HABER MERKEZİ – Yazılı bir açıklama yapan PKK Şehit Aileleri ile Dayanışma Komitesi, PKK’nin ilk yıllarından 2020’li yıllara kadar aynı aileden gerilla saflarına katıldıktan sonra şehit düşen üç “Şerif”i andı. Açıklamada, “Üç Şerif’in bitimsiz öyküsü nereye varır bilinmez. Ancak Önderliğimiz ve halkımız özgür olmadığı sürece özgürlüğe sevdalı fedailer olan Şerifler, ilk gün bu öykü nasıl başladıysa bundan sonra da ana nehir misali durmadan hep akacağı kesin” denildi.
PKK Şehit Aileleri ile Dayanışma Komitesi’nin açıklaması şöyle:
“İlkler her yer de olduğu gibi, Kürdistan’da da bütün ilgiyi kendi üzerine çekmişti. Kimdi bunlar? Apocular da ne demek? Onlarca zihinleri zorlayan sorular art arda gelirken, yeniye olan merakı da alabildiğine zorlamıştı. Kürdistan’ın başkenti Amed’e Apocular gelmişti. Apocular var olanı sorgulatmakla kalmıyor aynı zamanda, söylem ve eylem birlikteliklerindeki uyum, söz ve davranışlarındaki ahenk ile herkesin ilgi odağı haline gelmişlerdi. Halkın uğrak yeri olan kahvehanelerde sürdürülen tartışmalarda yürekte saklı duran umutları diriltmekle kalmamış, ufukları da alabildiğine genişlemişti. Halk için yeni olan bu durum Kürdistan’daki reformist örgütler için mevsim sonu olmuştu.
1978 yılına gelindiğinde PKK bütün Kürdistan’da örgütlendiği gibi, Amed ve ilçelerinde de örgütlenmişti. Reformist örgütlerin hakim olduğu Amed’in kalabalık ve en çok aydın nüfusuna sahip Ergani’de durum farklı değildi. Buradaki reformist örgütler gençlik başta olmak üzere halk tarafından sorgulanmaya başlanmıştı. PKK’nin kuruluşuyla birlikte Önder Öcalan’ın Kürdistan Devriminin Rolü ve Görevlerimiz başlığı altında yayınladığı manifesto 1978’in de kurulan Serxwebun dergisinde yayınlanmasıyla sorgulamanın yerine reformist örgütlerden uzaklaşma ve kopuşları beraberinde getirmişti. Kürdistan Devrim manifestosu PKK kadrolarına el altından dağıtılmasıyla Kürdistan halkının makûs talihinin değişebileceğine olan inanç büyük bir yankı bulmuştu. Kürdistan’ın bağımsız ve özgür olabileceğine inananlardan biri de Ömer Arslan yani Şerif’ti.
Aile reformist örgütlere sempati duyarken Ömer de yeni olana katılmıştı. O da tıpkı PKK gibi yeniyi temsil ediyordu aile de. Bir ilki başlatmıştı. Ömer PKK’ye katılmasıyla birlikte, ailede var olan yurtseverlik ağacı dallanıp budaklanacaktı. Özgürlük aşkı bütün bir aileyi kuşatacaktı. Onun kahramanlık öyküsü aile içindeki kuşaklara yayılacaktı. Nasıl Kürdistan’da aile içindeki kuşaklar bir bir PKK saflarında yerini alarak bir gelenek başlatmışsa, Arsalan ailesinde de PKK saflarında Şerif ismini almak için sıralarını bekleyeceklerdi. Bu ilki Ömer Arslan yani PKK’deki koduyla Şerif başlatacaktı. Tarih 2020’lere geldiğinde aynı aileden üçüncü Şerif, yani Şerif Ergani bu geleneği sürdürme direnişini bütün coşkusuyla devam ettiriyordu.
Ömer 1961’de Türkiye’de yaşanan askeri darbe ile gözlerini hayata açmıştı. İlk ve ortaokul süreçleri ise dünya da büyük bir alt üst oluşun yaşandığı yıllardı. Bir yandan kapitalist modernitenin kaosu, diğer yandan bu kaos karşısında ulusların kurtuluşlarını gerçekleştirmek için verdikleri ulusal kurtuluş mücadeleleri vardı. Filistin halkının İsrail işgaline karşı verdiği direniş ise tüm Ortadoğu halklarını etkisi altına almıştı. Bu sürecin en önemli gelişimi ise 68 gençlik kuşağının iki kutuplu dünya dışında ideolojik olarak yaşananları sorgulaması ve daha özgür demokratik bir arayış içerisine girerek serhildan ve eylemlere girişmesiydi. Gençlik için bir çekim merkeziydi. Ömer’de ailedeki diğer bireylerin referans ve telkinleriyle o dönem Ergani’de güçlü olan Ala Rizgari örgütüne sempati duymuştu. Ama çocukluğundan başlayan arayışlarına Ala Rızgari örgütünde istediği cevabı bulamıyordu.
