BEHDINAN– Kürt halkının eskiden sadece dağlara çıkıp savaşmayı bildiğini, siyaseti bilmediğini, diplomasi alanında kendisine yer verilmediğini, sesini dünya kamuoyuna duyuramadığını hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, şunların altını altını çizdi: “Şimdi Rojavayê Kurdistan’ın da diplomatik, siyasi, askeri ve toplumsal olarak her anlamda cevap verebildiği görüldü. Öyleyse biz Kürtler artık eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı görmeli ama kendimize de güvenmeliyiz. Böyle yaparsak başarılı oluruz.”
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’nin Özel Programı’nda gazeteci Arjîn Ferat’ın sorularını yanıtladı.
Adil, Gülbahar, Muhittin ve Rüstem Zeydan şahsında Aralık ayı şehitlerini; Roboskî Katliamı, Maraş Katliamı, 19 Aralık Cezaevleri Katliamı ve Til Rifat Katliamı ile Merivan trajedisi şehitlerini anan Karayılan, Kürtlere defa görülen katliam ve işkencenin sömürgecilerin kalıcı siyaseti haline geldiğini vurguladı.
Kürdistan ve tüm dünyadaki Hristiyanların Noel Bayramı’nı da kutlayan Karayılan, öncelikle Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecrit ile ilgili soruyu yanıtladı.
TECRİT, SOYKIRIM SİYASETİNİN PARÇASIDIR
Tecridin, Türk devletinin soykırım siyasetinin sonucu olduğunu; bu tecrit ve işkence sisteminde zaten ahlak, hukuk, insan hakkı diye bir şeyin söz konusu olmadığını kaydeden Karayılan, Türk devletinin Kürdistan’da uyguladığı sömürge kanunlarının da AKP diktatörlüğü döneminde artık rafa kaldırıldığını söyledi. Kanun, nizam, ahlak namına hiçbir şeyin olmadığını, Erdoğan’nın söylediklerinin kanun olduğunu belirten Karayılan, tecride karşı yapılan açlık grevlerini hatırlattı. 6 ay boyunca açlık grevi yapıldığını, çok değerli 9 insanın kendini o süreçte feda ettiğini söyleyen Karayılan, Türk Adalet Bakanı’nın devlet adına kamuoyu karşısına çıkarak “Öcalan üzerindeki yasak kaldırılmıştır” dediğini anımsattı. “Bir kez daha görüldü ki, bunlar sözünde durmuyor, ikiyüzlü ve namerttirler. Bunlarda insan olmanın onur ve erdemi namına bir şey kalmamıştır” diyen Karayılan, açlık grevinin intikamı için İmralı’daki zulmün şimdi tüm cezaevlerine yayıldığını ifade etti.
Öcalan şahsında Kürdistan halkına dayatılan zulmün, tahammül sınırlarını aştığını, bunun karşısında çok ciddi mücadele edilmesi gerektiğinin vurgulayan Karayılan, “İmralı üzerindeki tecrit kalktığında bu faşist rejimin uygulamaları da son bulur. Esas devrede olan soykırım siyasetidir. Önemli olan bu soykırım siyaseti karşısında direnmek, mücadeleyi yükselterek cevap olmaktır” dedi.
KÜRT SİYASETİNİ TASFİYE ÇABASI
Belediyelerin gaspı ve belediye eşbaşkanlarının tutuklanmasının da bu soykırım siyasetinin sonucu olduğuna işaret eden Karayılan, şöyle devam etti: “Halkımız tarafından yüzde 60, 70 ve 80 oranında oylarla seçilmiş kişilere sudan bahanelerle suç üretiyor, sonra belediyelere saldırarak gasp ediyorlar. Özellikle en son Sur’un değerli belediye eşbaşkanını tutukladılar. Sur’un Amed halkı ve tüm Kürt halkı için büyük bir anlamı vardır. Sur belediye eşbaşkanının evini basıp onun ve 10 yaşındaki çocuğunun başına silah dayıyorlar. Yüzde 61 oyla seçilen bu halkın temsilcisine terbiyesizce ve saygısızca yaklaşarak rencide etmeye çalışıyorlar.
