HABER MERKEZİ –
“Altı yıldan sonra O’nu ilk defa görecektim. Bu yüzden onun nasıl değişmiş olabileceğini kafamda durmadan tasvir ediyordum. Ayrıldığımızda çok gençti. Beni şaşırtan son telefon konuşmasından sonra bir daha ondan hiç haber alamamıştım. Diyarbakır’a mahkemeye gittiğinde beni aramış; “ kardeşim” demişti. Bu O’nun bana ilk “kardeşim” değişiydi. Biz de çocuklar öylesine erkeksi ve kadınsı büyütülür ki, bana “kardeşim” demesi çok tuhafıma gitmişti. Çocukluk yıllarımda ağabeyimle yakalayamadığım sıcaklığı, gençlik yıllarında yakalamaya başlamıştım. Çünkü gençlik çalışmalarında yer almaya başladıktan sonra epey değişmişti. Hatta hiç unutamadığım o son telefon konuşmasında; “ ben size iyi bakmadım, iyi ilgilenemedim. Hakkınızı helal edin” dediğinde epey şaşırmış yine de dağlara çıkabileceğini hayal bile etmemiştim.
Birkaç saat sonra neler olabileceğini kafamdan geçire geçire, biraz sonra beni alıp götürecek olan Serxwebun arkadaşı bekliyordum. Saat hızla ilerliyor, ilerledikçe ben sabırsızlanıyordum. Tam gelmeyeceklerini düşünmeye başlamıştım ki; “amede misin?” diyen sesle irkildim. Bana seslenen birlikte katılım gerçekleştirdiğim Serxwebun arkadaştı. “ hadi Mizgîn çabuk ol, Agit arkadaş bizi bekliyor” dediğinde, ben terlikleri giyip dışarıya fırladım. Serxwebun arkadaş; “ hey Mizgîn ne yapıyorsun? Her halde üzerindeki pijamalarla gerillaya katılmayı düşünmüyorsundur. Hem bu saatte seni bu kıyafetlerle gören biri olsa sen diyeceksin” der demez, şöyle bir durdum ve kendime baktım. Gerçekten de pijamalarla çıkmıştım. Hızlı bir şekilde eve döndüm ve üzerimi değiştirerek yola koyuldum. Karanlıkta yürümekte zorlandıysam da oradan bir an önce ayrılabilmek için koşar adımlarla ilerliyordum. Sanki koşarsam sadece o mekandan değil, sistemin bize yaşam diye sunduğu tüm çirkinliklerden kurtulacakmışım gibi geliyordu. Sanki o koşu, kölelikten kaçışın koşusuydu. Bir kadın olarak yaşamım boyunca gerçekleştirdiğim en anlamlı koşuydu. Sonra dikkat çekmemek için biraz yavaşladım. Eruh’un çıkışına doğru geldiğimizde korucularla karşılaştık. “bu saatte nereye gidiyorsunuz?” diye sordular. Biz de; “ bahçeye gidiyoruz. Babamız orada bizleri bekliyor” diye cevap verdik.
Tam korucuları atlatmıştık ki bu sefer de helikopterler üzerimizde gezinmeye başlamışlardı. Yakalanmamak için planlar kuruyorduk. Eğer yakalanırsak, Agit arkadaştan ve gerilladan bahsetmeyecek, birlikte kaçtığımızı söyleyecektik. Bulunduğumuz yer arkadaşlarla cadde arası geniş bir tarlaydı. Bir tarafta Agit ağabeyim, caddenin üzerinde ise büyük ağabeyim Mesut vardı. Mesut ağabeyim arkadaşlara eşya getirmişti. Bu yüzden çok dikkatli hareket etmemiz gerekiyordu. Mesut ağabeyim beni görseydi kesinlikle gelir beni geri eve götürürdü. Yanımda bulunan Serxwebun arkadaş; “Mizgin heval arkana bak” dediğinde, ben hızlı bir şekilde arkama dönüp baktım. Bizden biraz ilerde duran ve gülümseyen Agit arkadaşın ta kendisiydi. Hemen ayağa kalktım ama o kısık bir ses ile; “Mizgin otur. Şimdi Mesut bizi görecek” dedi. Ben de hemen oturdum. Mesut ağabeyimin gitmesiyle hemen harekete geçtik. Serxwebun arkadaş sıkı sıkı Agit’e sarıldı. Ben ise şokta kalan çocuklar gibi iki elimi bir birine kavuşturmuş onları izliyordum. Benim bu şaşkınlığımı gören Agit; “Were were ez Agidim” dedi. Tabii benim için inanması oldukça güçtü. Çok değişmişti. Şaşkınlığımı aşınca ona sımsıkı sarıldım. Bu sarılmanın içinde özlem kadar, kaybetme korkusu da vardı. Çünkü ailem arkadaşların yerlerini biliyordu. Yokluğumu fark ettiklerinde hemen geleceklerdi. Bu yüzden oradan hemen uzaklaşmamız gerekiyordu.