İlk okul yıllarında başlayan arayışı, herkesin olmak istediğinin tersine bir yaklaşım öne çıkarmıştı. Verili olanı kabul etmemişti. Öğretmenleri Ömer’e, “Ne olacaksın” dediğinde Ömer, “sinema oyuncusu olacağım” demesi onlara çok ilginç gelmişti. Ömer’in sinema ve tiyatro sanatçısı olma istemi lise sıralarına kadar devam etmişti. Boş zamanlarda abisinin fırınında çalışıp kazandığı paraları sinema ve tiyatro dergilerine harcamıştı. Film oyunculuğu ve tiyatro dünyasını her yönüyle incelemişti. İçindeki sanatçı kişiliğini dışa vurmak istese de PKK ile tanışması ile beraber ülkenin içindeki durum çok sevdiği sanat alanında yürümeye ara vermek zorunda kalmıştı.
Sinemadan ayrılışını Ömer şöyle dile getirmişti, “Devrimci ideolojinin Kürdistan’a yansıması, benim devrimci ideolojiyle temas etmem, sömürge toplumuyla ilgili bazı şeyler öğrenmem beni bu heveslerimden vaz geçirdi. Çünkü Kürdistan’da milyonlarca insanın sempati duyduğu, yetenekli olduğu şeyler vardır. Ama Kürdistan’ın sömürge yapısı bu yeteneklerini geliştirmesine engeldir. Biz bu sömürge ülke yaşamında istediğimiz, sevdiğimiz sanata kavuşamayız. Bazıları istedikleri şeye erişse de bu ülke insanları için geçerli değildir. Bizim görevimiz devrimcilik olmalı. Bağımsız bir ülke yaratma olmalıdır. Bağımsız bir ülke yaratıldığında bireyler yazar olma imkanı bulacak, film oyuncusu olmak isteyen iyi bir film sanatçısı olmak olanağına sahip olabilecek. Bu düşüncelerle eski hevesli olduğum şeylerden vazgeçtim. Biz ülke kurtuluşçuları olmalıyız. Bundan daha yüce bir görev yoktur. “ Ömer hayallerine bağlılık kadar, gerçekçi olmasını da bilmişti. Ülkenin içinde bulunduğu durumu görüp, sorumluluk üstlenmekten kaçınmamıştı. Ülke özgür olmadan özgür sanatında gelişemeyeceğini kısa sürede anlamıştı. O nedenle yönünü devrime vermişti.
Ömer ailenin sorunları çözmede de en önde gelendi. Ondan büyük abisi olmasına rağmen genelde ailenin sorunlarını hep o çözerdi. Kendi deyimiyle, “PKK’ye katıldıktan sonra ailenin sorunlarını daha rahat çözümlüyordum’ diyordu. Ömer’in bu yapısından dolayı ailenin göz bebeğiydi. Onun bu özellikleri aile içinde herkes tarafından sözü dinlenir kişi haline getirmişti. Ömer PKK ile ilişkiye geçmesiyle beraber aile içinde yurtseverliğin zeminini çok daha güçlü ve bir o kadar doğru esaslara oturtmuştu. Abisi ve kardeşleriyle çok yoğun tartışıyordu. Ala Rizgari hareketine dönük eleştirileri geliştirirken, onun yerine Önder Apo’nun düşüncelerini anlatıyor, Apocularda gördüğü bilinç, inanç ve cesareti anlatıp duruyordu. Uğruna verilecek bu çetin mücadelenin haklılığını onlara kavratmaya çalışıyordu. Çünkü Ergani’de Alarizgari çok güçlüydü, PKK ise yeni yeni gelişiyordu. Ömer gibi militanlar sayesinde PKK Ergani’de çok geçmeden önemli bir yer tutmaya başlamıştı.
PKK’nin sömürgecilik ve işbirlikçi feodal komprodorlara karşı verdiği mücadele, Ömer’i kısa sürede PKK’ye çekmişti. Reformizmin Kürdistan’da sonuç almayacağını görmüş ve 11 Eylül 1979’da PKK’lilerle ilişkilenmesiyle beraber, Ergani’de bulunan PKK kadrolarından örgütlendikleri evlerde Kürdistan ve sosyalizm üzerine yoğunca eğitim almaya başlamıştı. PKK’nin mücadele gerekçeleri ve amaçlarını kısa sürede kavramıştı. Ergani’de sadece PKK propagandasını yapmıyor, aynı zamanda okul içinde örgütlenmeye ağırlık veriyordu. Aile ve okul çevresinde PKK sempatisini alabildiğine geliştirmişti. Yaptığı propaganda sayesinde PKK’ye katılımlar gerçekleşmişti. Ergani kırsalında üstlenen gerillayla ilişkilenmişti. Yanlarına gidip geliyor, lojistik ihtiyaçlarını karşılıyordu.