Bu yaklaşımlarla Kürt siyasetini tümden ya teslim almak ya da tasfiye etmek istiyorlar. Yürüttükleri politika budur. Karşımızda çok merhametsiz, vicdansız bir devlet var. Kimseye yer ve yaşam hakkı vermiyor. HDP yasal bir siyasal partidir, Türk devlet kanunlarına göre kurulmuş ve seçimlerde 6 milyondan fazla oy almıştır. HDP’lileri ‘siz örgütle ilişkilisiniz’ diyerek tutukluyorlar. Ortada öyle bir şey de yok.”
SOYKIRIM SİYASETİ SONUÇSUZ KALACAK
Bu soykırım siyasetinin, 21. yüzyılda herhangi bir sonuç alamayacağını, çünkü Türk devletinin güçsüzlüğünden kaynaklandığını söyleyen Karayılan, şunları dile getirdi: “Eğer güçlü olsaydı siyaset yapardı, güçlü bir duruş ve etkili bir siyaset sergileyerek HDP’yi eritmeye çalışırdı ama bunu yapamadıkları için büyük bir öfkeyle HDP’nin üzerine polisleri göndererek zapturapt altına almaya çalışıyor. Bu, namertliktir. Burada kendi kanunlarını bile çiğniyorlar. Normal Türk devlet kanunlarına göre bir belediye başkanı suç işlediğinde görevden alınabilir ama o zaman o belediye meclisi oturup kendi içinden bir vekil belediye başkanı seçer. Çünkü belediyelerin kendi meclisleri var. Fakat AKP şimdi öyle yapmıyor. Belediye eşbaşkanlarının yerine kayyum atadığı gibi, belediye meclislerinin yerine de kayyum atıyor. Yani tümden görevsizleştirip etkisizleştiriyor. Bu, halkın iradesini tümden tanımamaktır. Halkımızın, toplumun iradesini ayaklar altına almaktır.”
ZİNCİRLERİNDEN BOŞALMIŞ FAŞİZM
HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan’ın “bize karşı çok aşırı bir saldırı var, bu düşmanlıktır, artık son bulmasını istiyoruz” dediğini hatırlatarak, gerçekten de nasıl tahammül edebildiklerine şaşırdığını belirten Karayılan, “Çünkü soykırımcı faşist Türk devleti tüm tahammül sınırlarını ortadan kaldırdı. Zincirinden boşalmış sınırsız bir faşizm var, soykırım siyasetini bu faşizmle yürütüyorlar. Halkımız, Türkiye halkları ve dünya kamuoyu AKP-MHP faşizminin bu insanlık dışı vahşetini görmeli ve hiç kimse sessiz kalmamalı, buna karşı tavır sahibi olmalı. Kanunsuzluk, hukuksuzluk, ahlaksızlık var” şeklinde konuştu.
TOPLUM KENDİ DİNAMİKLERİNE DAYANMALI
Toplumun, başkalarından medet ummak yerine artık kendi içinde kendi dinamiklerine dayanarak gücünü oluşturması gerektiğini vurgulayan Karayılan, şunları söyledi: “Güç ve çözüm biz kendimiziz, toplumun kendisidir. Halkımızda şöylesine yanlış ve yanılgılı bir anlayış gelişmiş: Zaten arkadaşlar vardır, arkadaşlar gelir şöyle yapar, böyle yapar düşüncesi vardır. Bu anlayış çareyi kendi dışında görmektir. Arkadaşlara güvenmek, umut olarak görmek doğru ve yerinde bir şeydir ama sen kendin de kendini güç haline getireceksin. Toplumda 3-4 kişi de bir araya gelirse bir güç olur. Bir başka yerde 10 kişi bir araya gelip kendini genişletti mi o mahallenin tümünü denetimine alıp yönetebilir. Bu şekilde kendini pekala güç haline getirebilir.”
