BEHDİNAN-Bakurê Kurdistan ve Medya Savunma Alanlarında tarihi bir direnişin sürdüğünü ifade eden Karayılan, “Her ne kadar son 3 yıl içerisinde Medya Savunma Alanları’nda direniş yükselmiş, gerçekten Apocu fedai ruh zirveye çıkmışsa da esas olarak aynı ruh ve fedakarlıkla 8 yıldır Bakurê Kurdistan’da tarihi bir direniş yürütülmektedir. Unutmayalım ki, Türk devleti 2016 yılında, “2017 Nisanı’ndan sonra PKK artık kalmayacak” demişti. Yani 6 yıl önce, özellikle Bakur’daki gerillaları bitireceklerini söylediler ve her yıl da “bu yıl bitireceğiz” diyorlar. Yani düşman istihbarat, İHA-SİHA ve çağın tekniğiyle gerillayı bitirmek istiyor. Her yıl böyle planlıyor. Her yıl kendilerinin açıkladığına göre, yaklaşık 10 bin operasyon yapıyor. Yani Bakurê Kurdistan’da kapsamlı bir savaş var” dedi.
Karayılan, “Bakurê Kurdistan gerillası, büyük fedakarlık ve fedai bir ruhla direniyor, mücadele yürütüyor. Arkadaşların tecrübeleri vardır. Tecrübelerinden faydalanıp ders çıkarırlarsa, arkadaşların Bakur pratiğinde düşmanı boşa çıkaracak yaratıcılığı geliştireceklerine inanıyorum. Böylece düşmanı yeneceğiz ve Kurdistan Özgürlük Gerillası kazanacaktır” vurgusunda bulundu.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Türk ordusunun işgal saldırılarını ve 8 yıllık savaşın bilançosunu Dengê Gel radyosuna değerlendirdi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit devam ediyor. Uygulanan tecrit politikası ve İmralı’daki durumlar hakkında ne dersiniz?
Öncelikle Önder Apo’ya ve düşmanın zindanlarında esir olan tüm arkadaşlara selam ve saygılarımı sunuyor; direnişlerini saygıyla selamlıyorum.
Tecrit, Türk devletinin mücadelemize karşı yürüttüğü savaşta bir sistemdir ve tecrit devam ediyor. İmralı Tecrit Sistemi’nde hiçbir değişiklik yoktur. Zaten aynı zamanda tüm Türkiye ve Kurdistan zindanlarında da yürütülüyor ve Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşında bugün tecrit sistemi hakimdir. Kuşkusuz düşman, Önder Apo’nun düşünce sisteminden ve kararlı duruşundan korkuyor. Bunun için Önder Apo’nun sesinin harekete, kadrolara, halka ulaşmasını engellemeyi önemli görüyor. Çünkü o, saydığım bu kesimleri ya tasfiye etmek ya da teslim almak istiyor. Bu yüzden tecrit sisteminde herhangi bir gevşeme yapmıyor.
ÖNDER APO’NUN ÜZERİNDEKİ YÜK HAFİFLETİLMELİ
Şüphesiz düşman o kadar önemli görüyor ki, bunun için Türkiye’nin ulusal yasalarını, uluslararası yasaları ve ahlaki ölçülerin hepsini ayaklar altına alıyor. Bunların hepsini çiğnemesinin nedeni, yaşadığı korkudur. Buna karşı yürütülen direniş ve gösterilen duruş, kuşkusuz çok anlamlıdır. Fakat bizim gibi dışarıda mücadele yürüten arkadaşlar, yine yurtseverler ve halkımız için önemli olan, bizlerin ne yaptığıdır. Bu çerçevede bakıldığında durumumuz, bir özeleştiri durumudur. Yani bir özeleştiri sürecindeyiz. Bilmeliyiz ki, bugün genel olarak yürütülen mücadele üzerimizdeki sorumluluğu çok daha fazla arttırıyor ve dönem görevlerini ortaya koyuyor. Çok daha sonuç alıcı bir hareket, taktik ve yol yöntem ile mücadeleyi yükseltmeliyiz. Sadece tecridin kalkması için değil, Önder Apo’nun ve tüm esir yoldaşların özgürlüğü için mücadeleyi çok daha güçlendirmeliyiz. İçinde bulunduğumuz dönem, artık bu dönemdir. Bu çerçevede, şu an yürütülen şeyler yeterli değildir; doyurucu değildir. Hem hareket, gerilla ve kadro açısından hem de yurtsever kişi ve kurumlar açısından ele alındığında mevcut yaklaşımın yeterli olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla çok daha güçlendirilmeli ve bu çerçevede en azından Önder Apo’nun üzerindeki yük hafifletilmeli. Çünkü şu an en çok yük altında olan kişi, Önder Apo’dur. 25 yıldır psikolojik savaş saldırılarına, psikolojik işkenceye karşı büyük bir iradeyle duruş vardır. Hepimiz ona bakmalı ve tarzımızı gözden geçirmeliyiz. Mesela bakıyorsun; çalışmalardaki bir arkadaş bir yerde birkaç yıl kaldı mı hemen daralıyor. Ancak dikkat ederseniz, bugün İmralı’da ve diğer zindanlarda bir duruş vardır. Genel olarak sonuç çıkarmamız, bir mesaj olarak ele almamız gerekir. Bu temelde taktik derinlik ve yol-yöntemle mücadeleyi her alanda çok daha yükseltmeliyiz. Bugün böyle bir gündür. Biz bu şekilde Önder Apo ve yoldaşların duruşuna yanıt olabiliriz.
Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıl dönümünde Lozan’da hem kitlesel bir yürüyüş hem de bir konferans gerçekleşti. Konferansın sonuç bildirgesi de açıklandı. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?
Lozan’ın yüzüncü yılı konferansı, doğrusu güçlü gerçekleşti. Hem Kurdistan halkının yürüyüşü iyiydi hem de konferans ve yine yayınlanan sonuç bildirgesi, izlediğimiz kadarıyla iyiydi. Fakat bence daha da iyi olabilirdi. Yani her açıdan çok daha iyi örgütlenebilirdi. Lozan Anlaşması bir soykırım anlaşmasıdır. Her ne kadar bu anlaşmayı yapanlar adına ‘barış anlaşması’ deseler de Kürt halkı için bu bir soykırım ve savaş anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın sonucu olarak yüz yıldır Kurdistan’da büyük trajediler yaşanıyor ve sürekli bir savaş hali var. Tabii insan, ‘bu devletler neden toplanmış ve böyle adil olmayan bir anlaşma ile Kürt halkına büyük bir haksızlık yapmışlar’ diye düşünüyor.
İNKAR VE SOYKIRIM AVRUPA DEVLETLERİNİN İNİSİYATİFİNDE GELİŞTİ
Bu kaç gündür hemen herkes bu anlaşmanın haksızlıklarından bahsediyor. Ancak tüm bunlar yalnızca ekonomik ve siyasi çıkarlarla izah edilemez. Doğrudur; bir yanı halkımızın içinde bulunduğu durumdur. Yani halkımız hazırlıklı değildir; birliğini kurmamıştır; temsilcileri güçlü değildir. Adeta avukatsız bir halktır. Bölgenin en kadim halkı olmasına; yani dil, kültür, tarih açısından zenginlikler sahibi olan bir halk olarak bölgeye sonradan gelmemiş, bölgenin yerlisi olan bir halk olmasına rağmen, bu halk inkar edilmiştir. Kuşkusuz bu inkar da soykırıma yol açmıştır. Peki niye böyle yaptılar! Özellikle de bu, Avrupai devletlerin inisiyatifinde gelişmiştir.
Açık ki, burada bazı tarihi hesapların da rolü vardır. Selahattin Eyyubi’nin intikamının Kürtlerden alınma tutumu vardır. Hem Hristiyan alemi Selahattin Eyyubi’yi unutmamıştır hem de Lozan’dan önceki son yüzyılda da; yani Bedîrxan Beg dönemi ve ardından Hamidiye Alayları zamanında Osmanlıların bir oyunu ve teşvikiyle bazı Kürt aşiretleri tarafından Hristiyanlara karşı saldırılar, sorunlar da gelişti. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde Lozan Anlaşması’nın bu haksız zülüm ve vicdansızlığında tarih içindeki bu uygulamaların da rolünün olduğu görülmektedir. Yani Selahattin Eyyubi’den Lozan öncesine kadar geçen süreç içerisinde Kürtlerden hesap sorma da vardır. Dolayısıyla bu sadece ekonomik ve siyasi çıkarlarla izah edilemez. Bunda tarihin de rolü olduğu söylenebilir.
LOZAN’DAKİ KONFERANS ÇOK ANLAMLIYDI
İşte bunun karşısında güçlü bir biçimde bir konferans yapmak, en azından Kürt halkının bu anlaşmayı kabul etmediğini, reddettiğini, üzerinden yüz yıl geçmiş olsa bile ayakta olduğunu göstermek çok anlamlıdır. Yine kimileri katılmamış olsa bile, gerçekten bu Lozan Konferansı’yla atılmış olan adım, ulusal birliğin temeli olabilir. Çünkü Kürt parti, kurum ve çevrelerinin çoğunluğu ve yine Kurdistan’da yaşayan Ermeni, Asuri-Süryani gibi halklar konferansta hazırdı. Bu çok değerli bir şeydir. Bu adımın devamının geleceğini umuyorum.
Elbette bu konferansın yapılması iyi bir şeydi ama önemli olan pratiktir. Yani devam edilmesidir. Peki devamı ne olmalı? Ulusal bir konferans olmalı. Bu konferans, onun temeli olmalıdır. Mevcut koşullar, ulusal bir konferansın gerçekleşmesi için uygundur. Özcesi böylesi değerli bir konferansın toplanması, biz Kürtler ve Kurdistan’da yaşayan halklar için soykırımcı Lozan Anlaşması’nın yüzüncü yılını karşılamak açısından iyi oldu. Bir cevaptı. Bundan sonra da bu cevabı pratikte çok daha güçlü bir şekilde vermeliyiz. Bu da ulusal birlikle olur, özgürlük mücadelesinin, çözüm mücadelesinin yükseltilmesiyle olur. Bizler, artık bölge halklarının nasıl bir arada yaşayacağı konusunda perspektif sahibiyiz ve çözüm projelerimiz vardır. Yeni bir Lozan olmalıdır. Bu Lozan, ulus-devletlerin Lozanı’dır. Şimdi toplumsal bir Lozan, demokratik konfederal temelde bir Lozan yapılması gerekiyor. Bunun için de mücadeleye ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak; bu değerli çalışmaya öncülük eden KNK’yi ve katılan herkesi selamlıyorum. Hepsini kutluyorum. Bu konferansın iyi bir gelecek, ulusal birlik ve özgürlük mücadelesinin yükseltilmesinde bir temel olmasını temenni ediyorum.
