anıyorum. Ve bu yoldaşlarımızın anısına bağlı kalacağımızı bu yoldaşlarımızın anısını zafer ile taçlandıracağımızı belirtmek istiyoruz. Bu kadar büyük şehadetlerin yaşandığı bir süreçte bu şehitlere ancak zafer ile karşılık verebiliriz. Ancak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve halkımızın toplumsal özgürlüğü temelinde karşılık verebiliriz. Ancak bunu yaparak yoldaşlarımıza laik olabiliriz. Bundan sonraki süreçte de yoldaşlarımızın bu amaçlarını yerine getirmenin sonsuz çabası ve fedakarlığı içerisinde olacağımızın sözünü yenilemek istiyoruz.
Tabi sizin de belirtiğiniz gibi her alanda AKP-MHP faşizminin, Türk devlet faşizminin saldırıları gittikçe artıyor. Deyim yerindeyse şu anda yapabileceklerinin en üst düzeyde yapıyorlar saldırı anlamında. Elindeki her türlü tekniği, her türlü olanağı savaşa seferber etmiş durumdadırlar. Sadece silah ve savaş tekniği anlamında da değil onun dışında da topluma, gençliğe, kadına, doğaya, toplumsal kesimlere yönelik çok büyük bir baskı, özel savaş uygulamasıyla karşı karşıyayız. O açıdan böyle topyekun bir saldırı konseptinin olduğunun bu saldırı konseptinden sonuç almak istediklerini insan rahatlıkla görebiliyor.
Türk devleti aslında son 25 yıldır Önderliğimiz esaret altına alındığı günden bu yana hep şunu yapmıştır. Bir konsept belirlediğinde bunu ilk başta İmralı’ya yansıtmıştır. Bunu ilk başta İmarlıda Önder Apo’ya karşı pratikleştirmiştir. Daha sonraki süreçte de peyderpey mücadelenin diğer alanlarına yönelik bunu pratikleştirmiştir. Aslında içinde bulunduğumuz dönemdeki saldırı konsepti de biraz özelliği budur. 2014 Ekim ayında kararlaştırılan 2015 Temmuz’unda pratikleştirilen çöktürme eylem planı aslında öncelikli olarak İmralı’da pratikleştirildiğini hepimiz biliyoruz. 2015 Nisan’ından bu yana Önder Apo büyük bir tecrit altına alındı. Yani uygulama ilk önce Önderliğe yönelik yapıldı. Bugüne kadar da esasta saldırıların odağında Önderlik, İmralı var. İmralı’daki direnişi kırma var. O açıdan Önderliğimize yönelik bir yandan katı bir tecrit uygulanırken Önderliğimizin en ufak sesinin dahi en ufak sözünün dahi dışarı çıkması engellenirken diğer taraftan da her türlü fiziki baskı, psikolojik baskıyla aslında Önderliğimize geri adım atılmak isteniyor.
ÖNDERLİK AYNI ZAMANDA PRATİK BİR DİRENİŞ ÖNCÜSÜDÜR
Fakat şunu çok iyi görüyoruz bu konuda Önder Apo’nun en zor koşullarda eşsiz bir direnişin sahibi olduğunu rahatlıkla belirtebiliriz. Önderliğimizin bu direnişi aslında tüm mücadele alanlarımıza öncülük ediyor. Önderliğimizin buradaki bu öncülüğü tüm diğer mücadele alanlarında düşmana karşı başarılı bir mücadelenin adı oluyor. Düşman konseptinin boşa çıkartılmasının pratiği oluyor insan bunu rahatlıkla söyleyebilir. Yani şu anda zindanda direnen yoldaşlarımızda, halkımızda, Kürdistan’ın tüm dağlarında direnen gerillada Önder Apo’nun bu direnişi öncülüğünde pratikleşiyor. Önder Apo’nun bu direnişini kendisine örnek alarak kahramanca bir direnişin içerisine giriyor bunu belirtmek gerekiyor. Yani Önderliğimizin mücadeleye öncülüğü sadece ideolojik, felsefi, düşünsel değil aynı zamanda pratik bir direniş öncülüğüdür. İmralı’dan önceki süreçte de aslında Önderliğimizin duruşu buydu. İmralı sürecinde de Önderliğimiz bunu en imkansız koşullarda bile yapıyor. Bu konseptin Önderliğe yönelik yaklaşımı şudur. Aslında Türk devleti Önderliği imhayı dayatıyor. Uluslararası komplo başladığı günden bugüne kadar Türk devletinin Önder Apo’ya karşı yaklaşımı idamdı ya da imha etmekti. Onu yapamadıysa hareketimiz ve halkımızın direnişinden dolayı yapamadı. 2000’li yıllarda idamı kaldırırken de gerçekten bu hedefinden vazgeçtiği için kaldırmadı bunu iyi bilmek gerekiyor. Ya da Türk devleti insan haklarına saygılıdır bu yönlü hassasiyetleri vardır, temel halk ve hürriyetlere saygı duyuyor diye ya da evrensel kimi kanun ve kurallara saygı duyuyor diye böyle bir uygulama ortadan kaldırmadı. Tam tersine bu dönemin siyasal politik ve ekonomik hesapları vardı. Avrupa Birliğine girmek istiyordu. Bu hedeflerine ulaşmak için kendi yasalarından idamı çıkardı.
TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI SOYKIRIM TEMELLİ
Fakat esasta ise planladığı şuydu. Zamana yayılmış bir idam ve infaz sistemi. Şu anda da uygulanan o dur. Aslında İmralı koşulları daha da ağırlaştırılarak daha da sürdürülmez hala getirilerek bu süreç daha da kısaltılmak isteniyor. Yani biz uzun süreye yayılmış idam ya da infaz diyoruz ama var olan koşulların giderek daha da zorlaştırılması daha da kısaltılmış hala getirilmesiyle bu süreç hızlandırılmakta isteniyor bunu da görmek gerekiyor. Yani Önderliğe imha dayatan ya da imha düşünen bir yapının genel Kürt halkına yaklaşımı da soykırımdır. Dışarda da soykırım temelinde yükleniyor. Yani birbirinden bağımsız değildir. İmralı’ya yaklaşımda Kürt halkına yaklaşım birbirinden bağımsız değildir. Halkımıza yönelikte dört parça Kürdistan da ki her türlü Kürt kazanıma yönelikte yaklaşım soykırım temelindedir.