TOPLUMUN SAKLI GÜCÜ DEVREYE GİRMELİ
Şimdi dünyanın her yanında insanlar ayağa kalkıp gösteriler yapmaktadır. AKP şimdi serhildanların gelişmemesi için her yere polis yerleştirmiş. Yasal parti bir yerde toplantı veya yürüyüş yapacağını açıkladığında eğer oraya 10 kişi gidecekse devlet 100 tane polisini gönderiyor. Toplumun nefes almasına bile izin vermiyor. Peki bu durumda insanlar ne yapacak? İlan etmeden, kimseye duyurmadan kendi mahallelerinde kendilerini örgütleyerek bir anda 500 kişi, bin kişi meydana çıkıp tepkilerini ortaya koymalı, iradesini göstermeli, herkes inisiyatifli davranmalıdır. Bu, gereklidir. Tabi bir yanıyla savunma güçleri bunun üzerinde durup çalışmalı ama diğer yandan da halkımız yani Kürt kadınları, gençleri bunun gerçekleşmesi için çalışmalıdır. Kadın ve gençlik toplumun öncüsüdür. Kürt kadınları şimdi çalışıyor ama binalarda yasal toplantılar yapmak tek başına yetmiyor. Zaten bu devlet kendi yasalarını bile yasa olarak kabul etmiyor. Bunun için artık toplumun bağrında gizemli-saklı olan gücü kendini sokaklarda göstermelidir. Bugün gerekli olan budur. Bunun gelişeceğine inanıyoruz. Hem savunma güçlerimizin hem halkımızın bu temelde yoğunlaşması vardır ve gelişeceğinden de umutluyuz.”
RUSYA İLE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ VE YANSIMALARI
Ortadoğu bölgesinde önemli gelişmeler yaşandığına, bölgenin adeta kaynadığına dikkat çeken Karayılan, Kürt düşmanlığına dayalı Türk politikası ile Türkiye ve Rusya ilişkilerinin yansımaları konusunda şunları anlattı: “Önce Amerika birçok proje geliştirdi. En son BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) sonuç alıcı olmadı ve boşa çıktı. Zaten artık sözünü bile etmiyorlar. Şimdi Rusya’nın da benzer tarzda bir proje geliştirmek istediği, bu temelde çeşitli çabalar sarf ettiği görülüyor. Rusya, bu çerçevede bölgeyle yoğun ilişki halindedir. Rusya’nın bu amacı sadece Suriye’ye dönük değil, bölgenin geneli içindir.
İKİSİNİN ZEMİNLERİ TEZATTIR
Türkiye bölgenin bu kaynayan durumundan; Kürtlerden, Kürtlerin bir çıkış yapmasından korkuyor. Hem Kürtlerin önünü almak, statü sahibi olmamalarını sağlamak hem de yeni Osmanlı hayallerini gerçekleştirerek kendisini bölgede emperyal ve hegemon bir devlet haline getirmek istiyor. Türk devleti artık kendi resmi sınırlarıyla kalmak istemiyor. Türk devletinin yeni rejiminin amacı budur. Bu yüzden Suriye, Libya, Mısır ve hatta Irak üzerinde çeşitli hesapları var. Bu açıdan bakıldığında Türkiye ve Rusya birçok yerde karşı karşıya geliyor ama şimdiye kadar Putin ve Erdoğan kendi aralarında diyalog kurup ve “al ver” yöntemini geliştirerek anlaşabildiler. İşte Guta ve Şam bölgelerinin teslim alınması karşılığında Efrîn’in verilmesi, çetelerin Halep’ten çıkarılması karşılığında İdlib’in verilmesi buna örnektir. Bu şekilde pazarlıklar yaparak idare ediyorlar. Bu pazarlıkların nereye kadar gideceği belli değil, çünkü Rusya ve Türkiye’nin dayandıkları zeminler birbirine tezattır.
