HABER MERKEZİ –
“PKK’lileşme, sosyalistleşme daha büyük bir anlam kazanmış bulunmaktadır. Hatta Ortadoğu halklarını giderek etkilemesi kadar, uluslararası alanda da iddialı bir sosyalist öncülük olarak etki sağlayacağı, hatta öncülük edeceği anlaşılmaktadır. Kürdistan Devrimi bu anlamda, eğer içeriğini daha da zenginleştirirse, özellikle partileşmeyi, kendi içinde insan çözümünü, yeni tip insanı son yıllarda büyük bir yoğunlukla geliştirmesi gibi hakim kılarsa ve stratejik-taktik olarak da devrimci savaş yöntemlerini tutturursa ve bu önemli bir zaferle sonuçlanırsa sosyalizmde çok iddialı bir süreci başlatması işten bile değildir.”
“1 Mayıs 1996 uluslararası işçi sınıfının, bütün emekçilerin direniş ve mücadele gününde PKK her zamankinden daha fazla sosyalizmde ısrar ve başarının partisidir.
Bugün emekçilerin bayramını bir kez daha anarken üzerinde durulması gereken en temel husus, işçi sınıfının dünya görüşü olan sosyalizmin durumunu ve bu temelde insanlığa ilişkin gelişmeyi bir kez daha değerlendirmek önemlidir. Daha da önemlisi partimizin bu gerçeklik içindeki yerini doğru ortaya koymak büyük önem taşımaktadır. İnsanlık üzerinde emperyalizmin tek yanlı egemenliğindeki, sömürüsündeki gelişme iki binli yıllara doğru giderken daha tehlikeli bir hal almaktadır. Özellikle de reel sosyalizmin çözülüşünün ortaya çıkardığı sorunları hâlâ doğru ve köklü cevaplandıramamaktan dolayı emekçi saflarda büyük bir kargaşa, güvensizlik, inkarcılık hüküm sürmektedir.
Dünya halkları neredeyse en yoz, çürümüş kapitalizmi yaşam yoluymuş gibi benimsenmeye zorlanmaktadır. Sadece toplumun kirletilmesi değil, yeryüzü doğası denilebilir ki, en tehlikeli bir kirlenmeyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bunda en büyük sorumlu olan kapitalist-emperyalist sistem ise en hoyratça ve en gözükara bir şekilde önüne geçilemez bir hakimiyet dönemini bütün insanlığa sınırsız dayatmaya çalışmaktadır.
Ya sosyalizm, ya hiç!
İnsanlık tarihinin birçok dönemlerinde olduğu gibi, özellikle azgın ve son çürümüş dönemini yaşayan köleci-feodal sistemlerin aşılma dönemlerinde gösterdikleri gericiliğin daha kapsamlı bir şekilde doğanın da tahribini kapsamına alarak ilerleyen egemenlik-sömürüden insanlık üzerinde en gelişmiş boyutuyla zarar görmektedir. Dolayısıyla hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir şekilde kapitalist-emperyalist sistem karşısında sosyalizm eğer bir çit kuramazsa sadece işçiler-emekçiler değil, insanlık için de dünyanın sonu gelmiş demektir. Her zamankinden daha fazla söyleyebiliriz ki, bu, kapitalist-emperyalist tahribata karşı ya sosyalizm, ya hiçliktir.
