HABER MERKEZİ –
Mücadele tarihimizde Partimizin okul sisteminde en derli toplu muhteva ve uygun bir okul düzeniyle ulusal kurtuluşu yolunda yücelme gibi bir duruma adım atıyoruz. Şüphesiz bu okulun özü, ulusal kurtuluşçuluk ve onun dayandığı ideolojik-politik doğrultu, sınıf temeli ve temel mücadele olarak halk savaşımı konusunda öğretim ve eğitimden oluşmaktadır. Sistemimiz için mütevazı bir başlangıç ve yeni tecrübe söz konusu. Burada sağlanacak sıradan bir başarı, eğer gerçek bir okul olan yaşamda da devam ettirilir, biçimlenme savaşın sıcak ortamında çelikleştirilirse, öğrenciler öğretmen haline gelir. Ulusal kurtuluş yolunda halkın her düzeyde okullar sistemine sahip olması, bunun temelinde güçlü kadrolar hazırlayarak çalışmaların ve savaşımın birçok cephesine sürülmesi ve böylelikle zafere kadar gidebilecek, bunun ağır yükünü omuzlayabilecek önderler yetiştirmesi söz konusudur. Bu, küçümsenecek bir çaba değildir. Buraya geliş şüphesiz çok çeşitli burjuva okul sisteminden kopuşla birlikte olmakta, bu işe burjuva okul sisteminden kendi öz okullarımıza yönelme isteği biçiminde başlanmakta ve çok yoğun, zorlu süreçlerden sonra sınırlı bir başarı kaydetmektedir.
Burjuva ve daha öncesinde feodal dönemin okullar sistemi, temel eğitim, öğretim, formasyon kazandırma kurumları, temelde kendi sınıf çıkarlarını sağlama alan; onların çıkarlarını her düzeyde temsil eden; onu fazla saptırmadan, ihanete uğratmadan gereklerini yerine getirecek olan kişilikleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.
Dikkat edilirse, yüzyıllardan beri toplumun en zeki, kabiliyetli çocukları belli bir ayıklamadan sonra elemeden geçirilip temel okullar ve daha sonra ileri düzeyde medreselere alınarak, buralarda çeşitli süreçlerden, beyin yıkamalardan geçirilerek, feodal sınıfın çıkarlarını; ideolojik, siyasal, moral, ahlak bütün bu düzeylerde nasıl iyi savunacaksa o biçime getirilerek mezun edilir. Ve daha sonra sultanlığın, emirliğin hakimiyet alanlarına propaganda ordusu olarak görevlendirilir. Görülmemiş bir biçimde bunlar, camilerde, daha alt düzeylerde medreselerde hoca, imam, müderris* olarak ideolojik hakimiyeti sonuna kadar sağlamaya yönelik çabaları sergilerler. Yüzyıllardan beri bu ideolojik çabalar, kitleler üzerinde iktidarın tavrıyla özdeş, onu kutsayan, meşrulaştıran; kitleleri, bunların her türlü tasarruflarının bir tanrı emri olarak mutlaka gereklerinin yerine getirilmesi gerektiği şuuruna ulaştıran; dolayısıyla iktidarın her türlü baskı ve sömürüsüne açık bir zihniyetin meşruyet kazanmasını sağlayan çabalardır. O halde, eski feodal dönemde ister sultanlıkta, ister bağlı emirliklerde olsun okul sistemi, son tahlilde mevcut iktidarın son derece haksız, her türlü tasarruf ve uygulamalarının tanrı emriymiş gibi yüceltilerek, kutsallaştırılarak topluma sunulması işinde etkili bir araçtır. Böyle bir sistemin oturtulmasında ve yürütülmesinde en azından kuluçka rolünü oynamıştır. Okullar, esasen bu görevleri yerine getiren ocaklardır. Burada muazzam bir tecrübe birikimi vardır. Feodal ideolojinin, dönemin dinlerinin yoğunca incelendiği yerlerdir. Dogmatizm ve ezbercilik insan beynini uyuşturuncaya kadar yüklenilir. Yaratıcı düşüncenin gelişmesi ve halkın okulları haline getirilebilmeleri söz konusu edilemez. Mevcut çerçeve, derslerin programının veriliş tarzı bunu imkansız kılar. Bu eğitimde, tümüyle en yüce otoritenin gökteki sahibi Allah, yerdeki en büyük sahibi Sultan, devlet temsilcileri her düzeyde en büyük saygı gösterilmesi ve boyun eğilmesi gereken güç, diğerleri ise saf kul olarak yansıtılır. Ve böylece bu eğitim tarzıyla düzen rahat bir işleyiş mekanizması sağlayarak rolünü yerine getirir.
