HABER MERKEZİ –
“Bizim ortamımızda irade keskinliği ile birlikte yenme kişiliğini öğreneceksiniz. Böylece partimizin sağlam bir militanı haline gelmiş olacaksınız. İlişkilerde zorlayıcı olmayacaksınız. Günlük ilişkilerde kimse kendini dayatmayacaktır. Özellikle olumsuz ve zedeleyici olabilecek ne varsa onu içinizde tutacaksınız. Hayırlı, anlamlı ve güzel olan bazı davranışlarınız, duygularınız ve düşünceleriniz varsa onları paylaşacaksınız. Ham, yetersiz ve fazla işe yaramayan özelliklerinizi gün yüzüne çıkarmayacaksınız. Yansıtacağınız her duygu, düşünce ve davranış mutlaka yanınızdakine bir şeyler verecek özde ve içerikte olacaktır.”
“En temel amacımız aldanmadan, aldatmadan ve yapmacıksız olarak, tam bir görev kişiliğinin tüm özelliklerini kazanabilmek ve bunun için gerekli eğitim savaşımını başarıyla verebilmektir. Diğer savaşlarda olduğu gibi eğitim savaşını da oldukça yanılgılı, özden yoksun ve biçime ters olarak, fazla etkili olmayan bir yansıtmayla boşa çıkararak ağır bir yetmezlik içinde geçiriyorsunuz. Halbuki yaşanan süreç çok acımasızdır. Özellikle benim açımdan gündem hem çok önemlidir hem de çok zordur. Buna rağmen biz gerçek bir parti militanı olmanın en büyük çabalarını sergilerken, sizin bu konuda bir öğrenme tutkusunu bile özlü geliştiremeyişiniz belki de kendinize yapabileceğiniz en ciddi saygısızlık ve yetersizliktir; büyük bir militanlaşma şansını bir kez daha kaçırmaktır.
Şu çok açıktır: Bu mücadeleye adım atmak, ölümüne bir savaşa karar vermek ve yaşamda bir özgürlük tarzını kesinlikle esas almak demektir. Her günkü çabalarınız savaş kararlılığı kadar kişiliğinizde özgür yaşam imkânını da gerçekleştirirse, bununla kendinizi kazanabilirsiniz. Tabii bu, parti ve halk kişiliğini kazanmaktır ve daha da somut olarak, düşmanıyla savaşmak kadar yaşamını özgürleştirmektir. Bunun sorgulamasını kendi kendinize yapacaksınız. “Ben neyim, gelişmenin neresindeyim ve ne kadar başarılı olabilirim?” sorularına cevap vereceksiniz. Yaşama bu kadar yenilgili ruh haliyle yaklaşmak, bu kadar iddiasız olmak, çaresizliğiniz ve üretken olmayışınız ortada olduğu halde, bu kişilikle salınıp durmaktan nasıl utanmıyor, nasıl bundan sıkılmıyorsunuz? Bu nedenlerle yaşadığınız örnekler çok feci bir kayıpla karşılaşacağınızı gösteriyor. Hala bu yaşama nasıl cesaret ettiğinize, yaşadığınız acı kayıplara rağmen, bunlardan ders çıkarmadan ve korkmadan böyle rahat rahat sallanıp durduğunuza hayret ediyorum. Bu böyle olamaz.
Sizi tanıyorum, yetişme tarzınız benim yabancısı olduğum bir durum değildir. Sizlerde esasında tüm temel insani değerlere bir yabancılaşma var. Yine düşmanın son derece iddiasız kıldığı bir kişiliğiniz var; onun da üstünü örten oldukça hafif, hiçbir içeriği olmayan yalandan ibaret bir yaşam felsefesi de demeyeceğim, düşüncesizlik ve boş şeylerle avunma durumunuz söz konusudur. Düşmanın sizde yarattığı düzey budur. Bu düzeyi halen korumanın ne anlamı var? Üzerinizdeki iki üç katlı bu kiri atmadan kendinizi nasıl yaşatacaksınız? Beyninizde herhangi üretken bir düşünce yoktur. İradeniz herhangi bir koparıcılığa ve keskinliğe sahip değildir. Yaşamınız konusunda bile fazla ciddi değilsiniz. Sizin en büyük silahınız, gaflet ve cehaletle yaşamda birilerinin başına bela olmaktır. Toplumdaki hastalıkları sadıkane bir biçimde partiye yansıtıyor, hastalıkları içimize taşıyorsunuz. Artık buna bir dur demeniz gerekiyor.