İnsanlık kurtuluşuyla ilgilenen birçok ideoloji her zaman ortaya çıkmıştır. Sosyal mücadeleler insanlık tarihiyle başlar ve günümüze kadar gelir. Özellikle her sistemin kendine özgü birçok sosyal mücadelesi vardır. Tarih bunların binlercesine tanıktır. Bizi bugün daha çok ilgilendiren emekçilerin dünya görüşü olarak şekillenen sosyalizmin içinde bulunduğu durumdur. Sosyalist ideoloji geçen bir yüzyıl içinde büyük bir gelişme gösterdi ve neredeyse dünyanın üçte birine yakın kısmında uygulama imkanı buldu. Fakat bağrında taşıdığı eski yaşamı; sömürücü, baskıcı toplumsal özelliklerin ağır basan etkileri ve oldukça dogmatik yaklaşımlar nedeniyle bu deneyimin zaman zaman çözülmeye gittiğini görmekteyiz; oldukça zikzaklı bir gelişmeyi yaşamaktadır. Bu geçen yüzyılın birçok deneyimi, hatta kapitalizme karşıtlık temelinde söylersek iki yüzyılık emekçilerin savaşım tecrübesi sosyalizmden vazgeçilemeyeceğini, ama geliştirilmesi için giderek toplumun tam bir bilimsel ifadesi olması için de hayli yaratıcı yaklaşılması gerektiğini bu pratik deneyimler, özellikle de bunun başarısız sonuçları açıkça ortaya koymaktadır.
Sosyalizm çok önemli süreçleri yaşadı. Tarihin bütün dönemlerinde az çok sosyalizm vardır. İlkel komünal dönem, aynı zamanda ilkel sosyalizmi ifade eder. Köleci dönemlerin Spartaküs hareketlerinden tutalım İslam devriminin harici hareketi, hatta Alevi hareketi bile sosyalist özelliklere hükmetmektedir. Fransız burjuva devriminde bile Babeuf bir komünist hareket olarak kendini ortaya koymaktadır. Zaten bu devrimle birlikte giderek, bilimsel sosyalizme yakın gelişmelerin de peşisıra geliştiğini görüyoruz. Komünist Manifesto burjuva devrimler süreçinde ilan edildi. İşçi sınıfının bağımsızlık manifestosu bir korkulu rüya gibi bütün burjuvazi üzerinde kendisini hissettirdi. Hatta ilkel komün deneyimlerini de, başta Paris Komünü olmak üzere birçok ülkede kooperatif hareketleri biçiminde gösterdi. En önemlisi de giderek emekçilerin nasıl bir politika yapması gerektiğini Komünist Enternasyonalle, giderek milli sınırlar temelinde işçi sınıfı partilerinin doğuşuyla gösterdi.
Bundan tam bir yüzyıl önce denilebilir ki, gelişmiş bütün kapitalist ulusların bağrında işçi sınıfı, partilerini inşa etmiştir. Birinci Enternasyonal’in sınır ayrımına dikkat etmeyen bir emekçiler ligi olduğunu biliyoruz. İşçi sınıfı ideolojisini dernek yanı ağır basan bir örgütlenmeye dönüştürdüğünü ve Paris Komünü’yle birlikte bunu hayata geçirmeye çalıştığını bilmekteyiz. İkinci Enternasyonal’in ise daha da politik mücadeleyi geliştirdiğini, derneklerden partileşmeye önemli adımlar attığını, emekçilerin sendikal-demokratik haklar mücadelesiyle önemli gerçekleştirmeleri sağladıklarını iyi bilmekteyiz. Artık işçi sınıfının, emekçilerin iktidar sorunu kapitalist-emperyalizmin bu ilk aşamasında gündeme geldiğinde, özellikle Ekim Devrimi işçi sınıfı öncülüğündeki bir devrim olarak, toplumsal mücadeleler tarihine girdi. O zaman bunun büyük bir sıçrama yaptığı tarihte de emekçiler adına eski devleti parçalayıp yeni bir devleti ortaya çıkardığını ve bunun bütün baskıcı ve sömürücü sınıfları, egemenleri büyük bir korku içine ittiğini ve dünya çapında bir gericilik dayanışmasıyla bu devrimin üzerine gelindiğini de çok iyi bilmekteyiz.
