BEHDINAN– PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, İmralı tecrit sistemini kırıp komployu 22. yılda daha büyük yenilgilere uğratmak için Bakur, Başûr ve Rojava’da AKP-MHP faşizmini yıkmayı hedefleyen çok yönlü topyekun bir direnişi geliştireceklerini belirterek, “Gerilladan halk direnişine kadar her türlü direnme biçimini, Türkiye’nin demokratik güçleriyle yaygın ve yaratıcı bir tarzda geliştireceğiz. Bu temelde AKP-MHP faşizmini yıkıp Kürdistan’ı özgür, Türkiye’yi demokratik hale getirme hedefimizi gerçekleştireceğiz. 22. yıl böyle bir hedefi başarmak için çok uygun bir yıldır ve bunu kesinlikle yapacağız” dedi.
Kalkan, Öcalan şahsında Kürdistan halkını hedef alan 15 Şubat Uluslararası Komplo’nun yaklaşan yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. İlk bölümünü 9 Şubat Pazartesi yayınladığımız söyleşinin son bölümünü paylaşıyoruz.
-Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ‘yetersiz yoldaşlığın’ komplonun gelişmesindeki payına dikkat çekip eleştirilerde bulundu. Bu söylemi nasıl anlamak lazım, bu ne düzeyde aşılabildi?
Uluslararası Komplo’nun saldırıları karşısındaki direnişin zayıf kalması, özellikle 15 Şubat’ın engellenememesinde hiç kuşkusuz ‘yetersiz yoldaşlık’ biçiminde tanımlanan düşünsel ve pratik hata ve eksikliklerin payı büyüktür. Yoksa 15 Şubat engellenemez değildi. Başarısız kılınamaz değildi. Nitekim en tehlikeli olan 9 Ekim saldırısıydı. O boşa çıkartıldıktan ve süreç uzatıldıktan sonra komplo gerçeğini anlamak ve ona karşı örgütlü bir direnişi etkili bir tarzda geliştirip sonuç almak zor değildi. Önder Apo, Rusya’dayken bu yönlü kısmi gelişmeler olsa da Rusya yönetiminin çıkarcı ve işbirlikçi tutumu bu noktada çok etkili olmadı.
Önder Apo, Avrupa’nın içine girip Roma’ya gittikten sonra durum iyice değişmişti. Aslında Uluslararası Komplo’ya çok ağır bir darbe vurulmuştu. İstese de istemese de Avrupa Birliği, Kürt sorununun çözümünün içine çekilir hale getirilmişti, zaten kendisinin yarattığı bir sorundu. Önder Apo da Avrupa’nın merkezlerinden biri olan Roma’ya girerek Avrupa siyasetine, yarattığın bu sorunu çöz, demişti. Çözebilmesi için çok büyük bir fırsat ve şans da yaratmıştı. Dolayısıyla Uluslararası Komplo ciddi bir darbe yemişti. Komploya karşı mücadele tanımlanmış ve etkili bir biçimde geliştirilir olmuştu. Bu da güçlü sürdürülebilir, 15 Şubat önlenebilir, Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele başka bir seyirde geliştirilebilir; daha erkenden ve güçlü aşılabilirdi, yenilgiye uğratılabilirdi.
İşte bütün bunların gerçekleşmemesi ‘yetersiz yoldaşlık’ dediğimiz hata ve eksikliklerden kaynaklıdır. Önder Apo buna dikkat çekti ve bunu da sorumlu kıldı.
-‘Uluslararası Komplo’ tanımı kullanılması da burada devletlerin dışında da katkı verenler olmasından mı?