Mesela Türkiye ve AKP, Müslüman Kardeşler ve cihadist çeteler eliyle kendini bölgede hâkim hale getirmek istiyor. Türkiye’nin Suriye’de dayandığı esas kesim İhvan-ı Müslimin, Rusya’nın dayandığı ise Suriye devletidir sistemidir. Bunlar birbirine zıttır.
Libya’da da aynı şey geçerlidir. Libya’da General Heftar’ı Rusya desteklemekte, Türkiye ise ona karşıt olan İhvan-ı Müslim’in çizgisine yakın hükümeti ve çetelerini desteklemekte. Dayandıkları zemin tamamen zıttır. Bu yüzden Rusya ve Türk devleti bir taraftan masa üzerinde bir araya geliyor, öbür taraftan da çatışma alanında yine karşı karşıya geliyor.
Putin ve Erdoğan 8 Ocak’ta görüşecek. İdlib’de çatışmalar oldukça yoğunlaştı. Türk heyeti şimdiden Rusya’ya gidiyor. Zaten esas işi, pazarlıkları yapan bu heyetlerdir. Devlet başkanları ondan sonra bir araya gelerek bu anlaşmaları kesinleştiriyor. Türkiye ve Rusya arasında geniş bir pazarlığın olduğu görülüyor. Bu, İdlib üzerinedir. Zaten göründüğü kadarıyla İdlib hakkında bazı ortaklaşmalara varmışlar. Şimdi İdlib’de olan çatışmalar bu temelde gelişiyor.
İŞGAL SİYASETİ SONUÇ ALAMADI
Bu pazarlıklar Suriye’de olduğu gibi Libya ve özellikle de Kürdistan üzerinde de yürütülüyor. Esasen Kürdistan üzerindedir, çünkü Türkiye’nin esas sorunu Kürdistan’dır. Bu anlamda Kürdistan hakkında da Efrîn’de olduğu gibi pazarlıkların olduğu anlaşılıyor. Türk heyeti bu çerçevede Rusya’ya gitti. Amudê ve Dirbesiyê karşısındaki duvarları kaldırarak elinde bir kart olarak kullanmak istiyor. Türkiye şu an itibariyle kalkıp da hemen saldıracak durumda değil fakat bir koz olarak kullanmak ve pazarlamak istiyor. Bundan Türkiye’nin saldırmayacağı anlamı çıkarılmamalı. Türkiye’nin stratejisi esasen Rojavayê Kurdistan’ın tümünü işgal etmektir. 9 Ekim’de bu amaçla saldırıya geçtiler ama tıkandılar ve başarılı olamadılar. Türk devletinin bu siyaseti sonuç alamamıştır. Bir yere kadar gitti ama tıkandı.
ABDULHAMİT GİBİ DENGELERE OYNUYOR
İşte şimdi bu durumu elinde bir koz olarak bulundurup “ben de buraya saldırabilirim, sen de İdlib’de şu kadar saldır, Libya’ya geçmeme izin ver” demektedir. Türk devleti zaten Libya’dadır ama Rusya ile ilişki içinde gitmezse ciddi olarak karşı karşıya gelecektir. Bunun için de anlaşmaya ihtiyaçları var. Ne kadar anlaşıp anlaşmayacakları net değildir. Çok kaygan bir zeminleri var ve birbirlerine karşıttırlar. Rusya, Türkiye’yi kendi çizgisine çekmek istiyor. Türkiye’nin ne kadar Rus çizgisine girip girmeyeceği zamanla görülecektir. Türk devleti şimdi buna oynuyor. Türk devletinin amacı bu temeldedir. Nasıl ki Abdulhamit zamanında Fransız, İngiliz, Alman ve Ruslar arasında dengelere oynayarak kendini ayakta tuttuysa Erdoğan da şimdi aynısını yapmaya çalışıyor. Tek tarafa bağlanmadan herkesten istifade ederek kendi ajandasını uygulamaya çalışıyor. Türkiye’nin ajandası Kürdistan Özgürlük Mücadelesini tasfiye etmek, kendisini bölgede daha da yayarak egemen hale gelmektir. Erdoğan, özellikle çok zayıfladığı bir dönemde bunu yaparak kendi rejiminin ömrünü de uzatmak istemektedir. AKP-MHP rejiminin kaderi artık buna bağlıdır. Bu savaşı sürdürdükçe ayakta kalabilecektir. Savaşmazsa veya bir şekilde savaş değil de başka bir çözüm imkanı gelişirse, bunlar iktidardan düşerler.
