HABER MERKEZİ – PKK 40. kuruluş yıldönümünü kutlamaktadır. PKK bu 40 yıllık mücadele tarihine devrimsel gelişmeler sığdırmıştır. Varlığı-yokluğu tartışma konusu bile olmayan, kavram olarak bile adı anılmayan, inkâr edilen, imha sürecine alınan Kürt halkında büyük değişim ve dönüşümler gerçekleştirmiştir. Kürt halkı PKK’nin geliştirdiği direnişle adeta bir kez daha yaratılmıştır. PKK’nin doğup geliştiği zamana kadar kendi gerçekliğini bilmeyen, kendisi için yaşamayan, sömürgeciliğin bir uzvu, eklentisi ve uzantısı gibi yaşayan Kürt halkı, PKK ile birlikte yeniden dirilişini gerçekleştirmiş, kendisi olmaya, direnmeye ve özgür yaşamaya başlamıştır.
PKK Öncesi Kürt Toplumsal Yapısı
Bu kısa olgusal gelişme süreçleri, Kürt halkının tarihsel ve toplumsal oluşumunu anlatmaktadır. Ancak başlangıçtaki bu gelişim sürekliliğini koruyamamış, tarihsel ve toplumsal gelişmesi kesintiye uğramıştır. Yerleşik konumda bulunduğu, kendisine hayat veren ve cennet olarak tabir edilen coğrafyanın işgal, istila, talan vb. sömürgecilik saldırılarına maruz kalması, bu yaratıcı ve oluşturucu tarihsel gelişmenin dumura uğramasına neden olmuştur. Uygarlığın gelişimiyle bağlantılı olarak devletli yapıların ortaya çıkmasıyla birlikte Kürdistan coğrafyası, stratejik konumu itibariyle, denilebilir ki, sonu gelmez işgal, istila ve sömürgeleştirme saldırılarına maruz kalmıştır. Büyümek, imparator olmak isteyen hemen her dış gücün yönünü Kürt halkının yaşadığı topraklara döndürmesi, bu toprakları savaş alanına çevirmiş ve bu da toplumsal gelişmenin kesintiye uğramasına neden olmuştur.
Her gelen sömürgeci güç kendi düşünce, ahlak, kültür ve egemenlik anlayışlarını dayatmıştır. Sümerlerden Asurlara, Perslerden Greklere, Makedonyalılardan Romalılara, Bizanslılara kadar köleci sistemin bütün büyük güçleri sadece Kürdistanı işgal ve istila etmekle yetinmemişler, aynı zamanda egemenlik yaklaşımları çerçevesinde kendi düşünce ve yaşam ölçülerini de hâkim kılmak istemişlerdir. Her sömürgeci gücün temel yaklaşımı, işgal ve istila edip sömürgeleştirdiği toplumsal yapıyı mutlak denetim ve sömürü altında tutmaktır. Bunu gerçekleştirebilmek amacıyla işgal edip sömürgeleştirdiği toplumu kendi düşünce ve ahlak yapısı çerçevesinde yeniden yapılandırmayı esas almışlardır. Bu köleci imparatorluklar Kürt halkına da kendi egemenlik anlayışlarını dayatmak ve hâkimiyetlerini bu temelde kurup süreklileştirmek istemişlerdir. Perslerin Medleri imparatorluğun ikinci halkı olarak yönetime dâhil etmesinden, İskenderin binlerce Medli prensesi askerleriyle evlendirmesinin altında yatan esas neden de aynı amaçlıdır. Bu işgalci güçler, askeri olarak işgal, istila ve talan hareketlerini başarmış olsalar da, düşünce ve ahlak ölçülerini hâkim kılmada başarılı olamamışlardır. Zerdüşt?ün Kürt toplumuna nüfuz eden ahlak felsefesinin gücü ve toplumun bu ahlak felsefesi temelinde karakter kazanmış olması, köleci imparatorlukların bu amaçlarını gerçekleştirmelerini engellemiştir.
Ancak aynı şey İslam feodalizminin Kürdistandaki yayılması, kendi ahlak ölçülerini dayatması karşısında başarılamamıştır. Arap İslam feodalizmi Kürdistana askeri işgal ve sömürgeleştirmenin yanı sıra, ahlak ölçülerini de büyük oranda egemen kılmıştır. Arap İslam ideolojisinin Zerdüştün inanç sistemi de dâhil çağının ideolojileri karşısında daha ilerici olduğu ya da olmadığı tartışmasını bir yana bırakarak değerlendirilecek olsa bile, bir toplumun kendi direnme ideolojisini terk etmesi, o toplumun çözülüş sürecine girmesi veya değişim ve dönüşüme uğramasına neden olacaktır. Kürt halkının zor altında da olsa kendi inanç sistemini terk etmesi, İslamiyeti benimsemesi, doğal toplum sürecinde edinilen ve binlerce yıl yaşanan karakteristik özelliklerinin ortadan kalkmasına, en azından büyük oranda zedelenmesine ve yerine kendi karakterine yabancı bir karakter edinmesine neden olmuştur. Kuşkusuz kendi inanç sistemini tamamen terk etmeyen, yer yer İslam ideolojisiyle kaynaştırarak daha farklı bir direnme ideolojisi yaratarak yaşamaya devam eden bir Kürt halk kitlesi de oluşmuştur. Bu son durum şunu göstermektedir. Kendi inanç sistemini ve karakteristik yapılanmasını terk etmeme istemini ve de aynı toplumda daha farklı karakterlerin yapılanmasını ifade eder.