1980’nin Nisan ayında gerilla Ergani kırsalındaki karakola dönük eylem gerçekleştirmesi üzerine, genel operasyon çıkmıştı. Operasyon Ömer’in bulunduğu köye gelmesi üzerine, şüpheli olarak askerler tarafından göz altına alınıp, sorguya alınmıştı. Yapılan işkencelere direnerek karşılık vermişti. Sömürgeci işkenceciler sonuç alamayacaklarını görünce Ömer’den vazgeçmişlerdi. Ömer hakkında bir şey bilmemeleri üzerine kısa sürede bırakılmıştı. Bir hafta aradan geçmemişti ki, yapılan ihbarlar üzerine Ömer’in PKK’li olduğu anlaşılmıştı. Ergani emniyetine Ömer yaptığı çalışmalar hakkında epeyi bilgi gitmişti. İhbar sonrası evlerine baskın yapılmıştı. Ancak Ömer ev de yoktu. Ömer’i ellerinden kaçırdıkları için karakol komutanı epeyi hayıflanmıştı. Bunun üzerine Ömer hakkında aranma kararı çıkarılmıştı. Arandığını haber alan Ömer, 1982’nin sonlarına doğru dağlara çıkma kararı alır ve kısa sürede özlemini çektiği Kürdistan dağlarıyla buluşur. 1979’dan 1981 ortalarına kadar Ergani ve Çermik arasında yürüttüğü faaliyeti, Piran başta olmak üzere, bölgenin tüm dağları ve köylerine taşımasını bilmişti. Ancak Ergani ve Çermik ile ilişkisini kesmez. Silahlı eğitim aldıktan sonra güçlü bir militan olur. Ergani’de sömürgecilikle işbirliği içerisinde olan kesimlere dönük bir çok eylemde yer alır. Ergani’de acenteci birine dönük yapılan eylemde ayağından yaralansa da eylemi sonuçlandırır. Bu belki de Ömer’in en önemli özelliğiydi. Aldığı işi ne pahasına olursa olsun büyük bir ciddiyetle ele alıp bitirmekti.
Ömer, bir an önce Önderlik ve PKK’yi kavrama, gerillacılıkta kendisini yetkinleştirmek istiyordu. Yaşamda ve sorumluluk üstlenmede kaygısız duruyor, emekçi yanıyla tüm arkadaşlarının dikkatini çekiyordu. PKK’nin 1979’da Filistin, Lübnan sahalarına çekilmesiyle beraber birçok PKK kadrosu da 10-15 kişilik gruplar biçiminde geri çekiliyordu. Ama ülke 12 Eylül cuntasının koşullarına rağmen boş bırakılmıyordu. 1982 ortalarında o da bu şanstan yararlanarak Lübnan sahasına geçti. Kısa bir süre de olsa Önderlik sahasında siyasi ve askeri eğitim aldı. PKK 2. Kongresinin aldığı direnme kararına bağlı kalarak 1983’te ülkeye dönen bir çok grup gibi oda ülkeye döndü.
Ülkeye döner dönmez bir grup arkadaşıyla birlikte Amed, Çermik, Ergani, Piran ve Hani gibi ilçeleri de içine alan 4. Bölgeye bir grup arkadaşıyla düzenlemeleri olur. 1985 sonlarına kadar da bu bölgede faaliyetlerini sürdürür. Alanda PKK 2. Kongresinin direniş kararlarına alabildiğine sahip çıkarak önemli eylemler gerçekleştirilir ve düşman bu alanda rahat kalamaz duruma getirilir. PKK hareketi kısa sürede bu alanda önemli taban bulur, köyler de ve kırsal bölgelerde kalan halk önemli oranda örgütlendirilir. Alanda geliştirilmek istenen tasfiyeci eğilimlere, küçük burjuva yaşam tarzlarına, kaçırtıcı yaklaşımlara, ihanet ve teslimiyetçi kişiliklere karşı mücadele de hep önde olur Ömer. Direniş ve mücadele kadar Önderlik çizgisini kendinde geliştirme de önemli mesafeler kat eder. Başta Parti ve hareket değerlerini korumak kadar, verdiği emekle de değer yaratmada önemli bir rolün sahibi olur. PKK militanlık ölçüsünü geliştirmeden ülkenin var olan mevcut kişiliklerle özgürleşemeyeceğini 6 yıllık militanlık pratiğinde çok iyi görmüş ve değerlendirmişti. O nedenle habire kendisine yükleniyor, teorik ve pratik gücünü artırmaya çalışıyordu.