Elbette bir tarafta komployu kararlaştıran ve uygulayan ABD öncülüğündeki küresel kapitalist modernite sistemi var. Onun iktidarcı-devletçi güçleri var. Onun KDP-YNK gibi devlet olmayan çeşitli kurumları, örgütleri, partiler ve benzeri güçleri var. Bir de Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini doğru ve etkili yürütemeyen ‘yetersiz devrimcilik’ de bunun bir parçası. Zaten bunun için ‘Uluslararası Komplo’ deniliyor. Neredeyse dünyada var olan bütün ideolojik ve siyasi güçleri içine alıyor. Şu veya bu düzeyde her türlü siyasi akımın komploda oynadığı bir rol var. Bunların hepsini iyi görmemiz lazım. Uluslararası Komplo’yu sadece bazı devletlerin saldırısı olarak değerlendirmek, darlık ve yetersiz bir bakış açısı olur. Bu dar bakış açısını aşmak lazım, daha doğrusu özeleştirel yaklaşmak gerekiyor. Komplonun önlenememesinde, şimdiye kadar yenilgiye uğratılamamasında komploya karşı mücadeledeki hata ve eksikliklerin belirgin payı vardır. Bu ciddi bir durumdur. Çok ciddi ve derinlikli bir eleştiri – özeleştiri yaklaşımı gerektiriyor. Bunu Kürt varlığı ve özgürlüğü adına hareket eden tüm güçler yapabilmelidir. Özellikle buna öncülük iddiasında olanlar yapmalılar. PKK kadro ve sempatizanlarının eleştirel – özeleştirel yaklaşımı mutlaka olmalı, hem de çok derinlikli, bütünlüklü ve sonuç alıcı temelde. Bundan sonrasını başarıyla yürütebilmemiz, söz konusu eleştiri ve özeleştiriyi bütünlüklü ve derinlikli yapabilmemize, hata ve eksiklikleri nedenleriyle birlikte açığa çıkarıp aşabilmemize bağlıdır. Bunu mutlaka yapabilmemiz gerekiyor. Söz konusu hata ve eksikliklerin kuşkusuz ideolojik-zihinsel, örgütsel ve taktiksel tarza bağlı boyutları var. Yaşanan hata ve eksiklikleri tüm boyutlarıyla birlikte görmek gerekiyor.
-Örneğin zihinsel-ideolojik boyutta ele aldığınızda neleri eksik veya yetersiz görüyorsunuz?
Komplo gerçeğini yeterince anlamama, dayandığı Kürt sorununu derinlikli kavrayamama, Kürt soykırımını ve yürüten güçleri yeterli ele alamama temel rol oynuyor. Önder Apo, ‘iliklerine kadar hissetmek’ diyordu. Demek ki iliklerine kadar hissetme durumunda zayıflık vardır. Komployu kimler yarattı, hangi amaçla yarattılar, Kürtler açısından, insanlık açısından nasıl büyük bir tehlike ifade ediyor? Kürt sorunu var oldukça Kürtler var olamayacağı gibi dünyada özgürlük ve demokrasi var olabilecek mi? İşte bu sorular düzeyinde sorunu anlamak lazım. Buradan baktığımızda gerçekten de çok sığ, dar bir bakış açısı ve zihniyetin Kürt sorununa, dolayısıyla soykırımcı saldırılara ve onlara karşı mücadeleye yaklaşım içerisinde olduğu görülebiliyor. Bakış açıları yüzeysel ve dar kalıyor. Bu nedenle görev ve sorumlulukların bilincine derinliğine varılamıyor. Önder Apo ‘bunun için doğru karar alamıyorsunuz, yaratıcı olamıyorsunuz, tarzınız, üslubunuz zaferi getirmiyor’ dedi. Başarılı, sonuç alıcı değil, yanlışlık, hata ve yetersizlik içeriyor. Aslında pratikteki bu hata ve yetersizliklerinin altında dar, yüzeysel, yanılgılı anlayışlar yatıyor. Bu gerçeği görmek lazım. Öncelikle bu düzeyde sorgulayabilmeliyiz. Kürt sorunuyla yaşanır gibi sanıyoruz, Kürt sorunu, yani Kürt soykırımı altında da yaşanabilir gibi görülüyor. Aslında Kürtlere bu kabul ettirildi. Yani neredeyse soykırım 70’lerin başında başarılı olmuştu. Bundan dolayı Önder Apo ‘kendine ihanet ettirilmemiş bir tek Kürt bile bırakılmamıştı’ dedi. İş bu düzeye kadar getirilmişti. Yani soykırım kabul ediliyordu. Soykırım altında da yaşanılabilir gibi görülüyordu. Soykırıma karşı mücadeleye girilse de mücadeledeki her türlü hata ve yetersizliğin nedeni bu zihniyetin etkileri, kalıntıları oluyor. Demek ki, Kürt sorunu yeterli anlaşılamamış, onun özü olan soykırım ve ona karşı mücadelenin bilincine bütünlüklü ve yeterli varılmamış. Onun için etkili, doğru, sonuç alıcı mücadele edilememektedir.
-Komplo sürecinde de yanılgılar yaşanmadı mı?