Erdoğan’ın çıktığı bu yeni yol, çok riskli bir kumar oynamak gibidir. Ne kadar başarılı olur veya olmaz belli değil ama bu temelde çok yoğun bir çaba içerisinde olduğu biliniyor. İktidarına oldukça bağlı olan ve iktidar için her şeyi yapabilecek biridir. Bunun için canla başla çabalıyor, sonuç almak istiyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde Rusya ile birçok pazarlığa girecekleri anlaşılıyor.”
YIL, DAİŞ YENİLGİSİYLE BAŞLADI
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, 2019 yılını birçok açıdan ele alıp değerlendirdiklerini belirterek, ana hatlarıyla şöyle özetledi: “2019 genel olarak bir direniş yılı halinde geçti. Kazanımları ve kayıpları olan bir yıldır. Halkımız bu yılı Newrozla karşıladı. Newroz’da, DAİŞ’e karşı yürütülen mücadelenin zaferi ilan edildi. En son Baxoz’da büyük bir savaş verildi ve DAİŞ’in devlet olma projesi tümden yenilgiye uğradı. Bu, Kürtler öncülüğünde gerçekleşti. Bu, tüm bölge ve hatta insanlık için çok önemli bir sonuçtu.
Kuzey Kürdistan’da 31 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimler, akabinde 23 Haziran’da gerçekleşen İstanbul seçimi gösterdi ki Türk devletinin Kürt siyasetini ve Türkiye demokrasisini soykırıma uğratma siyaseti başarılı olmamıştır. Kürtlerin kendi gücünü koruduğu, hatta Türkiye siyasetini belirleyecek düzeyde olduğu görüldü. Bu da demokrasi güçleri ve Kürt halkı için önemli bir kazanımdı.
DİRENİŞLE DEVAM ETTİ
En önemlisi 2019’a direnişle girildi. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde yürüyen direniş gerçekten de yıla damgasını vurdu, sonuç alıcı oldu. Devlet geri adım attı, talepleri kabul etmek zorunda kaldı.
Açlık grevleri durduğu gibi Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na dönük ‘pençe’ adıyla işgal saldırısı başladı. Sonra ‘Kıran’ adıyla da Kuzey Kürdistan’da askeri operasyonlar başlattılar. Pençe ve Kıran operasyonları başarılı değildir. Gerilla bunlara karşı çok anlamlı cevaplar geliştirdi. Bazı yerlerde boşa çıkardı, bazı yerlerde önemli darbeler vurdu. Heftenîn, Xakurkê ve Zap’ta ciddi bir savaş gelişti. Öbür yandan içeride Mardin’den Serhat’a kadar Kıran adını verdikleri operasyonlara karşı eylemler gelişti.