Fırsat buldukça halk arasına katılıyor, güçlü propaganda yeteneğini açığa çıkararak örgütlemeyi geliştiriyordu. Bölgedeki Dimilî köyler yani Zaza köyler temel uğrak yeri olmuştu. Zazaçayı önemli oranda sökmeye başlamıştı. Buradaki halkla adeta kaynaşmıştı. Halkla kaynaşma onun en güçlü özelliklerindendi. “Embaz Şerif yenû” (Ömer Arkadaş geliyor) denildiğinde köylülerde sevinç oluşurdu. Üslubu oldukça çekiciydi. Sade ve net bir dili vardı. Sorunları çözerken mutlaka köylülerin düşüncelerine dikkat ederdi. Kararları onlarla birlikte alırdı. Daha o istemeden, köylüler götürebileceği kadar lojistiği hep hazır tutarlardı. Bütün köylüler sonuna kadar ona güvenirlerdi. Ömer’in köye giriş ve gelişleri hiç bir zaman sıradan olmamıştı. Lübnan sahasında öğrendiği Gerilla Yaşam Kılavuzunu eksiksiz uyguluyordu. Gizlilik esastı ve Ömer’de bu konuda taviz vermeyen bu yanıyla biliniyordu. Parti disiplini onun için her şeyden önce geliyordu. Böylesine disiplinli olan Ömer, yaşamda da bütün yoldaşlarıyla şakalaşabilen, espri yapan, uyum içinde hareket eden özellikleri arkadaşları arasında aranan bir kişilik haline getirmişti. Nerde katı, nerede esnek olabileceğini Önderlikten öğrenmişti. Yaşamda ve çalışmalarda sorumluluk almada hiç bir zaman kendisini geri çekmeyen bir kişilikti. Geri adım atmaz yanı mücadele ve savaş çizgisinde de böyleydi.
Amed 4 . bölgeye yeni düzenlemelerin olmasıyla birlikte 6 aydan bu yana silahlı tek bir militanın olmadığı Adıyaman alanına bir grup arkadaşıyla geçmeleri talimatı gelmişti. Hiç tanımadıkları, bilmedikleri bu alana geçmek oldukça riskliydi. Ama ne Ömer neden grubun diğer üyeleri tereddüt göstermeden kısa sürede Adıyaman’a gidecek yolu planlamaya başlamıştılar bile.
Adıyaman alanında üstlenmek kolay olmayacaktı. Ama PKK 1976’dan bu yana Adıyaman alanında örgütlüydü. Eski örgütlemeleri bulmak, halkla kaynaşmak grup için zor olmadı. Kısa sürede halk için de önemli mesafe almışlardı. Bu örgütlenmelere yeni çevreler de katılmıştı. Şehir ve köydeki kimi ilişkilerle gizli bir biçimde sığınaklar oluşturulmuş, düşmanın karakolları hakkında önemli istihbari bilgiler edinmiştiler. Ancak Adıyaman 12 Eylül faşizminin de üstünde yeni senaryolar düzenlemek istediği bir alandı. Sünni ve Alevi yapısının varlığı mezhep çelişkilerini kaşımak için oldukça elverişli bir alandı. Halkın kendi arasında böyle bir sorunu olmasa da devlet bu çelişkileri kaşıyarak Kürt halkının birliğini parçalayıp bölerek kendi otoritesini zorunlu kılıyordu. Gerilla açısından Kürdistan’ın iç alanlarına açılması açısından stratejik bir bir güzergah olarak görülüyordu. Bu kapı sömürgecilik tarafından tutulduğunda gerillanın manevra alanı zayıflıyordu. O nedenle bu alan da gerilla mutlaka olmalıydı. Dolayısıyla PKK hem şehirde ve hem de dağlarda hiç bir zaman eksik olmamış, hep halkının yanı başında durmuştu. Özellikle sistemin bu alanda geliştirmek istediği ihanet ve yılgınlığa karşı gösterdikleri direnişleriyle Yurtsever Adıyaman halkının yüreğinde yerleri hep var ola gelmişti.
1986’da Kürdistan’da yeni bir gerilla ordusunun şafak atımında HRK (Hêza Rizgariya Gelê Kurdistan) içinde yer alan Şahin Klavuz Silahlı Propaganda Birliği savaşçıları baharla birlikte önemli hazırlıklar yapmışlardı. Özellikle Kürt halkının direniş bayramı olan Newroz bayramını eylemlerle kutlamak için bir dizi eylem kararı almışlardı. Bunlardan bir tanesi de Adıyaman TPAO tesislerine dönük eylem kararıydı.