Türkiye Cumhuriyetin 100. Yılına girerken aslında Kürt soykırımını tamamlama temelinde girmek istiyor bu konuda sonuç almak bunu başarmak istiyor. Aynı şekilde AKP-MHP faşizmi bunu başararak bunu bir zafer diye Türkiye toplumunu önüne koyarak kendi iktidarını koruyarak, kendi iktidarını sürdürüp garantiye koymak güvenceye almak istiyor. Konsept bu kadar derindir. O açıdan her türlü imkan ve olanağı kullanıyorlar. Topyekün bir saldırı konsepti devreye koymuş bulunmaktadırlar. Bu öyle normal bir saldırı konsepti de değil. Her türlü kirli özel savaş yöntemi de devreye konmuş durumda. Yani gençlik çürütülmek isteniyor, toplum yozlaştırılmak isteniyor, kadın katliamının önü sonuna kadar açılmak isteniyor. Kürt, Kürdistan doğası tümü ile tahrip edilmek isteniyor. O anlamda böyle her açıdan aslında imha ve soykırım ile karşı karşıyayız. Bunu şunun için belirtmek ihtiyacı duyuyoruz. Saldırının kapsamı bu niteliktedir. Askeri açıdan da öyledir mesela normal bir askeri saldırı yoktur gerilla alanlarına yönelik. Yani her türlü yasaklı, insanlık dışı, kimyasal, termobarik, taktik nükleer silahlar Kürdistan’da gerillalar üzerinde kullanılıyor. O anlamda sadece eldeki her türlü imkan ve olanağı kullanıyor biçiminde değil her türlü yol ve yöntemi devreye koyarak sonuç almak istiyor. Çünkü kendi varlıkları sonuç almaya bağlıdır. Faşizm olarak AKP ve MHP’nin kendi varlığı bu süreçte sonuç almaya bağlıdır. Aynı şekilde Türk devletinin aklıda böyledir. Temel politikası da böyledir. 100 yıla Kürt soykırımını tamamlama biçiminde girmek istiyorlar. Hatta yapabilirse Misak-ı Milli sınırlarını yeniden oluşturmak istiyorlar. Böyle yayılmacı bir emelleri de var. Bu şekilde Ortadoğu’da bölgesel bir güç olma hayalleri peşindedirler. Fakat bunun önünde mücadelemiz engeldir. Kürt halkının direnişi engeldir. Bugüne kadar büyük bir fedai direniş ile bu boşa çıkarılmıştır. Bu hedeflerine öyle kolay ulaşmaları engellenmiştir. Fakat hala saldırılar çok yoğundur. Hala sonuç alma istemleri çok fazladır. Bu noktada direniş en üst seviyededir. Gerillada, halkımızda, zindanlarda da her alanlarda direniş en üst seviyededir. Fakat şunu görmek gerekiyor yani buna karşı topyekün bir direniş, devrimci halk savaşı stratejisi temelinde top yekun bir mücadele gerekiyor. Bu konuda aslında belli bir düzey var. Hiç yaratılmamış değil. Yani Rojava, Şengal, Medya Savunma alanlarında, Avrupa’da, Bakur’da büyük bir direniş var. O anlamda ülkemizin her alanında belli bir direniş ortaya çıkmıştır. Ancak halen toplumsal direniş boyutunda özellikle de Bakur Kürdistan alanında istenen düzeyin çok gerisinde bir durum söz konusudur.
AKP-MHP FAŞİZMİNİ YIKMAK İSTİYORSAK SORUMLULUK ALINMALI
Önderlik var olan koşullarda yapabileceğinin en idealini yapıyor. Gerilla var olan koşullarda yapabileceğinin en iyisini yapıyor. Yani artık bunun ötesinde bir direniş mümkün değil. 21. Yüzyıl tekniğine karşı, her türlü insanlık dışı silaha karşı gerilla direniyor. Zindanlar öyle o kadar vahşet ve saldırıya rağmen zindandaki tüm yoldaşlarımız direniyor. Yine pek çok yerdeki Kürt halkı ve dostları önemli oranda direniyor ki özellikle de başta Avrupa olmak üzere birçok alanda insanlar neredeyse evlerine gidemiyor. Her gün bir yerde eylemdedirler her gün bir yerde direniştedirler. Bunu görmek gerekiyor. Fakat zayıf nokta biraz Bakur Kürdistan’daki toplumsal eylemsellik noktasındadır. Bu noktada devletin saldırıları vardır evet doğru baskı politikaları vardır evet doğru ama şunu görmemiz gerekiyor. Bu süreç artık bizim de karar verme sürecimiz olabilmelidir. AKP-MHP faşizmi baskı ile yoğun saldırılarla aslında toplumu bu hale getirmek istiyor. Yani tepki vermeyen, sokağa çıkmayan, direnişi geliştirmeyen bir durumu ortaya çıkartmak istiyor. Ve kendi varlığını bunun üzerinden sürdürmek istiyor. Eğer biz AKP-MHP faşizmini kabul etmiyorsak ve yıkılmasını istiyorsak gerçekten artık kimi kaygılarımızdan kurtulmamız, cesaretli bir şekilde öne çıkarak dönemin getirdiği sorumlulukların gereğini yerine getirmemiz gerekiyor. Bu noktadaki yetersizlikler giderilirse AKP-MHP faşizminin çöküşü yaşayacağı gün gibi ortadadır.