İşgalci Türk devleti 24 Temmuz 2015 tarihinde hareketinize ve Kurdistan halkına karşı geniş çaplı bir saldırı başlattı. Bu saldırının üzerinden 8 yıl geçti. TC, bu savaşın bilançosunu 38 bin 191 olarak verdi. Peki gerçekte bu savaşın bilançosu nedir?
Bundan önceki sorunuz Lozan üzerineydi. Lozan’ın üzerinden yüz yıl geçti. Önder Apo’nun çıkışının ise ellinci yılı tamamlandı. Yani hareketimiz 50 yıldır bu sömürgeci-soykırımcı sisteme karşı mücadele vermektedir. Son 39 yıldır ise silahlı mücadele yürütmektedir. Fakat son 8 yıldır yürütülen savaşın kimi özellikleri vardır. Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi ardından Cizîr ve Kobanê bölgelerinin birleşmesi, yine HDP’nin seçimlerde yüzde 13 oy alması vb. biçimlerde Kuzey’deki özgürlük davasının bir büyüme yaşaması, Türk devlet yetkililerini korkuttu. Onlar, bu gelişmelerin kendisiyle birlikte Türkiye’nin parçalanmasını getireceğini düşündüler. Bunun için ister sağ ister sol olsun, yani NATO’cu veya Avrasyacı, devlet içerisindeki tüm güçler birleştiler ve yeni bir konsept oluşturdular. Buna önce ‘Çöktürme Planı’ dediler. Ancak 2016 yılına gelindiğinde iç örgütlenmesini tamamlayarak soykırım politikası temelinde savaş ilan ettiler. Zaten bu savaşı ilan ettiklerinde, “Bu Türkiye’nin istiklal savaşıdır” dediler. “Bu bir beka savaşıdır; bizim için çok stratejiktir” dediler. Yani devlet tüm gücüyle bize karşı savaşa girdi. Dolayısıyla bu, önceki savaşlar gibi değildi. Hatta daha hızlı karar alabilmek ve tek elden koordine edebilmek için sistemlerini de değiştirdiler. Yani her şeyin tek kişinin elinde olduğu bu cumhurbaşkanlığı sistemini esas olarak savaşı daha iyi koordine edebilmek için getirdiler.
O zamandan bu yana bize karşı çağın teknolojisine dayanarak yapılan saldırılar vardır. İlk 3 yıl Kuzey’de bu saldırılar kapsamlı ve sert bir biçimde gelişti. Bunun karşısında şüphesiz şehirlerin ve eyaletlerin direnişi gelişti. Şehirlerde Çiyager, Xebatkar ve Zeryanların öncülüğünde; dağlarda Azad Sîserler, Delal Amedler ve Baran Dersimlerin öncülüğünde büyük tarihsel direnişler gelişti.
AMAÇLARI GERİLLAYI TAMAMEN TASFİYE ETMEK
2018’e gelindiğinde bu konseptin kapsamını genişlettiler. Hem Efrîn’e saldırdılar, Rojava’yı da açıkça hedef aldılar hem de Xakurkê’ye saldırarak Medya Savunma Alanları’na yani Başûr’a dönük saldırı dalgasını genişlettiler. Hem Bakurê Kurdistan’da hem Rojava Kurdistanı’nda hem de Başûrê Kurdistan’daki bu savaş durumu 2020 yılına kadar devam etti. 2020 yılından bu yana ise en çok Bakurê Kurdistan ve Başûrê Kurdistan, yani Medya Savunma Alanları üzerinde durdular. Doğrudur; bu arada Rojava, Şengal ve Başûr’un birçok bölgesinde suikast ve çeşitli saldırılarını da devam ettirdiler. Fakat bu son dört yıldır savaş en fazla Medya Savunma Alanları ve Bakurê Kurdistan’da yoğunlaşmış durumda.
Peki amaçları neydi? Amaçları gerillayı tamamıyla tasfiye etmekti. Çünkü onlar NATO’nun desteğini alarak çağın teknolojisini elde etmişlerdi. Özellikle de bir şekilde silahlı-insansız keşif uçaklarını elde etmişlerdi. Bu teknikle gerillayı tasfiye edeceklerini, Rojava’yı tamamıyla işgal ederek ortadan kaldıracaklarını, Misak-ı Milli sınırlarını işgal edeceklerini düşünüyorlardı. Zaten Erdoğan Birleşmiş Milletler toplantısında açıkça harita da yapmıştı ve göstermişti. Özcesi onların amacı, Özgürlük Hareketi’ni tamamıyla tasfiye etmek, Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak ve Türkiye’yi Kürt sorunundan tamamıyla kurtarmaktı. Bunu da bu yıl, yani 2023 yılında tamamlamak istiyorlardı.