Aslında komplo sürecinde de birçok yanılgı yaşandı. Önder Apo, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirmek için Avrupa’ya çıkmaya karar verdi. Avrupa üzerinden Türkiye’yle Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirecekti fakat bu yönelim içerisindeki ilişkileri buna tam uygun değildi. Yunanistan ve Rusya’da daha çok milliyetçi çevrelerle ilişkili olundu, PKK adına geliştirilen ilişkiler o çevrelerleydi. Bunlar, görünüşte Türk düşmanıydı ama her an TC devletiyle çıkar anlaşması yapmaya hazırdılar. Nitekim Önder Apo üzerinden hem Yunanistan hem de Rusya, Türkiye ile anlaştı. Önder Apo’ya destek olduğu söylenen güçler, anlaşmaya vardı. Önder Apo üzerinden maddi çıkar sağlayıp pazarlık yaptılar. Bir yandan sözde çok düşman gibiydiler ama arkadan uzlaşabiliyorlardı. Demek ki Mao’nun ‘düşmanımın düşmanı benim dostumdur’ ilkesi Kürdistan’da tam geçerli değildir.
Kürt Özgürlük Hareketi gerçekten derin bir ideolojik harekettir. Dar, siyasi yaklaşımlarla başarıya götürülemez, doğru yürütülemez. Onun için soruna ideolojik yaklaşmayan, dar siyasi yaklaşım içinde kalanlar iki adım bile atamazlar, zaten atamıyorlar da. Her ne kadar bir ideolojik tutum sahibi gibi tanımlasa da aslında Mao bile öyle bir savaş ilkesi tanımlayarak politik-askeri durumu ne kadar öne çıkarırken, ideolojik tutumu geride tuttuğunu ortaya koyuyor. Kuşkusuz 90’lı yıllarda, direniş sürecinde topyekun faşist-sömürgeci saldırılara karşı Hareketimiz zorlanmıştı. Gerilla direnişini sürdürebilmek için tüm gücünü seferber ettiği gibi, birçok ilişki ve ittifaka da ihtiyaç duyuyordu. İşte derinleşen savaş söz konusu ilkenin Kürdistan’da da uygulanabileceği eğilimini ortaya çıkardı.
Baştan itibaren Önder Apo, PKK ilişkilerinde ideolojik duruşu önde tuttu. Ancak giderek savaşın zorlaması bu tür politik tutumları da öne çıkardı. Dikkat edilirse o ilişkiler komploya karşı yürüyüşü başarıya götürmedi, tam tersine komployla uzlaştılar. Komplodan çıkar sağladılar. Önder Apo’ya kurulan komplo üzerinden TC ile pazarlık yaptılar. Yani böyle bir anlayışın sahibiydiler. Bu nedenle en önemli boyutu zihniyet ve ideolojik boyutudur. Kürt özgürlük mücadelesi derin bir ideolojik mücadeledir. Diğerleri gibi dar ulusal kurtuluşçu ideolojiyle hareket etmediği gibi, iktidarcı-devletçi sol-sosyalist anlayışla da çözüme gitmemektedir. Çok daha köklü ve derinlikli bir zihniyet devrimini, özgürlükçü, demokratik zihniyet duruşunu gerektirmektedir. Bunu görmek lazım.
-Örgütsel bakımdan yetersizlikler neydi?
Örgütsel bakımdan yönetim olmak, merkez olmak, örgütlü olmak, gelişmeleri komünal yaşam ve kolektif yaşam temelinde karşılamak, örgütlü olarak olay ve olguları analiz edip, ona karşı daha doğru, bütünlüklü mücadele geliştirebilmek bakımından yetersizlikler oldu. Yeterli merkezi yapı, örgütlü sistem olmamasından dolayı komplocu saldırıları önceden göremedi, komplo sürecini yeterince değerlendiremedi, komploya karşı örgütsel bir duruş gösterilemedi. Dikkat edilirse komplocular 1 Eylül 1998 ateşkesini yaptırdılar. Ona dayanarak Önder Apo’yla örgütü birbirinden koparmaya çalıştılar. Avrupa’ya çıkışın önünü açarak daha fazla yalnızlaştırdılar ve böylece Önder Apo’yu hedefleyen saldırılarını azgınca yürüttüler. Örgüt, başta Merkez Komite olmak üzere bu durumu göremedi, tehlikeleri önceden sezemedi ve bunlara karşı tedbir geliştiremedi. Önder Apo’nun komplo saldırıları karşısında yalnız kalmasını aşamadı. Bunlar ciddi durumlardı. Komplo saldırılarının Önder Apo’yu bulmasına yol açtı. Yeterince kolektif olmayan örgütsel duruş, Önder Apo’yu hedef haline getirdi. Önder Apo bunu ‘eleğe benziyorsunuz’ diye tanımladı. Yine var olan durumu daha önceki değerlendirmelerinde, ‘düşman okları sizden geçiyor, beyne değiyor, bana isabete ediyor’ şeklinde tanımlıyordu. Örgütsel gerçeğin böyle olduğunu komplo saldırısı sürecinde çok daha net gördük.