Tabi sadece sorun Kürt halkının direnişi de değildir. Türkiye toplumları bunu bilmelidir. AKP-MHP faşizmi önümüzdeki süreçte de kendi varlığını sürdürürse gerçekten sadece kaybeden Kürt halkı olmayacaktır. Yani Liberaller, Demokratlar, Solcular, dürüst Müslümanlar da kaybedecek. Toplumun her kesimi kaybedecek. Türkiye de kadınlar, gençler, toplum da kaybedecek. Bunu görmek gerekiyor. O açıdan sadece direnişi Kürt halkına bırakmakta değil Türkiye de ki tüm demokratik kesimlerin AKP ve MHP faşizmine karşıt olan kesimlerinde gerçekten bu süreçte kendi sorumlulukların gereklerini yerine getirmeleri gerekiyor. Bu sürece direniş ile müdahil olmak gerekiyor. Sadece faşizmi seçim ile götürebileceği yanılgısından kurtulmaları gerekiyor. Nihayetinde faşizm her gün herzeye müdahale ederek aslında seçim sürecini de şimdiden dizayn etmeye çalışıyor. O açıdan o yanılgıdan kurtulmak gerekiyor. Faşizme karşı sokakta direniş ile bir etki yaratılırsa ancak başarı elde edebiliriz. Yoksa faşizmi yılgınlığı geliştiriyor. Faşizmi umutsuzluğu geliştiriyor. Faşizm çaresizliği geliştiriyor. Umutsuzluğu, yılgınlığı, çaresizliği ortadan kaldırmanın tek yolu da gerçekten cesaretli bir şekilde öncülük ederek sokak direnişini geliştirmektir. Faşizme karşı karşıdan direk bir direniş içerisinde olmak gerekiyor. Zaten Kürt halkı, Kürt gerillası ciddi bir direnişi sürdürüyor. Türkiye cephesinde de böylesi bir direnişin ortaya çıkması halinde faşizm aslında ayakta kalmasının şansı yoktur. Şu anda halen kendisine şans olarak bazı şeyleri görüyorsa o nokta da toplumsal direnişin özellikle Türkiye cephesindeki toplumsal direnişin zayıflığı ile bağlantılıdır. Gene kendisini muhalefet olarak tanımlayan kesimlerin politikasızlığı sadece bazı şeyleri işte ekonomi ve benzeri üzerinde bazı şeyleri dile getirmenin yeterli olacağını düşünmeleri bu anlamda AKP-MHP faşizmini seçimde yenecekleri yanılgısına girmesi ile bağlantılıdır. Bu yanılgıdan kurtulmak gerekiyor. Gerçekten faşizme karşı her alanda büyük, güçlü bir direnişin ortaya konması gerekiyor. Eğer bu ortaya çıkarsa faşizm seçime kadar kendisini götüremez seçimi bile göremez. Ama şu anda halen seçim hesapları varsa seçimde halen bir şekilde kendisini çıkartmaya çalışıyorsa bu kesimlerin yanılgılı yaklaşımlarından kaynaklanıyor diyebiliriz.
KENDİSİNİ KORUMA AMACINDA OLANIN ŞİDDETİ KINANAMAZ
Yine şu yanılgılardan kurtulmak gerekiyor. Kürt halkı olarak da öyle Türkiye toplumu olarak da öyle. Mesela herkes bir barıştır söylüyor. Ama şu anda sanki ortada birisi barışmak istiyor da birisi istemiyor öyle bir şey yok. Şu anda bir halka soykırım dayatılıyor. Bir halk soykırımın pençesindedir. Bir halk soykırımın pençesinden kurtulmak istiyor. Dolaysıyla yani böylesi bir ortamda hala barış demek halen 2013-2015 sürecini getirmeye çalışmak doğru değildir. 2015’ten sonra Kürt halkına yapmadığını bırakmayan bir faşizm vardır. Kendi varlığını Kürt imhası üzerinde şekillendirmek isteyen bir faşizm vardır. Ondan umut beklemek, ondan bir şeyler beklemek halen yeniden 2013-2015 gibi bir şey beklemek doğru değildir. Kaldı ki 2013-2015 süreci de bir tasfiye süreciydi. Önderliğimiz çok net bir şekilde bunu belirtti. Çözüm adına dayatılan bir tasfiye süreciydi. Eğer boşa çıkarıldıysa Önder Apo’nun büyük emeği, çabası ve ustaca politikalarıyla boşa çıkarıldı o süreçteki tasfiye politikaları. Ama şunu da çok rahatlıkla görebildik yani faşizm o süreçte çok ciddi bir savaş hazırlığı yaptı. Bugün bu düzeyde savaşı yürütüyorsa aslında bu çözüm süreci dedikleri o tasfiye sürecindeki hazırlıkları temelinde yapıyor bu süreci. O açıdan barış adı altında böyle toplumsal eylemselliğinin önünde duran ya da geliştirmeyen ya da direnişi çok fazla dillendirmeyen ona çok fazla odaklanmayan yaklaşımlar çok fazla doğru yaklaşımlar değildir. Gene kimi çevreler çıkıyor şiddetin her türlüsüne karşıyız diyorlar. Bu kadar körlük olmaz. Bu kadar gaflet olmaz. Bu kadar yüzeysellik olmaz. Yani bir yandan ülken işgal altındadır sana soykırım dayatılıyor. Her türlü kirli yol, yöntem dayatılıyor sen kendini ve varlığını korumaya çalışıyorsun. Nasıl şiddetin her türlüsüne karşı olunabilinir? Kendisini korumak isteyen, kendisini var etmek isteyen, toplumsal değerlerini elinde tutmak isteyen bir gücün savunma durumu kınanabilinir mi? O noktada böyle direnen kesimlerin mücadeleleri ile faşizmi aynı kefeye koyan yaklaşımlar ciddi bir sapma, körlük ve ciddi bir yüzeyselliktir. Yani olsa olsa sistem sınırları içerisinde popüler siyaset tarzıdır. Gerçekliği ifade etmiyor. Bu söylemlerden vazgeçmek gerekiyor.
