HABER MERKEZİ- Önder APO’nun PKK’ye (Kürdistan İşçi Partisi) yönelik değerlendirmelerinden derlemedir.
“PKK hareketi, dünya halklarının birbiri ardına bağımsızlıklarına kavuştukları, tüm kokuşmuşluğuyla çöken emperyalist sistem karşısında insanlığın en gelişmiş özelliklerini temsil eden sosyalist inşaların bütün görkemiyle yükseldiği bir dönemde, adeta dünyaya unutturulmuş, bu çöküş halindeki emperyalist sistemin sömürgeci Türk devleti eliyle insanlığa duyduğu kini kusarak en gerici ve tortu özelliklerini yığdığı, büyük acılar ve karanlıklar içerisine sürüklediği bir halkın çağa ulaşma azmi, dirilişi biçiminde ortaya çıktı. PKK hareketinin ortaya çıkışını kavramak, Kürdistan gerçekliğini kavramak için zorunludur. Yine, bunun bir başka ifade edilişiyle, Kürdistan gerçekliğini kavramak, PKK gerçeğini kavramak için zorunludur.
Bağımsızlık ağacımızı bir fidan gibi dikemezdik
PKK, imha olmakla yüz yüze bulunan bir halkın bağrındaki saklı umut tohumlarının filizlenmesidir. Bizim bağımsızlık ve özgürlük ağacımız asırlık bir çınar ağacı gibi göklere yükselmemişti. Bağımsızlık ve özgürlük tutkusu, yüreklerde ve dağların doruklarında saklı bir tohum biçimindeydi. Bu tohumlar, üzerinden hiçbir zaman eksik olmayan amansız rüzgarların altında nasıl fışkıracaktı? Bu filizlenmenin sadece bir biçimi olan PKK, düşmanın hiç de inanmayacağı, aklına getiremeyeceği yerlerde ve bir zamanda boy verdi. Halkımızın ulus olarak var olma ve özgürlük umutlarını muhafaza etmesini en soylu, en anlamlı tarzlarından birisi olarak ortaya çıktı. Birçok çevre buna şaşırdı. Gerek sömürgecilik ve gerekse yerel bazı türetme sınıfların temsilcileri bu çıkışa değişik adlar vererek, çok çeşitli biçimlerde saldırdılar. Ama onlar hiçbir zaman hesaba katmadılar ki, yeşerecek olan şey tohum halinde olandır. Biz ileride büyüyecek olan bağımsızlık ağacımızı bir fidan gibi dikemezdik. Halkımızın çağa kendi öz benliği ile girişi başlangıçta büyük bir güç biçiminde yansıyamazdı. Halkımız kendisinden saklanılmış, kendi adını itiraf edemez, kendisinden nefret eder bir hale getirilmişti. Tüm bir dünya tarafından unutulmuş durumdaydı. İster ilerici insanlık, isterse emperyalizm bu halkın varlığını kabul etmek istemiyor, sürekli bir yadsıma içinde bulunuyordu. Şüphe ve tereddütle bakma egemen anlayış biçimiydi. Bu, hiçbir halkın yaşamadığı bir gerçekliktir. Açık ki, devrimci çekirdek çok daha amansız yok etme gerçeğiyle yüz yüze gelecek ve bu koşullar içinde gelişmenin zorluklarını yaşayacaktı. Emperyalizm, sömürgecilik ve orta çağlardan kalma sınıf temsilciliği, işte bu gerçeği tersyüz etmeye çalışmakta, ona saldırmaktadır. Oysa bunlar kendi gerçekliklerine yönelip, dünya ölçeklerine vursalar ne kadar acınacak durumda olduklarını açıkça göreceklerdir.
Dışımızdaki insanlığın temsilcileri de bizim neden güçlü bir hareket olarak birdenbire ortaya çıkmadığımızı anlamak istiyorlarsa, bizim gerçekliğimizi biraz daha şuurluca anlamaya çalışmalıdırlar. Bizim, çok seyrek dağıtılmış gizli tohumlar, şurada burada küçücük filizler halinde boy atmamızın yadırganacak bir yanı yoktur. İşte PKK, bu gizli tohumların ülkenin sarp yamaçlarında, çorak topraklarında adeta yabani bitkiler gibi halkının özeliklerine uygun bir tarzda çiçeklenmesi olayıdır. Evet bazıları bu çiçeklenmeye zehir otları, bazıları dikendir dedi. Ama halkımız bunun tarihinin günümüzde kendi özelliklerine uygun bir çiçeklenmesi olduğunu hemen kabul ederek, onu kokladı, kendisinin ayrılmaz bir parçası olarak benimsedi. Gerçeklik budur. Bu, düşmanın ilk çiçeklenme dönemi üzerine görülmemiş bir baskıyla yönelmesinden de anlaşılabilir.
Kürdistan’ın bağrındaki bağımsızlık ve özgürlük tohumunun açığa çıkarılması, diğer birçok sömürge ülkede olduğu gibi Marksizm bilimiyle ve dünya halklarının ulusal kurtuluş gerçeğiyle kurulacak temasa bağlıydı. Dünya ulusal kurtuluş hareketleri tarihi de göstermiştir ki, ulusal direniş hareketlerinin yaratılması; sömürgeci ulusların metropol kentlerine taşınan aydınların belli bir yoğunlaşması, ülkeleri için ideoloji, politika üretmeleri, ilk gruplarını şekillendirerek ulusal gerçekliğe dönüş ve orayla kaynaşma temelinde olmuştur. Birçok ulusal direniş hareketi için geçerli olan bu kural, değişik biçimlerde de olsa, Türk egemenliği altındaki Kuzey-Batı Kürdistan Ulusal Direniş Hareketi için de geçerlidir.