İşte Lozan’ın yüzüncü yılına (ki bugündür) ve cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılına zaferlerini ilan ederek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüz yılına Kürtsüz girmeyi amaçlıyorlardı. Yani Kürt Özgürlük Mücadelesinin ve iradesinin yok edilmesi temelinde yeni bir yüzyıl (cumhuriyetin ikinci yüzyılını) yaratmayı istiyorlardı. Amaçları, bu yıl içerisinde özgürlük hareketini tamamıyla tasfiye etmek ve bu biçimde hedeflerine ulaşmaktı.
ÜÇ YILDIR ZAP’I İŞGAL ETMEK İSTİYORLAR
Şimdi yüz yıl tamamlandı. Türk devleti bu süreçte dışarıdan destek aldı. Yine etraftaki devletleri de siyasi, ticari, vb. hesaplarla bir noktaya getirdi. İşte bir yandan Rusya ve Amerika arasında oynadı. Irak’ı bir biçimde susturdu. Yine maalesef KDP’yi bu plana ortak etti. Bunların hangi hesaplarla yapıldığı ayrı bir şey ama gerçek böyle gelişti. Yani bazı Kürtleri de kendilerine dahil ettiler ve bütün bunlara dayanarak, ‘kesin kazanacağız’ dediler. Fakat şu an sonuca bakıyoruz; başaramadılar. Çünkü Zap’ta tıkandılar. İşte 3 yıldır Zap’ı işgal etmek istiyorlar; halen de işgal edemediler ve şu an halen Zap’ı işgal etme çabasındadırlar.
Onların bu konseptine karşı hareket olarak direndik, halkımız direndi, Kürt siyaseti direndi, Önder Apo’nun duruşunu zaten dile getirdik. Gerilla da bu direnişlerin yanı sıra taktik açılım yaptı. Birincisi; uzmanlaşmayı ve branşlaşmayı geliştirdi, savaşta bir yenilenme yarattı. Yine teknik kullanımını geliştirdi. İkincisi; tim savaş yöntemini yarattı. Güçlü bir biçimde savaşabilen ve gizli hareket eden tim savaşını geliştirdi. Üçüncüsü; savaşta yer altı sistemini geliştirdi. Yeni bir yöntem olarak yer altı savaşını yarattığı belirtilebilir.
İşte bunlar kendisiyle birlikte, Türk devletinin her anlamdaki saldırılarını ve istihbarat ile çağın teknolojisi temelindeki yönelimlerinin sonuç almamasını getirdi. Bu taktik açılım ve derinleşmemiz karşısında onların saldırıları başarılı olamadı, sonuçsuz kaldı. Bunun için de planları dahilinde olan süre dolmasına rağmen amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü Önder Apo’nun duruşu ile halkımız ve Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın direnişi onların planlarını bozdu. Bu rahatlıkla belirtilebilir.
GERÇEK BİLANÇO
Düşmanın, sürekli açıklamalar yaparak şehit edilen arkadaşlarımızın sayılarını verdiğini belirttiniz. Doğrudur. En son, zannedersem bundan bir hafta önce kadar, onlar da geçen 8 yıl vesilesiyle bir bilanço verdiler. Ama bilançoları yalanlar üzerine kuruludur. Türk devleti, koskoca kadim Kurdistan’ı inkar ediyor, ‘böyle bir yer yoktur’ diyor; bunun için de Kurdistan’daki tüm sistemleri yalanlar üzerinedir. Çağımızda ise zaten gelişmiş olan psikolojik savaşı da güçlüce kullanıyor. Onlar sürekli, ‘vuruyoruz, yakalıyoruz, başarılıyız’ diyorlar. Kendilerini sürekli böyle motive ediyorlar. Gerçekte ise böyle değildir. Bu konuyu uzatmayacağım; kısaca yanıtlamaya çalışacağım:
Bu son 8 yıllık saldırı konsepti 24 Temmuz 2015’te başladı. Yani Lozan’ın yıl dönümünde saldırılarına başladılar. Bu da bir mesajdır. Yani “nasıl ki Lozan’da sizi yok saydıysak ve bunu imzaladıysak, işte şimdi savaşta da sizi yok edeceğiz” demek istediler. Lozan’ın yıl dönümü olan 24 Temmuz günü başlattığı saldırılarla verdiği mesaj budur. Yani, ‘kararlıyız, sizi yok edeceğiz; kökünüzü kazıyacağız’ demek istiyorlar. Bu temelde 8 yıl önce bugün bize karşı savaş ilan ettiler ve bu 8 yıldır bu savaşı yürütüyorlar.
Yürütülen bu kapsamlı savaş, daha çok Kurdistan’ın üç parçasında gelişti. Kısmen Rojhilat tarafında da gelişti; yani Türk devleti zaman zaman Rojhilat güçlerine de saldırıyor fakat daha çok üç parçada yoğunluklu savaş yaşandı.
Gelişen durumun nasıl olduğunu bilanço olarak ana hatlarıyla verirsek;
HPG olarak bu 8 yılda 4 bin 906 arkadaşımız şehit düşmüştür. Kuzey Öz Savunma Güçleri; yani YPS olarak verilen şehitlerimizin sayısı 616 arkadaştır. Tüm kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Onların izindeyiz ve kanlarını yerde bırakmayacağız. Onların hayallerini gerçeğe dönüştüreceğiz.