YENİLDİKÇE SAHTE ZAFERLER İLAN EDİYOR
Türk devleti arkasına aldığı basın gücüyle kaybedip yenildiği yerde kendisine sahte zaferler yaratıyor. Bundan önce bir programda Bahoz Erdal arkadaşımız da bahsetmişti. Gerillanın 3-4 yıl önceki kamplarında arkasında bıraktığı çöplerin üzerine giderek ‘gerilla kampı ele geçirdik’ diye basına servis ediyor. Kaçak esrar ekenlere operasyon yapıp ‘PKK’ye operasyon yapıp, tüm gelirlerine el koyduk’ diyor. Yalanlar söyleyerek sürekli abartıyor. Her gün şu kadar kişi teslim oldu diye haber yapıyor ama bunların çoğu yalandır. 10 yıl öncesinden içimizden kopmuş birinin teslim olmasını sanki birisi şimdi içimizden gidip teslim olmuş gibi yansıtıyor.
YENİ GERİLLA ÇİZGİSİNİ UYGULAMA YILI
Onların söylediğinin tam tersine gerilla bu yıl da kendini önemli oranda toparladı. 2019, gerilla için yeniden yapılanma projesini gerçekleştirme ve yeni çizgisini uygulama yılı oldu. Bunun uygulandığı her yerde önemli sonuçlar alındı. Bu temelde gerillada önemli bir değişim ve dönüşüm yaşandı. Bu süreç halen devam ediyor, tamamen gerçekleşti diyemem. Yetersizliklerin hepsi tümden aşılmadı fakat büyük bir değişim yaşandı. Bu değişim gelecek için çok önemli bir alt yapıdır. Kuzey Kürdistan’da durum böyledir.
SÜREÇ DAHA YENİ BAŞLIYOR
Rojavayê Kurdistan’ı işgal saldırısının 9 Ekim’de başlatılması tesadüf değildi. Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı ikinci ve kapsamlı bir uluslararası komplo olarak geliştirildi. Bu süreç halen devam ediyor. Hatta bu daha başlangıçtır, diyebiliriz. Fakat komplonun gerçekleşme zemininin tüm dünyada çok zayıflamış olduğu görüldü. AKP-MHP rejimi, Türkiye’nin bazı şeylerini pazarlayıp Amerika ve Rusya’ya satarak onlardan Kürtlere saldırma iznini almış veya onları kendine ortak etmiş ya da onların amacı temelinde davranmış olabilir, çünkü onlar da komplonun bir ayağını temsil etmektedir. AKP-MHP rejimi devletlerin desteğini alabilir ama kamuoyu onların yanında değil. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi yıllardır sürüyor ama özellikle son 8 yılda El Nusra ve DAİŞ çetelerine karşı yürütülen mücadele çok önemli sonuçlar açığa çıkardı. Şimdi artık devletler değil, Amerika’daki bir çiftçi, köylü de Kürtlerin özgürlük mücadelesinin haklılığını görmekte ve kendi devleti buna karşı çıktığında o da kendi devleti karşısında durmaktadır. Bu, çok önemli bir kazanımdır. Zaten Kürt halkının tarihinde devletler, özellikle de bu büyük devletlerin Kürtlere hiçbir yararı dokunmamıştır. 1800’lerde bu böyledir, 1900’lerde böyledir ve şimdi 2000’lerde de yine böyledir.
DÜNYA HALKLARININ YÜREĞİNDE
Özellikle de Rojavayê Kurdistan’ıda Baxoz’da elde edilen zafer, DAİŞ’in başkentinin özgürleştirilmesi, bu mücadele ve direnişin kadın öncülüğünde yeni bir zihniyetle gelişmiş olması; Kürt, Arap, Süryani vb. halkların bir araya gelerek demokratik bir sistemi inşa etmesi, tüm dünyanın gıptayla izlediği bir gelişme olmuş ve dünya halklarının yüreğine hitap edebilmiştir. Bu durum, Kürtler için çok önemli bir imkan yaratmıştır. Bu da gösterdi ki, uluslararası komplonun zemini gerçekten zayıflamıştır ve sonuca gidemez. Komplocular sonuç alamayacaktır. Serêkaniyê ve Girê Spî’nin işgal edilmesi bu komplonun bir parçasıdır ve Efrîn saldırısının devamıdır.