Adıyaman petrol zengini olsa da halk yoksuldu. Halkımızın yer üstü zenginliğini talan ettikleri gibi yer altı zenginliklerini de talan etmekle kalmıyor, buradan kazandıkları parayla aldıkları silahlarla halkımızı katlediyordular. Bu gerilla için önemli bir gerekçe olmuştu ve bunun hesabını sorma kararı almışlardı. 1986’nın 20-21 Mart akşamı Adıyaman’a 5 Km yakınlıkta olan Toybelan mıntıkasındaki ana depo ve pompalama istasyonu, tesisle birlikte yerle bir edilmişti. Newroz’a doğacak günün gecesinde depodan yükselen petrol alevleriyle bütün şehir aydınlanmıştı. O akşam bütün şehirde ‘Yaşasın Mücadelemiz’ yazılı pullamalar yapılmıştı. Halk gerillayla Newroz’u kutlamış, kimi köylerden mermiler atılarak kutlamaya eşlik edilmişti. Bu eylemlerle birlikte Şahin Klavuzlar grubu Adıyaman’da güçlü bir yer edinmişti. Ancak düşmandan da bütün gücüyle grubun peşine düşmüştü.
1986 yılı çok zorlu geçmişti. 28 Mart’ta HRK’nin efsanevi komutanı Egit, yani Mahsum Korkmaz’ın şehadetiyle eylemler her alanda yükseltildiği gibi, Adıyaman alanında da HRK savaşçıları Türk sömürgeciliğiyle çetin bir savaşa tutuşmuştular. Komutan Egid’in intikamı bitmez tükenmez bir öfke olup sömürgeciliğin üzerine patlamıştı. Şehitler ayı olarak bilinen Mayıs ayına girildiğinde 21 Mart’ta başlatılan atılım ruhunu doruğa çıkarmak için çabalarını daha da yoğunlaştırmıştılar. Son olarak işbirlikçi-hain yapıya darbe vurmak için harekete geçip 13 Mayıs gecesi Kahta’ya yakın bir noktaya konumlanmıştılar.
Ancak aksilikler peşlerini bırakmamıştı. Planlamaları tutmamıştı. Konumlandıkları nokta ovalık bir alandı ve her an düşman tarafından fark edilebilirlerdi. Onlar konumlanmanın tehlikesini düşünürlerken, ihanet sinsice başını kaldırmış arkadan hançeri vurmak için çoktan harekete geçmişti. Yerlerinin ihbar edilmesi sonucu 14 Mayıs sabahı sömürgeci güçler etraflarını çembere almıştı. Çok geçmemişti ki, çatışma bütün şiddetiyle başlamıştı. Arkasına sığınacakları bir kayaları bile yoktu. Yüzlerce mermi yağmur misali üzerlerine boca ediliyordu. İki HRK savaşçısına karşı binlerce asker ve polis bütün yolları tutarak çatışmaya girmişti. Bu çemberden çıkış olamayacağını görmüştüler. Büyük bir güç dengesizliği vardı. Asker ve polisler ha bire teslimiyet çağrıları yapıyordular. Amaçları onları sağ yakalayıp grubun diğer üyelerini katletmekti. Ya teslim olarak halkına ihanet etmiş bir kişi olarak yaşamak ya da şehadet tacını giyerek ardıllarına büyük bir direniş mirası bırakmak, bunun dışında bir seçenek yoktu. Seçimlerini hızlıca yapmıştılar. Çatışma sabah saat 10.00’dan 4.00’e kadar devam etti.
Buğday tarlaları içerisinde konumlanarak çatışmayı alabildiğince uzatmaya çalıştılar. İlk etapta üzerlerine gelen polis gücünden bir polisi öldürüp birini de yaralamıştılar. Polislerin yardımına koşan askerler de ağır yaralar alınca helikopter takviyesi istemiştiler. Yüzlerce asker ve polis helikopterlerin eşliğinde saldırıya geçmişti. Karadan ve havadan ateş altına alınmışlardı. Saatlerce roket atışına tuttular. Ancak her seferinde ağır kayıp ve yaralılar vererek geri dönmek zorunda kalmışlardı. Ancak Ömer ve yoldaşı İbrahim’in cephanesi tükenmek üzereydi. Her ikisi de yaralanmış, ciddi kan kaybetmiştiler. Buna rağmen direnmekten bir adım geri adım atmamıştılar. Adeta bir ordu gibi savaşıyorlardı. Düşman tankları devreye koymasına rağmen sonuç alamamıştı. Düşman saflarında korku egemen oldukça, HRK savaşçıları yaşarken ölümü yenip, PKK gerillasında açığa çıkan insan üstü cesaretin gücü o övünerek bitiremedikleri Türk ordusunu etkisi altına almıştı. Teknik yenilmez insan iradesi karşısında çaresiz kalmıştı.