-Peki pratik, taktik, tarz bakımından eksiklikler nelerdi?
Pratik, taktik, tarz bakımından eksiklikler çoktur. 90’ların başında aslında birçok imkân ve fırsat ortaya çıkmıştı. Önemli bir durumdu. Kuzey’de ve Güney’de eş zamanlı özgürlükçü gelişmeler yaşandı. Kuzey’de ulusal diriliş devrimi, halk serhildanlarının geliştiği dönemde Güney Kürdistan’da da Saddam Hüseyin yönetimi yıkılmış, boşluk olmuş, serhildanlar ortaya çıkmıştı. Bu koşullarda Kuzey ve Güney Kürdistan’ı birleştirerek güçlü bir özgürlük savaşı verilebilir, Kürdistan kurtarılabilir, demokratik bir sistem geliştirilebilirdi. İdeolojik derinliği yeterli olan ve etkili bir politik-askeri duruş, pratik gösteren bir öncülük, 90’ların başında Kürdistan Devrimi’ni zafere taşıyabilir, bunu Ortadoğu’ya taşırabilirdi.
-Neden gerçekleşmedi?
Gerçekleşemedi, çünkü her dönemde devrimci örgütlenmeyi ve mücadeleyi geliştirmek için var olan imkân ve fırsatları görme ve onları yeterince değerlendirmede kadrosal düzey ciddi hata ve eksiklikler yaşadı. Bunlar da devrimci kazanımların hızla gelişmesini, birbirlerine eklemlenerek kalıcılaşmasını ve zafere ulaşmasını engelledi. Oysa böyle büyük ve kalıcı zafere ulaşan gelişmeler, Kürt sorununu çözecek, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini başarıya götürecek, dolayısıyla daha sonra Uluslararası Komplo saldırısı olarak ortaya çıkan, Önder Apo’yu hedefleyen saldırının zeminini ortadan kaldıracaktı. Bunu kaldıramamak, mücadele edip zafere götürememek, giderek düşmanın daha çok uyanmasına, örgütlenmesine, daha güçlü ittifaklar oluşturmasına ve özgürlük güçlerine dönük çeşitli saldırılar yapmasına fırsat verdi, zemin sundu. İşte bunlar, 9 Ekim 1998’de Önder Apo’ya Uluslararası Komplo düzeyinde saldırının gelişmesine kadar süreci vardırdı. Oysa çok önceden daha büyük başarılar kazanılabilir, zaferler elde edilebilir, Kürt sorununun çözümünde büyük adımlar atılabilirdi. Komplonun dayanağı olan Kürt sorunu çeşitli biçimlerde çözüme kavuşturularak bu zemin ortadan kaldırılabilirdi. Böylece komplo daha oluşmadan boşa çıkartılmış, yenilgiye uğratılmış olurdu.
İşte ‘yetersiz devrimcilik’ bunları zamanında göremedi, anlayamadı, yeterince örgütleyemedi. Yaratıcı, etkili bir tarzda ve zamanında gerekli adımları atamadı, güçlü eylemler planlayıp uygulamaya koyamadı.
-Bunlar yeterince aşıldı mı?
Kuşkusuz aradan geçen 21 yıllık süreç önemli bir bilinçlenme ortaya çıkardı. Mevcut durum eskisi gibi değil fakat gelişmeler de süreç de eskisi gibi değil. Yeni durumlar ve yeni gelişmeler var. Sömürgeci-soykırımcı güçler de yeni yeni saldırılar ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla söz konusu hata ve eksikliklerin aşıldığını söylemek, kuşkusuz doğru olmuyor. Geçmişte yaşananlar bilince çıkarılmış, çözümlenmiş, yanlış olanlara önemli ölçüde yanlış denilmiş ama yeni durumda ortaya çıkan saldırıları, sorunları yeterince anlama, çözme, onlara karşı doğru mücadele etmede yine geçmiştekine benzer hata ve eksiklikler ortaya çıkabiliyor. Bu anlamda da zayıflıklarımız var. Hem de ciddi düzeyde hata ve eksiklikler yaşanıyor. Biz bunları tartışıyoruz, aşmak için büyük bir çaba içerisindeyiz. 15 Şubat komplosunun 21. yıldönümü vesilesiyle tüm parti kadroları, parti öncülüğü olarak kendi durumumuzu kuşkusuz daha derinden eleştirel – özeleştirel bir sorgulamaya tabi tutacağız. Komployu, komploya karşı mücadeleyi daha derinden çözümleyeceğiz. Hata ve eksiklikleri daha doğru ve yeterli bir biçimde görüp nedenleriyle birlikte aşarak 22. yılda çok daha güçlü ve başarılı mücadele yürütür hale kendimizi getireceğiz.
