HABER MERKEZİ –
Kadının yazılmamış tarihi yüreklerde bir gizemdir. Annemin çığlıkları Tiamat’ın bedeninde yankılanırken gaddar Marduk, öyle öfke duydu ki Tiamat’a, bu öfkeyle Tiamat’ın bedenini parçalara böldü.
Timat’ın gözyaşları Dicle, Fırat olup aktı. İsyan etti İştar bu yaşananlar karşısında. Yer gök inledi feryadından. Direnerek gerçek tarihe adını yazan kadın insanlığın yüreğinde taht kurdu. Söylemde yasak olsa da, onun yarattığı yaşam, insana yol gösteren oluyordu. Tanrıça anımızın zalim erkeğin sistemine karşı gösterdiği direniş, dilden dile kısık bir sesle birbirine aktarıldı. Ne köleleştirilmek ne de cadıdır diye diri diri yakılmak kadınları korkutmadı. O gizliden gizliye özgürlük ruhunu yaşadı ama zalim ve yalancı erkek kadını hiçe saydı ve böylece yaşam anlamından uzaklaştı. Kadını her şeyden yoksun bıraktılar.
Toplum tüm bu yaşanılanlara alıştırmaya çalışırken; günler, aylar, yıllar, yüzyıllar ve binyıllar geçti. Mezopotamya diyarında İştar’ın çocukları uyandı. Qazî Muhammed, Bedîrxan bey, Şeyh Said ve Seyid Rızalar başkaldırdı. 28 defa seslerini yükseltip isyan edip çok bedel verdiler. Tüm geriliklere karşı mücadele eden, özgürlük isteyen binlerce insanı katliamlardan geçirdiler. Yaşanan vahşet karşısında sessiz çığlıkları ile yeri göğü inlettiler ama asla teslim olmadılar. Besê olup uçurumda kanatlandılar, dar ağacına götürüldüler ama hiçbir zaman baş eğmediler. “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” diyerek haykırdılar düşmanın yüzüne yüzüne. Bu haykırış, tohum olup Harran Ovası’nda filizlendi, yeşerip boy verdi. Böylece altın hilal ülkesinde çizilen bir resim, hafızalardan silinmez bir ses, tüm ezilenlerin feryadına cevap olan bir kıvılcım, bir umut, Ağrı Dağ’ında betonlanan mezarda bir inilti oldular.
Farqin’de Şeyh Said’in bir bahar coşkusu ile yiğitçe mücadele etmişti. Dersim’de kadınlar, çocuklar ölüme terk edilmiş ama insanlık teslim alınamamıştı. Bu Kürt halkının onuruna ve namusuna ne kadar bağlı olduğunu gösteriyordu. Onların anısını yaşatmak ve Kürtlerin varlık savaşını başlatmak gerekiyordu. Kürt olmayı bilinçte ve ruhta yaşayan Önder Apo, hiç kimsenin cesaret gösteremediği bir dönemde, o tüm dengeleri bozacak ve yeni bir yaşama kapı aralayacak iki sözcüğü dile getirmişti: “Kürdistan sömürgedir.” Bu sözcükler bir hakikat dergahının açılamasına yol açacak, Mezopotamya ülkesine gün doğacaktı. Fis köyünde o iki kelime kısık bir ses tonu ile üç kelimeye dönüştü: “Partîya Karkeren Kurdistan” ve PKK kuruldu. O kuruluşun olduğu oda küçük olsa da ezilen milyonlar için evrene açılan bir kapı, bir umut ışığı ve mücadele imkanıydı. PKK uyuyan ruhları uyandıran bir ezgidir. Beş bin yıllık intikamını almak için hilelere baş eğmeden hakikat yolunda ilerledi. Seninle, kadınla gerçek yoldaşlığı kurabilmek için de büyük bir kavgayı göze aldı. Ve dünyayı karşısında buldu. En büyük anlamın yaşam anlamı olduğu, gerçek yaşamın da kadınla anlam bulduğunu anladı. PKK Saraların ruhuyla can buldu, anlama ulaştı.
O dalgalı kızıl saçlarınla kaç yıl geçirdin, ne anlamlar taşıdın o dalgaların içinde?
Ve şimdi biz yoldaşların, hayal ve özlemlerimizi o dalgalarda arıyoruz. Sen yüceliğinle, tüm zorluklara rağmen gösterdiğin görkemli direnişle ölüme gölge düşürdün. O dalgalı saçlarında neleri görecek, öğrenecektik? İğne ile kuyu kazarcasına, ömür ile bir tarih yazdın. Ne kadar da yakıştı sana PKK’nin kurucusu olmak. Biz PKK’yi senin ruhunda tanıdık. Asi duruşun, yüzündeki anlamlı ifade ile PKK’nin ne anlama geldiğini kavradık. Sen ilhamını Roza, Hipatya ve Jane D’arc alıyordun. Onlarla yoldaş oldun, mücadelelerini sürdürdün. Kadını bir adım daha özgürlüğe ulaştırdın.