Ben bütün bu yaptıklarıma rağmen halen kendimi tam anlamıyla beğenemiyorum
Tabii eğitimsizliğiniz çok ileri boyutlardadır. Kendinizden oldukça vazgeçirilmiş ve yaşama duyarsız kılınmışsınız. Halen bu acı durumu yaşıyorsunuz. Acaba bizim aramızda bu durumunuzu aşabilecek misiniz? Aşamazsanız, bu parti sizi taşıyamaz. Ben kendimi her gün ölçüp biçiyorum. Ancak sizleri bu halinizle nasıl taşıyacağımı kara kara düşünmekten kendimi alamıyorum. Dünyanın yükünü kaldırıyorum, ama sizin bu geriliklerinizi kaldırmak pek akıl kârı değildir. Bu rahatlığınız, en temel değerlere karşı sıradan davranışınız nasıl gerçekleşiyor? Bir önemli görevin üzerine gidiş tarzınız nasıl bu kadar yanlışlıklarla dolu ve iddiasız olabiliyor? Hedefiniz nedir, nereye varmak istiyorsunuz? İnsan kendini nasıl bu kadar muğlak bırakabilir? Bu kadar zavallılığı nasıl bir karakter haline getirmişsiniz? Bu soruları kendinize sorun ve kendinizi tanımlayın. Sizi kim alacak, kime yarayacaksınız? Kendinize ne kadar yararlı olabileceksiniz? Durumunuz böyle oldukça, bu değerlerin üzerinde nasıl söz sahibi olacaksınız? Bunlar çok önemlidir. Hele bir kadro için mutlak halledilmesi gereken bir kişilik sorunudur. Sizler yıllardan beri böyle alıştırılmışsınız. Ancak bunlar kötü alışkanlıklardır.
Ben bütün bu yaptıklarıma rağmen halen kendimi tam anlamıyla beğenemiyorum. Daha etkili olabilmek için kendime zar ağlatıyorum. Bu yaşıma ve bütün zorluklara rağmen, keskinleştirme savaşım daha da müthiştir. Kişiliğin onuru budur. Fazla etkili olamadığınız ve başaramadığınız ortadayken, kendinizi nasıl kabulleniyorsunuz? Bu noktada hayretler içindeyim. Örgüt üzerinde durmak, önünüzde bir iş varsa onun üzerinde durmak sizin için bir çare olabilir. Böyle yarım yamalak duruş şekli, tam bir kendine işkence etme tarzıdır. Hiç olmazsa yapamıyorum deyin. Bir konuyu yeterince anlamadan, hakkında yapılması gerekeni kesinleştirmeden durulur mu? Şimdi sizin durumunuz budur. Bu durumunuzun kararsızlıkla izahı da mümkün değildir.
İşte son olarak saflarımızda ortaya çıkan, anlaşılması ve inanılması çok güç olan bu durumlar ve kişiliklere baktığınızda, onlarda, o aynada kendinizi görebilirsiniz. Örneğin bu son kurbağa kişiliğini (Şemdin Sakık) değerlendirdiğimizde, tam bir ucube yaratık olduğu ortaya çıkıyor. Eminim ki, şimdi sorgulamada siyasal görüşmeye yattığını sanıyor. Ancak milyonda bir bile şansı yoktur. Orada büyük adam olduğunu sanıyor. Siyasal bir anlayışla bazı işleri çevirmek istediğine dair kendini kandırarak mezara kadar taşıyacak. Çılgınlık, gaflet ve düşkünlük buradadır. İşin acı tarafı şu ki, bu aynada kendinizi de görmeniz gerekir. “Ben politikada neyim, nasıl ayakta duruyorum?” Sorularını kendinize sorarak durumunuzu tespit etmeniz zor değildir. Bir yandan kendinde bir güç olduğunu sanıyor, ama diğer yandan düşman kavramına bile açıklık getirmiş değildir. Aslında bunu bilmiyor da değildir, kişiliği öyle şekillenmiştir.