Operasyonda başarısız kalan düşman bu seferde ahlaksızca halkı kendisine siper ederek Ömer ve İbrahim’in üzerlerine gitmeye çalıştı. Ancak cephaneleri tükenmişti. Çember alabildiğine daralmıştı. Aldıkları yaralardan kaynaklı hareket edemez durumdaydılar. Sömürgeci ordu baştan bu yana iki HRK savaşçısını elleriyle yakalamayı düşlemişti. Sömürgeciliğin bu sinsi planını anlayan Ömer ve İbrahim son bir hamleyle bir araya gelebilmişlerdi. Birbirlerinin gözlerine baktılar. Her ikisi de kafasında geçirdikleri planın zamanın geldiğini biliyorlardı. Son bir kez birbirlerine baktılar. Ömer avucunda sımsıkı tuttuğu el bombasının pimini çekmeden önce düşmanın üzerlerine gelmesini bekliyordu. Düşman harekete geçmişti ve aralarında iki metre kala el bombasının pimi avuçlarına düşmüş yoldaşı İbrahim’i bütün gücüyle yeniden kucaklamıştı. 14 Mayıs 1986’da gece karanlığı Kahta’nın üzerine düştüğünde evlerde Ömer ARSLAN (Şerif) ve İbrahim ERKENEK’in direnişi konuşuluyordu. Binlerce polis ve asker karşısında iki keleş, bir kaç şarjör mermi ve el bombaları dışında hiç bir silahları olmayan yüreklerin bu muhteşem direnişi Adıyaman ve Kahta’da hep anlatılıp duruldu.
Bu savaşta ihanet ve direniş kıyasıya çekişmesi yaşanmış; sonuçta direniş ihaneti bir kez daha mahkum etmişti. İhanetin dikenleri değil, direnişin kızıl gülleri serpilip boy vermişti. Ömer Arslan’ın direniş öyküsü ondan sonra gelecek ardıllarının kulaklarında dinmeyen özgür yaşam şarkısı olmuştu. Şerif ismi aile onurunun ve kahramanlığın soy kütüğüne çoktan çakılmıştı. O isim ve silah kaldırılarak kaldığı yerden öykünün devam edeceğine dair yemin içilmişti.
Şerif’in öyküsü bu sefer de yeğen Welat Şiyar Arslan tarafından başlatılacaktı. O da yıllarca özlemini duyduğu amca Şerif‘in ayak bastığı yerlerden geçecekti. 8 ay cezaevinde kaldıktan sonra, yıllarca dinlediği öykü hayal olmaktan çıkıp gerçekleşmişti. 16’sına bastığında Şerif ismini almanın heyecanıyla 1994 Şubat’ında Amed kırsalına çıkarak gerillayla buluşmuştu. Gerillanın düşmana kök söktüren meşhur silahı olan keleşi eline aldığında amcası Şerif aklına gelmişti. Sanki yıllarca gerillada kalmış gibi yaşamda yabancılık çekmemişti. Amcası Şerif’in bilmediği yönlerini eski gerilla komutanlarından dinleyerek yarım kalmış öykünün parçalarını bir bir kafasında tamamlıyordu. Amca Şerif gibi olmak artık vazgeçilmez bir tutkuydu. Eyleme katılmak, yıllarca biriktirdiği intikam öfkesini düşmana göstermek için sabırsızlanıyordu. Yeni olması nedeniyle bir çok eylem önerisi kabul edilmemişti. Yeni bir eylem planlaması olduğunu duyduğunda komutanlarının yanı başında belirivermişti. Komutanın gülüşü ve ardından ismini eylem savunma grubunda saymasıyla birlikte heyecanı göğüs kafesine sığmaz olmuştu.
Piran (Dicle) Prejman karakoluna doğru yola çıktıklarında savunmanın üstleneceği alanlar belirlendi. Saldırı grubu ise karakola doğru gecenin zifiri karanlığında sızarak birer ikişer mevzilendiler. Koordinenin saldırı talimatıyla gecenin karanlığı karakolu hedefleyen roket atışıyla aydınlanmıştı. Çok kısa sürede karakol yoğun ateş altına alınmıştı. Türk askerlerinin bağrışmaları patlayan roket ve el bombalarının kuvvetli sesi altında kaybolup yitiyordu. Bir saat geçmemişti saldırı grubu geri çekil talimatıyla gidecekleri istikamete doğru birer ikişer çekilmeye başladılar. Savunma grubu saldırı grubunun bıraktığı boşluğu doldurarak olası düşman takibine dönük mevziilerinde hareketlenmeye başladılar. Karakol harabeye dönmüş, onlarca kayıp veren askerler karakol dışına çıkmaya cesaret edememişti. Takviye için helikopterler alana ulaşmadan savunma grubu da kademeli bir biçiminde geri çekilerek kendi istikametine doğru gecenin karanlığında kaybolmuştular. Nasıl gelip, nereye gittikleri belli olmamıştı gerillanın. Eylem başarılı olmuş gerillaların gözleri gülüyordu.