Tüm olup bitenlerden habersiz kalemi, defteri elime aldığımda hep söylemekten kaçınıyorum ama dile getirmeden de edemiyorum; yaşamı zamanında anlamlandıramıyoruz ve sözlerimizde tıpkı anlamlandırmalarımız gibi yarım kalıyor. Şimdi seni anlatmak, sana olan duyguları dile getirmek en zor olanı ve hep yarım, eksik kalanı oluyor. Zaten seni yazamam ki! Sen bir tarih olurken, ben ancak birkaç cümle ya da paragraf yazabilirim senin ardından. Sen gizemli bir yaşam, bir mucize; sen tarihi ruhunda taşıyıp milyonlarca kadının yüreğine nakşettin kendini. Sizin yüreğiniz, demir parmaklıklar, karanlık hücreler ardında ezilen insanların sesi oldu. Sizin yüreğiniz, milyonların kurumuş çiçeklerini umut, inanç ve direniş ruhuyla yeşertti. Apocuların sesi yükseldi tüm sessizliğe inat. İmkansızlığı tanımayan, yoktan imkan yaratan bir yürektiniz siz. Hakikat yoluna adanan PKK yoldaşlığı uğruna kendilerini damla damla eriten Kemaller, Hayriler… Onlar Sara’nın gerçek yoldaşları; Sara onların mücadelesini bir saniye bile bırakmayan, en amansız ardılı oldu. Sara yoldaş her gün, her saniye erkek egemen zihniyetten hesap sordu. Beş bin yılık zalim erkeğin sisteminden hesap sorup büyük bir güvenle üstüne üstüne gitti. Çünkü onun için özgürlük bir amaçtı. Her gün ruhunda ve yüreğinde filizleniyordu özgürlük. “Nasıl yaşamalı?” sorusunun cevabını çoktan bulmuştu. Kürt kadının asiliği bir kere daha Sara’nın kişiliğinde kendini buluyordu. Sara yoldaş, dört duvar arasında bile celladın yüzüne tükürecek kadar cesurdu. Yaşamın mücadele ile güzelleşip anlam bulduğunu kanıtlayarak herkesi bu gerçekliğe ve kendisine hayran bıraktırıyordu. Ondandır “hep kavgaydı yaşamım” deyişi. Senin kavgan özüne dönme kavgasıydı. Sen özgürlüğü isteyen değil, almak için mücadele edendin. Şimdi seni arıyoruz. Sen PKK’nin senfonisinde büyüyüp güzelleşen tarihimizsin. 38’den bu yana yüreğimde açılan ve kabuk tutmayan yarasın. Tanıyordum seni, yüreğindeki hasret, yüzünde ifadeye kavuşmuştu. Sen Dersim’de yankılanan kadın ve çocukların çığlıkları, Zarife’nin öfkesi, Besê’nin yiğitliği ve direnişi oluyordun. Gaddar düşmanın eline geçmemek için direnişleri ile tüm zalimlerin yüreğine korku salan, çılgın Munzur suyuna atlayan genç kızların ve gelinlerin elindeki kınayı kızıl saçlarında görüyorum. Eğer mücadelenin adı hakikati bulmak ise aldığımız her nefes o yolda bir adım daha ilerlemek içindir. Böylece egemen sistemin komplocu tarihi ters döner. Gerçek tarihi yazan kalem, Gelîye Zîlan ve Laç Vadisi’ndeki o masum insanların kemikleri olur. Artık yorgun düştü Dersim’in yüreği, yiğitlerin gidişi ile. Ülkemin dört bir yanı yaralıdır şimdi. Ben seni ararken aslında kendimi arıyorum. Bir arkadaşın dilinden dökülen şu cümle geliyor aklıma birden; “ Sara yoldaş bizim hafızamızdır.” Çok doğru söylüyordu. Zaten bu değil miydi bizleri bu kadar şokta bırakan, yüreğimizi, bilincimizi sarsan? Paris’te kalleşçe bizi hafızamızdan vurdular. Zalim erkek, özgürlük savaşçısı üç kadını, kendisine bir tehdit olarak gördüğü için bu katliamı gerçekleştirdi.
Sara, Rojbîn ve Ronahi…
Tarih 9 Ocak 2013….
Sizden sonra her yer beyaza büründü, ayaz sardı tüm güzellikleri. Her yer sessiz, bakışlar donuk, şarkılar hüzünlü… Duyulan tek ses hep bir ağızdan söylenen “Se Jinen Azad” parçasıydı. Şimdi Munzur daha bir asil, Nurhak ve Maraş’ın başı dik ve size selama durmuş; Amed sizler için sel olup akıyor. Düşman özgürlüğün öldürülemeyeceğini anlayamadı daha. Özgürlük öldürülmez, özgürlüğe adanan yürekler bitmez, tükenmez. Gidenler, bin olup çoğalır bizde. Şimdi Sara, Ronahî ve Rojbînlerin sayıları çoğalıyor özgürlük dağlarında. Sizlerin isimlerini alan genç kızlar, sizin emanetiniz olan özgürlük bayrağını da devraldılar. Bir bin olmaya devam ediyor, ardıllarınız olanlar yüzlerini Güneş’e dönüyor. Sizin bizlere bıraktığınız mücadele ve amaçları başarıya götürmek için sözümüzü yeniliyor ve anılarınız önünde saygıyla eğiliyoruz.
Rojbin Desim