Günümüze doğru geldiğimizde, burjuvazi yükseldiğinde kendisiyle birlikte kendi eğitim sistemini birlikte getirir. Burjuva eğitim sistemi, sınıf çıkarları tarafından koşullandırılır. Onun her türlü ekonomik, siyasal, kültürel, askeri ihtiyaçlarına cevap verebilecek kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadroların sağlanması için eğitim kurumlarına ihtiyaç vardır. İşte bu nedenle modern eğitim dediğimiz sistem ortaya çıkar. Laik eğitim sistemi dediğimiz, dinden, feodal eğitim sisteminden kopmuş sistem ortaya çıkar. Bu sistem içinde her bakımdan sınıf çıkarları garantiye bağlanmak istenir. Bu yüzden devlet için en iyi yöneticiler, bürokratlar; ordu için subaylar; kültür-sanat faaliyetleri için edebiyat ordusu; ekonomiden anlayan ekonomistler yetiştirilir. Tabii ki, yine en zeki, yetenekli çocuklar alınır, temel okullarda eğitilir ve en yeteneklileri, bir ayıklanmaya tabi tutulur. Bunlar daha da üst bir sistem içine alınır. Yetiştirilip hazırlandıktan sonra bunlar egemen sınıfın çıkarlarını en iyi dile getirirler. Bu konuda ne kadar gözüpek, düzene ne derece bağlı ve uysal ise bu hep mesafe, derece alır.
Özellikle askeri okullarda resmi ideolojiye en çok bağlı olan, bu konuda gözükara bağlılık gösterenler; zekasını, fiziki yeteneklerini bunun için kullanan kişiler, subaylıktan kurmay subaylığa kadar daha ileri bir ayıklama içine alınır. Ve onlara devletin temel dayanağı olan ordunun stratejik yönetimi devredilir. Çok çeşitli süzgeçlerden geçirildikten sonra bu subay kadrosu aslında devletin esas kontrol ve denetim gücüdür. Bu konuda en çok sorumluluk duyan bu elit, kendisini gerçekten devletin giderek toplumun sahibi sayar. Tehlikeli bir durumda, gerektiğinde bunlar darbe yapar ve hakim olur. Gerektiğinde “şuna geç, şunda kal” diyerek, iktidarın en sağlam noktalarına kadar ulaşır. Ve tabii ki diğer tüm özel durumlarda benzer bir ayıklanma vardır.
Egemen sınıfa beynini ve yüreğini en iyi katan, onun hizmetine sunan, bu konuda sonuna kadar kesin niyetli, sonuna kadar irade bağlılığı içinde olan ve aynı zamanda bunu ustaca yapanlar sistemin güzide unsurlarıdır. Ve onlara geçiş hakkı tanınır. Bunlara mevcut kurumların en seçkin görevleri devredilir. Onlar da, böylesine bir ayıklanmadan geçmenin verdiği yüksek bir sorumlulukla, bu görevlerini büyük bir istekle, rahatlıkla yerine getirirler. Böylece sistem toplum içinde kendisine gerekli olan en iyi ögeleri böylesine yaygın, yoğun kurumlardan geçirterek kendisini sağlama alır. Kesinlikle egemen sınıfın eğitim sistemi böyledir. Her gün daha da artan bir etkinlikle bu sistem geliştirilmektedir.
Bunların toplam ifadesi; halk üzerinde görülmemiş bir ideolojik, politik, kültürel, ekonomik, moral, yönetim, denetim anlamına geliyor. Tümüyle buralarda burjuva sınıf çıkarı temelinde koşullandırılan beyinler, sıkı bir enformasyondan geçirilen bütün görevliler yığını, kimisi ordu gücüyle, kimisi kültür kurumlarında, kimisi ekonomik kurumlarda ve bütün diğer yönetim aygıtlarında bir koro halinde, gerektiğinde devlet başkanı, gerektiğinde hükümet başkanı, gerektiğinde genel kurmay başkanının etrafında saf bağlayarak, iktidarın pürüzsüz işlemesi sağlanır. Halk; emekçi sınıflar bunların çok yönlü ideolojik, yeri geldiğinde gelişmiş şiddete dayalı ağır egemenliği ile alıklaşmaya, aldatılmaya, yabancılaşmaya; ruhen etkilemeden tutalım düşüncede çarpılmışlığa kadar, pasifikasyona uğratılarak, egemen sınıfın baskı ve sömürüsünü üzerinde en rahatça uyguladığı bir konuma getirilirler. İlkokuldan tutalım, en gelişkin akademi sistemine kadar tüm eğitim sistemi, son tahlilde emekçiler üzerinde böyle bir baskı ve sömürüyü mümkün kılacak bilgi birikimini ve formasyonu kazandırmayı içerir.