Buna göre HPG ve YPS olarak toplam şehidimiz, 5 bin 522 arkadaştır. Gerçek rakamlar bunlardır. Biz bu konuda araştırmalara da açığız ve hiçbir arkadaşımızın şehadetini gizleme gibi bir durum mümkün olamaz.
Tabii düşman rakamları açıklarken Rojava’yı da dahil ediyor. Bu verdiğim şehitler Kuzey ve Güney hatlarında şehit düşen arkadaşlardır. Tabii YPS de, HPG’nin bir bölümü gibidir.
Biz Rojava’dan da sorduk; o arkadaşlar da kendi bilançolarına göre bize net rakamlar ilettiler. Tabii onlar bir yandan DAİŞ’e karşı savaşıyorlar; diğer yandan ise ikinci bir DAİŞ olan Türk devletinin saldırılarına karşı da direniyorlar. Türk devletine karşı gelişen savaşta QSD’nin toplam şehit sayısı bin 496 arkadaştır. Yine Türk devletinin saldırılarında şimdiye kadar bin 57 sivil insanımız da şehit düşmüştür. Rojava’nın bilançosu da bu biçimdedir. Yani her üç parçanın askeri kayıplarını toplarsak, tüm şehitlerimizin sayısı 7 bin 18 arkadaştır. Yani askeri güçlerden 7 bin 18 şehadet yaşanmıştır. Rojava’da bin 57 sivil insanımız şehit düşmüştür. Başûr’daki sivil şehitlerimizin net rakamı şu an yanımda yok ancak Bakur’da da bu 8 yılda hemen hemen bin insanımız şehit düşmüştür. Hakeza Başûr’da da 200’e yakın sivil şehit insanımız vardır.
TÜRK DEVLETİ RAKAMLARI ŞİŞİRİYOR
Yani 8 yılda verdiğimiz tüm şehitlerimiz bu kadardır. Ancak dikkat ederseniz, Türk devleti bu rakamı 5 buçuk kat arttırmıştır. Bunlar hep böyle yapıyorlar. Mesela pratikte bizim bir şehidimiz varsa, bir bakıyorsun 5 demişler. Yani çoğunlukla böyle yapıyorlar. Birçok sefer de hiçbir şey olmamasına rağmen varmış gibi gösteriyorlar. Zaten Türkiye olmayan bir şeyi var olarak göstermekte, var olan bir şeyi ise yok göstermekte çok tecrübelidir. Bu konuda belki de kimse Türkiye Cumhuriyeti kadar usta değildir. Yani gerçekleri inkarda bunlar çok ustalar.
Peki bunun karşılığında onların kayıpları acaba ne kadardır? Kayıtlarımıza göre bu geçen 8 yılda Bakurê Kurdistan ve Medya Savunma Alanları’nda Türk devletinden toplam 18 bin 606 asker, polis, subay, çete öldürülmüştür. Rojava’ya yönelik yaptıkları saldırılarda ise asker, subay, polis, çete, vb. birlikte 4 bin 910 kişi öldürülmüştür. Yani bu geçen 8 yılda her üç parça Kurdistan’da Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü saldırılarda 23 bin 570 ölüsü yaşanmıştır. Bunu doğru söylemiyorlar. Onların kaç ölülerini itiraf ettiklerini tam bilemiyorum ancak en fazla 2 bin civarında açıklıyorlardır. Çünkü onlar hep inkar ediyorlar. Yöntemlerini inkar üzerine kuruyorlar. Ancak gerçek bilançolar bunlardır. Özellikle bizim kayıplarımız konusunda hiçbir eksiklik yoktur. Belki düşmana ilişkin verdiğimiz rakamlarda biraz az veya çok olma durumu olabilir ama her iki tarafın da gerçek kayıp listesi bu biçimdedir.
ZAP’TA GERİLLAYI ZORLAYACAK BİR POZİSYONDA DEĞİLLER
En son işgalci TC ordusu Ş. Delil Batı Zap Bölgesi’ne yeni bir işgal saldırısı başlattı. Bunun için neler belirtebilirsiniz? Bu işgalin amacı nedir?
Belirttiğiniz gibi düşmanın şu an operasyon yapmak istediği yer, geçen sene çekilmek zorunda kaldığı alanlardır. Yani orada yerleşemedi ve sonbaharda da çekildi. Şimdi bir kısım askerini Girê Cûdî’de; arkadaşların Şehit Zagros dedikleri boş bir yere indirdiler. Fakat orası arkadaşların kontrolleri altındadır. Askerlerini bıraktıktan sonra hareket ettikleri an arkadaşlar vuruyorlar. Zaten görüntüler de var; helikopter darbe yedi. Birçok defa harekete geçtiklerinde arkadaşlar üzerinde çalışıyor ve darbe vuruyorlar. Bu çerçevede orada savaş var. Öyle görünüyor ki o yer düşman için rahatsızlık veren bir yer olmuş. Sadece orası değil, o eyaletin tamamı öyledir. Düşman orada yerleşemedi ve bu yüzden de bir yıldır sürekli bombardıman oluyor. Şimdi daha da fazlalaştırmışlar. Esasta havadan ve karadan bölgede bombardıman var. İndirilen askerleri de oraya yerleştirmek istiyorlar. Fakat açıklamamızda da belirtildiği gibi daha yerleşememişler ya da yerleşiyorlar ve arkadaşlar da vuruyor. Oradan başka bir yere gidiyor, yine arkadaşlar vuruyor. Yani şu anda arkadaşları zorlayacak bir pozisyonları yoktur. Tam tersine arkadaşlar onları zorluyorlar. Savaş bu çerçevede devam ediyor.