Tabii burada sizin de çok dikkat etmeniz gereken bir özelliğimiz var: Biz bu tür kişilikleri düşmanla çatıştırırız. Orada iki düşman birbiriyle çatışıyor. Çok korkunç bir güç dengesizliği içinde, korkunç bir sonla noktalanacak bir rezaleti ve bir sefaleti onlara yaşatacağız. Bizim yöntemimizde bu var. Sağ kalsa da en çirkinidir, vahşice gitse de en kötüsüdür. Bu iki ucu pislik içinde bir değnek ve içinden çıkılamaz bir durumdur.
Bu örnekten kendi duruşunuzla yaşamanın, direnmenin ve düşmanla mücadelenin başarılı olamayacağı biçiminde bir sonuca varmanız gerekir. Bu tarzınızla politikacılık da, gerillacılık da yapsanız olmuyor. Bunun bu tarzla olmadığı çok açık olarak ortaya çıktı. Bunu ben icat etmedim, ben sadece açığa çıkardım. Bir oyunu, bir kiri, bir balonu ortaya çıkardım. Sizler bunun neresinde olduğunuzu tespit etmek durumundasınız. Hiç olmazsa yaşanılacaksa da, ölünecekse de bir anlamı olsun. Bu olmadan çok tehlikelisiniz. Ondan sonra vahim bir sona giderseniz, size aşağılık, alçak diyeceğiz; belki söyleyecek bir kelime bile bulamayacağız. Çünkü bu tablo karşısında insanın düşünmemesi, düşünüp de silkinmemesi büyük bir gariplik, büyük bir düşkünlüktür.
Yeniden doğuş, anadan doğmaktan daha çarpıcı bir biçimde yaşama doğuşu gerektirir
Kim size böyle gerillacılık yapın dedi? Kim size böyle politika yapın, böyle yaşayın veya bu halinizle kendinizi bir şey sanın dedi? Kim size böyle komutanlık yapın dedi? Ben söylemedim. Kendi kendinize “İşte böyle komutan olunur, böyle politika yapılır, böyle örgüt tanınmaz, işte partiyle böyle oynanır”, sözüm ona “Böyle yaşanır” dediniz. İşte sonuç budur, gelin de işin içinden çıkın. Böyle yüzlercesi daha var. Yarın öbür gün çoğunuzun başına da aynı şey gelebilir. Bu, yerinde olmayan ölümler için de geçerlidir. Kim size böyle ölün diyor? Kendiniz bunu uyduruyorsunuz. Bir de bir şey yapmadan, şu anda sözüm ona gerilla içinde veya parti adına yaşıyor ve mücadele ediyorlar. Kim size böyle mücadele edilebilir diyor? Cahillik, gaflet, bir türlü terbiye edilmemiş davranışlar ve bir de fazla gelişmemiş bir beyniniz var. Sonuç, hiçbir halkın başına gelmedik, yine hiçbir kişinin başına kolay kolay gelmeyecek olaylar ve Kürt tarihindeki sonu kötü olan durumlardır.
Yeniden doğuş, anadan doğmaktan daha çarpıcı bir biçimde yaşama doğuşu gerektirir. Bu olmazsa, haliniz ortadadır. En büyük silahınız, “ben ağlarım” oluyor; biraz üzerinize gittiğimde de “duygularım var” diyorsunuz. Artık gerçeklere göre hareket etmeniz gerekir. Sizin bu söylemlerinizin askerlikle ve siyasetle ne ilişkisi var? Peki, bu kadar gafletle askerlik ve devrim gibi büyük bir gerçekçilikle yürütülen bir alana siz nasıl girebilirsiniz? İşte gerisi beni Allah yerine koymanız oluyor. Böyle duygulara, bu yalanlara, bu körlüklere neden sığınıyorsunuz? Onun yerine kendi kişiliğinize, saygınlığınıza ve bilinç denilen olaya sığının. Saygıdeğer bazı duygularınız varsa onlara anlam verin; bu temelde bu rezaleti, bu zavallılığı üzerinizden atın. İnsan halinize bakınca üzülüyor: Bunlara ne oldu, başlarına neler gelmiş demekten kendini alamıyor. Devrimci militan hiç böyle olur mu? Devrimci militan böyle ölür mü?