Zerdüştün ideolojik etkilerinin kırılması, İslamiyetin egemen ideoloji haline gelmesi Kürt toplumunda büyük değişim ve dönüşümleri beraberinde getirmiştir. Kişilik şekillenmesi, karakteristik yapı, toplum içi ve toplumlar arası ilişkiler İslam ideolojisinin doğmalarına göre yeniden biçim kazanmışlardır. Bu değişimde olumsuz anlamda en fazla etkilenen de, ikinci cinsel kırılmayı yaşayan kadın olmuştur. Kürt toplumsal yapısından kaynağını alan ve Zerdüştün tek eşlilik olarak formüle ettiği toplum içi ilişkiler, İslamiyetin çok eşlilik anlayışıyla kökten sarsılmıştır. Yalnız bu değişiklik bile bir toplumun baştan aşağıya değişimi anlamına gelir. Belki de bundan daha önemlisi; toplumun kendi ideolojisinden kopartılmış olmasıdır. Çünkü kendi ideolojisinden, inanç sisteminden kopartılmamış olsa, farklı bir ideolojiden kaynağını alan böylesi büyük bir değişimi de kolay kabullenmezdi. Kuşkusuz İslam ideolojisinin dayattığı ve gerçekleştirdiği değişim sadece kadına yönelik bu durumla sınırlı değildir, toplumun ölçü kazandıran tüm yaklaşımları değişim ve dönüşümün hedefi haline getirilmiştir. Kadın üzerinden topluma dayatılan bu ölçü kazandırma, cinsel kırılma anlamında olduğu kadar, toplumsal kırılma anlamında da derin bir etkiye yol açtığından ve rol oynadığından, bir örnek misalinden belirtme gereği duyduk. Yoksa esas hedef toplumsal zihniyetin değişmesidir. Bu ise, çok daha köklü bir yaklaşımı ifade etmektedir.
Kısacası, zihniyette yaşanan değişim ve dönüşüm, yaşam ölçülerindeki değişim ve dönüşümün esas gücüdür ve sömürgeciler bu bilinçle hareket etmişlerdir. Zihniyette bu değişim ve dönüşüm gerçekleşmemiş olsaydı, yaşam ölçülerinde de bu düzeyde bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirilemezdi. Tüm sömürgeci güçlerin, sömürgeleştirdikleri toplumlara müdahalesi, bu yaklaşımı gerçekleştirmek çerçevesinde olmuştur.
Arap İslam feodalizminin başlatmış olduğu toplumsal yeniden yapılanma, kavimsel anlamda yaşanan iktidar değişimine rağmen, aynı etkilerle devam etmiştir. Kuşkusuz iktidarı ele geçiren farklı kavimsel (Türk, Fars) yapılar, İslam ideolojisini kendi iktidar anlayışlarına göre yeniden şekillendirmiş, kendi toplumlarını yorumlanan ideoloji temelinde yapılandırmışlardır. İran ve Türk İslam yorumları bu yaklaşımlar çerçevesinde olmuştur. Türk ve İran İslam yorumları daha çarpık bir biçimde ve gerçeğinden daha da uzaklaşarak Kürt halkına yansımıştır. Bu da Kürt halkında daha olumsuz etkilerin gelişmesini, toplumsal olarak parçalanmasını beraberinde getirmiştir. Bunun sonucu olarak Kürt halkı kendi içinde mezhepler temelinde daha çok parçalanmış ve her iktidar gücün yedeklenmesi olarak rol oynamıştır. Safevilerin egemenliği altında olan Kürdistanın Doğu parçasında yaşayan Kürt halkı Şia, Osmanlının egemenliği altındaki Kürdistanın Batı parçasında yaşayan Kürt halkı da Sünni mezhebini benimsemek zorunda kalmışlardır. Devletler eliyle geliştirilen mezhep ve tarikatların çokluğu, tutunacak başka bir dalı olmayan Kürt halkının bu mezhep ve tarikatlara yönlendirilmesi, toplumu çok parçalı ve karşıt hale getirmiştir. Zihinsel ve inançsal olarak bu kadar parçalı bir hale getirilen bir toplumu yönetmek iktidar güçleri açısından çocuk oyuncağı gibidir.
Şia-Sünni mezhepsel yaklaşımları Kürt toplumunu zihinsel olarak parçalamıştır. Bu parçalama sadece toplumla sınırlı kalmamış, Kürdistan topraklarının bölünmesini de beraberinde getirmiştir. Her egemen mezhep, egemen olduğu Kürdistan parçasında ve toplum yapısında kendi ahlak ilke ve ölçülerini dayatmıştır. Bu da aynı toplumsal yapının üyeleri olmalarına rağmen, farklı karakterde kişiliklerin şekillenmesi anlamına gelmiştir. Kürt toplumunun tarihten gelen karakteristik özellikleri bu parçalanmayla beraber neredeyse ortadan kalkmış, İslamın Şia ve Sünni karakteristik özellikleri egemen hale gelmişlerdir.