Metropollerde devrimcileşme
1925-40 yılları arasındaki isyanların ezilmesinden sonra, Kürdistan üzerinde egemen kılınan ve gittikçe geliştirilen ulusal imha, eritme ve sömürü politikalarının en olumsuz sonuçlarını verdiği, özellikle 1960’lar sonrasında bu politikaların neredeyse başarıya ulaştığının söylendiği, ulusal gerçekliğin önemli oranda inkar edildiği bir dönemde, ulusal gerçeklik devrimci ideoloji ve politikaların en çok üretildiği aydınlık merkezleri olan metropoldeki üniversitelerde keşfedilebilir, bu gerçeklikle nasıl kaynaşılabileceği tartışılıp belli bir sonuca vardırılabilirdi. Türk sömürgeciliği, okulları ulusal eritme politikasına bağlı olarak kendi kültürünü, dilini hakim kılmak için açtıysa da, bu politikanın bir ürünü olarak sınırlı bir sayıda da olsa Kürt gençliğinin belli bir kesimi metropollere taşınarak, burada devrimci düşünceyle tanışmıştır. Nitekim devrimci bir çekirdeklenmenin ortaya çıkması, böyle bir gelişme sonucu tartışmaların ulusal ve toplumsal gerçekliğe uygulanması çabalarıyla olmuştur. Bu, birçok gruplaşmanın temelinde yatan gerçek olduğu gibi, PKK hareketi de bu gerçeklik temelinde ortaya çıkmıştır.
Türkiye metropollerinde 1970’lerde yaygın olarak tartışılan ulusal ve toplumsal sorunlar, Kürdistan problemine uygulanamamazlık edilemezdi. Tartışmaların belli bir döneminde ulusal sorun da gündeme girecekti. Nitekim bunun tartışılmaya başlanmasıyla birlikte Kürdistan’ın ülke gerçekliği daha netçe görülmeye başlandı. Entelektüel faaliyetlerde bir yoğunlaşmanın yaşandığı, ideolojik gruplaşmalar dönemi diyebileceğimiz ve zaman itibarıyla 1970’lerde başlayan bu sürecin doğal sonucu olarak, özelikle çok zor koşullarda yaşayan Kürt gençliğinin yaşam koşullarını biraz düzeltmek için kentlerde kendine bir yol aradığı aşamada bu tartışmaların derinleşmesi, onlarda çıkışı bireysel yollarda arama değil, ulusal gerçekliğe yönelme ve bu temelde ulusal-toplumsal kurtuluşla kendi kurtuluşunu bütünleştirme düşüncesini ortay çıkardı. Bu yıllar Hareketimiz açısından en önemli yıllardır. Çünkü, ulusal gerçekliğin inkarının adeta bir kural olduğu; toplumsal kurtuluş için ezilen sınıfların uyuduğu, hakim sınıfların ise işbirlikçilik ve ulusal ihaneti iliklerine kadar yaşadıkları bu dönemde, bir avuç genç aydın insanın ülkeye yeniden dönüş yapmaları son derece zor, büyük fedakarlık ve cesaret isteyen tarihi bir eylemdi. Böyle tarihi bir eyleme adım atabilmek için, insanlık ve yurtseverlik açısından en soylu düşünceye yönelme, fedakarlıkta azami bir sınır tutturma, cesaretin azamisini gösterme gibi özelliklere şiddetle gereksinme vardır. Bu özelliklerin, yurduna ve halkına en çok bağlı olan kişilerde görüleceği açıktır. Bu ancak, en devrimci düşünceyle tanışmayla mümkün olabilecekti… Halkın yakıcı ulusal direniş probleminin yıllarca metropollerde gevezelik yapılarak çözülemeyeceği, devrimci düşünce ve örgütlenmenin bir an önce halka götürülmesi ve maddi bir güce dönüştürülmesi gerektiği açıktı. Tüm zorluklarına karşın, bunun böyle ele alınıp hayata geçirilmesi tarihi görevinden kaçınılamazdı. İşte böylesine derin tarihsel, ulusal ve toplumsal gerçeklerden ötürü, ama aynı zamanda da ulusal imhayı gerçekleştirmeye çalışan baskı ve işbirlikçiliğin alabildiğine öne koyduğu zorluklardan ötürü bu adımın çok zor gelişeceği bir gerçektir.