Biz meşru savunma yürüten bir gücüz. Meşru savunma bu halkın ayakta kalma tarzıdır. Bu halkın var olma tarzıdır. Meşru savunmadan bir adım bile geri adım atarsak esamemiz okunmaz. Hiç kimsenin esamesi okunmaz. Bunu bilmek gerekiyor. Yoksa yani böyle sanki her şey çok iyidir de başka bir sorunumuz yoktur işte arada bir kimi şiddet şeyleri ortaya çıkıyor da biz şiddetin her türlüsüne karşıyız. Böyle bir durum yoktur ortada. Bir yanda soykırım saldırıları ve siyaseti vardır. Bir yanda ona karşı var olma kendi özgürlüğünü kazanma savaşı vardır. Meşru savunma savaşı vardır. Meşru savunma savaşı bu halkın en temel var olma biçimidir. Buna karşı bir insan bu halkın varlığına karşıdır. Çok fazla ne dediğini bilmeyen böyle yüzeysel yaklaşımlar ile sözde siyaset yaptığını sanan yaklaşımlar çok fazla doğru değildir. Bu yanılgıların hepsi Bakur alanında özellikle direnişin gelişmesi önündeki engellerdir. Halkımız bunu görebilmelidir. Bu yaklaşımlara meyil vermemelidir. Bir insan şiddetin her türlüsü dediği andan itibaren gerçekten insanlar tepki göstermelidir. Şiddetin her türlüsü yoktur devlet terörü vardır. AKP-MHP faşizminin her türlü yol ve yöntemle geliştirmek istediği bir savaş vardır. Ona karşı Kürt halkının varlık savaşı vardır. Kürt halkının kendi varlığını koruma savaşı vardır. Yani bu anlamda kendi varlığını koruma savaşını sonuna kadar destek vermek gerekiyor. Sonuna kadar yanında yer almak gerekiyor. Sonuna kadar içine girmek gerekiyor. Eğer gerçekten devrimciysek, yurtseversek, demokratsak yaklaşım bu olmalıdır. Öbür türlüsü büyük bir gaflet ve büyük bir yüzeyselliktir. Dediğim gibi gerçekten düzen içi siyasettir, popülist siyaset tarzıdır. Çokta bir anlamı yok. Bu gibi yanılgılardan da kurtulmak gerekiyor. Önümüzdeki süreç seçim sürecidir. AKP-MHP önümüzdeki süreci seçime kadar ki süreci savaş temelinde Kürt soykırımını sonuca götürme temelinde dizayn etmeye çalışıyor. Saldırılar daha da yoğunlaşacak. Bu saldırılara karşı büyük bir direnişin gelişmesi gerekiyor. Büyük bir örgütlülüğün gelişmesi gerekiyor. Bir hazırlığın olması gerekiyor. Bu tarz yanılgılı, yüzeysel yaklaşımlar ile bizim AKP-MHP faşizminin dizayn çalışmalarını boşa çıkartmamız mümkün değildir. O açıdan bunların görünmesi gerekiyor. Seçim süreci olarak ortaya konulan sürecinde bir savaş süreci olduğunu bilmek gerekiyor. O tarzda hazırlanmak gerekiyor. Eğer bu tarzda bir yaklaşım olursa ve toplumsal eylem sellik gelişirse faşizm seçimi bile görmez. Bu gelişmelere ilişkin ya da son sürece ilişkin kısa bunları belirtebilirim.
DEVRİMCİLERİN İRADELERİ TESLİM ALINMAYA ÇALIŞILIYOR
Türk Devleti’nin zindanlara dönük saldırıları ve buna karşı tutsakların direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başta da belirttik. Faşizm kendi soykırım saldırılarını geliştirirken dedik öncelikle Önderliği hedefliyor, toplumu hedefliyor. Kürdistan’ın her tarafını hedefliyor, zindanları da hedefliyor. Yani bu saldırı konseptinin bir ayağı da zindandır. Kapsamlı bir saldırı konsepti, bütünlüklü bir saldırı konseptidir. Tüm toplumsal kesimleri gene tüm mücadele sahalarını kapsayan bir saldırı konseptidir. O açıdan bu saldırı konseptinin en önemli ayaklarından bir tanesi de zindandır. Zindana şöyle bir yaklaşım var bir toplumda sinmeyen, yılmayan kendisine karşı mücadele eden kesimlerin hepsinin toplanıp atıldığı yerdir. Bu şekilde bu insanları alıp zindana atmak aslında topluma mesaj vermek isteniyor. Siz çalışırsanız, direnirseniz, bize karşı bir şeyler yaparsanız yeriniz zindandır denilmek isteniyor. Aynı şekilde zindana attığı insanları büyük bir baskı ile teslim almaya çalışıyorlar. İradelerini kırmaya çalışıyorlar. Bu kadar baskının artması da bunun ile bağlantılıdır.
Diğer bir nokta ise yürütülen savaş ortamında verdikleri çok büyük kayıplar vardır. Yıkım ile karşı karşıya gelmiş durumdadır. Gerçekten de ayakta duramayacak durumdadırlar. Şu anda işte ülkenin her türlü kaynağını pazarlamışlar. Neredeyse her yere borçlanmışlardır. Tümden kendisini farklı güçlere teslim etmiş durumdadırlar. Bu duruma gelmelerinin sorumlusu olarak mücadelemizi gördükleri için ellerindeki yoldaşlarımıza intikam temelinde yaklaşıyorlar. Yani bu noktalarda insan ele alabilir. Türkiye devletinin şuandaki zindan politikaları biraz bu temeldedir. Yani iradesini kırmaya, teslim almaya ve intikam almaya dönük bir yaklaşımdır. Dolayısıyla bu zindan sürecinde ya da zindan politikalarında herhangi bir hukuk, yasa, anayasa, insan hakları şu bu yok yani. Öyle bir dertleri de yok öyle bir uygulama ve yaklaşımları da yok. Yani onların hepsini rafa kaldırmışlar. Sonuna kadar her türlü bireysel keyfi uygulamayla sonuç almak istiyorlar. İnsanların iradesini kırmak istiyorlar, teslim almaya çalışıyorlar. Bunu yapamadıklarında intikam almak istiyorlar.