Şimdiye kadar Şehîd Delîl Batı Zap Eyaletinde arkadaşların kaybı yoktur. Hatta operasyonun başladığı gün Metîna’da Girê Ortê, Tirvaniş hattında da düşman hareketliliği oldu. Bazen görünüyor bazen de kayboluyorlar. Öyle görünüyor ki orada da bazı yerleri almak istiyorlar. Yani kendilerine göre bir taktik yürütüyorlar. Orada da temas oldu; düşman bir defa 3, bir defa da 5 kaybımızı verdi. Bu yalandır. Sadece şu an bağlantısı kopan bir arkadaşımız var. Bunun dışında bu savaş sürecinde Metîna’da ve Zap’ta arkadaşların kaybı yoktur. Direniş devam ediyor. Türk devleti artık oraya hakimiyet kuramaz. Biliyoruz ki oraya gelmeleri bir plan dahilindedir. Fakat düşman bu planında başarılı olamayacaktır. Arkadaşların gösterdiği performans yerindedir. Zaten işgal saldırısı öncesinde 19 ve 20 Temmuz’da ve sonrasında da 21 Temmuz’da arkadaşların yaptıkları eylemler hareketimizin yönetimi tarafından kutlandı. Gerçekten arkadaşların performanslarının bir düzeyi vardır.
Durum şimdi böyledir; düşmanın her tarafı alması gibi bir durum yoktur ve artık öyle bir durum kolay kolay gelişmez. Çünkü arkadaşlar yarattığı denge ile ve arazideki hakimiyetlerini savaş içerisinde daha güçlü bir şekilde ilerletecektir. Geçen yılın tecrübeleri de vardır, bu tecrübelerden faydalanacaklardır. İnanıyoruz ki arkadaşlar burada daha net bir zafer kazanacaklardır. Bu umut ve inançla bu eyaletlerde direnen arkadaşları saygı ve sevgiyle selamlıyor, üstün başarılar diliyorum.
YURTSEVERLİK VE TOPLUMSAL AHLAKI DERİNLEŞTİRMELİYİZ
Son süreçte Kurdistan’da özel savaş yaygınlaşmış durumda. Özellikle gençlere yönelik ciddi bir ajanlaştırma faaliyeti var. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?
Türk devletinin Kurdistan üzerindeki siyaseti soykırım siyasetidir. Soykırım herkesi fiziki olarak öldürme anlamında değildir; zaten bu mümkün de değildir. Başkaldıranlar ve engel olanları fiziki olarak imha etmek istiyor; doğrudur; fakat asıl olarak beyaz soykırım yürütmek istiyor. Beyaz soykırım, insanları kendi hakikatinden çıkarmak, gerçekliğinden uzak tutmak ve kendisine sahip çıkamaz hale getirmek, insanları amaçsız hale getirerek, ülke peşine düşme değil de bir parça ekmek peşine düşme ve güdülerinin esiri haline getirmek istiyor. Bu çerçevede Türk devletinin beyaz soykırımı yürütmek için büyük çabaları vardır. Açık ki geliştirilmiş bir psikolojik savaş yürütülüyor. 1925’teki Şark Islahat Planı’ndan bu yana Türk devleti Kürt toplumunu gerçeğinden çıkarıp teslim alarak Türkleştirmek istiyor. Bu yüzden uyuşturucu maddelere, ajanlaştırmaya ve ahlaksızlaştırmaya yani fuhuşa ağırlık veriyor. Bunları özel olarak psikolojik savaş kurumları tarafından, gizli yol ve yöntemlerle Kürt toplumu arasında yürütüyor. Hedefi kadın ve gençlerdir. Kürt kadınları Kürt kültürünü bırakırlarsa bu onlar için bir Türkleştirme zemini oluyor. Bir diğeri Kürt gençleri kendi hakikatlerinden uzaklaşırsa, zaten Kürt toplumunun geleceği kalmayacaktır. Bu yüzden kadın ve gençler üzerinde daha çok duruyorlar.
Bir halkı ayakta tutan şeyler nelerdir? Gelenekleri, görenekleri ve toplumun ahlakı ile toprağa bağlılıklarıdır. Bir insanın toprağa bağlılığını kesersen, ahlaktan yoksun bırakırsan ve geleneklerinden uzaklaştırırsan; o, insan olmaktan çıkar, hayvanlaşır. Yani o toplum kalmaz. Herkes paranın, günlük yemeğin ve midesinin peşine düşecektir. Manevi-kutsi şeylerin peşine düşmeyecektir. Şimdi düşman toplumumuzu o hale getirmek istiyor. Bu yüzden gençlerin peşine düşmüş.