Devrimci düşünce halka mal edildi
İşte bu zor olan adım, PKK hareketinin tarihinde 1973’ten 1977’ye kadarki beş yıllık bir zaman süreci içinde atıldı. Bu yıllar arasında Marksizm-Leninizm bağımsız bir biçimde ülke gerçekliğine uygulanmak istenerek, ortaya çıkan ideoloji ortak bir grup hareketi biçiminde şekillendi. Elde edilen sonuçların, yani ülkenin kurtuluşuna yol gösteren ilkelerin halka taşırılması tarihi görevinin mutlaka yerine getirilmesi düşüncesi ve inancıyla ülkeye dönüş hareketi başlatıldı. Unutmamak gerekir ki, bu en zor dönemlerden biridir. Ülkede ulusal düşünceler çok zayıf bulunmakta, ulusal gerçeklikten önemli oranda koparılan halk yeniden bir ulusal direnişten korkmakta ve bu yüzden de kendi saflarına bu biçimde gitmeyi olumsuz karşılayabilmektedir. Diğer yandan, Türk sömürgeciliği en kabasından en incesine kadar çeşitli baskı yöntemleriyle bastırmaktadır. İşte böylesi koşullarda ülkeye dönüş hareketi başlatılmıştır. Metropollere sığınan çok sınırlı bir kesimin, her türlü kişisel çıkarı bir yana iterek ülkeye taşınması tarihi bir eylemdir.
Bu dönüşün en önemli sonuçları; Devrimci düşüncenin halka mal edilmesi savaşında, bu düşüncenin özellikle ülkenin en uyanık aydın kesimine tanıştırılması ve giderek geniş grupların hareketi haline dönüştürülmesi gerekiyordu. Siyasal uyanma ancak bu temelde gelişebilir, partileşmeye böyle gidilebilirdi. Temelleri 1973’lerde atılan ve 76’lara doğru ürünlerini veren bu ilk grup hareketi, metropollerde belli bir aşamaya geldikten sonra 1976-’77’li yıllarda hızla Kürdistan’ın kentlerine taşırıldı. Bir-iki yıl yürütülen tartışma ve propaganda faaliyetleri birçok grubun oluşmasına, siyasal faaliyetin ve yurtseverliğin gelişmesine ve bu temelde PKK’nin resmen ilanına varan gelişmeleri yarattı. Bu ilk büyük ortaya çıkış; ülkeye, ulusal gerçekliğe yönelme, ulusal uyanmanın gelişmesi ve PKK’nin ilanıyla tarihi bir sayfa başarıyla yazıldı.
Mutlaka filizlenmek zorundaydık
Çok iyi bilinir ki, PKK hareketi bu tarihi sayfayı yazarken, büyük bir güç dengesizliği içerisinde her yönden gelen saldırılarla boğuşmak zorunda kaldı. Henüz bilinç tohumlarının ülke topraklarına yeni yeni serpilmeye başladığı dönemde, hiçbir askeri ve siyasal kurala sığmayan ve bunun da ötesinde tarihsel baskı ve sömürü kurallarına ters düşen bir biçimde düşmanın imha baldırlarıyla karşılaştı. Kuvvetlerin müthiş bir dengesizlik ortamında karşı karşıya gelmesi söz konusuydu. Klasik sömürgeciliğin tasfiye olduğu, demokrasi, sosyalizm ve barışın dünyanın büyük bir bölümünde egemen hale geldiği, diğer alanlarında ise bunun uğruna savaşın güncel ve başarılı bir biçimde geliştiği bir dönemde, tarihteki tüm baskı biçimlerini ve savaş kurallarını bile altüst edecek bir biçimde yöneltilen bu saldırılar nasıl izah edilecektir? Açık ki o, ancak çağ içinde gericilikte eşine ender rastlanan bir sınıfın uygulayacağı bir siyaset olabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Türk sömürgecileri, halkımızın bu ilk umutları ve Partimizin bu ilk tomurcuklanışı üzerine tarihine yakışır bir biçimde saldırdılar. Ve adeta, tarih bir kez daha anımsatılmak istendi. Bu noktada bazıları, bu kadar güç dengesizliğinin olduğu ortamda ve dönemde ortaya çıkış yanlış değil midir diye sorabilirler. Hayır! Nasıl ki, bir kaya göbeğinde küçük bir bitki o kayayı çatlatarak boy veriyor, yaşama ulaşıyorsa; bizim de topraklarımızın en eski bir halkı olduğumuz göz önüne getirilirse, tohum halinde açılmamız, o sert rüzgarlara rağmen güçlü köklerimize dayanarak, tomurcukları çatlatıp yaşam yolu aramamız hiçbir zaman yanlış değildir. Olanak, fırsat elverdiğince nerede, nasıl ve hangi biçimlerde olursa olsun mutlaka filizlenmek zorundaydık. Yaşamın ve yücelmenin yolu, doğanın en belirgin kanunu budur. O gem almaz gericilik ve tükeniştir ki, otsu bir biçimde hiçbir savaş vermeden yenilgiyi kabul eden. Birçok bitki ve hayvan neslinin son kalıntılarının tükenişi gibi bir halk olmayı kabul edemezdik. Yeryüzünden silinmesi gereken bir halk da bizim halkımız olsun, diyemezdik. Bu nedenle de, aç-susuz, toprakları çatlatarak, en sert rüzgarları bile göğüsleyerek yaşama gözümüzü açacaktık.