Böylesine bir formasyondan geçen, tüm gözü açık, yetenekli kadrolar muazzam bir bürokrasi ordusu olarak iktidarın emrinde; sınıfın stratejik yönetimi tarafından işletilirler ve toplumun nefes alamaz bir halde kalmasına yol açarlar. Bu nedenle eğitim, burada son derece gerici bir işlevi yerine getirmektedir. Burada oluşan kafalar, son derece tutucu, tamamen kendisini düşünen, maaşını düşünen; bunun için belki de tam farkında olmadan her şeyini sunan bir konumdadırlar. Bu tabaka normal dönemlerde işlevini sessizce görürken, devrim dönemlerinde ise tutuculuğun, muhafazakarlığın kulu haline gelir. Güncel çıkarların en bağnaz savunucusu olurlar. Faşizm gibi karşıdevrimci bir hareket çıktığında, rahatlıkla ‘daha fazla düzen’ diyerek, faşizmin temel sosyal dayanağı olurlar; en çok bu tip gelişmelere temel teşkil ederler.
Türk egemen sınıfının eğitim sistemi, ister imparatorluk döneminde, ister cumhuriyet döneminde olsun, esas itibariyle aynı çizgileri yaşamaktadır. Hatta denilebilinir ki, Türk egemen sınıfı özellikle feodalizmin vurucu gücü olarak islam feodalizminin yönetimine girdiğinde, en gerici doğmalarla beslenerek, tam bir yobaz kafayla ortaçağ feodal devletinde yer bulur. Burada yaşama kavuşur. Göz doldurduğu oranda devlet kademesinde ilerler. Önde gelen akıncı Türk boyları feodal devletlerin hizmetine girdiklerinde, esas itibarıyla basit savaşçılıktan başkomutanlığa kadar yükselmesini bilirler. Bu, onlara daha sonra güç olma, devlet olma tecrübesi kazandırır. Türk egemen sınıfı, tamamen feodal devletin fideliğinde, onun sistemi içerisinde geliştirilen bir egemen sınıftır.
Ortadoğunun yerleşik feodal çıkarları ve onların dinsel doğmalara dayalı eğitim sistemi, en çok Türk boylarının ileri gelenlerinde sadık bir uşak bulmuştur. Bunlar egemen sınıf olma şartlarından biri olarak, sistem içinde bunu iyi özümseyerek sağlayabileceklerini çok iyi bilirler. En çok askeri ve diğer bürokratik, siyasi güç merkezlerinde yoğunlaşırlar. Önemli oranda okul hayatı yaşarlar. Daha sonra devletçikler oluşturmaya başlarlar. Burada önemli olan, feodal sistemin doğmalarından en çok etkilenen, o sayede yükselen bir egemen sınıf olmalarıdır.
Selçuklu ve Osmanlılarda bu sistem son derece geliştirilir. İmparatorluğun sivil ve askeri idaresi için gerekli olan kadroları yaratmak amacıyla, devşirme usulüyle, tüm halkların en yetenekli çocukları daha ana kucağındayken alınırlar, Medrese ve Yeniçeri Ocağı sistemi içinde özel olarak eğitime tabii tutulurlar. Bunlara hangi ailenin çocuğu oldukları unutturulur, hangi ulusa mensup olduklarını hiç bilemezler. Gözlerini bu iki ocak arasında açmışlardır. Buna birde resmi tarikat ocaklarını ekleyelim. Buralara alınarak yoğunca eğitilen ve gerçekten gözleri iktidarın kendilerine gösterdiğinden başka bir şey görmeyen; tamamen bu gösterilenleri yiyip içen; bununla büyüyen bu devşirmeler, dönemin en güçlü ordu çekirdeğini ve sivil yönetimi oluştururlar. Vezirler, Şeyhülislamlar, Kadılar, Paşalar hep o ocaklarda yetiştirildi. Osmanlı imparatorluğunda altı yüz yıla yakın bir dönem eğitim sistemi böyle işler. Denilebilinir ki, Osmanlı imparatorluğu gibi tamamen yağmaya ve çapula dayanan, görülmemiş baskının, kelle koparmanın uygulandığı bu iktidarda, en sadık bendeleri böyle oluşturulur.