Şerif ismi de PKK gibi bitmeyen bir roman ve öyküydü artık. Gerilla komutanı Şerif’e yaklaşarak, “evet, bu eylem sonrası Amcanın yerini doldurdun. Yeni Şerif sensin artık” demişti. Bu sözler sonrası Şerif uzun uzun amcasını düşündü. Silüetini gözlerinin önüne getirdi. ‘Gerçekten onun yerini doldurdum mu’ diye Gorsê dağının zirvesinden yıldızlara bakarak dalıp gitmişti geçmişe.
çok kısa sürede amcası Şerif’i sadece eylemlerdeki öncülüğüyle değil, yaşamda ve yoldaşlarıyla ilişkide de aratmamıştı. Bunu gören komutanları biraz daha zor bir alan olan Dersim alanına düzenlemiştiler. Bu haber Şerif için oldukça önemliydi. O da amcası gibi Dersim’e gidecekti. Dersim’e doğru yola çıktıklarında amcasının ayak izlerini takip edercesine her geçtiği yeri adeta hissederek yaşıyordu. Dersim onun için yeni bir coğrafyaydı. Kuryeleri geçtiği her alanı tanıtarak geçiyordu. Şerif’te geçilen her alanı hafızasına kazıyordu. Çünkü bir gerilla için alan hakimiyeti oldukça önemliydi. Düşmanın karakolları, Elazığ korucularının nöbet kulübeleri ve en önemlisi de düşmanın gizli pusularına düşmeden bir bir geçmiştiler. Kısa zamanda Dersim’e ulaştıklarında alan hakimiyetinin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlamıştı.
Dersim’e uluşmalarının üzerinden bir hafta geçmemişti ki, bulundukları noktaya doğru genel bir operasyon başlatılmıştı. Havadan ve karadan yürütülen operasyona takılmamak için geri çekilmeleri ve noktalarını değiştirmeleri gerekiyordu. Grubun önemli bir kesimi Ali Boğazına yakın olan noktalarına doğru geri çekilirken, iki tecrübeli arkadaş ile birlikte Şiyar da gönüllü olarak kalarak düşmanı takibe alıp darbe vuracaktılar. Tim komutanları uzun bir süredir Dersim alanındaydı. Gerillada oldukça tecrübeli ve alana hakimdi. Nasıl hareket edeceklerine dair bir araya gelerek toplantı yaptılar. Önce fazla kalan eşyaları gömmeleri gerektiğini, ardından da çekildikleri noktayı mayınlayarak düşmana iyi bir süpriz hazırlamalarının iyi olacağını ve son olarak düşmanın geliş yönü dikkate alınarak, düşman onları geçtikten sonra beklemedikleri biçimde ormanın en sığ olduğu noktadan arkadan vuracaklarını belirtti.
Kısa sürede bütün eşyalar toplanmış, Tim komutanın belirleyip hazırladığı gömme yerine getirilen eşyalar naylonla sarılıp bir matara içine bırakılarak gömülüyordu. Üç ayrı nokta ve yerde gömü işi tamamlanmıştı. Tekrar noktaya dönerek mayınlama çalışmasına başlandı. Çok titizlik istiyordu. Mayınlamayı tim komutanı yapıyordu. Eli adeta terazi gibi işliyordu. Fünyeleri yerleştirirken bütün arkadaşların çekilmesini istedi. Kısa sürede profesyonelce işlerini tamamlamış, uygun yerlere yerleştirilmişti. Kaldıkları noktanın içine, hemen noktanın ön tarafına ve noktaya ulaşacakları yolun tam üstüne koymuştular. Büyük bir titizlikle her yer kamufle edildi. İz bırakacak hiç bir şey es geçilmemişti. Sanki insan eli değmemiş, buralarda yaşam olmamış, bakir bir alan haline getirilmişti.
Türk komando birliği özel timlerle birlikte helikopter desteğinde Şiyar ve arkadaşlarının bulunduğu noktaya kadar sorunsuz bir şekilde ilerlemiştiler. Gömülü mayına yaklaştıklarında sağlı sollu mevzi alan gerillalar pür dikkat bekliyorlardı. Mayına basmaları durumunda onlarda askerleri çapraz ateşe tutacaklardı. Nihayetinde beklenen an gelmiş, nefesler tutulmuştu. Öndeki çavuş, “buralar da çok dikkatli olun, mayın olabilir” demesiyle büyük bir patlama oldu. O anda iki kaleşinkofla çalışmaya başlamıştı. Helikopter nereye müdahale edeceğini anlamamış, askerlerin bulunduğu yakın alana iki roket atmıştı. Ancak gerillanın mevzileri rahattı ve buluşacakları alan belirlenmişti. Şarjörleri bittiğinde her üç gerilla da bir sonraki buluşacakları noktaya doğru çoktan yola çıkmıştılar. O gün 22 asker ölmüş, onlarcası yaralanmıştı. Askerle noktaya ulaşamadan imha olmaları üzerine o bölgeye doğru operasyon durmuştu. Böylece noktaları da deşifre olmamıştı.