Ama eğer, esen fırtına karşısında tümüyle savrulup, yanı başımızdaki birçok halkın akıbetine uğramak istemiyorsak, bu bağımsızlık ve özgürlük biçimindeki filizlenmeyi muhafaza etmek, gerekli ortamı yaratarak gerekli gıda ve havayı verebilmek, çağımızın ve halkımızın tüm olanaklarını kullanarak bağımsızlık ve özgürlük ağacını mutlaka büyütmek gerekiyordu. PKK hareketinin, baskının doruk noktasına vardırıldığı 1979-’80’lere gelindiğinde, bu kök bağlamayı ne pahasına olursa olsun savunmak için ayağa kalkışı ve yayılış hareketi böylesine bir anlama sahiptir.
Halkların direnişleri böyle küçük gruplarla başlar
Türk ordusu, iç ve dış gericiliğin tüm olanaklarını kendisine dayanak yaparak üzerimize geldiğinde, elbetteki her şeyden önce inkarcı olmayacak, halkımızın bağımsızlık ve özgürlük umutlarını asla terk etmeyecek, onlardan soyutlanmayacaktık. Zindanlarda, dağlarda ve dışarıda bu değerlere sonuna kadar bağlı kalınacaktı. Yani, ilkesel tavır böyle olacaktı. İkincisi, bu ilkelerle bir bütün olan Parti varlığımızı, bu ilkelerle ortaya çıkan değerler temelinde koruma savaşı verecektik. Yani Kürdistan halkının yıllarca içinde yaşadığı savunma stratejisini devrimci bir içeriğe büründürerek, günümüzde yeniden bir kurtuluş hareketinin saldırı stratejisi durumuna dönüştürmek için her şeyin yapılması zorunluydu.
Özellikle ulusun yeni temellerde bir yaratıcısı, devrimci bir parti olarak ortaya çıkılıyorsa, halkın yüzyıllardan beri zayıf ve güçlü yanlarıyla içinde bulunduğu savunma ve direnme sorununun iyi anlaşılması gerekiyordu. şu halde Parti; günümüzde zaferle sonuçlanmış ulusal direniş savaşımlarının bilimini, halkımızın tarihsel savunma şuuruyla, yaşamıyla ve direnmesinin özelliklerine uygun bir biçimde kaynaştırarak stratejisini ortaya çıkarmalıydı. Bu, Partinin dirilişinin canlandırılması ve yaratılması demek olduğu gibi, halkımızın Partisi önderliğinde yeniden daha bilinçli ve örgütlü bir savunma düzenine geçmesi demektir. Kısacası, çağın direniş anılarıyla, halkımızın direniş anıları, özellikleri kendisini ulusal varlığı koruma, bağımsızlaştırma stratejisi biçiminde formüle etmek zorundaydı. Direnişçilik demek olan böyle bir strateji bir parti tarafından kabul edilirse, o parti kendisini direniş biçiminde somutlaştırmak zorundadır. Bunun dışındaki tutumlar açık bir sahtekarlık, halkımızın ve çağımızın gerçekleriyle alay etmek demektir.
İşte 1980’lerde yakıcı olarak kendisini dayatan, çözümü, yaratılması ve oluşumu şart olan görev buydu. Aynı zamanda, dağlarda, zindanlarda, ülke dışında başarılması gereken bir savaştı bu. Unutmamak gerekir ki, büyük bir güç dengesizliği içindeydik. Ama askerlik tarihinde sabit olan bir gerçek vardır; başlangıçta çok küçük bir çekirdeğin direnmesi, en son aşamada dev bir orduyu yenilgiye uğratabilir. Vietnam, Küba ve birçok sınıf savaşımı bunun belirgin örnekleridir. Açıktır ki, halkımız başlangıçta hiçbir surette güçlü bir orduyla karşısındaki güçle savaşmayacaktı. Küçük bir orduyla, bir direniş birliğiyle ortaya çıkarak savaşacaktı. Bir doğa ve toplum kuralı olarak da her şey öncelikle rüşeym halini yaşar. Güçlü varlık olmaya yönelmesi ise daha sonradır. İnsanlığın gelişiminde siyasal organizasyonlar böyle oluşur. Klanlar, kabileler giderek toplulukların halklaşmasına ulaşır. Halkların direnişi de özellikle böyle küçük gruplarla başlar. Devrimci bir çekirdek olmayı göze alamayanların söyleyeceği hiçbir yalan bu gerçeğin yerini tutamaz.
Gerçekten, tepeden tırnağa kadar acıyla yüklü böyle bir gerçeklik haline, devrimci direnişçi bir çekirdek haline gelmekten vebadan korkar gibi kaçanlar –hele hele toplumumuzun yapay sınıf ve tabakalarının temsilcileri- direniş tohumları biçimindeki bu yükselişi akıllarına bile getiremezler.
PKK’nin başta Diyarbakır olmak üzere, cezaevlerindeki direnişçiliğinin derin tarihsel anlamı buradadır. Buradaki savaş, binlerce yıllık tarihimizin bir kefareti ve hem de başarılı ve soylu bir karşılığıdır. Halkımız yüzlerce yıllık tarihinde yitirdiklerini orada kazanmıştır. Belki bugün sonuçları hemen ortaya çıkmayabilir. Ama yarın görülecektir ki, en güzel ve gelişmiş kuvvetler kaynağını burada bulacaktır. Yenilmez kuvvetlerin dayanağı bu zemindeki direnmeler olacaktır. Korkunç bir dengesizlik ortamında, en yüce insan soyunun bundan daha fazla bir direnişi geliştirmesi düşünülemez. Ölçeklerimize göre bu başarılmıştır ve en iddialı kaynaklarımızdan birisinin bu olduğu teslim edilmelidir.