Bolşevik önderlikli Ekim Devrimi önemli bir tarihsel çıkışı ifade eder. Sosyal mücadeleler tarihinde dev bir adımdır. Fakat her devrimde olduğu gibi bu devrimde de çocukluk hastalıkları ortaya çıktı. Eğer dikkatli ve duyarlı bir biçimde aşılmazsa daha sonra cüceleşmesi görüldüğü gibi kaçınılmaz olarak karşımıza çıktı. Bir anlamda bu büyük devrimde de yaşanan böyle bir gelişme oldu. Bu devrim bütün işçi sınıfı ve emekçi halklar adına sağlam bir doğuşu ifade etmekle birlikte, bağrında taşıdığı eski toplumun izleri, ilk örnek olmasının da verdiği tecrübesizlik, en önemlisi de dünya gericiliğinin büyük ablukası ve Rusya’da çok güçlü olan eski toplumsal kalıntılar önemli bir darboğazla karşı karşıya getirdi. Sorunları çözmek için uluslararası gericilikle erkenden ve çok ödün vererek mesafe alınmak istendi. İçeride yaratıcı olunamadı. Özellikle kapitalist sistemin kendi içindeki demokrasisine alternatif bir sosyalist demokrasi geliştirilemedi. Devrim yapan parti devletleşme süresince kendini devlet içinde eritti ve giderek devletin iç ve dış politikasının basit bir aracı haline getirdi sosyalist parti. Bu devlet de giderek daha çok ulusal endişelerle hareket eden bir Rus şovenizminin de güçlü etkileri, kendi içinde ulusal sorunda olduğu kadar, uluslararası alanda da halkların devrim ve ulusal kurtuluş sorunlarına, hatta işçi sınıfının sosyalist devrimlerine gereken doğru yaklaşımı gösteremedi. Yine her geçen gün daha da bir sağ sapmayı yaşayarak bu deneyimin günümüze doğru ağır bir çözülmeyle karşı karşıya geldiğini, 1990’lara doğru artık bütün belirtileri ortaya çıktı. Öyle oldu ki, bu aşama neredeyse sosyalizmin bitişi olarak bütün kapitalist ideologlar ve siyaset temsilcileri tarafından değerlendirildi, alkışlandı; sanki onlara yeniden gün doğmuş gibi bir rahatlık içine girdiler. Kendileri için tekrardan bir sınıfsız rahat yaşama döneminin açıldığını sandılar. Yeni dünya nizamından bahsedildi. Eksik yönleriyle de olsa sosyalizmin yaşayan bazı kalelerine karşı ambargo daha da şiddetlendirildi. Müthiş bir ideolojik-psikolojik saldırıyla birlikte, ekonomik kuşatmalar yoğunlaştırıldı. Bu altüst oluşlarla dolu on yıl içinde dehşetle görülmüştür ki, kapitalist-emperyalizm bu heyecanı, bu kendine güveni bozulduğu kadar, altından çıkılamayacak ağır sorunları da beraberinde getirdi.
Sosyalizmsiz bir insanlığın, bir dünyanın umut olmadığını, hiçbir soruna çözüm getirmediğini günümüze doğru herkes daha köklü anlamakta ve bunun derin bir arayışı içinde çözüm yollarını aramaya çalışmaktadır. Sosyalizmin kötülendiği bu son çeyrek asır, artık yeni arayış ve çözümler için bir sorumluluğu dayatmaktadır. Çürüyen, tamamen rantiyeye, borsa oyunlarına dayalı olan bir kapitalizm, hiçbir yaratıcı özelliğinin kalmaması kadar, sadece toplumun bütün iç dinamiklerinin, insani kimliğinin tahrip edilmesiyle yetinmemektedir. Bütün çürümüş rejimlerin son dönemlerinin bin kat daha gerisinde, tehlikeli ve çürütücü bir biçimde etkisini ortaya koymakla, çıkarmakla kalmamakta; doğayı, insanlığın olmazsa olmaz koşulu olan çevre ile bağlantısını müthiş tahrip etmektedir. Bu muhteşem gezegeni yaşanamaz bir alana çevirmektedir. Kapitalist-emperyalist sistemin en büyük tehlikesi ve en büyük suçu da budur. Eğer tedbir alınmazsa, bu kapitalizm altında geçecek çok kısa bir süre sonra, bu gezegen yaşanamaz bir hale gelecektir. Bu görkemli gezegenin bir çöp yığını haline dönüşmesi işten bile değildir. Her ne kadar bazı cılız sesler çıkmaktaysa da, en büyük başkaldırı yine sosyalizmdir. Hem de radikal bir devrim biçiminde bu tehlikeye karşı toplumun da görülmemiş miktarda kirlenmiş iç yüzünü bir kez daha aydınlatacak ve kurtuluş yollarını gösterecektir.