HASTA TUTSAKLARIN DURUMU
O açıdan zindanlar tam işkencehaneye ve ölüm evlerine dönüştürülmüştür. Yani son süreçte de bu kadar arkadaşımızın şehit düşmesi o kadar fazla sayıda cenazenin zindanlardan çıkması çok böyle tesadüfü değildir. Bunlar saldırının dozajının artırıldığının göstergesidir. Artık saldırıların dozajını insan bünyesinin kaldırmadığı düzeye geldiğinin göstergesidir. Yaşanan bunca şahadetin bir anlamı da budur. Yani intikam amacıyla yaklaşıyor ve gerçekten kendince hedef gördüklerini, kendince hedeflediklerini katletme yönünde bir yaklaşım var. Bu bazen direk katletme biçiminde oluyor. Kimi yoldaşlarımız işkence ile direk katledildi. İşte en son şehit düşen kimi arkadaşlarımızın cenazelerini basında verdi. Vücutlarında işkence izi vardır. Öyle hastaydı bilmem kalp krizi geçirdi bilmem şu oldu öyle bir şey yok. Direk yönelerek, işkence edilerek katlediliyor yoldaşlarımız. Kimi arkadaşlarımız asılıyor yani. Bunu bilmek gerekiyor. Kimi arkadaşlarımızda hastadır var olan koşullar o hastalık hali var olan koşulları kaldıramıyor. O da bir katletme çeşididir. Mesela şöyle düşünmek gerekiyor. Gerçekten bu noktada net olmak gerekiyor. Katletmedir katliamdır bu. Yani bir arkadaşımız hasta olabilir. Diyelim ki kanser hastasıdır. Kanser hastaları özel koşullarda tutulmalı. Bakımı ve hijyeni özel olmalı. Moral ve motivasyon ortamı özel olmalı. Düzenli tedavi görebilmeli. Doktor kontrolünde olabilmeli. Ama yok. Sen kanserli bir tutsağı hücreye koy. Ne hijyen vardır, ne beslenme vardır. Ne görüşebildiği bir kimse vardır. Ne de doktora götürüyorsun. Ne de kontrole götürüyorsun. Sonra diyorsun hastalıktan yaşamını yitirdi. Böyle bir şey olabilir mi. Bu katletmedir. Şu anda zindanlarda yaşanan durum budur. Mesela son bir yılda 56 kişinin yaşamını yitirdiği söyleniyor. Bu çok ciddi bir rakamdır. Nerdeyse hafta bir, bir arkadaşımız katlediliyor, idam ediliyor. İran devleti idam cezasını fiiliyatta uyguluyor onun bile yılda katlettiği siyasi tutsaklar bu kadar değildir. Bunu görmek gerekiyor. Türkiye de İran devletini bile aşan bir tarzda siyasi tutsaklara dönük bir katliam politikası uygulanıyor. Onu görmek gerekiyor.
ZİDANLARDA 40 YILLIK BİR DİRENİŞ GELENEĞİ VAR
Arkadaşlarımızı kendi yasalarında bile verdikleri ceza kaldı ki hiçbir arkadaşımız hiçbir cezayı hak etmiyor bu halkı sevdikleri için kendi topraklarını korumak için özgürlüklerini sağlamak için mücadele etmişlerdir. Ama kendi yasalarına göre verdikleri cezaları bitiren yoldaşlarımız bırakılmıyor. Tahliye edilmiyor infazı yakılan bir sürü arkadaşımız var. İnsanlar 30 yıl cezaevinde yatıyor ama bırakılmıyor. Yani o konuda yasaymış, anayasaymış, öyle bir şey yok. Tümden sonuç almak istiyorlar. Kürt soykırımını sonuca götürmek istiyorlar. Bunun için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Dolayısıyla biz dışardan da zindanlara bakarken zindandaki yoldaşlarımızda sorunu ele alırken şöyle ele almalılar. Mücadelenin her alanında bir Kürt soykırımı siyaseti var. Bunun yoğun saldırıları var. Zindanda da aynı yaklaşım sürdürülüyor. Nasıl ki dışarda hiçbir hak, hukuk, kanun, kural tanımıyorlarsa zindanda da bu böyledir. Dolayısıyla bu devletten hak, hukuk, kural tanıması beklenmemelidir. Saldırılara karşı mücadelenin her alanında nasıl direniliyorsa zindanlarda da direnilmelidir. Kesinlikle hiçbir dayatma kabul edilmemelidir. Kesinlikle siyasi kimliğimize ters düşen, onur kırıcı hiçbir yaklaşım kabul edilmemelidir. Ret edilmelidir. Bu noktada arkadaşlarımızın belli bir düzeyde direniş ortaya çıkardıklarını biliyoruz. Yani 14 Temmuz ile şekillenen bir direniş geleneği var. 40 yıllık bir direniş geleneğidir. Şu anda zindan da yoldaşlarımız bunu layığı ile temsil ediyorlar. Yani direniş anlamında AKP-MHP faşizmi irade kırma ve onursuzluk dayatma yaklaşımlarına karşı ciddi bir direnişin olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu noktada da şuna da düşmemek gerekiyor direnişinde doğru yol ve yöntemleri bulmak gerekiyor. O noktada daha çok fiili direnişlerle daha çok dayatılan uygulamaları kabul etmeme biçimindeki yaklaşımlarla bunlar ortaya konabilmeli. Çünkü şunun için diyoruz düşman her gün bir şey dayatıyor. Biz her birisine karşı böyle sürekli açlık grevleri, ölüm oruçları sürekli süresiz açlık grevleri biçiminde bir yaklaşım içerisine girersek bu birazda düşmanın istediği noktaya gelmiş oluruz. Düşman zaten birazda o hale getirmek istiyor. Zindandaki yoldaşlarımızı böyle imkan ve olanakları yeniden düzeltmeye yönelik bir gündem ile meşgul olmalarını istiyor. Oysa arkadaşlarımız tümü ile yürütülen mücadeleye odaklanmalılar. Yürütülen mücadelenin bir parçası olduğunu bilmeliler. Ve bu mücadeleyi nasıl başarıya ulaştırabiliriz bunun yoğunlaşması içerisinde olmalılar. Yoksa öyle zindanda dayatılan uygulamalara yönelik bir yaklaşım içerisine girerlerse ciddi bir gündemden kopma parti gündeminden uzaklaşma durumları yaşanabilir. Buna da dikkat etmek gerekiyor. Yani zindandaki yoldaşlarımız mağdur yoldaşlar değildir. O tarzda da bakılmamalıdır.