Bu direniş, ülkemizin yalçın dağlarında, ovalarında, köy ve kentlerinde de gösterildi. Teslimiyet yolu hiçbir zaman seçilmedi. Parti düşüncesi ve bayrağı savunularak, bundan vazgeçilmedi. PKK direnişçileri, bu güç dengesizliğine rağmen, daha sonra büyüyecek özgürlük ağacı için kanlarını dökmekten çekinmediler. Sayıları hiç de azımsanmayacak olan halkımızın güçlü evlatlarının döktükleri bu kanın değerini, anlam ve derinliğini hiçbir çarpıtma ortadan kaldıramaz.
Kürdistan özgülünde düşünce ve eylemin büyük anlamı vardır
Dünya halklarının peş peşe bağımsızlıklarını kazandıkları, toplumların gerçek özgürlüğe doğru yol aldıkları bir çağda, yüzyılların bu yükü ve utancı artık daha fazla taşınamazdı. İşte PKK öncülüğünün tarih sahnesine çıkması, böyle bir durumun kabul edilmemesinin ürünüdür. PKK öncülüğüne karar verildiğinde bilinç, cesaret, fedakarlık ve olanakların ölçüsü ne olursa olsun, atılan adım çok gecikmiş ve zayıf da olsa atılması gereken adımdı. Ortam ne kadar elverişsiz ve koşullar ne kadar zor olursa olsun, bahsedilen insani özelliklerin en basitine bile sahip çıkılmak isteniyorsa, bu adım atılmalıydı.
O halde; PKK öncülüğü, çağla olan tüm çelişkileri ve tarihle olan kopukluğu aşmak için insan bilincinin Kürdistan koşullarına mütevazı bir biçimde müdahale etmesinden başka bir anlama gelmez. Onun yüceliği de, zorluğu da buradadır. O, gerçekliğin karartıldığı, buna sahip çıkacak yüreğin susturulduğu, beynin kireçlendiği, yabancılaşmanın teori ve pratiğinin had safhaya çıkarıldığı bir zemin üzerinde ortaya çıkmıştır. Bu kadar düşkünlüğün olduğu bir noktada, küçük bir adım biçiminde de olsa, halkın öz çıkarları doğrultusundaki düşünce ve eylemin büyük anlamı vardır. Başlangıçta atılan adımlar birçokları için anlaşılmaz bulunmuş, böyle bir zeminde direnmenin tehlikelerinden dem vurularak bir maceracılık ve provokasyon olarak değerlendirilmiştir. İlk adımlar atıldığında halkın umutları da çok zayıftır. Yakın tarihinde yaşadığı isyanların başarısız sonuçları önünde iken, Şeyh Sait, Seyit Rıza ve daha nicelerinin yapamadıklarını bir avuç genç insan nasıl yapabilir diye sormaktadır. Halkın bu dönemde çok zayıf ve yanlış bir tarihi bilinçle yaptığı eleştiriler bilinmektedir. Halk olarak bitip tükendiğimiz ve ayağa kalkmamızın artık mümkün olmadığı söyleniyordu. Umutsuzluk had safhadaydı. İşte bu durum, başlangıçta sömürgecilik ve teslimiyetin taraftarlarının neden egemen olduğunu gösterdiği gibi; direnişçilerin sayılarının azlığı ve bilinçlerinin zayıflığını da izah etmektedir. PKK öncülüğü başlangıçta böylesine zorlukları yararak doğmak, çok az sayıdaki insanla yürümek zorundaydı. O koşullarda halkımıza cephe silahını vermek bir yana, sıradan bir umudu ermek bile büyük bir sorundu. Her şeyden önce öncünü kendisine böyle bir bilinci vermesi gerekiyordu.
Savaşacak öncüye duyulan ihtiyaç
İnsanlarımız aydın da olsalar, kendi gerçeklerine yönelmekte fazla cesaretli değildirler. Çoğunlukla çıkarcılık ağır basmaktadır. Bir de buna başları üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı eklenince mevcut konumu kabullenmenin gerekçeleri de tamamlanmış olmaktadır. Böyle bir zeminde her türlü kişisel çıkar kaygısında uzak, soylu amaçların yönlendirdiği bir direnişçiliği benimsetmek ve yükseltmek gerçekten de pek kolay bir olay değildir. İşte bu yüzden öncülük kendine has bir direnişçiliği tutturmak zorundaydı. Başlangıçta kimse yaşam şansı vermese ve çok çeşitli nitelemelerle isimlendirse de eşine ender rastlanan, ama Kürdistan gerçekliğine yakından bağlı destansı bir direnişi sergilemek, taraftarları ne kadar az olursa olsun, bunu inadına, yüreğe ve beyne dayatarak kabul ettirmek sorunu vardı. Proletaryanın büyük öğretmeni Engels, Alman ulusunun otuz yıllık savaşının sonucunda köleliğe düşmesinin yarattığı kokuşmuşluktan bahsederken, Alman ulusuna gerekirse savaşın zorla dayatılması ve bunun başını da proletaryanın çekmesi gerektiğinden söz eder. Bizde yaşanan, sadece otuz yıllık bir savaş sonrası yenilgi de değildir. Yüzyıllar ve hatta binlerce yılın köleliğinin yükü taşınmaktadır. Her türlü işgalin, istilanın, geriliğin yürekleri zift gibi kaplayarak kapkaranlık kıldığı, toplumsal gözeneklerin defalarca tıkandığı, insanların tanınmaz bir halde dönüp dolaştıkları, bu nedenle de şaşkın, serseri, uyur-gezer, tembel, uyuşuk, dağınık, oldukları, her türlü laçkalığın hüküm sürdüğü, hiçbir ahlaki kuralın ilerici anlamda rol oynamadığı, beyinlerde örümceklerin defalarca ağlarını ördüğü bir ortama karşın inadına bir savaşımı dayatmak gerekiyordu. Evet, böyle savaşacak bir öncüye ihtiyaç vardı. Bu öncü, kaybedilen bilinci ve umudu yeniden yaratacak, tarihin ve çağın özelliklerini anlatacak ve girilmesi gereken politik doğrultuyu gösterecek, ama bununla da yetinmeyerek pratiğiyle kanıtlayacaktı.