Sosyalizm hem hayal, hem de bilimdir
İnsanlığı ilgilendiren en temel sorun doğa tahribatının önlenmesi ve iç toplumsal kirlenmenin durdurulmasıdır. Daha şimdiden başlayan tartışmalar, arayışlar reformist çapta da olsa aynı sorunun uç veren noktalarını ortaya koymaktadır. Daha köklü değerlendirmeler ve çözüm yolları önümüzdeki sürecin devrimsel hedefleri olarak karşımıza çıkacaktır. Ve bu devrimsel hedeflerin sosyal ve siyasal mücadele biçimleri, çeşitli taktikleri kendisini mutlaka ortaya çıkaracaktır. Sadece genel çerçeveleriyle bu büyük tehlikenin durdurulamayacağı, köklü çözümler için teoriler, planlar, programlar ve çok önemli taktiklerin peşisıra geliştirilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Şimdiden arayışların kaçınılmaz bir biçimde ele alınması gerektiğini göstermektedir. İnsani değerler esas alınıyorsa sosyalist ideoloji daha da geliştirilmiş ve derinleştirilmiş perspektifini, uygulama esaslarını yakalamak zorundadır.
Nasıl ki, insanlıktan umut kesilemeyecekse sosyalizmin gelişmesinden de umut kesilemez. Sosyal mücadeleler nasıl insanlıkla başladıysa, insanlık var oldukça sürecektir. Sosyal mücadelesiz, toplumsalsız insanlığın gelişmesi mümkün değilse, sosyalist mücadelesiz de insanlığın geleceği düşünülemez. Sosyalist mücadele bu anlamda insanlığın tek kurtuluş seçeneği olarak kendisini tekrar tekrar ortaya koyacaktır. Bunun bir ucu da, tarihin bir döneminde gerçekleştirilen bir devrim çerçevesinde dogmatik bir şekilde ele almamak önemlidir. Sosyalizmi, insanlığın genel kurtuluş düşüncesi, hayali ve bilimi olarak değerlendirmek daha doğrudur. Hem hayal, hem de bilimdir. Hiç şüphesiz bilim olduğu için, somut gerçekliği yakalayacaktır. Ama yüzyıllara sığmayan bir hayal yanı olduğu da gözardı edilemez.
Dar bilimsel yaklaşım kaba materyalizmin bir uygulanışıdır ki, reel sosyalizmde bunun nasıl bir çözümsüzlüğe doğru gittiğini iyi gördük. Hayali, morali, iradeyi, felsefeyi ihmal eden bir sosyalizmin kaba bir materyalizm olarak tehlikeli bir hale gelmesi kaçınılmazdır. Bu tehlike sosyalizmde ortaya çıkmıştır ve şimdi aşılmakla yüz yüzedir. Buna benzer birçok yeni politik, ekonomik, demokratik gelişmeler ortaya çıkacaktır. Sosyalist ideolojinin önünde siyasal ve ekonomik kurtuluş büyük bir sorundur. Yine demokrasi önemli bir sorun olarak çözüm bekliyor. En önemlisi de çevre sorununa kesin programatik bir yaklaşım; hem de çok detaylı ve mutlak uygulanması gereken bir program gerekiyor.