Liberal, özgürlükçü düşünceye en ufacık bir yer verilmez. Gökte tanrı, yerde onun vekili Sultan, ve onun sadık bendeleri, kulları olan bürokrasi ve serfler yığını vardır. Bunda okul sisteminin büyük rolü vardır. İmparatorluğun işleyişinde bu sisteme verilen rol fazladır. Çok sıkı bir ayıklama, yıllarca süren bir eğitim ve yaşam içinde sürekli yetkinleşme ile imparatorluk kadrosu oluşturulur.
Bu kadroların en belirgin özelliği; mensup oldukları halk ve aile çıkarını tanımamak sadece bir tanrı buyruğu olarak anlaşılması gereken Sultan’ın fermanlarının hizmetinde olmak ve bunları hayatı pahasına en ufacık bir itiraz göstermeden yerine getirmektir. Bunun için peki üç kıtada ne yapılır? Talan! Tümüyle Sultan için her şeye el konulur. Sultan’ın ordusu, dünyanın en sadık ordusudur. Fetva verenler, Sultan’a sonuna kadar bağlılığın en iyi savunucusu ve örneğidir. Öyle ki, bu kadar uzun yüzyılları kapsayan bu imparatorlukta isyanlar, direnmeler en büyük günah olarak ve her türlü katliamı hak eden girişimler olarak değerlendirilir. Bunun için fetva verilir, ordular hunharca isyanları ezer. Halkın özgürlük ruhu boğulmuştur. Görülmemiş bir boyun eğme, uşaklık ruhu hakim hale gelmiştir. Pasifikasyon sonuna kadar geliştirilmiştir. Özellikle dinsel doğmalar, yani ideolojik etkileme o kadar ilerlemiştir ki; sınır tanımıyan sömürü, kitleler tarafından, iktidardan kaynaklanan bir olgu olarak değil, bir kader, bir tanrı hükmü olarak görülür. Böyle olduğuna göre boyun eğmekten başka bir çare yoktur. Zaten başka bir seçenek bırakılmamıştır. Demokrasi ruhu öldürülmüştür. Osmanlı sisteminin halk üzerinde yarattığı etki budur.
Daha sonra bu Cumhuruyet otoritesine yansıtılır. Osmanlılar, bu sistem ve gelenekleriyle, böyle bir halkı Cumhuriyete bırakır. Bu temelde Cumhuriyet kendisini kurumlaştırıyor. Yükselen bir burjuva sınıfı, Cumhuriyete damgasını vurur. Mevcut otorite önemli oranda Osmanlı otorite anlayışından devir alınmıştır. Devlet kurumları, bürokrası, ordu olduğu gibi aktarılırken, eğitim kurumları da aynen aktarılmıştır. Şüphesiz Cunhuriyetin kurucusu burjuvazi, sınıf çıkarları doğrultusunda bu yapıyı daha da modern kurumlarla takviye etmiştir, ama bu yapı ve kurumlar, kaynağını, anlayışını, yönetim geleneğini tümüyle Osmanlı otorite ve kurumlarından alır. Ordu kurulurken zaten imparatorluk ordusunun kalıntılarından derlenmiştir. Devlet diğer kurumlarında teşkilatlanırken; valilik, kaymakamlık, defterdarlık, yargı sistemi tümüyle kurum, kanun, işleyiş, hatta bürokrasi kurumu; imparatorluğun son döneminden devr alınmıştır.
Aynı durum eğitim kurumları için de geçerlidir. Sadece Arapça yerine, Türkçe, Osmanlıca dili yerine öz Türkçe esas alınmıştır. Yine burjuva çıkarlarının daha iyi işletilmesi için batı uygarlığının daha yaygın aktarımı yapılarak medreseler yerine Cumhuriyetin okul sistemi geçirilir. Darülfünun yerine, üniversite, İdadilerin yerine Lise geçirilir. Medreseler ikinci plana itilir, fazla ilgi gösterilmeyen Halk Eğitim Ocakları, İlkokul sistemi oluşturulur. Eğitimin özü değişmez. Amaç baskı ve sömürü için yeni kadrolar oluşturmaktır. Harbiye okulunun sadece adı değiştirilmiş ve Harp Okulu olmuştur. Mirası olduğu gibi devralır. Bu şekil değişikliğiyle birlikte görülmemiş bir eğitim hamlesine başlanır. Buna “eğitim devrimi” denir.