PKK kendi özgücümüzle ayakta durup duramayacağımızın ilk denemesidir
Halkımızın en belirgin özelliği, söze fazla itibar etmemesidir. O, öyle bir halktır ki, en güçlü direnmeyi ve davada kararlılığı canlı örnekleriyle görmedikçe inanmaz. PKK öncülüğünün koyduğu direniş işte böyle bir direniştir ve bundan başka bir öncülüğün tutturulamayacağını tarih ve halkın kendisi belirlemiştir. Eğer geçmiş ihanetin yoluna yeni bir kervan olarak girilmek istenmiyorsa, ilk insanın en vahşi canavarlarla boğuşmasına benzer bir boğuşmayı bu karanlık ortam içinde yürütmek kaçınılmazdı. Kürdistan’da öncü böyle doğacak, mücadele edecek, inanılırlığını kanıtlayacak ve gelinen noktada halkımızın tarihi direnme kararlılığının gerekçesini yaratacaktı. O halde resmen ilan edilişinin yıldönümünde PKK’nin ulaştığı boyut, halkın direnme gerekçesi olma boyutudur. PKK, sadece bir avuç öncüyü direnişçi kılmak için yola çıkmamıştır; milyonların ayaklanması arzusuyla yola çıkmıştır. Parti silahı, halkı ayağa kaldırmak, çoktan yitirmiş olduğu umudu Partiye inançta canlandırmak için dövülerek çelikleştirilmiştir. PKK’de, Kürdistan halkının yüzyıllara uzanan tarihi gizlidir. Bu tarih, ilkel düşünce kıvılcımlarının beyinde çakmasından en güçlü direnme örneklerinin sunulmasına ve yine işkencenin en korkuncunu yaşamaya kadar yığınca olgunun sergilendiği bir değişimdir. PKK tarihinde kavga, yalnız az sayıda öncünün yalınkat bir sömürgecilik ve orta çağ gericiliğiyle savaşı değildir. Bu kavga, halkın, küçük bir birimin şahsında yaşama kabiliyetinin olup olmayacağının, kendi tarihiyle hesaplaşıp hesaplaşamayacağın, çağla kaynaşıp kaynaşamayacağının ve tüm bunları yaparken kendi öz gücüyle bağımsız bir biçimde ayakta durup duramayacağının bir ilk denemesidir. PKK’de bunun savaşı verilmiştir. Burada yaşanan, halkın daha sonra gireceği büyük bir savaşın ilk raundudur. Eğer öncü bir savaşta denenerek sağlam çıkmışsa, birçok devrim ustasının da belirttiği gibi, halkın devrime bizzat katılmasının sağlam gerekçesi ve zaferin güvencesi de yaratılmış demektir. Öncünün tek başına devrim yapamayacağı belirlemesi doğrudur ama, aynı zamanda öncüsüz bir halkın ve özellikle de Kürdistan gibi bir ülkede yaşayan halkın direnmeye ilk adımlarını atamayacağı da bir gerçektir. PKK’deki acılı direnişçilik tüm olumlu, yetersiz, zayıf ve güçlü yanlarıyla daha sonraki yılların halk savaşçılığının temeli olmuştur. O halde yaşanan gerçekler savaşın bir ön aşamasıdır. Düşman, tarihin ve çağın her türlü baskı ve sömürü araçlarını alarak saldırır, bir karıncadan daha zayıf olan bir öncünün üzerine bir fil gibi yürürken; eğer öncü böylesine bir güç dengesizliği ortamında düşmanını rahatsız edebilecek, sinirlerini sarsabilecek, onu biraz korkutabilecek bir durum yaratmış, bunu halka iletmiş ve halk da bu işin yürüyeceğine inanmışsa, öncünün savaşının başarıyla geçtiğini teslim etmekten başka bir şey yapılamaz. PKK’de bugün gelinen nokta budur.