Şiyar’ın da dahil olduğu grup, operasyona çıkan askerlere bir hafta boyunca pusular kurarak, mayınlama yaparak, yer yer taciz ateşleriyle sürekli kayıp verdirdi. Çünkü gerilla alandan çekilmiş, küçük bir tim pirince karışmış taşlar misali koca alanda kendisini rahat gizlemişti. Binlerce asker ise harekete geçtiğinde her yerden görülebilen develer misali hedef durumundaydı. Bu da gerillaya büyük inisiyatif kazandırmış, ava gidenler avlanmıştı.
Şiyar her yıl daha büyük tecrübeler edinmişti. Artık sadece Dersim’den, Koçgiriye, oradan Karadeniz’e kadar gerilla gruplarıyla eyleme gidebiliyordu. Bir de manga komutanı olmuştu. Yoldaşları arasında fedakârlığı ve eylemdeki öncülüğüyle oldukça sevilen bir komutan haline gelmişti. Kürt Halk Önderinin Avrupa’ya çıkmasıyla birlikte uluslararası komployu engellemek için bütün gerillalarda olduğu gibi Şiyar’da bütün öfkesini düşmana kusmak için eylemden eyleme koşuyordu. Uluslararası komplocular ince ve sinsi bir biçimde kirli emellerini gerçekleştirmek yeni planlar örmüştüler. Kürt Halk Önderliğinin Türk sömürgeciliğine teslim edilmesiyle birlikte o da eylemleriyle bu uğursuz planı engelleyemediği için kendine çok kızıyordu. Önderliğinin deyimiyle “yetmez yoldaşlıkla” kendini ele alıyordu. Uzun bir süre Önderliğinin esaretinin etkisi altında kalır. 1999’da geri çekilme sürecinde Dersim ve Koçgiri’de kalır. Önderliğe doğru yoldaş olmanın yoğunlaşması içine girer. Önderliğin çözümlemeleri üzerinde kendisini eğitmeye çalışır. Önderlik ve PKK gerçeğini anlamak için günlerce yaptığı yoğunlaşma sonrası aklına amcası Şerif gelir. “Keşke Önderlik esir düşmeseydi ve ben de amcam gibi Önderlik sahasına gidip eğitim alsaydım” der. Bunu düşündükçe bu fırsatı elinden alanlara olan öfkesi artar.
Son süreçte Dersim Eyalet komutanı İsa Dersim (Orhan Abay) ile birlikte hareket eder. Yaklaşan Newroz bayramını kutlamak için hazırlık yaparlar. 9 Mart 2000 tarihinde düşman pususundan habersiz kendi alanlarına dönme için yola koyulurlar. Türk sömürgeciliği özel tim ve askerlerden oluşan geniş bir pusu kurmuştular. Gerillalar düşman atışıyla birlikte pusuya girdiklerinin farkına varmıştılar. Bu pusudan kurtulmak imkansızdı. Çünkü her taraf sarılmış ve yağmur misali mermiler her yerden üzerlerine geliyordu. İlk atışta 9 kişilik gerilla grubundan iki arkadaş şehit düşmüştü. Bu durumu anlayan gerillalar sırt sırta vererek ölümüne bir direnişe geçtiler. Düşman askerleri böylesi bir direniş karşısında şaşkına dönmüştü. Gerillalara yaklaşmak isteyen bir tim gerillaların mermilerinden çıkan kurşunlarla oracıkta ölmüştü. Askerler gerillaların üzerlerine gitme durumunda asker kaybının fazla olacağını gördüklerinden çatışma uzamıştı. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden çatışmada Başta Dersim Eyalet Komutanı İsa Dersim olmak üzere, Şerif Ergani ve 7 arkadaşıyla birlikte şehitler kervanına katılmıştılar. Kahta’dan sonra Şerifler bu sefer Dersim’de özgürlük tomurcuğu olup yeni bir çiçek yani yeni Şerif’in gelmesini bekleyecekti.
Şehadet haberi Arslan ailesine geç ulaşsa da aile tarafından Şerif’in cenazesi alınıp Ergani’de büyük kitlesel törenle defnedilmişti. O gün aynı zamanda küçük kardeş yeni Şerif olmanın sözünü tıpkı doğada yaşanan cemreler gibi söz önce beynine, sonra yüreğine ve ardından günü geldiğinde dile ve pratiğe gelerek o da ardılı olduğu Şeriflerin yolunu tutmuştu. Üç Şerif’in bitimsiz öyküsü nereye varır bilinmez. Ancak Önderliğimiz ve halkımız özgür olmadığı sürece özgürlüğe sevdalı fedailer olan Şerifler, ilk gün bu öykü nasıl başladıysa bundan sonra da ana nehir misali durmadan hep akacağı kesin.”