Eski sosyalist ihtilal teorileri yetmiyor
Bunlar yeni dönem sosyalizminin, üzerinde programatik anlamda çalışacağı temel sorunlardır. Hiç şüphesiz felsefesi, hayali, moral-ahlaki yanına ilişkin de kesin bazı gelişme ilke ve esasları yakalaması gereklidir. Felsefesiz, moralsiz sosyalizm kesin düşünülemez. Kaba bir materyalizm en az kapitalizm kadar tehlikelidir. Bunun yanında yeni partileşme, örgütleşme ve mücadele taktikleri sorunu da önem kazanacaktır. Eskinin sosyalist ihtilal teorileri yetmiyor. Gerek isyanlar, gerekse daha uzun vadeli halk kurtuluş savaşımları bütünüyle gözardı edilmezse, bu tek başına yetmiyor. Gelişen ulusal devletlerin durumu, yine ittifaklar sosyal düzeyin gelişkinlik durumu daha değişik mücadele biçimlerini zorlamaktadır.
Özellikle teknik oldukça gelişmiştir. Teknik ile mücadeleler arasında önemli ve sıkı bir bağlantı vardır. Dolayısıyla yeni partileşme ve mücadele taktikleri bu somut gelişmeyi de göz önüne getirerek daha değişik mücadele yöntemlerini geliştirmek zorundadır. Sosyalist hareketlerden tutalım şiddet hareketlerine kadar, yeni mücadele taktikleri kendisini dayatacaktır. Hiç şüphesiz bu temelde enternasyonalizmde de bir gelişme ortaya çıkacaktır. Artık ulusların dar sınırlar içinde tutulamayacağı, emperyalizmin deyişiyle globalleşmenin bu kadar arttığı bir dönemde sosyalizmin de globalleşmesi gerektiği ortadadır.
Yeni bir enternasyonal yaklaşım giderek kendisini hissettirecektir. Daha doğru, somut ulusal sınırlar kadar evrensel sınırlarda da kendisini gösterecektir. Toplumla doğa arasındaki ilişkileri iyi formüle edecek bir sosyalist enternasyonal, önemli bir ihtiyaçtır ve önümüzdeki yüzyılı belki de böyle bir enternasyonalin bayrağı altında karşılamak en doğrusu ve en gerekeni olacaktır.
Reel sosyalizmin etkilediği bir ortamdan kaynak bulmakla birlikte, kendine özgü yanları da olan PKK hareketi, günümüzde oldukça ilgiyle değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Nasıl bir sosyalizm cevabı kadar, geçmişle bağı ve yeniyi nasıl sağlayacağı tartışılmaktadır. Bütünüyle yaptığımız PKK’yi böyle özgün bir sosyalist aşama partisi olarak gündemde tutmaktır Bu da oldukça başarılmıştır. PKK’nin Kürt ulusal kurtuluşçuluğunun öncü gücü olduğu, daha çok görülen bir yanıdır. Fakat asıl önemli bir yanının da uluslararası sosyalist mücadele içinde ifade ettiği anlamdır. Giderek daha da ön plana çıkarılması gereken yönü budur. Bu son çeyrek yüzyıl içinde, reel sosyalizmin aşıldığı, kapitalist-emperyalist egemenliğin en güçlü bir sürecinin yaşadığı bu dönemde PKK’nin sosyalizmdeki ısrarı ve başarıyı sürdürmüş olması başlı başına bir inceleme konusudur. Kaldı ki, günlük basından da görmekteyiz ki, emperyalizmin başı olan ABD, PKK’yi boşuna “dünyanın en tehlikeli terörist örgütü” olarak değerlendirmiyor. Bundan anlaşılması gereken, sosyalist sisteme karşı olan ABD’nin, sosyalizmde önemli bir konumu işgal etmesi kaçınılmaz olan PKK’yi daha şimdiden büyük bir tehlike olarak gördüğü ve değerlendirdiğidir. Doğrusu da budur.