-Belçika’da Yargıtay, PKK’yi terör örgütü değil, yıllarca sürdürülen savaşın bir tarafı olarak ele aldı. Bu kararı, Uluslararası Komplo çerçevesinde nasıl değerlendirmeliyiz?
Belçika yargısının, aldığı son karar kuşkusuz çok önemlidir. Avrupa’nın merkezinde, NATO’nun örgütlendiği sahada böyle bir hukuki kararın alınmış olması, tüm Avrupa açısından da önemli ve etkileyicidir. Bu kararı, Uluslararası Komplo çerçevesinde nasıl değerlendirmeliyiz diye sorulan soruya insan şu kısa cevabı verebilir; Aslında Belçika yargısının verdiği karar, Uluslararası Komplo’nun mahkum edilmesidir, çünkü Önder Apo’ya yöneltilen komplocu saldırıların tümü terör örgütünün kurucusu ve yöneticisi olma iddiasına dayanıyor. Buradaki terör örgütünden kastedilen de kuşkusuz PKK’dir. 21 yıldır Önder Apo’ya bu temelde saldırılıyor. Uluslararası Komplo, bu anlayış ve karar doğrultusunda örgütlendirilip yürütüldü. İmralı işkence ve tecrit sistemi, NATO tarafından bu karar doğrultusunda ortaya çıkarıldı ve günümüze kadar sürdürüldü. Önder Apo’ya dönük tüm suçlamalar, terör örgütü kararına dayandırıldı.
Şimdi Belçika yargısının verdiği bu karar, Önder Apo’ya yöneltilen tüm saldırıların dayanaklarını çürütüyor, suçlamaları boşa çıkarıyor. Dolayısıyla Uluslararası Komplo’yu mahkum ediyor. Aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bunu yapması gerekiyordu. Her ne kadar Türkiye’de TC yargısı tarafından bu yapılamazsa da TC mahkemesinin verdiği idam kararını görüşen AİHM, böyle bir sonuca varmalıydı. Hukuki durum bunu gerektiriyordu. Avrupa’nın gerçekten adil ve demokratik bir hukuka sahip olup olmadığının ölçütü bu olacaktı ama AİHM bu kararı alamadı. Komplo siyasetinin etkilerini aşamadı. Bir anlamda komplo siyasetine alet oldu. Hukuk ve adalet duruşunu gösteremedi. Şimdi Belçika yargısı bunu göstermiş oluyor. Bu bakımdan önemlidir.
-21 yıl önce böyle bir tutum gösterilebilseydi neler olabilirdi?
Eğer 21 yıl önce Avrupa siyaseti böyle bir tutum gösterebilse, yine Avrupa yargısı, AİHM böyle bir tutum gösterebilseydi kuşkusuz Önder Apo’nun Avrupa siyasetine sunduğu Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm imkânı ve fırsatı değerlendirilebilirdi. Bu temelde Avrupa üzerinden Kürt sorununun çözümü yönünde bir inisiyatif geliştirilebilirdi. Kuşkusuz bu sadece Avrupa’yla da sınırlı değildi; buna Amerika, Rusya, diğer güçler de dahildiler. Önder Apo, demokratik siyasi çözüm projesini tüm küresel sisteme dönük sunmuştu fakat o zaman komplocu zihniyet ve siyaset aşılamadı. Sömürgeci-soykırımcı, Kürt’ü inkar ve imha etmek isteyen zihniyet ve siyaset aşılamadı. Önder Apo’nun sunduğu fırsat değerlendirilemedi. Tersine PKK’ye terör örgütü denilerek İmralı işkence ve tecrit sistemi kuruldu, Önder Apo’ya 21 yıldır tarihin en ağır fiziki-psikolojik baskısı ve işkencesi uygulandı. Bu temelde de bütün Kürtlere, dört parça Kürdistan ve yurt dışında benzer saldırılar yapıldı.