Bu durum, ister düşman ve isterse dost geçinen birçok gücün muazzam imha ve tasfiye çabalarına rağmen yaratılmıştır. PKK, her türlü saldırıya rağmen halkın çıkarlarını sonuna kadar temsil etmeyi ve dayatmayı bilmiş ve o oranda da sürekli büyüyen bir güç olmuştur. Genellikle, PKK’nin yalnız olduğundan bahsedilir. Oysa yalnız olan PKK değil, Kürdistan halkıdır. Kürdistan ülkesi ve halkı yüzyıllardan beri yalnızdır. Günümüzde PKK’nin teşhir ve tecrit edildiğinden bahsedilir, oysa başka güçler tarafından tecrit altına alınan ve haklarından insanlığın habersiz olduğu halk, Kürdistan halkıdır. PKK’ye yöneltilen saldırıları ve ileri sürülen iddiaları bu nedenle yadırgamıyoruz. Tam tersine, eğer daha ilk günden Kürdistan’ın dostu geçinenler çoğalsaydı, bundan şüphe edilirdi.
PKK halkta daha güçlü bir biçimde yaşanmakta ve yaşanacaktır
Ama, her şeye rağmen Kürdistan’da direnme noktası tutmuş ve muazzam bir kuvvet haline gelmiştir. Bu, halkın yaşam hakkına sahip çıktığının ve bunu direnme temelinde kazanmak kararlılığında olduğunun en önemli bir kanıtıdır. İşte PKK öncülüğünün yaratmak istediği de, halkın direnme temelinde yaşam gerekçesi olabilmekti. Günümüz gerçekleri ortayla koymaktadır ki, halkımız Parti önderliğinde nitelik ve nicelik itibarıyla davasına görülmemiş bir biçimde sahip çıkmaktadır. Öncünün savaşımını iyi gözlemlemiş, öncünün ideolojiden pratiğe kadar bağımsızlıkçı doğrultuda taviz vermeyen kararlılığını ve bu uğurda 300’e yakın genç insanını kurban verdiğini görünce hiçbir halkın gösteremeyeceği bir bağlılığı bugün göstermiştir. Bu, çok önemli bir olaydır. Çünkü bizim halkımız bir şeye kolay kolay evet demez, ama bir kez de onay verirse bundan muazzam bir kuvvet doğar. Düşmanın korkusu halkta saklı olan bu kuvvetten ötürüdür. Bu kuvvet tarihte çok çeşitli nedenlerden ötürü başarıya ulaşamamış olabilir. Ama bugün dünyada yiğitlik diye tahlil edilen insani özelliğin en güçlüsünün Kürdistan halkında yaşandığını kabul etmek gerekiyor. Çünkü, bu halkın artık kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Her şeyi elinden alınan bir halk, her şeyi yeniden kazanmak için göstereceği yiğitlikte de hiçbir örnekle kıyaslanamayacak kadar güçlü olmak zorundadır. PKK’de somutlaşan bu özellik, halkımızın ileride nasıl bir güçle direneceğinin de yalın bir ifadesidir. Bundan cesaret alıyor, buna güveniyor, böyle savaşan bir halkın zafere ulaşmasını tüm dünya gericiliği birleşse de engellenemeyeceğinin kesin olduğunu iddia ediyoruz. Nasıl ki, geçmişte PKK’nin doğuşu ve gelişimine azgınca saldıranlar ve hatta utanmazca ömür biçenler çıkmışsa, bugün halkımızın genel direnmesi için de benzer gerekçelerle ortaya çıkanlar az değildir. Ve bunlar daha da çıkabilirler. Ama şu bir gerçektir ki, saldırılar ne olursa olsun öncüde gerçekleşen, halkın kendisinde daha da güçlü bir biçimde yaşanacaktır.
Kızışacak savaşa hazır olmalıyız
PKK ile emperyalist güçler arasındaki savaşım önümüzdeki dönemde daha da kızışacak ve boyutlanarak gelişecektir. Akıllı olanlar böyle savaşımların öngünlerinde kendilerini iyi hazırlarlar. Bütün yaşamlarını bu temelde eğitirler, tecrübeyle yeniden güçlendirerek kazanırlar. PKK’de bu iş artık öncünün kendini hazırlamaktan öteye bir anlama geliyor. PKK de artık öncü esas itibarıyla denenmiştir, sınanmıştır. Ve halkın çıkarlarının temel savunucusu olmayı, her koşul altında belki bütün mensuplarında her düzeyde eşit oranda değil, ama esas ağırlık itibarıyla sağlamıştır. Şüphesiz bu konudaki gelişmesini sürdürecektir. İşe oldu-bitti gözüyle bakamayacaktır; öncünün eğitimi, tecrübesi sürekli arttırılacaktır. Yalnız ulusal kurtuluşun değil, toplumsal özgürlüğün ve eşitliğin azami sağlanışına kadar bu böyledir. Parti bu rolünü böyle yerine getirecektir.