Uzaktan gördüğüm ve “ya bu gerillalar bu dimdik tepelere nasıl vuruyor” dediğim tepelere kendimizi vurmuş, tam 3 saat yürümüştük. Ben artık halden düşmüştüm. Agit ise elimden tutmuş habire çekiyordu. Sanki elimi bıraksa, bir daha tutamazmış gibi tutmuş, hiç bırakmıyordu. Küçük bir deliğin yanına geldiğimizde durduk. Delik küçüktü ama içi kocaman bir şikeftti. Tabii ben biraz kilolu olduğum için “ ben buraya hayatta giremem” dedim. Agit arkadaş,”başka çaren yok. Sürünerek buraya gireceksin” diyerek, beni zorla o küçük delikten geçirtti. O şikefte giriş benim için gerilla yaşamına ilk girişti. İçeride üç erkek arkadaş daha vardı. Akşam uyuyacaktık. Agit’in yalnızca bir tulumu vardı. Parkeleri altımıza koyduk. Ama o kadar soğuktu ki hiç uyuyamadım. Her seferinde acaba kardeşime sarılsam ne tepki gösterir dedim ama bir türlü gururum buna izin vermedi.
sabah olduğunda orada bulunan arkadaşlarla vedalaştık ve farklı bir noktaya doğru yol aldık. Gittiğimiz noktada dört kadın, altı erkek arkadaş vardı. Arkadaşlar ilk önce Agit ile kardeş olduğumuza inanmadılar. Daha sonra artarda sordukları soruların cevapları ile ikna oldular.
O gece kadın arkadaşların yanında kaldım. Agit sabah fırına çıkacaktı ve ertesi gün bir göreve gidecekti. Fırına giderken; “haydi Mizgin sen de gel” dedi. Benim cevabım dünden hazırdı. “heval ben bir YJA Star’lıyım. Böylesi durumlar için kadın arkadaşlardan izin alman gerekiyor.” dedim. Böylesi bir cevabı beklemeyen Agit şok olmuştu. Çünkü kadın arkadaşların gece boyu beni özgün konularda örgütlediklerinin bilmiyordu. “tamam heval kızma, şimdi izin alırız”dedi ama bir türlü izin alamadı. Onun utandığını fark eden arkadaşlar, “tamam Mizgin gidebilirsin” dediler.Fırına gittik. Birlikte ekmek yapmaya başladık. Tabii ben de hep bir şaşkınlık hali vardı. O da bunu fark etmiş olmalı ki “eee Mizgin arkadaş PKK böyle işte! İnsanı böyle değiştirir ”dedi.
Birkaç gün sonra O göreve gitti. Ben de Güney Kürdistan’a gelmenin hazırlıklarını yaptım. Kuzeyden ayrılacağımız son gün bir taşın üzerine oturdum. Güneş kızgınlığını yavaş yavaş kuzey topraklarına salıyordu. Doğarkenki ihtişamını batarken de devam ettiriyordu. Tıpkı PKK yaşamı gibi… artık anlamıştım ağabeyimde gördüğüm, tanıklık ettiğim değişimler ağabeyimden çok PKK’ye aitti. PKK ağabeyimi değiştirmiş, güzelleştirmişti. Şimdi sıra bendeydi. Biraz sonra yapacağım yolculuk esasında güzelliğe, insan olmaya yapılan yolculuk olacaktı.”
Mizgîn Partizan