Dağda nasıl gerilla direniyorsa zindanlarda da yoldaşlarımız direniyor. Şehirlerde halkımız nasıl direniyorsa zindanda da yoldaşlarımız direniyor. Dolayısıyla düşman bütünlüklü bir saldırı konsepti uyguluyor. Buna karşıda her arkadaşımız bulunduğu mevzide bulunduğu mücadele alanında direnişi esas almalı. Direnişi mücadelenin zaferine gitme noktasında büyük bir katkı büyük bir çaba olarak görmeli ve kendisini bu noktada ikna etmeli. Katmalı. Yoksa düşman şunu yapıyor zindanlarda bir mağduriyet var yaklaşımı doğru değildir. Zindanlarda bulunan yoldaşlarımız bizim kadrolarımızdır. Bizim devrimci yoldaşlarımızdır. Büyük emekleri ve idealleri bulunan yoldaşlarımızdır. Bu idealleri uğruna ömürlerinin büyük bir kısmını zindanlarda yatmayı göze alan yoldaşlarımızdır. Bu açıdan bu yoldaşlarımızın direnişini de daha doğru anlamlandırmak, görmek daha doğru yaklaşmak gerekiyor.
ZİNDAN DİRENİŞLERİNE DESTEK VERİLMELİ
Zindandaki tutsakların direnişine dışarda verilen destek yeterli midir, bu konuda yaşanan yetersizleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu zindanlara dönük yaklaşımda tabi ki dışarda da zindanlara yönelik geliştirilen bu saldırı konseptine karşı ciddi bir sahiplenmenin olması gerekiyor. Bu noktada evet zindandaki yoldaşlarımızın ciddi bir direnişi var. AKP-MHP faşizminin zindanlar üzerinde amaçladığı politikaları önemli oranda arkadaşlarımız boşa çıkartıyorlar. Yani en azından şu anda zindanlarda iradesi kırılan arkadaşlarımız yok. Mücadeleden kopan arkadaşlarımız yok. Böyle bir şey yok arkadaşlarımız her şeyi ile mücadeleyi yaşıyorlar. Bu mücadelenin gerektirdiği her türlü bedeli ödüyorlar, ödemeye de hazırdırlar. O konuda arkadaşlarımızın bir sorunu yok. Fakat şu da bir gerçektir yani hani böyledir diye dışarda kendi işleridir yapıyorlar böylesine bir yaklaşım içerisinde olamayız. Nihayetinde içerde tutsak olan yoldaşlarımızdır. Çok fazla imkan ve olanakları bulunmayan yoldaşlarımızdır. Dolayısıyla bu yoldaşlarımızın direnişine dışardan destek vermemiz gerekiyor. Dışardan destek vermezsek bu yoldaşlarımıza yönelik baskı, katliam, her türlü keyfi uygulama daha da fazlalaşır, derinleşir ve zirveleşir. O noktada dışarda hepimize düşen önemli sorumluluklar vardır. Aslında dışarda zindan direnişini sahiplenmek aynı zamanda AKP-MHP ye karşı bir direniştir. AKP-MHP faşizminin uygulamalarına, politikalarına, soykırım siyasetine karşı bir direnişi ifade ediyor. Dolayısıyla böyle bütünlüklü ele almak gerekiyor. Yoksa zindandaki arkadaşlarımızın mağduriyeti üzerinden bir yaklaşım çok fazla olmamalı. Zindandaki arkadaşlarımız direniyor. Onların o direnişini zemin yaparak, onların o direnişi etrafında bir araya gelerek daha da güçlendirebiliriz daha da sonuç alıcı hale getirebiliriz. Tabi bu konuda kimi çabalar var. Hiç yoktur demiyoruz fakat bu çabalar çok zayıftır. Sonuç almaktan uzaktır. Onu görmek gerekiyor.
Mesela kimi aileler üzerinde yürütülen adalet nöbetleri var fakat böyle kitleselleşmiyor, toplumsallaşmıyor. Şimdi bu haliyle bu eylemlerin düşmanı çok fazla zorlaması mümkün değildir. Düşman da şunu hesaplıyordur 10 binlerce insan var cezaevinde. Ama direnişe katılan en fazla elli yüz ailedir. Düşman bunu değerlendiriyor tabi. Demek ki öyle kendisine bana ben ne yaparsam yapayım bana karşı çok ciddi bir direniş ortaya çıkmaz diyor. Bu sonuçtan yola çıkarak böyle bir sonuca ulaşıyor ve o anlamda zindanda her türlü pervasızlığı geliştirebiliyor. Oysa böyle kitlesel gerçekten başta zindandaki yoldaşlarımızın aileleri olmak üzere tüm yurtsever, demokrat kesimler bu sürece seferlik düzeyinde katılırlarsa sadece zindanların direnişi etrafında dışarda geliştirilen bir direniş bile AKP-MHP faşizmini önemli oranda zorlayacak, tesir edecektir. Bu konuda da işte kimi yanılgılar var. Mesela tutsak aileleri başkasından beklememelidir. Tutsak aileleri siyasiler gelsin öncülük etsin dememeli. Başta kendisi buna öncülük etmelidir. Kendisi öncülük etti mi görecek ki arkasında toplumun birçok kesimi insanda kendilerine destek verecek. Fakat bu noktada başta tutuklu ailelerinde bir sahiplenmeme durumu var ya da bu direnişe kendisini tam katmama durumu var. O noktanın giderilmesi gerekiyor.