Uluslararası gericilik bir dönemler Marks, Engels’i ve daha sonraları Bolşevikleri tehlikeli ve ucube olarak değerlendirildi. Şimdilerde ise PKK, uluslararası gericiliğin üzerine ittifak kurduğu, hatta zirveler yaptığı bir tehlike olarak değerlendiriliyor ve uluslararası alanda hakkında çok değişik kovuşturmalar yapılıyor. Vahşi bir TC faşizmi, bütün uluslararası gericilik tarafından destekleniyor. Yine bu faşizmin yürüttüğü soykırım savaşı yetmiyormuş gibi, uluslararası alanda da her gün yeni kovuşturmaların, mahkemelerin açılması PKK gerçeğinin bu yönünü oldukça iyi ortaya çıkarmaktadır.
Uluslararası emperyalizm ABD ve sıkı yandaşları olan Almanya ve İngiltere gibi devletler bu konuda eski bir tecrübeye sahiptirler. Onları ilgilendiren dar bir Kürt ulusal kurtuluşçuluğu değildir ve bunu zaten destekliyorlar. Başarısı için de her çabayı sergiliyorlar. Bunların karşısında oldukları, tam da önemli bir sorun olarak Kürt sorunundaki PKK öncülüğünün ve onun ideolojik-sosyal yaklaşımlarının kendi sistemleri için son derece tehlikeli bir hal almasıdır. Olasıdır ki, PKK’nin sosyalist içeriğinin yeni Bolşevizm olması işten bile değildir. Ortadoğu’da kapitalist-emperyalist sistemin en zayıf halkasında giderek öne çıkan bir PKK öncülüğü büyük bir tehlikelidir. Öyle çapraşık bazı gelişmelerin 1990’lardan itibaren Ortadoğu’yu getirdiği darboğaz sonucu oluşan bloklaşmada PKK’nin varlığını sürdürüp pekiştirmesi, bu sistem için daha yakıcıdır ve dikkatle değerlendirmeyi gerektirir.
ABD’nin ikide bir Ortadoğu dengelerinde “PKK’yi asla söz sahibi yapmayacağız, etkili kıldırmayacağız” demesi boşuna değildir. Denge saflarında bu beklenmedik gelişmeyi kesin ortadan kaldırmak istiyor. Mümkünse ehlileştirmek, mümkün değilse ortadan kaldırmak son yılların temel bir politikası olarak karşımıza amansız bir biçimde çıkarılmaktadır.
PKK’nin iddiası uluslararası öncülükte rol oynamaktır
Biz hiç şüphesiz mücadelemizde, daha çok emperyalizmin bu etkisizleştirme, boğma taktiklerine yönelik politikamıza ağırlık verdik. PKK önderliğini en çok böyle taktik hususlarda yoğunlaştırmaya boşuna ağırlık vermedik. Çünkü biraz da gizli bir biçimde boğuntuya getirilmek istenen PKK’nin taktik-stratejik olarak gelişme göstermeseydi bugünkü sosyalist özü de güçlü bir zemine kavuşamazdı.
PKK’lileşme, sosyalistleşme bu stratejik ve taktik gelişmeler temelinde daha büyük bir anlam kazanmış bulunmaktadır. Hatta Ortadoğu halklarını giderek etkilemesi kadar, uluslararası alanda da iddialı bir sosyalist öncülük olarak etki sağlayacağı, hatta öncülük edeceği anlaşılmaktadır.
Kürdistan Devrimi bu anlamda, eğer içeriğini daha da zenginleştirirse, özellikle partileşmeyi, kendi içinde insan çözümünü, yeni tip insanı son yıllarda büyük bir yoğunlukla geliştirmesi gibi hakim kılarsa ve stratejik-taktik olarak da devrimci savaş yöntemlerini tutturursa ve bu önemli bir zaferle sonuçlanırsa sosyalizmde çok iddialı bir süreci başlatması işten bile değildir.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan 1 Mayıs 1996 tarihli değerlendirmesidir.