Biz de artık tarihin bu döneminde işe geniş yığınları da katıyoruz. Çıkıştan, tarihi direniş döneminden daha fazla, önümüzdeki dönemde halk da katılacaktır. (…) Halkın devrime katılışım özenle yapmak, halk savaşımım ve her düzeyde siyasal-askeri kural ve kaidesini yerli yerine oturtmak, nereye köşe taşı olacaksa, nereye bir tuğla parçası olacaksa, yerli yerinde yapmak önem taşıyor. Çünkü halk savaşımlarında artık onların, yüzlerin kaybından değil, binlerin kayıplarından bahsetmek gerekiyor. İşte devrimci sorumluluk böylesine katılım dönemlerinde, halkın eylemlerinin yükseleceği dönemlerde her yönüyle kendinde halkı yaşamak, halkın önderliğini en az kayıpla ve sonuna kadar başarıya ve zafere dönük gerçekleştirmek için kendisine yüklendikçe yüklenir, önderlik sanatım en iyi bir biçimde inşa etmek için sorumluluğun en kapsamlısını, sonuna kadar duyarlılığı gösteren, bu konuda karar gücü ve bunu en örgütlü bir biçimde yerine getirmede anında doğru davranışın sahibi olan, tüm bu konularda eğitimini zamanında yapan adamdır.
Halkın böylesine temel işleri söz konusu olduğunda göz bu görevden başka hiçbir şeyi göremez. Yürek başka bir şey için çarpamaz. Mantık başka karmaşık durumları düşünemez. Bu konuda kendimizi aldatmayalım dedik. İyi PKK’lilik iyi bir şeydir. Biz halkın önderliğini en genelde temsil etmeye çalışırken, görüyorsunuz ki, Kürdistan halkının varlığının, kimliğinin inkar şartlarından yola çıktık. Tamamımız böyleydi. Bugün kimliği bizzat düşman tarafından itiraf ettirdik. Düşmanın yok etmek istediği bir halkı bugün üç öğün besleyebilecek kadar PKK korkusuyla da olsa ona benimsettirdik. Bunlar küçük başarılar değildir. Her boydan sahte önderliklerin, ağa-paşa taslaklarının maskesini düşürüp çok çok geri konumlara ittik. Kürdistan’da basit bir köy ağacığına karşı direnmenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz. Ülke çapında bunları geriletmenin ne anlama geldiğini çok iyi bilirsiniz. Daha dünün kendisinden utanan, sıkılan tipin) bugün en özgür savaşçı durumuna getirmesini bildik. Bu da az önemli başarılardan değildir. Demek ki bunlar başarı; ama bizim için çok çok küçük kazanımlardır. Bir önder bunlara bakarak kendini avundurursa, vay onun haline! Bir önder bunları düşünemez. Düşüneceği tek şey yarınki örgütün esenliğidir. En çok üzerinde duracağı şey, yarınki tehlike neredendir? Yalnız ve yalnız yüreği onun için çarpar. Yalnız ve yalnız ona karşı örgütün sağlıklı gelişmesini düşünür. Başka hiçbir şey düşünmez. Buradaki bu çabalar bile ancak bunun sıradan bir parçası olabilir.
Yarın önümüze birçok imkan ve çıkar sunulacak. Bunların hepsinin bir tuzak olduğunu bilerek, gerekirse elimizin tersiyle itmesini bileceğiz. Sonuna kadar halk için yaşayabilen insanlar olmalıyız.
Devrimci savaş ve militan özellikler
Halk savaşının temeli ve çok doğal biçimde yerine getirmemiz gereken gerilla savaşımında içine düşülen yetmezlikleri aşıp, düşmanın özel savaşının boyutlandırmak istediği bütün yöntemlerini ve ona her gün yeni yeni katılan, her türlü uşak işbirlikçilerinin de yeni yöntemlerini, yaklaşımlarım boşa çıkarmak için bu savaşçılığımızı geliştireceğiz. Daha halkın karşısında nasıl konuşacağını bilemeyen, ya kuyrukçu, ya jandarma olmaktan öteye bir konum işgal etmeyen kişilikten çıkıp halkın ruhu ve yüreği olmasını bilen, halkın doğal bir önderi olmasını becerebilen, varlığıyla, yürüyüşüyle ayağa kaldıran adam olmasını bileceğiz. Bizi bekleyen görevler bunlardır. Ve, “yiğidim, militanım” diyenin savsaklamadan, hem de azami çabayla ve de çok ustaca benimseyeceği militanlık ölçüleri bunlardır. Bu temellerde Parti önderliğimiz en olumsuz koşullardan bugüne gelmesini bildiğine göre, PKK bu gelişmenin kendisi olduğuna göre, bundan sonra da daha gelişmiş bir mücadele ortamında bir savaş örgütü olmanın bütün özelliklerini kendinde yaşatmak durumunda olup, ve elbette ki bundan sonra daha başarılı çalışabilecektir. Bu savaşı bizim, daha şimdiden, hem ortaya çıkarmada ve hem de yürütmede kazanmış olduğumuz deneyimine dayanarak daha kazasız-belasız götürecek; düşmanın boşluklarından, dostların desteklerinden yararlandırarak ve halkımızın her şeyin belirleyicisi olan katılımından, özgücünden yararlanarak daha da ilerletmemizin kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz. Partimizin bu temelde görevlerim başarıyla yerine getireceğine eminiz. Bundan sonraki militan faaliyetlerimizin bu biçimde yüksek bir başarıyla yerine getirileceğine inanıyoruz. Ve yine halkımızın öncünün şahsında gerçekleşen kahramanca direnişe bizzat kendisini kahramanlaştırarak karşılık vereceğine inanıyoruz. Bu temelde her zamandan daha fazla bağımsızlık ve özgürlüğü kazanmada kendimize güveniyoruz ve tüm partiye ve halkımıza başarılar diliyoruz.”