Tüm tutsak ailelerinin gerçekten yaşananlar karşısında sızlanma, şikayet etmeyi bir tarafa bırakmaları gerekiyor. Bunlar ile bir şey çözülmez. Buna karşı örgütlenmek, bir araya gelmek ve direnişi geliştirmek gerekiyor. Başta bu konuda ailelerimize çok büyük bir görev düşüyor. Diğer yandan da tüm yurtseverlerimiz buna öncülük etmelidirler. Yurtseverlerimiz de hem kurumsal anlamda hem bireysel anlamda şunu dememelidirler işte zindandır zindanlara ilişkin sorunlardır o zaman tutsak aileleri yapsın dememelidirler. O zindanlara düşen yoldaşlar sadece kendi aileleri için bir şey yaptıkları için düşmemişlerdir. Bir halkın öncüleridirler. Bir halkın mücadelesinde yer aldıkları için içerdedirler. Yurtsever oldukları için içerdedirler. Eğer biz böyle ele almazsak, böyle görmezsek doğru bir yaklaşım içerisinde olmayız. Evet aileler öncülük etmelidir başka ama tüm yurtsever insanlarımız, tüm halkımızda öncülüğü kendisine birinci dereceden sorumluluk olarak görmelidir. Bu yoldaşları sahiplenmeyi gerçekten bir onur borcu olarak bilinmelidir, bir namus borcu olarak bilinmelidir. Eğer bu yoldaşlarımız bu kadar büyük saldırılar altındaysa ve biz halen bu konuda çok ciddi bir çabanın içerisinde değilsek bu konuda hepimizin oturup düşünmesi kendisini sorgulaması gerekiyor. Yani nasıl ki ailelerimiz başkasından beklememeli ise yurtsever insanımız, halkımız da sadece ailelerden beklememelidir. Bunun aileler kadar kendilerinin de birinci dereceden görev ve sorumlulukları olduğunu bilmelidirler. Aynı şekilde aydınlar, yazarlar, demokratım diyen herkesin gerçekten bu yaşanan vahşeti kabul etmemelidir. Bu bir vahşettir. Şu anda zindanlarda uygulanan vahşettir. İnsanlar katlediliyor, öldürülüyor. İnsanlar çok keyfi bir şekilde içerde tutuluyor. Hasta arkadaşlarımız tedavi edilmiyor. Yani böyle benzeri görülmemiş bir faşizan uygulamadır. Bu uygulamayı kabul eden birisi demokrat değildir. Hatta insan doğru temelde ele aldığında insan değildir. Kendisine insanım diyen her kesimin yaşanan bu vahşete sessiz kalmaması gerekiyor. Yaşanan bu vahşete karşı kendi tepkisini ortaya koyması gerekiyor. Yoksa faşizm güç alır daha da pervasızlaşır ve sıra gittikçe herkese gelir. Dikkat edilmezse şu anda hiç olmayacak şeylerden dolayı insanlar tutuklanıyor. En son örneği de işte Türk Tabipler Birliği Başkanıydı. Türk Tabipler Birliği Başkanı gördüğü bir görüntü üzerinden yorumunu söyledi tutukladılar. Hiç kimsenin garantisi yoktur. Mevcut durumda şunu net görmek gerekiyor. Bir Zindandaki hiçbir yoldaşımızın can güvenliği yoktur. Çünkü sonuna kadar intikam amacıyla, faşizan duygularla büyük bir saldırı konsepti var.