Ben de halen çok az olanaklarla yürüyorum. Ne kolay ölüm, ne de kolay yaşam var. Sırat köprüsünde bir yürüyüş gerekiyor ve bu da anlamlıdır. Hiç olmazsa biz halen düşmanı uğraştırıyor ve bir yaşam imkânını yaratıyoruz. Şimdi siz bundan da oldukça ters sonuçlar çıkarıyorsunuz. Tabii burada derin bir iddiasızlık ve belki de farkında olmadığınız, ama çoktan kötü yenilmiş bir kişilik var. Bu yenilmiş kişilikle nasıl yaşayabiliyorsunuz? Yenilmiş kişilik şudur: Bu kişilik bir tartışmaya doğru giremez, bir kararı doğru veremez, bir örgüt yönetimini doğru sahiplenemez, bir yanlışlığın üzerine gidemez ve mutlak yapılması gereken bir işi göremez. Dikkat edin: Sizin de örgüt içindeki duruşunuzun toplamı bu yetersizliklerden ibarettir. Ondan sonra da ucuz duygulara sığınıyorsunuz. Bu böyle olmuyor. Her türlü şeyi yapabilecek en aşağılık kişilikler var ve insan bunların bazılarından korkuyor. İşte teslim olmuş, itirafçı olmuş ve hainlik yapıyor. Herhalde dürüst insanlarsınız ve bunlara karşı sizin de öfkeniz var. Eğer öyleyse, o zaman öfkenizin hakkını verin; öfkenize göre yapmanız gereken işin bilincini ve gücünü ortaya çıkarın. Bu işler başka türlü olmaz.
Siz sosyalist emeğin ne olduğunu ve onunla nasıl birleşeceğinizi bilmiyorsunuz
Bütün bunları şunun için söylüyorum: Madem saflarımıza geldiniz, o halde bu işi esastan öğrenin. Sizin zorluklarınız kesinlikle benimkinden fazla değildir. Ben, kendime tanımadığım öğrenme imkânlarını size veriyorum. Gençsiniz, bu genç yaşta hepinizden enerji fışkırır. O zaman bu donukluk, bu kuru kişilik nedir? Bu özellikleri kötü yetiştiğiniz lümpen, serseri ve hiçbir yüce değerin aşılanmadığı ortamlardan aldınız. Bunu üzerinizden atın. Sülaleniz güçlü olsaydı, imhacı güce karşı bu kadar aşağılık bir tutum içinde olmazdı. Demek ki, geldiğiniz kurumlardan nefret edeceksiniz. Çünkü size hiçbir sağlam değer aşılamamışlardır. Bununla kişileri, ana babalarınızı kastetmiyorum, elbette onlar da birer çaresizler. Bu kuruma, bu kurumun öldürücü geleneğine; yani sizi uyuşturan, kurutan ve sizi en temel değerler karşısında çaresiz bırakan ne varsa ona karşı durun. Bu çok açıktır. Ancak siz halen oralı bile olmuyorsunuz. Ben burada kendime de öfke duyuyorum ve hala neden bu kişilerle yürüyorum diye soruyorum. Kendimi zor tutuyorum, böyle kişiler benim arkadaşım olamaz, diyorum. Kendimi nasıl savunacağım konusunda öfkemi zor tutuyorum.
Sizlere şundan dolayı sabrettim: Çünkü düşman sizinle oynuyor, ancak siz bunun farkında değilsiniz. Oynaşmaktan başka elinden bir şey gelmeyen hafif kızlar vardır ya, durumunuz siyasal anlamda onlara benziyor. Ancak kişiliğiniz buna dört dörtlük zemin sunuyor. Ondan sonra da kabadayılık temelinde adam olmayı taslıyorsunuz. Adam olmanın ölçütü, bir işe sağlam anlam vermek, kolay yenilmeden ve kolay ölmeden bir yerlerden bir yerlere ilerlemektir. Bu olmadan hangi namustan ve onurdan bahsedebilirsiniz? Doğru iki söz söyleyemiyorsunuz. İşiniz gücünüz benim bile kafamı karıştırmak oluyor. Bu ölü halinizle, kurutuculuğunuzla ve doyurucu olmayan yaklaşımlarınızla benimle oynamak istiyorsunuz. Üzerinize gittiğimizde ise, zavallı durumlara düşüyor veya en tehlikelisi de ya “Sen Allah’sın” ya da “En büyük despotsun” diyorsunuz. Kişilikleriniz hep aynı iki kelimeyi söylüyor: Allah’a bağlanır gibi bağlanmak, ancak umduğunu bulamayınca da beni en büyük despot yerine koymak.