Uluslararası komplo ve Türk devletinin vahşeti karşısında artık halkların iradesi vardır. Bu, yeni bir durumdur ve büyük zaferin en önemli göstergesidir. Zafer özgürlük ve demokrasi mücadelesinin, Kürt halkının ve bölge halklarının olacaktır.
DİRENİŞ HER CEPHEDE SÜRÜYOR
Bu savaş süreci devam ediyor. Ne Efrîn direnişi ne de Serêkaniyê ve Girê Spî direnişi durdu. İşte 76 gündür sürüyor ve daha da devam edecektir. Türklerin kazandığı söylenemez, çünkü halen devam eden bir direniş var. Bu savaş daha da devam edecektir. Biz haklıyız ve doğru bir mücadeleyi savunuyoruz. Kesin başaracağız.
YETERSİZLİKLERİMİZİ DE GÖRMELİYİZ
Bu hususta önemli olan yetersizliklerimizi görebilmemizdir. Hem askeri anlamda yetersizlikleri hem toplumsal hem de siyaset alanındaki yetersizliklerimizi görmeliyiz. Bu konuda eksiklikler vardır. Özellikle de Rojavayê Kurdistan’da bu eksikler görülmez ve açığa çıkan sonuçlar tecrübeye dönüşmezse elbette ki başarılı olunamaz. Sonuç çıkarılır ve tecrübe edinilip yenilenme gerçekleşir, açığa çıkan yetersizlikler tamamlanır, yanlış olan şeyler düzeltilir; askeri, siyasi, toplumsal ve diplomatik alanda çok daha bilinçli bir pratik sergilenirse Kürt halkının düşmana her anlamda cevap verebileceği herkesçe görülmüştür. Eskiden halkımız sadece dağların başına çıkıp savaşmayı bilirdi. Siyaseti bilmezdi, diplomasi alanında kendisine yer verilmezdi, sesini dünya kamuoyuna duyuramazdı ama şimdi Rojavayê Kurdistan’ın da diplomatik, siyasi, askeri ve toplumsal olarak her anlamda cevap verebildiği görüldü.
KÜRTLER DE KENDİNE GÜVENMELİ
Öyleyse biz Kürtler artık eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı görmeli ama kendimize de güvenmeliyiz. Böyle yaparsak başarılı oluruz. Efrîn halkımızın büyük bir fedakarlıkla sergilediği direniş, Serêkaniyê halkımızın emeği, o şehitlerimizin kanı boşa gitmeyecektir. Hiçbir şey boş yere olmamıştır, her şeyin bir anlamı vardır. Halkımız bu direnişler temelinde kesin sonuca gidecektir.
2020 İÇİN GÜÇLÜ ZEMİN
2020 yılı için halkımızın mücadele zemini çok daha güçlü hale gelmiştir, hatta her zamankinden daha güçlüdür. Askeri güçler olarak kendimiz için diyebiliriz ki; 2019’da gerçekleştirdiğimiz yoğunlaşma, 2020’nİn başarısı için güçlü bir zemin olacaktır.
Tüm Kürdistan Savunma Güçleri -pêşmerge ve savaşçılar da buna dahildir- HPG’nin bugün yürüttüğü formatı, gerçekleştirdiği değişimi, yürüttüğü yeni gerilla çizgisini ve tarzını kendilerinde gerçekleştirir, yeniden yapılanma anlayışını uygularlarsa her alanda başarılı olur. Bu temelde yeniler, çağın tekniği karşısında yaratıcı bir tarzda durup savaşırsa, taktik ve tekniği bir arada ele alıp bu şekilde hareket ederse zafer kesinlikle halkımızın olur. Biz buna yürekten inanıyoruz. Bu yüzden önümüzdeki yıl için umutluyuz.”
Devam edecek…