Bizim yurtseverliği ve toplumsal ahlakı derinleştirmemiz gerekiyor. Toplumumuzda ahlak vardır, gelenekler vardır; bunu korumamız gerekiyor. Toprağa bağlı olmamız gerekiyor. Toprağımızı, suyumuzu, kültürümüzü, dilimizi korumamız gerekiyor. Biz bunlarla var oluyoruz. Bunlar toplumun değerleridir. Eğer bunlar olmazsa toplum, toplum olmaktan çıkar. Türk devleti ve diğer sömürgeciler bu yol ve yöntemlerle toplumumuzu, kendisi olmaktan çıkararak kendisine harç yaparak Türklüğü ilerletmek istiyor. Bu çerçevede yurtseverlerimiz, aydınlarımız, sanatçılarımız ve siyasetçilerimiz, yurtseverim diyen herkesin mücadele sahibi olması ve değerleri koruması gerekiyor. Her şeyden önce, örneğin bu halkın değerlerine hizmet eden kişilere, bu halkın varlığı ve özgürlüğü için fedakarlık yapan kişilere sahip çıkmak gerekiyor. Bunlar kimdir? Genele hizmet edenler, fedakarlık yapanlardır. Örneğin şimdi zindanlarda olanlara sahip çıkmak gerekiyor. Yine gerillaya ve kadro olanlara sahip çıkmak gerekiyor. Kurdistan’da PKK kadrolarının hiçbir maddi çıkarı var mıdır? Yoktur. Kadro olmak, bir kişinin ülkesi, halkı, kültürü, ahlakı, haysiyeti ve amacı için her şeyini feda etmesidir. Her gerilla böyledir. Her yurtseverin gerillaya sahip çıkması gerekiyor. Her gerilla bir yurtseverin oğlu veya kızıdır. Her yurtseverin gerillayı oğlu ve kızı olarak görmesi gerekiyor. Her tutukluya yine böyle sahip çıkılması gerekiyor. Yani her şeyini kendi toplumu için feda etmiş kişiler, dünyadaki en güzel ruhlu kişilerdir. Bu insanlar kendileri için değil toplumları için yaşıyorlar. Bu fedakarlık, fedailiktir. Kendilerini dava için feda eden kişilerden daha yüce kimse yoktur. En büyük maneviyat ve güzellik bu kişilerde vardır. Bu yüzden toplumumuzun değerlerine sahip çıkması gerekiyor.
TARİHTE AJANLIK KADAR REZİL BİR ŞEY YOKTUR
Mesela düşman son yıllarda toplumu hakikatinden uzaklaştırmak için ajanlaştırmaya çok fazla ağırlık veriyor. Halkına, diline, kültürüne karşı ajanlık yaparsan, kendini bunun için feda eden gerillayı birkaç yüz dolar için ihbar edersen dünyada ve insanlık tarihinde bundan daha rezil bir şey yoktur. Onursuzluk ve namussuzluktur. Bunun için hiç kimse kendi içinde böyle bir durumu kabul etmemeli. Hiçbir aile, aşiret, köy kendi içinde ajanları kabul etmemelidir. Toplumumuz ajanlara ve ajanlaştırmaya karşı hareket etmeli, tavır sahibi olmalıdır. Bunun için kimsenin görev vermesine gerek yoktur, bu doğal bir görevdir. Aileni, aşiretini, köyünü korumalısın. O köyde böyle rezil ve namussuz bir kişi olmamalıdır. En büyük namussuzluk ajanlıktır. Buna karşı yurtseverlerin, kendine insanım diyen herkesin, ‘onurlu bir insan olmak istiyorum, yurtsever bir insan olmak istiyorum’ diyen herkesin mücadelesi olması gerekiyor. Ajanlaştırmaya, uyuşturucu madde kullanımına ve fuhuşa karşı mücadele etmek, bu insanlarımızın görevidir. Bu her üç şey de psikolojik savaşın gençlerimiz arasında geliştirmek istediği şeylerdir. Dolayısıyla bu üç şeye karşı da mücadele etmek gerekiyor. Ama özellikle düşman şimdi Kurdistan’ın her parçasında ajanlaştırmayı geliştirmek istiyor. Çok ilginçtir; dört parça Kurdistan’da da vardır. Özellikle kapitalist modernite kişilerde tahribat yaratıyor. Örneğin önceden aşiret, aile usulü vardı; insanlarda terbiye, ahlak vardı. Kendilerini kolay kolay satmıyordu. Ama şimdi kapitalist modernite her şeyi para haline getirmiş. Şimdi bakıyorsun; bir kişi çok az bir paraya kendini satabiliyor. Kendini satmaktan daha kötü bir şey yoktur. Bu çok derin bir şeydir; alçaklık bunun yanında az kalıyor. Yani insanlıktan çıkmaktır. Birkaç yüz dolar için Kürt gençlerinin şehit olmasına nasıl razı olabilirsin? Zerre kadar vicdanı olan, insanlık duygusu olan bir insanın bunu yapması mümkün müdür? Ama bugün bakıyoruz, oluyor.
KİMSE KENDİNİ KİRLETMEMELİ
Yanlış anlaşılmasın ama Kurdistan’da koçerler vardır. Koçerler, en sade Kürtlerdir. Çok fazla şehirlere gitmezler; dağda sürülerle uğraşırlar; sade-otantik Kürtlerdir. İnsan onlara inanabilir. Önceden böyleydi. Ama şimdi bakıyoruz, koçerler arasında bile ajan örgütlemişler. Bu aynı zamanda koçerler için -ki birçoğu yurtseverdir- bir çağrıdır; herkes evi ve ailesi üzerinde dursun. Herkesin cebinde telefon vardır; bazıları zayıftır ve onları düşürüyorlar. Hatta düşman, şehit ailelerimizin üzerinde duruyor. Değer sahibi ailelerimizin içerisinde kim en zayıfsa onu düşürüp, ajanlaştırmak istiyor. Bu yüzden herkesin kendisi ve aile üyeleri üzerinde durması gerekir. Herkesin dürüst ve temiz olması, kimsenin kendini kirletmemesi gerekiyor.