-21 yıllık bu tutumun sonunda ne oldu?
Kürdistan’da binlerce, on binlerce insan yaşamını yitirdi. Kürdistan bir kan gölü haline getirildi. Kürt sorunu daha ağır bir düzey kazandı, kangrenleşti. Kürtler ile Türkler nerdeyse bir arada yaşayamaz duruma geldi. Diğer yandan Ortadoğu’daki sorunlar ağırlaştı. III. Dünya Savaşı bölge düzeyinde daha derinleşerek yaygınlaştı. Ortadoğu kan gölüne dönüştürüldü. Çözümsüzlük, çıkmaz, kaos ve kriz daha yaygın ve derin hale geldi. Demek ki PKK’ye terör örgütü demek, Kürdistan’ı ve Ortadoğu’yu bu duruma getiriyor. Kürt sorununu çözmemek, Kürt sorunu üzerinde yaşamak ve siyaset yapmaya çalışmak, Kürdistan’ı ve Ortadoğu’yu böyle yapıyor. Kan gölü haline getiriyor. Bu kadar savaşa, kriz ve kaosa yol açıyor.
-Kimseye faydası olmuyor mu?
Kuşkusuz bazı güçler de faydalanıyor. Bu kadar kan gölünü ortaya çıkaran, silahları üreten ve satanlar karlarını 10 kat, 20 kat arttırdı. Tekelci güçler, para babaları, sömürücüler, enerji kaynaklarını elinde tutanlar, büyük vurgun vurdu, talan yaptı, yağmaladı, karlarını kat kat arttırdı. Bazılarının parası çoğaldı, göbeği şişti ama insanlık, Kürt halkı, Ortadoğu halkları ise bu kadar zarar gördü. Aslında şimdi biz bu gerçekler görülerek Belçika yargısının vermiş olduğu karara yaklaşılacağını ummak istiyoruz. Bu ne kadar olur bilemeyiz, kendileri bilirler fakat sonuçları ortadadır, umarız bu gerçekleri görürler. 21 yıl önce Önder Apo’nun verdiği şansı ve fırsatı doğru değerlendiremediler. Umarız bu sefer Belçika yargısının aldığı kararın ortaya çıkardığı fırsatı ve şansı doğru değerlendirirler. Bu Avrupa siyaseti için ikinci büyük fırsat ve şans oluyor. ABD siyaseti için de böyledir. Önder Apo, Kürt sorunun demokratik siyasi çözümüne açık olduğunu söyledi. Nasıl ki 1998 sonunda Roma’ya gittiğinde çözüm için 8 maddelik bir proje yayınladıysa Mayıs 2019’da da Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için 7 maddelik bir deklarasyon yayınladı. Geçen 21 yıl içerisinde bu yönlü insanüstü çaba harcadı, birçok proje sundu. Çözüm iradesini ortaya koydu. En son sunduğu 7 maddelik deklarasyonla da Kürt sorununun demokratik siyasi çözümüne hazır olduğunu ilan etti.
-Öcalan’ın çözüme hazır olması ile Belçika yargısının kararı düşünüldüğünde çözüm için siyasetin eli güçlenmedi mi?
Gerisi Kürt sorununu ortaya çıkaran ve çözümsüz kılan, Kürt soykırımını uygulayan, Kürt halkının ulusal varlığını ve demokratik haklarını kabul etmeyen güçlere kalıyor. Kürtleri inkar ve imha eden zihniyet ve siyasetin değiştirilip değiştirilmeyeceğine kalıyor. Geçmişte bu zihniyet ve siyasetle hareket ettiler. Bir avuç tekelci güç vurgunlar vurdu ama insanlık büyük tehlikeyle yüz yüze geldi. Ortadoğu ve Kürdistan kan gölü oldu. Biraz vicdanlı olsalar, biraz demokratik davransalar, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanısalar ve bunu Kürtlere de tanısalar, DAİŞ’e karşı savaşta insanlığı bu kadar savunmuş olan Kürt gerçeğine biraz adil yaklaşsalar tabi önemli bir çözüm iradesi ve gücü haline gelebilirler. Bunun önü açıktır. Kürt tarafında, Önder Apo’nun ilanıyla söz konusu çözüme hazır olma iradesi vardır. Belçika yargısı böyle bir çözüm için ön açıcı olmuştur. Siyasetin elini güçlendirmiştir. Gerisi Avrupa’nın, Amerika’nın yönetimlerine, partilerine ve siyasi güçlerine kalıyor. Avrupa Birliği, Parlamentosu, Konseyi, ile Birleşmiş Milletler’e (BM) kalıyor. BM de bu işin içindedir ve Belçika yargısının kararı BM için de etkileyici niteliktedir. Umarız bu sefer doğru yaklaşırlar, ortaya çıkan fırsatı değerlendirirler.