Neden insanca yaklaşamıyorsunuz? Neden bir emek savaşçısı olarak, bir emek ve değer paylaşanı olarak, anlayışla ve belli ölçülerle birlikte iş yapmak isteyen bir kişi olarak bu işlere gelmiyorsunuz? Çünkü siz yaramazsınız. Çünkü siz sosyalist emeğin ne olduğunu ve onunla nasıl birleşeceğinizi bilmiyorsunuz; buna kapalısınız. Yani ya birileri sizi feodalce veya kapitalistçe sömürecek ya da siz birisine öyle yapacaksınız. Sizin kültürünüzün kökeninde bu var. Komutanlığınız da öyledir. Kimin despot ve kimin tanrıya yalvarmacı olduğu ortaya çıkıyor.
Neden emekle bir şeyler yaratamıyorsunuz, hatta neden kendi emeğinize sahip çıkamıyorsunuz? Örneğin adam yirmi yıldır parti adı altında sözde bütün gençliğini harcamıştır; ama bakıyorsunuz ki, iki günde kaçıyor veya kendini yere atıyor. Bu işe on-yirmi yılınızı vermediniz mi? Nasıl oluyor da bir gün içinde kendinizden kaçıyorsunuz? Bunda dehşet verici bir yan var, kendisine müthiş saygısızlık var. Bu yıllar senin yıllarındı, bu can senin canındı. Sen kendi beyninle ve yüreğinle yürüdün. İşte burada bir ucubelik var. Bu adam kendini tanıyamamıştır, kendisinden kaçıyor. Bu büyük bir trajedi, büyük bir çılgınlık değil mi? Peki, biz bu kişiliklere ne diyeceğiz? İnsan kendisinden neden bu kadar kaçsın? Neden kendisinden böyle nefret etsin, neden kendine bu kadar düşmanlık yapsın?
Unutmayın ki, bunların içindesiniz. Demek ki, bu noktada büyük bir yanılgı olduğunu görecek ve “Saygısızlık var, kendimi düzeltmem gerekiyor” diyeceksiniz. Bir defa bu ağlama sanatını terk edeceksiniz. Ağlama, işte sizin bu davranış tarzlarınızdır. Ağlama yalnız gözyaşlarından ibaret değildir, gözyaşı sadece gözlerden dökülür. Bir de dilden dökülen, yüzden okunan, beyinden ve bütün o davranışlarınızdan dökülen ağlamalar var. Gözyaşıyla ağlama o kadar tehlikeli değildir. Bir işe hakkını verememeniz, sağlam bir duruşa hakim olamayışınız ağlamadır. Net bir karar gücüne sahip olamayışınız sızlanmadır.
Sizi kandırmışlar; adam diye, erkek diye isim takmışlar, hepsi o kadar. Ama içeriğinde hiçbir şey yoktur. Bu yüzden ben bunu en erken yaşımda fark ettim ve hiçbir zaman bu kişiliği beğenmedim, bu kişilikten kaçtım. Halen de öyleyim. Çok tehlikeli bir kişilik olma gerçeğiniz söz konusudur. Bu gerçeğe kuşkuyla ve endişeyle baka baka kendimi yeniden yapılandırmaya çalıştım. Ben olsam bu kişiliği tokmağın altına alır, günde kırk defa döver, adam ederim. Yoksa bu kişiliği taşımam. Kendi halinize üzüleceğiniz yerde, kendinizi adam edin. Siz bir ajan değil, gerçekten ben bu işe varım diyerek ortaya atılan kişilersiniz. Bir ajan olsaydınız, art niyetlidir, onun için kendisini saklıyor derdim. Ama durumunuz o kadar kötü ki, bir ajandan daha tehlikeli durumdasınız. Bu açıdan da yaşam hakkını kullanamazsınız. Bu halinizle hiçbir yaşam hakkını kullanamayacağınız PKK de gerçeğin özüdür. PKK olayında yaşamın tek şartı, bu anlamda düşmanıyla boy ölçüştürme şartıdır. Dikkat edin: Ben savaşırım ve ölürüm şartı değildir, sıradan bir mücadele veririm ve yaşarım şartı da değildir; düşmanla boy ölçüşürüm ve düşmanı yenebilirim şartıdır. Bu şarta ulaşamazsanız, ciddiye alınmanız da mümkün olamaz.”
Rêber Apo’nun 18 Nisan 1998 tarihli çözümlemesi