Türk devleti MİT üyelerini ortalığa bırakmış, herkesi kirletmek, rezil etmek istiyor. Birkaç para pulla herkesi düşürmek istiyor. Bunun karşısında yurtsever bir mücadele gerekiyor. Başûr, Bakur, Rojhilat ve Rojava’da bugün düşmanlarımız böyle yoğun bir çalışma yürütüyorlar. Yurtseverlerin, aydınların, sanatçılar ve siyasetçilerin yani bu halkın değerlerinin temsilciliğini yapanların da düşmanın bu uygulamalarına karşı mücadele sahibi olması gerekiyor. Toprağına bağlı ve ahlaklı bir toplum yaratmadan, düşmanın saldırılarına karşı da toplumsal varlığımızı koruyamayacağımızı bilmeliyiz. Yurtseverliği, toprağa bağlılığı en büyük değer haline getirmemiz gerekiyor. Bu temelde insanımızda ahlak ve gelenekleri derinleştirmemiz gerekiyor. Böyle olmazsa var olamayız. Bunu bütün yurtseverlerimizin doğal bir görev olarak görmesi ve mücadele etmesi gerekiyor.
Düşmanın ajanlaştırma, uyuşturucu ve ahlaksızlaştırma uygulamalarına karşı böyle bir toplumsal mücadele yaratırsak, her şeyden kuvvetli olduğuna inandığımız halkımızın gücü düşmanın planlarını yenecek ve kazanacaktır.
KURDİSTAN GERİLLASI KAZANACAKTIR
Bakurê Kurdistan’da operasyonlar sürüyor. Bakur gerillasına yönelik neler belirtmek istersiniz?
Geçen 8 yıllık süreç içerisinde en büyük ve en zor direniş Bakurê Kurdistan’da gerçekleşti. Her ne kadar son 3 yıl içerisinde Medya Savunma Alanları’nda direniş yükselmiş, gerçekten Apocu fedai ruh zirveye çıkmışsa da esas olarak aynı ruh ve fedakarlıkla 8 yıldır Bakurê Kurdistan’da tarihi bir direniş yürütülmektedir. Unutmayalım ki Türk devleti, 2016 yılında, “2017 Nisanı’ndan sonra PKK artık kalmayacak” demişti. Yani 6 yıl önce özellikle Bakur’daki gerillaları bitireceklerini söylediler ve her yıl da “bu yıl bitireceğiz” diyorlar. Yani düşman istihbarat, İHA-SİHA ve çağın tekniğiyle gerillayı bitirmek istiyor. Her yıl böyle planlıyor. Her yıl kendilerinin açıkladığına göre yaklaşık 10 bin operasyon yapıyor. Yani Bakurê Kurdistan’da kapsamlı bir savaş var.
Düşmanın bu saldırılarına karşı, Delallerin, Çiçeklerin, Berçemlerin, Azadların, Yılmazların, Atakanların, Çetinlerin, Welatların, Egîd Cîvyanların, Doğanların ve binlerce değerli kahramanın duruşuyla, çok büyük direnişler oldu. Bu arkadaşların hepsini saygıyla anıyorum. Gerçekten bu arkadaşların hepsi fedaice savaştılar. Mesela bu yıl, Dersim’de Yaşar Botan, Botan’da Leyla Sorxwîn, Serhat’ta Hêjar Zozan, Mêrdîn’de Canşêr Rojhilat, Amed’te Xemgîn Serhat yoldaşların direnişleri fedaice ve kahramancadır. Her biri tek başına birer destandır. Bu kahramanları bir kez daha anıyorum.
En son dün düşman Dersim’de iki arkadaşımızın şehadetini verdi. Şu an bu şehadetlerin doğruluğunu netleştirmeye çalışıyoruz. Dersim’deki arkadaşları saygıyla selamlıyorum. Direnişleri kahramancadır. Onlar Yaşar Botanların takipçileridir. Yine en son Botan’da Heval Mîrza ve Heval Bengîn şehit oldular. Botan’daki arkadaşları da selamlıyorum. Her iki arkadaş da değerli arkadaşlardı. Bölgedeki pratik üzerinde hakim arkadaşlardı.
Özcesi Bakurê Kurdistan gerillası, büyük fedakarlık ve fedai bir ruhla direniyor, mücadele yürütüyor. Arkadaşların tecrübeleri vardır. Tecrübelerinden faydalanıp ders çıkarırlarsa, arkadaşların Bakur pratiğinde düşmanı boşa çıkaracak yaratıcılığı geliştireceklerine inanıyorum. Böylece düşmanı yeneceğiz ve Kurdistan Özgürlük Gerillası kazanacaktır. Bu temelde Bakurê Kurdistan’da büyük bir kahramanlık ve fedakarlıkla mücadele yürüten bütün yoldaşları saygıyla selamlıyorum ve canı gönülden başarılar diliyorum.