-Uluslararası Komplo’nun 22. yılı nasıl karşılayacaksınız; komplo rejimine karşı hangi yol-yöntemlerle ve nasıl bir mücadele yürütmeyi öngörüyorsunuz?
21 yıllık büyük mücadele içerisinde Hareket ve halk olarak Uluslararası Komplo gerçeğini, dayandığı Kürt soykırım sistemini ve buna karşı başarılı bir özgürlük mücadelesi yürütmenin tarihsel önemini çok büyük ölçüde bilince çıkarmış ve kavramış durumdayız. Önder Apo’nun 21 yıllık İmralı duruşu ve direnişiyle geliştirdiği savunmalar, tüm bunları çözümledi ve bizleri güçlü/derin bir bilince kavuşturdu. Uluslararası Komplo’ya karşı 22. mücadele yılına böyle bir bilinçlenme temelinde giriyoruz.
Komplocu güçler ayakta kalabilmek için saldırılarını tüm boyutlarıyla sürdürüyor. İşte AKP-MHP faşizminin topyekun özel savaş konsepti temelinde Bakurê Kurdistan’da olduğu gibi Başûr ve Rojavayê Kurdistan’da, yine yurt dışında halkımıza dönük soykırımcı baskı ve katliamlarını azgın bir biçimde yürüttüğü açıktır. AKP-MHP faşizmi, varlığını böyle bir saldırının başarısına dayandırıyor.
-AKP-MHP faşizmi destek alıyor mu?
Başta ABD ve Rusya yönetimleri olmak üzere birçok siyasal güç, basit ekonomik ve siyasi çıkarlar karşılığında yürütülen bu Kürt soykırımına çeşitli biçimlerde destek veriyor. Bunun da açık ve anlaşılır bir durum olduğu ortada. Öyle AKP-MHP istiyor, TC yürütüyor da onlar çaresiz destek veriyor, dememek/sanmamak lazım. Tam tersine onlar da tahrik ediyor, AKP-MHP katliamlarını teşvik ediyor, destek veriyor. İşte Fransa’nın durumu da ortada.
-Nedir Fransa’nın durumu?
Türkiye’ye en çok karşı çıkıyor görünen Fransa devleti hala Paris Katliamı’nı yargılayıp mahkum etmedi. Eğer Fransa devleti de öyle yapsaydı Belçika yargısının aldığı kararla gerçekten de Kürdistan üzerinde AKP-MHP faşizminin yürüttüğü soykırımcı saldırıları durduracak bir siyasi süreç gelişebilirdi. Söz konusu hukuki sonuçlar bunu sağlayabilirdi ama şimdiye kadar bunu yapmadılar. Bu ciddi bir durumdur ve eleştiri konusudur. Demek ki, TC’yle en çatışmalı olanlar bile aslında PKK’ye karşı yürüttüğü saldırılara destek veriyor. ABD ve benzeri yönetimler ise bunu daha üst düzeyde yapıyor.
-ABD-İran gerginliğinin derinleşmesi de yeni bir durum yaratmıyor mu?
Ortadoğu’daki savaş yayılıyor. Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi El Mühendisi’nin Bağdat’ta vurulmasıyla artık III. Dünya Savaşı yeni bir aşamaya girdi. Açıkça görülüyor ki önümüzdeki birkaç yıllık süreç bir çatışma içerisinde geçecektir. Ortadoğu’da mücadele bu temelde biraz daha derinleşecek, yaygınlaşacaktır.
ABD-İran çatışmasının ortaya çıkardığı yeni durumu da değerlendiriyoruz. Buna göre gerekli politikaları, pratik tutumları geliştireceğiz. Bölgeye dönük dış kapitalist modernite müdahalesine kesinlikle karşıyız. Bununla birlikte bölgedeki ulus devlet diktatörlüklerinin de zihniyet ve siyaset olarak aşılması, demokrasiye duyarlı hale gelmesini belirtiyoruz. Bunun için yoğun bir mücadeleyi Kürdistan Özgürlük Devrimi temelinde yürüttük ve bunu sürdüreceğiz. Rojhilatê Kurdistan’da da büyük bir mücadele var ve İran’da demokratikleşmenin gelişmesi, sorunların demokratik temelde çözülmesi için her türlü yaratıcı yöntemle ve etkin bir biçimde mücadele edeceğiz.