Bir ülke ve halk için bundan beteri; daha fazla parçalara bölünmesidir. Kürt halkı ve coğrafyası bunu da yaşamıştır. Paylaşım konusu olan Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altındaki topraklarla birlikte, Kürdistan toprakları da paylaşım konusu olmuştur, ülkesi ve halkıyla bir kez daha parçalanıp paylaşılmaya tabi tutulmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi topraklar üzerinde, adına cumhuriyet de dense, faşist Türk ulus devleti inşa edilirken, Kürdistanın büyük parçası bu faşist ulus devletin egemenliği altında kalmıştır. Güney?i İngiliz ve Güneybatısı da Fransız sömürgeciliğinin egemenliği altına giren Kürdistan, ülkesi ve halkıyla dört parçaya bölünmüştür. İngiliz ve Fransız sömürgeciliği bulundukları Kürdistan topraklarından geriye çekilirlerken, kendi yerlerini Arap egemen sınıflarına terk etmişlerdir. Bunun sonucu olarak Kürdistan coğrafi olarak dört, toplumsal olarak da üç farklı egemen kültürün hâkimiyeti altına alınmıştır.
Kürdistanı sömürgeleştiren güçler, Kürt halkını toplumsal olarak yok etmeyi temel politika olarak önlerine koymuşlardır. Bunun başını çeken de, soykırımcı faşist Türk ulus devleti olmuştur. Cumhuriyetin ilanı gerçekleşene kadar Kürtlerin varlığını tanıyan, sorunun ortak çözümünü ve birlikte yaşamayı, aksi halde her iki halkın da zarar göreceğini dile getiren Türk ulus devlet yöneticileri, cumhuriyetin kuruluşunu garantiye almasıyla birlikte, bu söylemlerinden vazgeçmiş, soykırım politikalarını uygulamaya sokmuştur. Irkçı ve faşizan bir zihniyetle hazırlanan 1924 Anayasasıyla birlikte Kürtlüğe ilişkin ne varsa reddedilmeye başlanmıştır. Peş peşe çıkarılan İzale-i Şekavet, Takrir-i Sükûn ve daha genel olarak da Şark Islahat Planı çerçevesinde Kürdistana ve Kürt halkına yönelinmiştir. Tunceli Kanunu Kürdistana yönelik saldırıların doruğu olmak kadar, belirgin nitelikte olan bu yasaların da sonuncusu olmuştur. Öylesine ki, Alman ve İtalyan faşizmlerinin örnek alacakları bir gaddarlık, vahşet ve soykırımı geride bırakarak. 1924 Anayasasıyla beraber çıkarılan bu yasaların yürürlüğe girmesiyle birlikte Kürt halkı inkâr ve imha kıskacına alınmış, Kürtlüğe dair ne varsa ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Önder APO bu durumu geniş zaman aralığında ve çerçevede değerlendirmiş, Kürt halkını “KÜLTÜREL SOYKIRIM KISKACINDA” olarak tanımlamıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürt halkı üzerinde uygulanan politikaları bu tanımlama kadar net ve özlü dile getiren başka bir tanımlama olamaz.
Kürt halkı bu inkâr ve imha siyasetine başlangıçta pek anlam verememiştir. Binlerce yıldır birlikte yaşadığı ve aralarında herhangi bir sorun çıkmayan, en az Türkler kadar Osmanlı topraklarını savunan, bu uğurda on binlerce evladını veren, son olarak elde kalan Anadolu topraklarını da herkesten daha fazla savunan kendileri olmasına rağmen, nasıl olur da inkâr ve imha kıskacına alınır, nasıl olur da dilleri ve kültürleri yasaklanır, inanç ve ibadetleri engellenir, tarihsel geçmişlerine dair ne varsa ortadan kaldırılır ve halk olarak aşağılanırlar! Nasıl olur da zor günlerinde hep yanlarında olduğu, binlerce yıldır beraber yaşadığı ve kardeş bellediği, uğruna ölümlere gittiği devlet kendilerini reddederek yok sayar! Nasıl olur da zamanın gazetelerinde; Türk kardeşlerimiz bugün zor durumdalar. Bu zor günlerinde onlara karşı bir yaklaşım içerisinde olmalıyız? diyen sözlerin daha mürekkebi kurumamışken, sahibini darağacına gönderebilecek kadar vahşi ve acımasız olunabilirdi! Öndersiz, öncüsüz, örgütsüz Kürt halkı bu gelişmelere anlam verememiş, bir anlamda da şaşkınlığını yaşamıştır. Her ne kadar kendisine dayatılan inkâr ve imha siyasetini geç anlasa ve örgütlülüğünün düzeyinde başarı imkânı olmasa bile, yine de sessiz kalmamış, inkâr ve imha politikalarını sessizce kabul etmemiştir.