İki dışarda da hiç kimsenin zindana girmeme garantisi yoktur. Bir insanın attığı bir tweet zindana girme gerekçesidir. Bir insanın gösterdiği tepki zindan girme gerekçesidir. Yani AKP’li ve MHP’li olmayan her insanın potansiyel olarak her daim zindana girme durumu vardır. Bunu görmek gerekiyor. Ve zindana girdiklerinde aynı uygulamalar ile karşılaşacaklar. O açıdan bunu sadece politik Kürt tutsaklara, devrimci sosyalistlere yönelik bir yaklaşım olarak görmemek gerekiyor. AKP-MHP faşizminin o faşizan ırkçı karakterinin bir yansıması olarak görmek gerekiyor ve onu kabul etmemek ona karşı direnişi geliştirmek gerekiyor. Aynı şekilde diğer tüm siyasal çevrelerde yani siyasi partilerdir, Türkiye de Kürdistan da ki siyasi partilerdir bunlar karşı çıkmalıdırlar. Mesela CHP Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu söylüyor iktidara aday olduğunu söylüyor. Peki zindanlarda yaşanan bu vahşete karşı diyecek bir şeyi yok mudur. Ailelerimiz Ankara’ya gitti ailelerimizi bile kabul etmediler. O kendisini o kadar demokrat göster Kılıçdaroğlu ailelerimizi bile kabul etmedi. Diğer partiler gene aileleri kabul ettiler peki ne diyecek bu halk bunlara. Evet tamam AKP-MHP faşizmine tümden karşıyız ama onun dışında kendisine muhalifim diyenlerinde çok AKP-MHP faşizminden farklı yanları yok onu da görmek gerekiyor. Yani varsa o zaman göstersinler. Yok biz AKP-MHP faşizmi gibi değiliz biz biraz daha farklıyız diyorlar o zaman göstersinler. En temel noktadır. Zindanlarda insanlara işkence yapılıyor. Çok böyle bunun için çok birikimli çok şey olmaya gerek yok yani. Çok ciddi insan hakları ihlalleri var. İşkence var, katliam var. İşte insanlar bırakılmıyor ve tedavi edilmiyor. Yani buna da karşı çıkmayacaksa neye karşı çıkacaksın sen. Seni AKP-MHP faşizminden ayıran nokta nedir? O açıdan böyle her çevrenin deyim yerindeyse şapkasını önüne koyup bir muhasebe içerisine girmesi gerekiyor. Söylem ve pratik birbirini tutmuyor. Faşizme karşı olduğunu, baskıya karşı olduğunu, yapılanlara karşı olduğunu söyleyecek ama mesela bu konuda kendi taleplerini iletmek için giden ailelerimizi bile kabul etmeyecek. Olmaz böyle bir şey. Bu konuda genelde bir duyarsızlık var. Ya da şöyle çok işe bulaşmadan seçimde bunları götürme gibi yaklaşımlar çok doğru değildir. Seçim ile götüremezsiniz. Şu anda dizayn ediyor AKP-MHP faşizmi. İşte mesela basına yansıyor Putin’den 15 milyar dolar aldığı söyleniyor. Bilmem Katar’ dan ne kadar aldığı söyleniyor. Başka yerlerden ne kadar aldığı söyleniyor. Yarın öbürü gün hepsini dökecekler ortalığa. Siz en temelde ekonomi üzerine yoğunlaşacaksınız ekonomi diye bir şey kalmayacak ortada. Yani o konuda şu anda kendisini AKP-MHP faşizmi karşıtı göre çevreleyende tutarlı bir yaklaşım içine girmesi gerekiyor.
Son olarak çağrınız veyahut belirtmek istedikleriniz varsa alabiliriz.
Tabi bu konuda başta aydın, demokrat, yurtsever insanlarımıza çağrımızdır zindanda yaşananlar etrafında bir araya gelmek gerekiyor. Zindanda uygulanan vahşete karşı çıkmak gerekiyor. Bu gerçekten bir insanlık ayıbıdır. Öyle bir durumdur ki buna karşı çıkmazsan buna karşı çıkmak için bir direniş geliştirmezsen buna karşı çıkmak amacıyla geliştirilen bir direnişin içerisinde yer almazsan gerçekten bu ayıba bulaşmış oluyorsun. Bu bir insanlık ayıbıdır. Bu ayıba bulaşmak istemeyen, bu ayıba karşı çıkmak isteyen bu anlamda insanlık onurunu temsil ettiğini düşünen her kesimin gerçekten bu sürece daha fazla dahil olması gerekiyor. Bu sürece öncülük etmesi gerekiyor. Yani çok ta meşru bir taleptir. Zindanlarda yaşanan hak ihlalleri, katletmeler, vahşet politikaları, işkence politikaları bunlara karşı çıkmak çok meşru çok doğal bir haktır. O konuda böyle korkacakları, çekinecekleri bir şey de olmamalıdır. Her insan çok rahatlıkla çıkıp bu yaşananlara karşı durabilmeli. Bunlara karşı kendi tavırlarını ortaya koyabilmeli. Buna karşı eğer çıkamıyorsak o zaman bu AKP-MHP faşizmine karşı hiçbir şekilde başarılı olunmaz. Gerçekten onu görmek gerekiyor. Yani o anlamda zindanda yaşanan vahşet politikalarına karşı gerçekten dışarda ciddi bir toplumsal eylemsellik geliştirme potansiyeli fazlasıyla vardır. Bunun imkanları, olanakları fazlasıyla vardır. Bu konuda halktan birçok çevrede tepki vardır. Bu tepkiyi örgütlemek, eyleme dönüştürmek bu anlamda AKP-MHP faşizmini zorlamak ve sonuç almaya çalışmak önemli olmaktadır. Eğer buna odaklanılırsa bu konuda kararlı olunursa ve bunun çalışması yürütülürse ben inanıyorum ki çok ciddi bir mücadele de ortaya çıkacak. Yani zayıflıklar var fakat gerçekten bu konuda tutsak aileleri bile kendi başına kendilerine güvenirlerse öncülük ederlerse çok büyük bir direnişi ortaya çıkaracaklarına inanıyorum. Ben önümüzdeki sürecinde böyle olacağını düşünüyorum. Böyle de olmalıdır.
Yani biz bu AKP-MHP faşizmini ancak toplumsal direniş ve mücadele ile yenebiliriz. Yoksa toplumsal direnişi, toplumsal mücadeleyi önemsemeyen sadece sandıkla sınırlı kalan bir yaklaşım ne doğrudur, ne gerçekçidir, ne de ondan sonuç almak mümkündür. O anlamda büyük bir direnişi geliştirerek ve bunun sandığa yansımasını, sandık sonuçlarının da bu temelde ortaya çıkmasını şimdiden sağlamak gerekiyor. Böyle bir yaklaşımla yaklaşılırsa AKP-MHP faşizmi de yenilgiye uğratılır. Şu anda aslında yenilmiştir ama deyim yerindeyse sandalyesine tekme vuran yoktur. Gerçekten onu yapmak gerekiyor. İşte toplumsal direnişi geliştirmek dediğimiz AKP-MHP faşizminin sandalyesine tekmeyi vurmaktır. O tekmede vurulduğu andan itibaren artık AKP-MHP faşizminin varlığı çok fazla ortada kalmaz. Yani bunun gerçekten bilinmesi bunun umudunun, inancının büyük olması gerekiyor. Eğer bu umut, inanç ve çaba büyük olursa sonucu da büyük olur. Sonucu da oldukça anlamlı olur.