-Burada stratejik ve taktik yaklaşımlar olmayacak mı?
Uluslararası komplocu güçler 21 yıldır boşa çıktılar, yenilgiye uğradılar. Artık komployu sürdürme ve başarıya götürme çabaları nafiledir. Kesinlikle daha fazla yenilgi alacaklar, başarısız kalacaklar, bunu bilmeliler. Dolayısıyla bu güçler karşısında stratejik ve taktik duruşumuzu daha çok somut ve yaratıcı kılacağız. Stratejik olarak bu güçlerin aşılması için çaba harcarken taktik ilişki ve mücadele diyalektiğini daha duyarlı, dikkatli bir biçimde uygulayacağız. Kendi aralarındaki çatışmalarına kesinlikle taraf olmayacağız. Bu çatışmalardan başta Kürdistan olmak üzere halkların zarar görmesine gücümüz oranında izin vermeyeceğiz. Biz bu temelde kendi tarafımızı yaratıyoruz. Bu halkların, kadınların ve gençlerin, özgürlük ve demokrasi çizgisinin tarafıdır. Her türlü çıkar çatışması karşısında üçüncü tarafız. Çıkar ve iktidar amaçlı çatışmanın kendisine karşıyız. Çatışan taraflarla bir stratejik bağımız olamaz. Taktik düzeyde ilişki ve mücadele diyalektiğini yürütürüz. Şimdiye kadar da çizgimiz böyleydi. Komplo sürecindeki ‘düşmanımın düşmanı benim dostumdur’ yaklaşımının bize ne kadar pahalıya mal olduğunu görerek bu tür anlayışları aştık. Sistem içi güçlerin çıkar çatışmalarını daha doğru anlar ve onlar karşısında daha doğru bir duruş ve tutum gösterir hale geldik. Bu politikamızı yürüteceğiz.
-Tekrar Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele hazırlığı ve planlamasına dönersek…
Evet, işte bütün bunları dikkate alan bir yaklaşımla komploya karşı 22. yıl mücadelesini ele alıyoruz, planlıyoruz, örgütlüyoruz ve yürütüyoruz. Komploya ve tecride karşı 22. yıl mücadelesi olarak kapsamlı bir direnme hamlesi geliştiriyoruz. Bunu giderek her alanda daha çok somutlaştıracağız ve yaratıcı yöntemlerle uygulayacağız. İmralı tecrit sistemini kırıp komployu 22. yılda daha büyük yenilgilere uğratacağız. Hedefimiz budur, kararlılığımız bu temeldedir.
Bunu gerçekleştirmek için Bakur, Başûr ve Rojava’da AKP-MHP faşizmini yıkmayı hedefleyen çok yönlü topyekun bir direnişi geliştireceğiz. Gerilladan halk direnişine kadar her türlü direnme biçimini, Türkiye’nin demokratik güçleriyle yaygın ve yaratıcı bir tarzda geliştireceğiz. Bu temelde AKP-MHP faşizmini yıkıp Kürdistan’ı özgür, Türkiye’yi demokratik hale getirme hedefimizi gerçekleştireceğiz. 22. yıl böyle bir hedefi başarmak için çok uygun bir yıldır ve bunu kesinlikle yapacağız.
Komploya ve onun somutlaşmış ifadesi olan İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı mücadeleyi, herkes kendi mücadelesi, özgür ve demokratik yaşamının gereği olarak görmeli ve sahiplenmelidir. Buna göre komploya ve tecride karşı 22. yılda AKP-MHP faşizmini yıkmayı hedefleyen büyük bir mücadeleyi etkili geliştirmeliyiz. Şubat ayı boyunca halkımız ve dostlarımız, bulunduğu her yerde komploya ve tecride karşı gece ve gündüz demeden mücadele halinde olmalı, teşhir etmeli, güçlü bir duruş göstermelidir. Her türlü eylemlilikle komplonun zihniyet ve siyasetini mahkum etmeli, komployla birlikte yaşamak istemediğini göstermelidir. Komplocu zihniyetin ve siyasetin yıkılması; bunun somut ifadesi olarak da İmralı işkence ve tecrit sisteminin yıkılarak Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulması gerektiğini ortaya koymalı, istemeli, bunun için ayağa kalkmalıdır. Böyle bir duruş kesinlikle başarı getirecektir.